Tanrım bana yardım et. Beni buradan çıkar,tanrım çok korkuyorum. Sol bacağımdaki merminin yol açtığı yara artık daha da kötüleşmiş, kanın botlarımdan içeri sızdığını fark ediyorum. Dokunduğumda hissettiğim kanın sıcaklığıyla, vücudumda duyduğum üşüme hissi tezatlık oluşturuyor.Tanrım yardım et.
Her yönden silah sesleri, bağrışmalar geliyor. Roketlerin vızıldayarak,ufak çaplı bir kuyruklu yıldız misali gözümün önünden geçtiğini görüyorum. G-3 ve kalaşnikof sesleri sanki hiç kesilmeyecek gibi...Çok fazla kalaşnikof sesi duymam, kötüye işaret;kalaşnikof kötü adamların yani teroristlerin silahı. Bu da düştüğümüz pusunun büyüklüğünü gösteriyor. En az 50 kişi saldırmış olmalı. Karşılık olarak tek tük duyulan bizimkilerin G-3 sesleri durumun kötü olduğunu kesinleştiriyor. Fena pusuya düşmüşüz.
Hepsi o aptal teğmenin inatçılığı yüzünden oldu. Vadinin üstünden gitmek varken,vadinin altından; dere yatağından gitmek onun fikriydi. O kendini bi bok sanan ukala gür sesiyle, etrafa emirler yağdırmadığına göre, bir şarapnel parçası ya da bir mermiyle çoktan tanışmış olmalıydı.
Kafamı güçlükle sağa çevirip biraz kafamı kaldırdığımda, ilerde yatan iki kişi gördüm. Öndeki bizim bölüğe katılan yeni çocuk, sanırım düşen bir roketten nasibini almış. Yanık et ve kan kokusu burnumun direğini sızlatıyor. Onunla tek muhabbetim, bu sabah kahvaltıdan sonra bana sorduğu “sigaran var mı?” cümlesiydi. İlk ve son diyaloğumuz olmuştu. Kimbilir belki daha samimi,belki de dost bile olabilirdik. Kafa dengi birine benziyordu. Ama artık geçti. Aslında her şey için çok geçti.
Karşılık vermek istiyorum,tüfek ne kadar ağırlaşmış. Kaldıracak mecalim yok. Her şey, yavaş çekim misali, çok yavaş ilerlemeye başladı. Tanrım galiba ölüyorum. Artık ayaklarımda kandan bir gölet oluştu. Üşüyorum,çok üşüyorum...
Düşünceler etrafımı sarıyor.Benim hiç çocuğum olmayacak. Çocuğumu kucağıma aldığımda herkesin “dünyanın en büyük mutluluğu” dediği hissi tadamayacağım. Benim hiç karım olmayacak. Hep nikahlarda gıpta ile baktığım;gelinin duvağını açıp alnını öpemeyeceğim. Sevgilim, sen kollarımda yatarken,saçlarını koklayıp, kulağına iyi geceler deyip huzurla uyuyamayacağım...
Tanrım,20 yaşındayım, hayat bu kadar kısa olmamalı. Neden tanrım, neden...Annemi artık göremeyeceğim. En çok da buna üzülüyorum. Sevgilimse sımsıcak dudakları artık bana çok uzak.
Umarım cennet denen yer vardır. Ben şehit olacak mıyım acaba? Şehit olursan cennete gidersin diyorlardı, umarım doğrudur. Cenneti bilmesem bile cehennemin ne demek olduğunu biliyorum. Son 20 dakikadır onun içindeyim. Tanrım bu acı dayanılacak gibi değil.
Onca aldığımız eğitimden sonra,daha ne olduğunu anlayamadan,ilk çatışmada pusuya düşmüş,açılan ilk ateşte vurulmuştum. Oysa askerden sonra ne hayallerim vardı. Hepsi boşmuş. Tüm planlar ve umutlar namludan çıkan kurşuna bağlıymış. Deniz kıyısında ki kumdan kaleler gibi...hep yıkıldı, yeniden yapamam artık...
Ölürken hayatın film şeridi gibi gözlerinin önünden geçer cümlesi kafamda yankılanıyor. Oysa benim düşünüp görebildiklerim; annemin benim öldüğümü duyduğu andaki ağlayış ve feryatları, bir de sevgilim, aşkım, canım, bir tanemin ben birliğe teslim olurken ki son vedalaşmamızdaki, buhulu otobüs camının arkasından gördüğüm hüzünlü el sallayışları...
Artık acı hissetmiyorum. İçim huzur dolu. Ne bileyim, kendimi hiç böyle hissetmemiştim. Üzerime bir karaltı geliyor. Yardım et demek istiyorum, belki bizimkilerdendir umuduyla. Ama ağzımı oynatamıyorum, sanki biri sesimi almış.
Acaba kim bu gelen? Azrail mi yoksa melekler beni omuzlarımdan tutup cennete götürmek için mi geldi. Ama melek veya azrail kalaşnikof taşımaz ki...Yaklaşıyor,yaklaşıyor. Yüzünü belli belirsiz görüyorum, muhtemelen 15-16 yaşlarında bir çocuk. Silahını bana doğrultuyor. Bana ateş ettiğini, namludan çıkan ateşle, göğsüme gelen basınç nedeniyle anlıyorum. Artık kimin umurunda , hiçbir şey hissetmiyorum, hiçbir şey duyuyorum. Çocuk yaklaşmaya devam ediyor. Tüfeğini kaldırdığını görüyorum. Suratıma tüfeğinin dipçiğiyle vuruyor. 2 tane sayabiliyorum. Sonra birden inanılmaz derecede hafiflediğimi hissediyorum. Tanrım, yükseliyorum. Aşağıya bakıyorum, vücudum orda. Çocuk da orda, hala suratıma dipçikle vurmaya devam ediyor. Oysa ben yükseliyorum,yükseliyorum...
Şehit
Tanrım, 20 yaşındayım, hayat bu kadar kısa olmamalı. Neden tanrım, neden...Annemi artık göremeyeceğim. En çok da buna üzülüyorum. Sevgilimse sımsıcak dudakları artık bana çok uzak.