Ömer Akşahan
Yaz, yaz, yaz diyordun...İşte, geldi yaz! Odana doluşan davetsiz bir müziğin eşliğinde ne(denli) ve ne(densiz) bir yazı dünyaya getirme uğraşında sana ancak çile çiçekleri eşlik edebilir inan.
Tüm mevsimler doğaya giydirilmiş birer ödünç mantodur. Nasıl şairler düzyazılarını ancak şiirden çaldıkları ödünç zamanlarda kaleme alıyorlarsa, doğa da tüm evrene âdeta yeni bir kişilik kazandırıyormuşçasına kandırıyor bizi. Ve bizlere de bu oyunda ancak figüran olmak kalıyor sadece.
Bu yazının asıl konusu Mercan Kırmızısı(1) olmalıydı. Her planlanan ölüm gibi bu hayatın anlamını, gizemini çözemeyen insan kendine yakışanı giymede de çoğu kez yanılıyor.
Her yazdığım cümlenin ardından aynada yüzümün çizgilerini, göz çukurlarımı inceliyorum. Yazım sanki aynada şekilleniyor. Aklıma, yazının gücünün yüze yansıması konulu bir tez yazılsa, nasıl bir sonuçla karşılaşabiliriz, diye düşünürken göz kaslarımın yorulduğunu hissediyorum.
Mevsime inat, portakalla flört etmeye devam ediyorum. Güzelleşmek (!) uğruna bira denemesine girişiyorum. Boyun damarlarımın zorlamasıyla oluşan ter ırmaklarında yıkanmak istiyorum. Bu beni istemeden Göksuya oradan Manavgata, bir sıçramayla kendimi Kurşunluda buluveriyorum. Güçlü bir istemin başaramayacağı bir şey yok yaşamda!
Denenmiş, başarılmış ancak başkalarına aktarılmamış bir bilgi kime yarar ki? O ancak müzelere yaraşır. İşte Mercan Kırmızısının hazin öyküsü de öyle. 1550-1605 yılları arasında İznik çiniciliğine Mercan Kırmızısı rengini bularak literatüre geçen kişi ne yazık ki, bu sırrını mezara taşımış. 1985-1993 yılları arasında bu kez Ali ve İbrahim Kocaoğlu adlı kardeşler tam 12 bin deney yaparak bu efsanevi rengi bulmaya çalışmışlar. Bu deneyler sırasında Pembe rengi keşfetmeleri nedeniyle çini literatürüne geçmiş olmalarına karşın, kardeşlerden Ali Kocaoğlu Aralık 1993te Mercan Kırmızısını bulamayacağını anlamış ve yaşamının bir anlamı kalmadığını düşünerek intihar etmiştir. Diğer kardeş ise halen arayışlarını sürdürüyor.
Bira, salatalık ve portakaldan oluşan mönüye yazın esnettiği kaslarıma doping niyetine iştahla yumulurken, biraz da felsefe niyetine Platondan(2), Tanrılar biz ölümcül insanlara neden karın denen bir illeti yarattığının, yanıtını paylaşmamız gerekir sanıyorum:ileriyi gören Tanrılar, ölümlülerin soyunun hastalıktan yok olmasını, erginleşmeden hemen sönüp gitmesini önlemek için, yiyip içtiğimizin gereksinmemizden çok olanlarını içine alsın diye karnı yarattılar. Ayrıca insanın felsefeyle ve sanatla çok uğraşmasını engellemek için de bağırsakları üst üste doladılar.
Odamda beni yaşama bağlayacak ne kadar uçuk nesne varsa bir bir önüme koyup denemeye kararlıyım. Bu yaz(ı) ben ne çok istemiştim oysa!
16.06.2003 / Alsancak
- Gelişim ve Öğrenme, Ziya Selçuk, sy.156, Nobel Yayın Dağıtım, İstanbul, 6.Basım
- Timaios, Platon, Çev. E.Günay-L.Ay, sy.86, Cumhuriyet-Dünya Klasikleri, Şubat 2001