"Çok söz hamal yüküdür." -Yunus Emre |
|
||||||||||
|
HAKAN YOZCU hakan.yozcu@hotmail.com İlk gençlik yıllarıma girerken Cüneyt Arkın’ın oynadığı “Güneş Ne Zaman Doğacak” adlı filmi izledikten sonra Azerbaycan hep rüyalarımı süslemişti. Bu nedenle olacak Azeri türkülerini olsun, Kafkas oyunlarını olsun hep sevmişimdir, hep yüreğimde beslemişimdir. Azerilere karşı hep bir sevgi duymuşumdur. Nerede bir Azeri görsem yanına gitmiş ve onunla yarenlik etmişimdir. Gittiğim tiyatro festivallerinde en yakın dostlarım hep Azeriler olmuşlardır. Ne zaman bu ülkeye gideceğimi hep merak ederdim. Er veya geç bunu yapacaktım. Çok merak ettiğim o topraklara gidecek ve o insanlarla kucaklaşacaktım. Her şey Antalya’da başladı. 18 Mayıs 2011 tarihinde Prof İsrafil İsrafilov ile tanışmam, onunla dostluk kurmam bu rüyamın gerçekleşmesine sebep oldu. Azerbaycan Devlet Akademik Milli Dram Tiyatrosu Müdürü Sayın Prof. Dr İsrafil İsrafilov Bey’in resmi daveti üzerine 18 -20 Ekim 2011 tarihleri arasında Bakü’ye gittim. İki devletin tiyatro kurumlarının arasında işbirliği yapmak, oradaki sanatçılarla tanışmak, Azerbaycan Tiyatrosunu yakından tanımak ve birlikte neler yapılacağını konuşmak ve tartışmak amacı ile Azerbaycan’a vardım. Önce uçaktan HAZAR’ı gördüm. Kafkasya’yı bir dev gibi saran, bir anne şefkatiyle kucaklayan ve küçüklüğümden beri hakkında birçok yazılar okuduğum Hazar gözlerimin altındaydı. Bir kuş gibi izliyordum onu. Sevgiyle, muhabbetle, heyecanla… Artık Bakü kanatlarımın altındaydı. Pencereden onu gözlüyordum. Önce evler seyrek göründü. Büyük binalar yoktu. Geniş araziler, bahçeler, tarlalar göze çarpıyordu. Bu durum bende fakir, yoksul bir şehir izlenimini uyandırdı. Ama bunun doğru olmadığını şehre gidince anlayacaktım. Gümrüğe girdik. Havaalanında daha ziyade sarı ve yeşil renkler dikkati çekiyordu. İnsanlar sıraya geçmiş vize işlemlerini yapıyorlardı. Bana sıra gelince görevli bayan pasaportu aldı. Bakıp inceledi. Neden geldiğimi sordu. Ben de anlattım. Dil bakımından hiç bir sorun yaşamadım. Çünkü onlar da Türkçe konuşuyordu. Tabii lehçeleri biraz farklı olduğu için bazı sözcükleri anlamada sorun oluyordu. Fakat dikkatle dinleyince sorun Ortadan kalkıyordu. Birkaç telefondan sonra görevli memur pasaportumu uzatarak “buyurun girebilersiniz” dedi. Beni havaalanından tiyatro idare müdürü Sayın Recep Memmedov Bey aldı. Azerbaycan saatine göre öğle üzeri idi. Devlet Akademik Milli Dram Tiyatrosunun misafir odalarının birinde kaldım. Bu odalar tiyatro ana binasının hemen arkasında aynı avlu içerisinde bulunuyor. Odalar, lüks otel odaları biçiminde düzenlenmiş. Yatak odası, oturma odası, tuvalet, banyodan oluşuyor. Her an sıcak su bulunuyor. Oturma odası koltuklar, masa, sandalyelerle döşenmiş. Büyük bir plazma televizyon kurulmuş. Odaya yerleştikten sonra yemeğe götürüldüm. Tiyatronun alt katı yemekhane ve büfe olarak yapılmış. Tüm personel burada yemek yiyor, çay içiyor. Burada bir de ekran var. Ekran