Şair ve Kent

Güneşi saklayan, onu bizlerden sakınan ılık bir sonbahar sabahı, otoban üzerinden Göttingen’e yol alıyorum. Kolay bir yolculuk değil benim için¸ yaklaşık 520 km. uzaklığında. İnsanın hiç tanımadığı bir kente gidiyor olması yürek atışlarını ister ist

yazı resim

Güneşi saklayan, onu bizlerden sakınan ılık bir sonbahar sabahı, otoban üzerinden Göttingen’e yol alıyorum. Kolay bir yolculuk değil benim için¸ yaklaşık 520 km. uzaklığında. İnsanın hiç tanımadığı bir kente gidiyor olması yürek atışlarını ister istemez hızlandırıyor. Yolculuk boyunca yalnızca bir kez mola veriyorum. Çünkü, karanlığa kalmak istemiyorum. Ama nafile, karanlık yağmurla birlikte çöküyor kentin üstüne. Bir ışık seli görünümündeki caddelerde adresi bulmaya çalışırken aniden karşıma çıkan kavşak beni bir anda Büyük Tiyatro sokağına sürüklüyor. Çaresiz telefona sarılıp, arkadaşımdan yardım istiyorum. Böylece kent kabusu yaşamaktan kurtuluyorum.

Almanya’ya geldiğim günden bu yana beni derinden etkileyen şey; ne kadınları, ne de göz alabildiğine uzanan yeşil ormanları! Bilakis kentlerin “Stadtplatz” veya “Stadtmitte” diye adlandırdıkları, genellikle eski kent bölümünde yer alan ve dört beş yüz yıldır dimdik ayakta kalan birer sanat yapıtı görkemli binaları ! Hangi kente gitsem önce oradaki bina dokusunu gözden geçiriyorum. Bu Göttingen’de de böyle oldu. Bir öğleden sonra kent merkezinde yalnız başıboş dolaşıp binalara, vitrinlere bakarken duvarlardaki tabelalar dikkatimi çekti. Bir çok binanın caddeye bakan cephelerine yerleştirilmiş mermer plakalarda o binada yaşamış Alman şair, yazar, bilim adamı ve politikacıların adları doğum ve ölüm tarihleriyle yer alıyordu.

250 yıllık bir üniversite kenti olan Göttingen’deki bu güzel geleneğin üzerinde kısaca durmak istiyorum. İlhan Berk’in deyişiyle; “Dünyada pek çok kenti şairlerine benzetebiliriz!”, “Hem kentler şairleriyle vardır.” Göttingen hem anmalık plakaları, hem de kent cadde ve meydanını süsleyen şair ve tanınmış diğer ünlülerinin heykelleriyle gerçekten bu sözü hak ediyordu. Böylesine bir vefa duygusu karşısında, yalnızca kendi kentinin değil ülkesinin 35 şairini birden yakma cüretini gösteren bir Sivas’ın acaba gelecek kuşaklara utançtan başka ne bırakabileceğini sanıyorsunuz? Okul yıllarımda bu yana belleğime kazınan onurlu bir Sivas Kongresi’nin bu katliamla yok edilmesi, Cumhuriyet tarihimiz için de bir utanç belgesi olarak kalacaktır.

Kalabalık bir turist grubuna bir heykel hakkında açıklamalarda bulunan rehbere kulak kabarttığımda, bunun Göttingen’de yaşamış önemli bir Alman şairin heykeli olduğunu anlıyorum. Öte yandan “Gasthaus” denilen otel / lokantanın dış cephesindeki tarih beni şaşkınlığa sürüklüyor. Tarih 1600. Oturup orada bir şiir karalıyorum Almanca. Öte yandan sıkça gittiğim Straubing kent merkezinde halen eczane olarak kullanılan binada 1493 tarihi ise Kristof Kolomb’u bana anımsatıp, düşler alemine sürüklüyor.

Bir an geriye dönüp baktığımda, ailemin yaşadığı Ödemiş’te birer birer yok edilen Osmanlının son döneminde Rum ustaların inşa ettiği ve her biri ince bir zanaat kokan cumbalı, ferah bağımsız evlerin ilkokul diplomalı müteahhitler elinde yok edildiğini görüp üzülüyorum. Bitip tükenmeyen para hırsıyla estetik yoksunu inşaat mühendislerinin sırf mimara para vermeme kaygısıyla çizdikleri çirkinlik abidesi binalar da ne yazık ki Cumhuriyet dönemi eseri olarak anlatılacak bir zaman sonra.. Bu ülkede, estetikten yoksun, çağdaş kent dokusunu hiçe sayan yaşama zorluğu çektiren köy bozması kentlerle daha nereye kadar gidilebilir ki?
Umarım bir gün biz de şairlerimizle birlikte yaşamayı öğreniriz...
1998/ Arnstorf

Başa Dön