Ve nefsim “sev “dedi, bir ikindi vakti camekânlara düşerken şehir, ceketimin astarında hayat, dilimin ucunda biriktirdiğim ince bir küfür gönlümün arka bahçesinde bir dilberin zamanı durduracak hırsız bakışlarını, hayatı çatlatacak sefil ve bakımsız ruhunu sevdim. İki paralık gözlerini ve macunlaşmış yüreğini nefsime ayna bildim. Gözlerimin arkasından el eden hınzır bir yüz; kalabalıklarda kaybolan tenha mekanlara düşkün, bildim tiksindim. Döndüm ocağına “sev beni” dedim “canımı acıt! öldür, esirgeme kalbini, esirgeme! “ siliniyordu akşam penceremde, gençtim” sev “dedi nefsim sevdim, irkildim. Eriyen ruhumu ıslatacak sözlerini, bu hoyrat alemde kimsem olacak gözlerini aradım. “dilber” dedim “ben kimsesizim, şehir göçüyor üstüme tenin senin olsun, aç kucağını sev beni , çocuğum ben” Heyhat! Ellerimde kalan sadece bir avuç gözyaşı, kanatlarından vurulmuş kuşlar, vakitsiz yağmurlar... kaçtım nefsim soluyan bir böcekti.
İnsanlar yüreği rehin ve mühürlü, rüyaları yavan, geceleri tenha. Kime baksam yüzlerinde kusursuz ve mükemmel bir hüzün, bir figanın orta yerinde cümbüş. “ sen” dedi nefsim. Bendim yüzüm masmavi bir gökyüzü, gözlerim bulut, saçlarım yağmur. Bir lastik top gibiydi dünya, ben gülünce zıplayan, her şey gözlerimin sıhhatince vardı. En güzel kadını ben sevmiştim, hiç ölmeyecektim. En güzel şiiri ben yazmıştım, unutulmayacaktım. Yaşamak güzeldi ama yeryüzü ne kadarda dardı. Nefsim kuyruksuz bir uçurtmaydı gökyüzünde.
Sevmek yalan, vefa lüzumsuz, feragat hacimsiz birer kelimeydiler. gözlerimin yüreğimle irtibatını kestiği dipdiri bir anında ölüm döşeğindeki İhtiyar hasta adam pencereden baktı, baktı belli belirsiz fısıldadı: ‘’ hayat, şu pencereden bakıp çekilmek kadar geldi bana ‘’ dedi. Dondum, hayat dondu, eyvah eyvah ...
“ Dur “ dedim nefsime “ dur “ bağışla beni hayat, yüreğim, gözlerim, ellerim beni bağışla, tüm iyi insanlar, börtü böcek, kuşlar ağaçlar ... Allah’ ım bağışla ...