salondaki sahneyi canlı olarak gösteriyor. Sırası gelen sanatçı hemen sahneye koşuyor. Yemekten sonra tiyatro müdürü İsrafil Bey ile görüştük. Çok içten karşıladı. “menim can kardeşim hoş gelmişsin” dedi. “yorgun olabileceğimi, bu gün tiyatroyu gezmemi, ve dinlenmemi” istedi. Recep bey, üç gün boyunca hep benimle ilgilendi. Tüm Bakü’yü gezdirdi. Önce salondan başladık gezmeye. Çok güzel ve çok büyük bir salonları var. Beş yüz kişilik bir salon. Her taraf bilgisayar ile döşenmiş. Son derece modern cihazlar kullanıyorlar. Sahne ışıkları, efektler bilgisayar sistemi ile sağlanıyor. Sadece bir tuşa dokunarak işler yapılıyor. Çok görkemli bir salona sahipler. Kıskandım doğrusu. Çünkü bunun yarısı bile bizde yok. Çok sayıda elemanları var. Durmadan çalışıyorlar. Bana karşı herkes çok saygılı davranıyor. Nereye girsem ayağa kalkılıyor, kapım açılıyor, elimde bir şey varsa alınıp taşınıyor. Çok hörmetli davranılıyor. İkinci gün sabah bir toplantı gerçekleştirildi. Bu bir tanışma ve fikir alış verişi toplantısıydı. Burada Oyuncular ve yönetmenlerle tanıştırıldım. Onların düşünceleri alındı. “Kıbrıs için ne yapabiliriz” sorusuna cevap arandı. Çeşitli fikirler üretildi. Bu fikirler aramızda imzalanacak olan işbirliği protokolünün esasını oluşturdu. Toplantıdan sonra şehir gezisi yaptık. Bakü şehri çok temiz ve çok güzel bir şehirdi. Caddeler oldukça geniş ve temizdi. Bana bu yönüyle Londra’yı hatırlattı. Sokaklarda fazla insan görünmüyordu. Caddeler adeta boştu. Trafik, bazı yollar dışında çok rahattı. Su gibi akıyordu. Dükkânlar daha ziyade iç kısımlardaydı. Modern mağazalar, büyük mekânlar vardı. Binalar Gotik veya Barok tarzda yapılmış eski binalardı. Ama bunların yanında çok yeni binalar göze çarpıyordu. Her tarafta inşaatlar devam ediyordu. Adeta Bakü yeniden yaratılıyordu. Öğleden sonra Bakü temsilcimiz Zeki bey’i makamında ziyaret ettim. Zeki bey böyle bir ziyaretin iki ülke için çok yararlı olacağını belirtti. İşi daha ileriye götürmemizi ve karşılıklı işbirliği içinde olmamızı istedi. Oyunlarımızı buraya getirip sahnelememizin çok yararlı olacağını ve böylece burada KKTC’nin tanıtımının en üst seviyede yapılabileceğini söyledi. Yaptığı yardımlardan dolayı kendisine teşekkür edip ayrıldım. Artık Bakü’de akşam olmuştu. Onlar bizden 2 saat öndeydiler. Bu nedenle burada akşam bize göre erken oluyordu. Ama Bakü’nün gecesi de bir başka güzeldi doğrusu. Bakü ışıklarla dans ediyordu sabaha kadar. Farklı bir Bakü ile karşılaşıyorsunuz. Işıklar tüm caddeleri, tüm sokakları, tüm binaları sarmış, esir almış. Doyulmaz bir güzelliğe şahit oluyorsunuz. O gün akşam salonda kendilerinin deyimi ile meşk vardı. Meşk, oyunun provası anlamına geliyor. Taşkent’e götürecekleri “İnsanın sesi” adlı oyunun genel provasını yaptılar. Beş yüz kişilik salonda tek izleyici bendim. Çok başarılı bir oyundu. Oynayan bayan, büyük bir efor harcadı. Oyun boyunca temposunu hiç düşürmedi. Tüm ekip tam bir uyum içindeydi. İşlerini