Yorgun bu şehir, alışamamış bir türlü kaybolup gidişine, unutamamış kaldırımlar terk edip böyle gidişini… Sen gittin; Ağlamaklı bu şehir, sokaklar bomboş, hava kurşun kadar ağır... Otobüsler çalışmıyor, tartıcı çocuk çalmıyor kapımı artık. Bakır tadı var aldığım nefeste, içtiğim suda, kokladığım çiçekte…
Gidişin sadece ayrılık olmadı ki! Hüznün, umuda ihtilali, sonbaharın intiharı, sol yanımın ağırlığı ve karanlığım oldu gidişin. Hangi lambaya elim gitse avuçlarımda söndü birer birer.
Gülüşünle aydınlanırdı bu şehir, gözlerinle dalgalanırdı deniz, ellerinde açardı çiçekler rengârenk. Gidişin sadece ayrılık olmadı ki! Nisan yağmuru oldu içimde, sel oldu şehirde, mühür oldu yüreğime…
Gidişin sadece ayrılık olmadı ki! Uzak şehirlerin suskunluğu, yakın yüreklerin yorgunluğu, sürgündeki rüyaların gözyaşı oldu…
Sen gittin; Şehrin kırık yarısı, son düşen yaprağı, kaldırımlarının tozuyum artık… Az sonra çamur olacağım...
Kurumuş bir dalın ucunda
Baharı bekleyen
Kırık gözyaşım!
Yaprak kuruduğunda,
Sende düşeceksin...