Şimdi de siyahlar giyinmiş hafız kadının alnında boncuk boncuk terler birikmişti. Biriken terleri eliyle sildi. Belli ki o da sıcaktan nem kaybediyordu. Belki de gerçeklerdendi
Sorularımın onu sarstığını beden dilinden anlayabiliyordum. Yanımda katı bir disiplinle yetişmiş sığ düşünen biri oturmaktaydı. Belki de taa çocukluğundan beri aldığı yanlış bilgilerin etkisiyle karanlık bakmaktaydı. Hani insan uzun süre karanlıkta kalıp da aniden günışığına çıktığında gözleri kamaşır ya, işte öyleydi kadının şu anki ruh hali. Sorduğum soruya kısa bir durgunluk sonrası sertçe yanıtlamıştı:
-Tabi ki Kuranın sureleri, ayetleri doğrudur.
-Neden doğru?
-Çünkü Allah Kelamıdır.
-Ayetlerden kimler sorumludur?
-Tabi ki İslam dininden olanlar.
-Olmayanlar ne olacak?
-Onlardan biz sorumlu değiliz. Kuran bize indirildi. İnanırlarsa onlar da sorumludur.
-O halde madem hafızsınız, benim aklımı kurcalayan bir sure daha var, onu bana açıklarsanız çok mutlu olacağım.
-Hangisi?
-Kasas Suresinin 59. Ayeti ne der?
-O sureyi de tam aklıma getiremedim. Şimdi sizi yanlış yönlendirmeyeyim. Anlatın da sevabı siz kazanın bari...
Normal zamanda bu kadar sabırlı olmam mümkün değildi. Hele ki kafası kara, düşüncesi kararmış bilgi eksikliği olan birine İçimden, Amann bana ne, diyesim de geliyordu haniDemedim, açıklamaya çalıştım:
-Ayetlerimizi göndermediğimiz memleketler, şehirlerdeki insanlar ayetlerimizden sorumlu değildir. Allah onları helak etmez.
-Aa, öyle mi yazıyor?
-Evet, aynen öyleBen yine başa döneyim. Kuranın yolundan TAM ve DOSDOĞRU giden bir ülke göster bana! Neden Maide Suresinin 51. Ayetini hiçbir Müslüman ülke uygulamıyor?
-Bu ne demektir şimdi? Siz benim kafamı iyice karıştırdınız.
-Demek ki, eksik bilgiyle yetişmişsiniz. Eve gidin ve Kuranı tam okuyun kızım. Ben bu yaşımda bile hala okuyorum. O mükemmel kitapta hala gün ışığına çıkmamış mucizeleri görüyorum.
Kadın ya bilgisizliğini örtmek adına ya da kendi doğru bildiklerinin, açığa yanlış olarak çıkmasından mıdır, nedir agresif tavrına geri dönmüştü. Beni sadağındaki oklarından birini çıkartıp vurmaya çalıştı.
-Sizde kapanıp namaz kılın. Madem Kurana inancınız var, okumuşsunuz; o halde Allahın emirlerini tam uygulayın, kapanın. Öyle bir ayete bağlı kalıp farzlarınızı erteleyemezsiniz.
Evimizin bulunduğu caddeye yaklaşmıştı otobüs. Üç durak sonra inecektim. Kadına anlayacağı dilden konuşmalıydım. Kemikleşmiş bağnaz düşüncesini üç dakikada değiştirip silmem olası değildi. Ama ne olursa olsun, onun dar alanında kuşku oluşturup gerçeğe yöneltmeliydim. Biraz soluk alıp, sesime sevecen bir renk yerleştirip konuşmaya başladım.
-Bakın, size küçük bir örnekle bunu açıklamaya çalışacağım: Alışveriş için bakkala gidip beş adet ürün almak istiyorsunuz: Peynir, Çay, Zeytin, Şeker ve Un gibi almak zorunda kaldığınız ürünlerin sadece üçünü ödediniz. Çünkü cebinizde başka para yok. Borcunuz kime olur?
-Tabi ki alışveriş yaptığım yere.
-Peki, o borcu ne zaman ödersiniz?
-Söz verdiğim zamanda öderim.
-Ya ödeyemediniz?
-İşte o kötü olur.
-Üzülürsünüz veya marketin önünden ne zaman geçerseniz başınızı öne eğersiniz.
-Evet, aynen öyle
-İşte o borç sadece marketle sizin aranızdadır; Başka kimse o borçtan sorumlu olamaz değil mi?
-Evet
-Mademki İslamın beş şartını Allaha ödemekle yükümlüdür her mümin Bu o kişinin Allaha borcudur. Kimse karışamaz.