çok ciddiye alıyorlar ve bundan hiç taviz vermiyorlardı. Son gün sabah saatlerinde Azerbaycan YUĞ tiyatrosunu ziyaret ettim. Burada daha ziyade çocuklara yönelik ve halk geleneğini içeren oyunlar oynanıyormuş. Gençler ağırlıklı olarak çalışıyorlar. Beni çok iyi karşıladılar. Kendi tiyatroları hakkında bilgiler verdiler. Burada yönetmenlik yapan pedagog Rasim Aşın Bey de Bakü de olduğum sürece beni hiç yalnız bırakmadı. Dostluğunu, sevgisini benden hiç esirgemedi. Yemeklerine gelince diyecek söz bulamıyorum. Gerçekten çok güzel ve çok lezzetli yemekleri var. Hep yerel yemekler yedim. Sofrada meyve suyu hiç eksik edilmiyor. Kendi yapımları meyve suları her yemekte sofrayı süslüyor. Turşu, yeşillik, turp her yemekle beraber Veriliyor. Yoğurtlar burada bardak içinde veriliyor. Çay da yemekten sonra unutulmayanlar arasında. Çaylar bizim bildiğimiz ve demlik dediğimiz küçük çaydanlıklarda getiriliyor. Şeker istemezseniz çok beklersiniz. Çünkü orada şeker gördüğüm kadarıyla pek tüketilmiyor. Çayın yanında yine oraya ait reçeller getiriliyor. Çaydan bir duyum içildikten sonra bu reçelden küçük bir kaşıkla alınıp ağza götürülüyor. Bunu ben de denedim. Hiç de fena değildi. Ama ben yıllarca gelen alışkanlığımı bırakamadım. Şeker isteyip, şekerle çayın bizdeki dostluğuna ihanet etmedim. Öğle yemeğinin ardından İşbirliği Protokolünü imzalamak üzere İsrafil Bey’in odasına götürüldüm. İmza töreninde bize karşı gösterilen ilgiye ülkem, bakanım ve kurumum adına teşekkür ettim. Burada bulunmaktan onur duyduğumu ve kendilerini de en kısa zamanda KKTC’de ağırlamaktan mutlu olacağımızı belirttim. İsrafil Bey konuşmasında KKTC ile Azerbaycan’ın iki kardeş ülke olduğunu, kardeşler arasında da böyle anlaşmalar yapılmasının gayet normal olduğunu belirtti. KKTC Tiyatrosunu Azerbaycan’da görmekten mutluluk duyacaklarını belirterek bu dostluğun, kardeşliğin hep sürmesi dileklerini belirterek protokolün hayırlı olmasını diledi. İmza töreninden sonra herkesle vedalaşarak KKTC’ye dönmek üzere havaalanına götürüldüm. Ayrılırken de duygusal anlar yaşandı. Bakü’de yine akşam erken olmuştu. Hava soğumuştu. Yağmur da yağmaya başlamıştı. Adeta Bakü benim gidiyor olmama üzülüyordu. Gözyaşlarını tutamayıp benim için ağlıyordu. Sevgili dostum Rasim AŞIN da beni havaalanına kadar getirmiş ve sağ salim yurduma gidebilmem için yolcu etmişti. Birbirimize sarılıp ayrıldık. Bir gün yine tiyatro olan bir mekanda karşılaşacaktık. Uçak kalkarken Bakü ışıkları yine kanatlarımın altındaydı. İçimden bir şeyler uçup gitmişti. Havaalanına girerken pasaportumu alan görevlinin gözlerimin içine sevgiyle bakıp “Şimali kipire benden çok selam söyleyesin. Kipir, menim kendi özümdür” sözü belleğimin her tarafını sarmıştı. Hostesin “çay mı kahvemi alırsınız?” sözü ile kendime geldim. İşte o vakit anladım kalbimin Bakü’de kaldığını…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Hakan Yozcu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |