Muhtemelen herkes bu başlığa şaşırmakla birlikte, Türkmenlerin başına Emirli faciası gelmişken bu konu da nereden çıktı diyebilir. Evet, hepimizin başı sağ olsun. Emirli’ye yapılan esrarengiz katliam tekrarlanmasın diye yazıyoruz.
Esrarengiz diyorum, çünkü yapılış yeri ve tarzı ile Irak’taki diğer günlük saldırılardan farklılık gösteriyor. Bunu yapan kokuşmuş beyinlerin er ya da geç cezalandırmalarını dileyerek konuma başlamak istiyorum.
Beni bu yazıya tetikleyen iki olay vardır: İlki tesadüfen elime geçen Türkmenlere malolan bir derneğin raporu. Diğer olay ise Irak'tan yeni gelen bir düşünürün bana aktardığı izlenimlerdir. Raporu okurken dikkatimi çeken ilk şey derneğin Türkmen adını taşımasıyla, içinde açıklanmaya çalışan faaliyetlerdir. Bu faaliyetlere verilen adlandırmalar hariç, faaliyetlerin Türkmenlikle uzaktan yakından alakası yoktur. Bir sefer derneğin Kerkük ve ona bağlı köylerde faaliyet yaptığı belirtilmekte, bunun yanı sıra faaliyetlerinin yapılış tarzıyla alakalı bilgi içermekteydi. Faaliyetlerin yapılış tarzını ele alırsak iki ayak üzerinde durmaktadır ve iki kesime yönelik olduğu hemen anlaşılmaktadır. İlkinin bayanlara, ikincisinin ise gençlere yönelik spor kulüpleri ve imam hatip okulları ya da “eğitim evleri” şeklinde olması, gelecekle ilgili bir yatırım olduğunu hemen yansıtmaktaydı. Diğer çarpıcı olan şey ise kısa sürede bu kadar okulun ve büyük sayıda öğrencilerin bulunmasıydı. Öğretim üyelerinin büyük kısmı ise camii imamları ve Arap dili öğretmenlerindendir. Yani Türkmen toplumunun geleceği şu koşullarda üniversite ve devlet lisesi yerine camii imamları ve Türkmen kültürüne yabancı unsurlara emanettir! Bunun ne kadar sağlıklı olup olmadığını birazdan öğreneceğiz. Diğer bahsettiğimiz arkadaşımız, İslami cemaatlere bağlı faaliyetlerin birçoğunun ses ve görüntülü olarak kaydedildikten sonra karşılığında Suudi Arabistan'a bağlı kişilerden ödemeler alındığını ve o cemaatlerin söz konusu ülkenin tamamen kontrolü altında olduklarını söyledi!
Iraktaki günlük ölüm haberleri ve umutsuzluk o yörenin halkını doğal olarak biraz daha dine yani teslimiyet ve kabule yönlendirmiştir. Ve hiçbir zaman olmadığı kadar, bilim ve irfan yerine hurafe ve Arap tarzı din anlayışı halkın içine sirayet etmiştir. Bu sosyal olgu hemen hemen benzer koşullarda çoğu toplumda gözlemlenmektedir. Bu durumdan yararlanmaya çalışan din sömürücü rejimler, bölgede parasal kaynakları kullanarak nüfuz edinmeye ya da arttırmaya yöneltmiştir. İran ve Suudi Arabistan bunun en canlı örneğidir. Bugün bölgede İran ve Suudi Arabistan etkisinden bahsetmek herkesçe kabul edilen bir vakadır. Konumuz Türkmenler olduğuna göre Şii Türkmenlerle Sünni kardeşleri de bahis konusu olan iki etkin güç arasında yer almaktadırlar. Kaybeden ise tektir: Türkmen kültürü.
Türkmenlerde büyük Türk milletinin bir parçası oldukları için İslamiyet’i benimsedikten sonra tarih dilimi içinde İslam’a kendi insancıl yorumlarını katabilmişlerdir. Ancak bugün de gözlemlediğimiz şey, Türkiye'de olduğu gibi, geçmişten miras aldığımız İslam yerine Arap tarzı bir İslami düşünüş tarzıdır. Zaten Türkiye'deki irtica denilen tehlikede bundan başka bir şey değildir. Peki, Arap tarzı İslam nedir? Arap tarzı İslam, en iyi Müslüman, Araplar gibi düşünen, Arap gibi giyinen, kendisi gibi düşünmeyeni dışlayan, araştırmadan her şey Kur'an'dadır, diye söyleyen, gerekirse takiyye yapan ve Arapça konuşandır.
Türkmen olan bu Camii imam ve hatiplerin, beslendikleri kaynaklar ise tamamı ya Arapça ya da Farsçadır! Yani bağlı oldukları ya Mekke ya da Kum¹'dur! İşte umut kokan geleceğimizi böyle zatlara emanet ediyoruz! Bu tehlikeyi atalarımız görürken Hazarlı kardeşlerimiz topluca Yahudiliği kabul etmişlerdir. VIII.yy'da dünyada iki büyük güç vardı: Bir yanda Hıristiyanlık öte yanda Müslümanlık vardı. Bu konuda Bury, J.B’ye ait iki pasajı aktarmakla yetineceğim:
“İbrani dini, İslam dininin oluşunu büyük ölçüde etkilemiştir. Hıristiyanlığın temeli zaten bu dine dayanır. Sağda solda tek tük kişilerin bu dine geçtiği de sık sık görülür, ama Hazarların Yahova dinine toptan geçişi gibi bir olay, tarih boyunca görülmüş değildir.”
“Başkanlarının Yahudi dinini kabul etmekteki amacın siyasi olduğuna hiç kuşku yoktur. İslam dinini kabul etmek, Halifenin ruhsal tebaası arasına karışmak demektir. Zaten halife, epeyi zamandan beri Hazarları kendi dinine girmeye zorluyordu. Hıristiyanlıkta ise, Roma kilisesinin vasalları durumuna gelme tehlikesi yatmaktaydı. Oysa Yahova’nın dini de saygın bir dindi, öteki iki dinin kitaplarında saygıyla anılıyordu ve iki dinden olanlar bu dine saygı gösteriyordu. Bu inancı kabul etmek Hazarları hem putperest barbarlar düzeyinden kurtarıp yüceltiyor, hem de Halife ve İmparatorun baskısına karşı koyuyordu. Ama yine de Hazarların başkanı, Yahudi inancının bütün katılığını, sünnet dahil, kabul etmiş değildi. Halkın inançlarını sürdürmesine, eski putlarına tapmasına izin vermekten kaçınmadı.”²
Yine görüldüğü üzere, dün olduğu gibi bugün de aynı tehlikeyle karşı karşıyayız. Osmanlı döneminde İslam aleminin Türklere tabii olması bugün geçerliliğini yitirmiş durumdadır. Din adamlarımız Mekke'ye bakarken hangimiz daha iyi Müslüman/Arap oluruz diye yarış içindeler! Dün Türkmenleri asimile etmeye çalışan Saddam’ın başaramamasının tek nedeni faşizan söylemlerinden dolayıydı. Bugün ise toplumumuz din kisvesi altındaki Araplaşmaya ne kadar dayanacağı tartışma konusudur!
________________
¹ İran’daki din merkezi.
² Koestler, Arthur, 13.Kabile, Platon Yayınları, İstanbul, Ekim 2006, s.60-62.