Onu Tanımak ve Anlamak

Bütün umutların tükenmeye başladığı bir dönemde Mustafa Kemal Atatürkün, Türk Milleti için bağımlı yaşamaktansa ölmek daha iyidir diyerek Samsuna çıkması ve bağımsızlık mücadelemizi başlatmasının yıldönümünü yaşıyoruz. Bir ulusun dirilişinin başladığı 19 Mayısı yaşıyoruz.

yazı resim

Onu Tanımak ve Anlamak
Bütün umutların tükenmeye başladığı bir dönemde Mustafa Kemal Atatürkün, Türk Milleti için bağımlı yaşamaktansa ölmek daha iyidir diyerek Samsuna çıkması ve bağımsızlık mücadelemizi başlatmasının yıldönümünü yaşıyoruz.
Bir ulusun dirilişinin başladığı 19 Mayısı yaşıyoruz.
Özgürlük ve bağımsızlık mücadelemizin başladığı dönemden bu yana tam 89 yıl geçti. Bu zaman zarfında zaman zaman sahneye çıkan dahilî ve harici bedhahlar... Laik Türkiye Cumhuriyetini parçalamak, bölmek için çeşitli senaryolar ortaya koymuşlardır. Aynı senaryonun bir parçası olarak Emperyalist güçler tarafından bir çok ülkeye uygulanan Ekonomik Soykırım bugün Türk Ulusuna uygulanmakta ve buna ülkeyi yönetenler yıllardır sessiz kalmaktadır.
Lozan görüşmeleri sırasında İngiliz temsilcisi Lord Curzonun, baş delegemiz İsmet İnönü'ye söylediği şu söz çok önemlidir: Gün gelecek paraya ihtiyaç duyacaksınız. Para için gelip önümüzde diz çökeceksiniz. Ve biz, verdiklerimizi teker teker sizden geri alacağız."
Bugün toplumun eğitim, sosyal ve ekonomik durumundaki bozukluğa bağlı olarak demokratik yapısında yaşanan temsil zafiyeti, bölücü ve dinci kesimin tarihte görmediğimiz bir azıtma ortamını da beraberinde getirmiştir.
Laik Cumhuriyeti ortadan kaldırmak için AB ve ABD desteğinde bulunmaz bir fırsat ele geçirdiklerine inanan bu topluluk; hiçbir zaman sevemedikleri ve karanlık emellerine ulaşmada en büyük engel olarak gördükleri iki hedeften Türk Silahlı Kuvvetlerini yıpratarak etkisiz hale getirmek, Atatürkü de kötüleyerek unutturmak hayali içinde akılsızca ve ahlaksızca eylemler sergilemekten çekinmez olmuşlardır.
Yabancı ülkelerin ders kitaplarında öğrencilere tanıtılan ve hayranlıkla anlatılan Yüce Önderimiz, büyük emeklerle kurup emanet ettiği Cumhuriyetin ekmeğini yiyen, makam koltuklarını işgal eden gafiller tarafından ders kitaplarından çıkarılmak ve yavaş yavaş tarihten silinmek istenmektedir.
Oysa bu zavallılar ve onların yoldaşı bölücüler, Yüce Önderin her şeyden önce insan tarafını tanımak ve anlamak için birazcık okumak, öğrenmek gayreti içinde olsalar, şartlanmış beyinlerinde, hınç dolu ruhlarında yeni bir pencerenin açıldığını hissedecekler, yavaş yavaş ta olsa akıl, bilgi ve duyguyla harmanlanmış bir dehanın çağdaş aydınlığına doğru yol alarak Onu sevmeyi öğreneceklerdir.
-Her gün geçtiği yolun üzerindeki iğde ağacının kesildiğini görünce ağlayan,
-Sevdiği köpeği Foks öldüğünde matemini tutan,
-Yalovada köşke zarar veren ağacın bir dalı kesilmesin diye köşkü kızaklarla kaydırtan,
-Savaş sonrası Çankayada çalıştırılan ve ayrıldıklarında çantalarında Gazi markalı sigara çıktığı için görevli personel tarafından dövüldüklerini gördüğü Yunan esirlerden özür dileyerek sigara ve para ile onları uğurlayan,
-İçki içmeyen ve beş vakit namaz kılan Mareşal Fevzi Çakmak yemekte olacağı zaman masaya içki koydurmayıp limonata ile yetinen,
-Ramazanlarda Hafız Yaşar Okuyana, gündüzleri Hacı Bayram Veli ve Zincirlikuyu camilerinde şehitlerimizin ruhu için hatim okutan, akşamları da huzurunda okuttuğu sureleri derin bir hazla dinleyen,
-Ankaralılar tarafından kendisine hediye edilmek istenen Çankayadaki evin tapu tescilini, 1. İnönü savaşını kazanan orduya bağışlanmak üzere Milli Savunma Bakanlığına yaptıran,
-Yurt gezilerinde, Kara Fatma, Satı Kadın gibi Kurtuluş Savaşının kahraman Türk kadınlarını buldurup ellerini öpen, vefalı, şefkatli, merhametli, inançlı, saygılı, dürüst, yüreği sevgi dolu bir insan olan Atatürk.
Her şeyimizi borçlu olduğumuz böyle bir Önder nasıl sevilmez?
Onun; parasal yardım yaparken bile ne kadar zarif bir tutum sergilediğini Yaveri Muzaffer Kılıçın şu anısı çok güzel anlatıyor.
