Ýnsanlar yalnýzca yaþamýn amacýnýn mutluluk olmadýðýný düþünmeye baþlayýnca, mutluluða ulaþabilir. -George Orwell |
|
||||||||||
|
Düþüncelerimi uygulamaya geçirmek amacýyla, nehir kenarýnda bir masaya oturdum. Aslýnda “nehir” dediðime bakmayýn, sonradan öðrendiðime göre bu barajdan gelen suyun tahliye edildiði 3-4 metre geniþliðinde 1-1,5 metre derinliðinde bir su kanalý. Suyun karþý tarafýnda yüksek bir tepe, bunun altýnda da bazýlarý ev büyüklüðünde kocaman kayalar vardý. Belli ki çeþitli doða olaylarý nedeniyle tepeden kopup oraya gelmiþlerdi. Tepenin en üstünde kopma ihtimali bulunan daha çokça kaya görülüyordu. Suyun öteki tarafýnda yaþlarý 7 ile 9 arasýnda olduðunu tahmin ettiðim iki tane çocuk, altý tane ineði otlatýyorlardý. Ýnekler kendi hallerine býrakýlmýþ gibiydiler, çünkü suya doðru yaklaþtýklarýnda ben bile heyecan duyarken çocuklar, en ufak bir tepki vermiyorlardý. Biraz izleyince anladým ki, aslýnda inekler de belli bir mesafeden daha fazla suya yaklaþmýyorlardý. Çocuklarýn kayýtsýzlýðýnýn nedeni bu olmalýydý. Suyun içinden otlarýn üzerine sýçrayan iki tane küçük kurbaða, bana doðru yaklaþtýlar. Sonra durdular. Þunlara dostça bir el sallayayým, diye düþünüp elimi havaya kaldýrdýðýmda hemencecik suya atladýlar. Ýneklerden ikisi ayaklarýný kýrýp yere çöktüler. Aðýzlarýný oynatmaya ve yalanmaya baþladýlar. Onlarý izlerken kulaðýma bir výzýltý sesi geldi. Evet bu bir arý… Baþýmýn etrafýnda dolaþýyordu. Endiþelendim; çünkü bende alerjik astým vardý ve bu yüzden arý sokmasý tehlikeli olabilirdi. Hatta ölüme bile yol açýyormuþ. Arýyý kaçýrmak ya da korkutmak için el-kol hareketi yapmamaya gayret ettim. Ani bir harekete kýzabilirdi. Bir ara výzýltý kesildi, gittiðini zannedip sevindim. Gitmemiþti. Çünkü, iþte gene etrafýmda dönmeye baþlamýþtý. Zihnim arý ile meþgulken garsonun geldiðini fark etmemiþtim. Masanýn üzerine desenli bir tabaka kaðýdý sermeye baþladýðýnda onu gördüm. Demek ki bu kaðýt masa örtüsü yerine kullanýlýyordu. Garson sordu: -Ne alýrsýnýz? -Balýklardan ne var? -Alabalýk ve baraj levreði. -Baraj levreði dediðiniz nedir? -Buradaki barajdan tutuluyor, yaðda kýzartýyoruz. -Tamam, ondan getir. Deneyelim. Salata filan da ayarla. -Ýçecek ne alýrsýnýz? -Bir duble raký. Gerçi bugün biraz araba ile gezmeyi de düþünüyorum ama. -Valla beyefendi iþinize karýþmak gibi olmasýn; ama buradaki müþterilerden duydum. Alkol kontrol aletine üflediðinizde bir duble raký bile sýnýrý aþtý gösteriyormuþ. -O zaman en iyisi bir bira içeyim. Garson yanýmdan ayrýlýnca telefonum çalmaya baþladý. Açtým. Sibel’di. -Nasýlsýnýz? -Teþekkür ederim. Siz? -Ben de iyi sayýlýrým. Son mektubumdan sonra sizi fazla bekletmek istemedim. Yarýn öðleden sonra saat üçte Kadýköy’deki Nazým Hikmet Kültür Merkezi’nde buluþalým. Orayý bulabilecek misiniz? -Bulurum. -Altýyol’dan