-Evet
-İşte İslam dini kılıçtan keskin kıldan incedir kızım. Öyle kapanmakla, baskıyla, zorla, katı kurallarla Allaha borç ödenmez. Hele ki başörtünün, giyimin, Kuranın, vb. dini temsil eden olguların siyasi araç olarak kullanılması yüce yaratıcıyı üzer.
Kadın hık, mık, der gibi oldu, kısa düşünce sürecinden sonra yine sabit bakışlarını üzerime yöneltti:
-O halde kadınların hepsi çıplak dolaşıp erkeklerin nefislerini uyandırsınlar. Nasıl olsa İslami şartlar uygulanmıyor, kimse borcunu ödemesin. Yok, öyle düzen!
Onun şartlı güdülenmiş öfkesini duymazlıktan geldim.
-Siz yine de Kurandan ayrılmayın. Eve gidince de ilk işiniz 51. Ayeti okumak olsun. Açık kapalı, diye insanları belli bir şablona koymayın. Erkeklerin nefsi uyanır da kadının nefsi uyanmaz mı? Neden sadece erkeklere yönelik olsun nefis uyanması? Saçma bunlar! Bakın, dini araç ederek Ensar Vakfındaki din öğreticilerin yıllarca yaptıkları doğru mu sizce? Hem de 4 ile 14 yaş arası çocuklara tecavüz ettiler. O çocuklar da mı, erkeklerin nefislerini uyandırdılar? Geçin bunları, geçin
-Size önerim ancak şu olur kızım: Size kızım dedim, çünkü kızım da sizin yaşınızda.
-Teşekkür ederim
-Siz biraz da başınızı kumdan çıkartıp hayata doğru bakın. Eğer ki, komşunuz veya yakınınız hastaysa, açsa, çaresizse, borçluysa siz, - onu bırakıp binlerce kilometreye Umre ve Hac için gidip- kurban kesmekle Sıratı geçemezsiniz.
Siyahlı kadının suskunluğunu fırsat bilip nokta virgül koymadan sözlerimi sürdürdüm:
- Kalbin pası, kötü ve olumsuz düşüncedir. Kibir kalbin kabridir, sevgi ise zemzemidir. 2 bin yıldır bir türlü ölemeyen şeytanı taşlayarak içinizdeki pası, kiri arıtamazsınız.
-Şunu aklınızda tutun lütfen. İnsan yüreğinde ne beslerse onunla gidecektir öte dünyaya. Neyse ben ineceğim yere geldim. Şu aşırı sıcaklarda kara çarşafla dolaşarak aslında siz Hristiyanlığın ve Yahudiliğin simgesi olan kıyafetin reklamını yapıyorsunuz.
Şaşırmıştı. Gözlerini iri iri açarak sordu:
-Nasıl? Ben mi onların reklamlarını yapıyorum?
-Evet, şu an giyindiğiniz çarşaf, rahibelerin ve Yahudi kadınların dini kıyafetleridir. Ülkemize 1960 senelerinde Alman kadın misyonerle Şule Yüksel adındaki bir yazarın, şehir şehir dolaşarak kadınlarımızı siyah çarşafa girmelerini ikna etmişlerdir. Bu ikna ediş, yayılma sadece ülkemize değil tabi Yahudi ve Hristiyan din görevlileri Afrika ülkeleri başta olmak üzere tüm üçüncü dünya ülkelerine de giderek din simsarlığını binlerce yıl sürdürmüşlerdir. Amaçları dinle uyutup o ülkeleri sömürgeleştirmek, fakirleştirip, ekonomik bağımsızlıklarını ellerinden almaktır. İşte sizin göremediğiniz o pencere kara çarşafla örtülmüştür.
İneceğimiz durağa yaklaşmıştık.
Otobüs sürücüsüne seslendim. Market durağında inecek var. İnerken siyahlı kadına İyi günler, demeyi ihmal etmemiştim. Gözucuma değen şeyse; kederlenmiş bir ifadeydi. Anladım ki; içindeki çocuğu uyandırıp yüzüne çocuksu bir kırılganlık yerleştirmiştim.
Acaba ona fazla mı yüklenmiştim?
Ben böylesi ruh haleti içindeyken eşim arkamdan yetişti:
-O kara çarşaflı kadınla fısır fısır neler konuştunuz öyle?
Eşime gülümsedim:
-Oo, neler konuşmadık ki? Tee 1500 sene öncelerine koşturduk birlikte
-Hımm, desene karanlık yıllara gittiniz.
-Eh biraz da öyle sayılır.
-Peki, aydınlığa ulaştınız mı?
-BelkiUmarım.
O an kara çarşaflı kadının; özellikle Kuran ayetlerini okurken yüzünün ifadesini, - nasıl bir şekil alacağını?- gözlerimin önüne getirmiştim.
Emine Pişiren
27. 06. 2016