Bir gün Atatürkle beraber Abidinpaşadan gelip Samanpazarı yoluyla Ulusa geçiyorduk. O zamanlar Samanpazarında bulunan üç beş dükkandan birisi Ali Efendi isimli kitapçıya aitti.
Kitapçı dükkanının kepenklerinde, nefis bir halı asılmış duruyordu. Harp yıllarının sonu olduğundan hiçbir yerde, hele Ankarada böyle güzel bir şey görmek pek şaşırtıcı olduğu için bu halı Atatürkün de dikkatini çekti. Hemen arabayı durdurup indik. Beraberce dükkana yürüdük.
Kitapçı Atayı görünce;
-Buyrun Paşam, diyerek heyecanla bir emri olup olmadığını sordu. Paşa da bu halıyı çok güzel bulduklarını ifade ettiler ve ne için durduğunu sordular. Kitapçı;
-Paşam, bu halı bir müşterimin. Paraya ihtiyacı olmuş, satılması için bana bıraktılar. Benimle bir ilgisi yok, dedi.
Atatürk, böyle güzel bir halının çok kıymetli olduğunu, bunu halı sahibinin nereden almış olabileceğini öğrenmek istediler. Kitapçı ezile büzüle;
-Paşam, emanet koyan isminin söylenmemesini özellikle rica ettiler, müsaade ederseniz ismini söylemeyeyim, dedi.
Bu sefer Atatürk daha çok merak edip;
-Çocuk, belki halıyı almak isteyeceğiz. Kimin ve kaça olduğunu öğrenmek isteriz, dediler.
Kitapçı;
-Paşam 40 lira istemişlerdi, deyip yine halı sahibinin ismini vermedi. Atatürk halı sahibini iyice merak edip ısrar edince de, kitapçı istemeyerek ve sıkılarak;
-Abdülhalim Çelebi Hazretlerinin Paşam, dedi.
Abdülhalim Efendi, Mevlana sülalesinden gelmiş, Konya milletvekili olarak Mecliste görev yapıyordu. Kapısı herkese daima açık, cömert, gayet güzel konuşan, Mevlevi kalpağı ile gezen,
akıllı, sevimli, hoş sohbet, özü sözü doğru bir kişiydi.
Atatürk, bu cevabı alınca çok duygulandı ve bana dönerek dükkana 40 lira bırakmamı emretti.
Hemen parayı bıraktım. Kitapçı halıyı koşarak indirip paket yapmaya koyuldu. Bu arada Atatürk, Abdülhalim Efendinin kişiliğinden övgüyle bahsederek;
-Abdülhalim Efendi, evdeki halısını satacak kadar parasız kalıyor ama, kapısını kimseye kapamıyor diyerek onu övdü. Sonra da kitapçıya dönerek;
-Bana bak, halıyı biz alıyoruz. Fakat halıyı Abdülhalim Efendinin evine yollayınız, biz oradan aldırırız. Akşamüzeri de kendilerine bir kahve içmek için geleceğimizi söyleyiniz. Dediler.
Kitapçı bu davranışa şaşırmış bize bakarken, arabaya binip uzaklaştık. Aynı akşam Abdülhalim Efendinin evine gittik. Kendisi bizi avlu kapısında karşıladı. Eve girince baktım halı, kapı arkasında paketli olarak duruyordu. Mütevazı evinde minderlere oturuldu, kahveler içildi.
Abdülhalim Efendi;
-Paşam halıyı almışsınız. Fakat halı evime geri geldi. Müsaade ederseniz, arabanıza koyduralım. Dedi. Atatürk de;
-Abdülhalim Efendi, halı yine bizim olsun. Biz arada sırada sana kahve içmeye geldikçe onun üzerinde kahvemizi içeriz. Diyerek halıyı açtırdılar ve odaya serdirdiler. Kahveler içildi ve sohbet edildi. Giderken Abdülhalim Efendi yine bizi kapıya kadar uğurlayarak;
-Paşam eğer müsaadeniz olursa halıyı..... derken Atatürk sözünü keserek mütebessim,
-Abdülhalim Efendi, onu sana emaneten bırakıyoruz. Her gelmemizde onu burada görmek ve üzerinde oturmak isteriz diyerek veda edip ayrıldılar.
Böylece Atatürk, Abdülhalim Çelebi Efendiye, kitapçıya bile belli etmemeye çalışarak ihtiyacı olan yardımı yapmış, fakat halıyı almamışlardı.
Bu ibret verici anı; O büyük asker, devlet adamı ve devrimci liderin, en az bu nitelikleri kadar büyük olan insanlığını anlatmasının yanı sıra Onun, gerçek dindar ve üstelik bir tarikat mensubu olan Çelebiye saygısını göstermek bakımından da ayrı bir önem taşıyor.
Ayrıca; Herkese açık sofrasını sürdürebilmek için halısını satan bir tarikat ehlinin, dini siyasete alet ederek para, mevki ve güce ulaşan, saf ve eğitimsiz vatandaşları sömürerek trilyonluk mal varlıklarının sahibi olup sefa süren günümüz din ve tarikat bezirganlarından farklılığını da ortaya koyuyor.
Tabii ki anlayana ve anlamaktan yana azıcık ta olsa nasibi olanlara...

Başa Dön