] ]
Bazen yazıya başlamak sadece zor, bazen ise derine dalmak gibi: vurgun yedirir. Acayip bir şeydir yazmak; harflerin dizilişine yetişemeyen parmaklarına tatlı bir uyuşma dadanır, göz çukurlarına gölgeli bir yorgunluk yerleşir. Zaman geçtikçe öyle bir elzem olur ki, hasta yatağında bile ilaçtan önce kağıt kalem aranır ellerin. Tutkun olur.
Öyle bir şey ki... İçinde müzik yükselir, farkında olmadan mırıldanıverirsin hiç duymadığın bir şarkı nakaratını, sessizce... Dudakların lal, gönlünde sarmaşık duygular, bir sazın telinden haykırır yüreğin. Bir bakmışsın, uçuk kaçık notalar demlenmiş içinde, rengarenk hayal
dünyana daldırırsın fırçanı... tuval, gerçeğin olur. İçindeki müziğin ritmiyle salınır ruhun, o muhteşem hissine sarılıp dans edersin, tutkuyla. Bulutlar ne
kadar karanlık olsa da sana dair tılsımlı bir ışık düşer üstüne, sıcacık, sevecen. Bambaşka bir boyutun sınırlarını geçmiş gibi; küçük bir korkunun
adrenalini içini titretir, nutkun tutulur... tekrar yaşamak istersin...
Bazen sözler öyle yetersiz ki... çaresiz kalırsın, ellerin iki yorgun kanat gibi düşer. Kelimeler; onlar senin algın, sana dair idrak kırıntıları. İsyanların, sana dair, kalbindeki renkler, şarkıların gibi... ve küçücüksün, bir noktadan daha küçük, özgürlüğün: evren büyüklüğünde...
eylül