Bahariye’ye giden caddenin sol tarafýndaki Ali Süavi sokaðýnda. Oraya Sanatkârlar Sokaðý da deniyormuþ. -Anladým. -Görüþmek üzere, hoþça kalýn. Deyip telefonu kapattý. Gelen numara görünüyor mu diye bakayým dedim, telefonu açtým. Telefondan “pil zayýf” uyarýsý geldi ve kapandý. Acaba þarj cihazýný almýþ mýydým? Aldýðýmý hatýrlamýyordum. Unutma ihtimalim daha yüksekti. Çantamý defalarca karýþtýrdým, arabanýn içine ve bagajýna baktým. Yoktu. “Aksilik iþte. Günlerce beklersin Sibel aramaz, bir tatil kaçamaðý yapayým dersin arar. Telefonun þarjý biter, üstüne üstlük bir de cihazý almayý unutursun. “ diye kendi kendime söylenmeye baþladým. Garson beni söylenirken gördü. Laflarýmý anlamasa da kendisinden bir þey istediðimi zannetti. Elindeki tabaklarý masaya koyarken sordu: -Bir þey mi istemiþtiniz? -Yok, hayýr yok. Ha sahi þunu sorayým: Aksaray buraya ne kadar uzakta? -On kilometreden biraz fazla. Aksaray’ýn uzaklýðýný sormamýn nedeni oraya gidip bir þarj cihazý almak istememdi. Garson: -Birayý da hemen getiriyorum, deyip yanýmdan ayrýldý. Gelen balýklara baktým: Ýstavritden biraz büyük ve beyaz etliydi. Piþirmeden önce kýlçýðýný da çýkarmýþlardý. Tattým:Çok lezzetliydi. Bu arada arýyý unutmuþtum. Görünmüyordu ve sesi de gelmiyordu. Gitmiþ. Sevindim. ** Aksaray’a geldiðimde önüme çýkan ilk telefon iþi yapan dükkana girdim. Ýþimi burada halletmeye kararlýydým. Dükkan dükkan dolaþacak deðildim. Telefonu gösterip þarj cihazý istediðimi söyledim. Satýcý bir delikanlýydý. -Abi, o telefonun þarj cihazýný biraz zor bulursun. Çünkü çok eski. Deyince, aklýma yeni bir telefon almak geldi. Burada sadece iki çeþit cep telefonu vardý. Dükkanda az çeþit olmasý, “hangisini alsam!” diye tereddüt etmemi de önledi. Bir tanesini seçtim ve satýcýdan sim kartýný takmasýný rica ettim. ** Ve böylece benim tatil baþlayýp bitmiþti. Dönüþ plânýmý hazýrladým: Ihlara’yý gezdikten sonra akþam yemeðimi otelin lokantasýnda yiyecektim. Erkenden yatýp, biraz uyuyacak, gece 01 civarýnda da yola çýkacaktým. Bu hesaba göre öðlenden önce Ýstanbul’da olabilirdim. ** Ýstanbul’a geldiðimde Sibel’le olan randevuma daha birkaç saat vardý. Evde biraz dinlendim. Arabayý almayacaktým. “Trafik problemini ben yaþayacaðýma, mesleði þoförlük olan birisi yaþasýn.” Dedim ve bir taksiye atladým. 400-500 metre gitmiþtik ki trafik kilitlendi. Taksici: -Beyefendi, burasý kördüðüm oldu. Zor çözülür. Yan yollardan gitmemi ister misiniz? Biraz fazla yazar da… Dedi. -Kaptan sizsiniz. Bana sormayýn, problemi çözmek için ne gerekiyorsa onu yapýn. Yan yoldan mý gidersiniz, havadan mý uçarsýnýz, orasýna ben karýþmam. Yeter ki beni bir an önce Kadýköy Altýyol’a ulaþtýrýn! Dedim. Bu sözlerim üzerine þoför önümüze çýkan ilk sapaktan saptý. Ara yollardan gidecekti. Buralarda trafik azdý, ama yollarýn darlýðý ve saðlý-sollu park etmiþ araçlar nedeniyle hýzlý gidemiyordu. Þoförle muhabbet edersem yolun sýkýcýlýðýný fark etmeyebilirim, diye düþündüðümden birkaç laf attým. Ama þoför hiç oralý bile olmadý. Uygunsuz park eden araçlara söylendim, pahalýlýktan söz ettim, iktidara çattým. “Evet, öyle!” gibi kýsa cevaplar veriyor, bir türlü sohbet etmeye yanaþmýyordu. Belki de içinden “Amma da geveze adam!” diye geçiriyordu. -Sizin bu meslek de doðrusu oldukça stresli. Bu trafik çilesini bir gün deðil, bir ay deðil; yýllarca yaþamak zorundasýnýz. Allah yardýmcýnýz olsun. Deyince sanki þoförün dili çözüldü. -Biz alýþtýk strese beyefendi. Stres filan bizi etkilemiyor. Yeter ki müþteri olsun, ekmek paramýzý kazanalým, strese biz razýyýz, dedi ve Kadýköy Altýyol’a gelinceye kadar da hiç susmadý. Sokaðý bulmam zor olmadý. Çok sevimli bir yer gibi geldi bana. Araç trafiðine kapalý olmasý hoþuma gitti. Sol tarafta standlar kurulmuþ.O nedenle yol daralmýþ. Taký malzemelerini; cam, tahta, gümüþ ve bakýrdan yapýlmýþ eþyalarý, resim tablolarýný, meyve þekli verilmiþ güzel kokulu sabunlarý seyrederek yürüdüm. Fal ve nargile kafeleri gözüme çarpan diðer görüntülerdi. Ellerinde dershanenin verdiði kitap ve testler bulunan öðrenciler bir anda sokaktaki kalabalýðý artýrdýlar. Ýnsanlara temas etmeden yürümek imkansýz hale gelmiþti. Ancak, randevu yerine de gelmiþtim. Kültür Merkezi’nin bahçe kapýsýndan girdiðimde sol tarafta, içinde satýcýdan baþka kimsenin bulunmadýðý bir kitapçý dikkatimi çekti. Neden kitapçýnýn boþ olmasý dikkatimi çekti; çünkü bahçe aðzýna kadar müþteri ile doluydu. Bu doluluða raðmen kitapçýya uðrayan yoktu. Ýlk baþta boþ masa bulamayacaðýmý sandým, biraz dikkatli bakýnca ileride köþede boþ bir tane fark ettim. Baþkalarý kapmasýn diye adýmlarýmý hýzlandýrdým. Sibel geldiðinde üzerinde ince bir elbise vardý. Saçlarýný arkaya doðru toplamýþtý. Oldukça güzel görünüyordu. -Sibel haným, galiba zaman sizin için geriye doðru çalýþýyor. Dedim. Yüzü hafif kýzardý ve bir kahkaha attý. -Ah biz kadýnlar! Ýltifatlardan hemencecik etkileniriz. Dedi. Klasik birkaç soru ve cümleden sonra konuya girdik. -Yeniden doðuþunuzu anlatacaktýnýz. -Birinci… -Pardon, düzeltiyorum: Birinci yeniden doðuþunuzu anlatacaktýnýz. Ben dinlemeye hazýrým, siz de… -Evet, ben de anlatmaya hazýrým. Bir sabah ezan sesi ile uyandým. Bu saatte hiç uyanmazdým. Ezaný dinlerken büyük bir haz duydum. Hiç bitmesin istedim, fakat tabi ki bitti. Kalktým, içeride biraz yürüdüm. Odanýn içindeki eþyalar, insanlar bir baþka görünüyordu gözlerime. Hepsi çok netti. Pencere kenarýna gidip dýþarýya baktým. Oradaki görüntü de aynýydý. Hani sinema izledikten sonra dýþarýya çýktýðýnýzda, iki boyutlu algýlamadan üç boyutlu bir dünyaya geçersiniz ya, iþte onun gibi bir þey. Benim birinci yeniden doðuþum böyle baþladý. -Bu olaðanüstü bir olay. Þok tedavisi uygulanan bazý hastalarda bu tür olaylara rastlandýðýný okumuþtum. Size de þok tedavisi uygulamýþ olmasýnlar? -Uygulandý mý, uygulanmadý mý bilemiyorum. Yataðýma dönüp geçmiþ yýllarýmý düþündüm. Çocukluðumdan baþladým. Aklýma gelenler hep güzel anýlardý. Kahvaltý saatine kadar bu güzel düþüncelerle oyalandým. Arada bir þarkýlar da mýrýldandým. Kahvaltý ettikten sonra, koridora çýktýðýmda karþýmda hemþire haným bitiverdi. Ona: -Günaydýn. Dedim. Yüzü allak bullak oldu. Þaþýrmýþtý. Kekeleyerek cevapladý : -Günaydýn, ama Sibel sen, sen konuþuyorsun. -Evet. -Ben yýllardýr senin aðzýndan tek kelime duymadým. Oysa sen konuþmayý biliyormuþsun. Neden susuyordun? Ýnat mý yaptýn bu kadar süre? -Hayýr, inat filan deðil. Caným konuþmak istemiyordu. Tek neden bu. -Nereye böyle? -Bahçeye çýkmak istiyorum. -Ben de seninle beraber geleceðim. Deyip, koluma girdi. Arada bir yüzüme bakmasýndan duyduklarýndan hâlâ emin olamadýðýný anlýyordum. Bahçeye çýkýnca ilk iþim yemyeþil çimenleri okþamak oldu. Çimenleri daha yakýndan görmek için kendimi yere attým. Bu hareketim hemþireyi heyecanlandýrmýþtý. -Dur, ne yapýyorsun? Diye haykýrdý. Kendime bir þey yapacaðýmdan korkmuþtu. Çimenler üzerinde yuvarlandýðýmý görünce gülmeye baþladý. Çimenleri kokladým, renklerine iyice baktým. Benim bildiðim yeþil renk buydu ve ben þimdi bunu görebiliyordum. Dakikalarca yuvarlandým. Bir ara hemþireye: -Bu hareketi baþka bir yerde yapsam, beni hemen yakalayýp buraya getirirlerdi. Ama burada yapýnca götürebilecekleri baþka bir yer yok. Dedim. -Ýstediðini yapabilirsin. Ýyisin deðil mi Sibel? Ýyisin? -Evet, hem de çok. Neden inanamýyorsunuz ki? -Ýnandým, inandým. Bunu doktora mutlaka anlatmalýyým. Çünkü sende meydana gelebilecek iyi ya da kötü her deðiþikliði anýnda kendisine bildirmemi tembihlemiþti. Birkaç gün önce, “Sibel’i ya tamamen kazanacaðýz ya da kaybedeceðiz.” Demiþti. Gidip haber vereyim. Sen burada bekle. Hemþire gidince yerden kalktým. Dört-beþ adým ötedeki çiçeklerin yanýna gittim. Rengarenkti. Ýlk defa görüyormuþ gibi uzun uzadýya çiçekleri inceledim, bazýlarýný kokladým. Aðaçlara yöneldim. Birkaç aðacýn gövdesini ve ulaþabildiðim dallarýný okþadým. Gözüme kestirdiðim bir aðaca týrmandým. Kalýn bir dalýnýn üzerine oturdum. Doktor geldiðinde beni aðacýn üzerinde yakaladý. ** (Sevgili okur! Bu bölüm çok uzadýðýndan devamý yarýn mutlaka yayýmlanacaktýr. Yani bu sefer sizi fazla bekletmeyeceðim...)
ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.
|
|
| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk | Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim
Yapým, 2024 | © Ömer Faruk Hüsmüllü, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr. Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz. |