Olgunluğa erişmemiş şairler ödünç alır, olgunluğa erişenler çalar. -George Eliot |
|
||||||||||
|
hakan.yozcu@hotmail.com Şiir, yüzyıllardır insanların derdi olmuştur. Duygularını, düşüncelerini farklı bir şekilde dile getirmiş insanlar. Ahenkli, duygusal ve müzikal bir üslupla dökülmüş sözcükler ağızlardan. Etkilemiş, büyülemiş bu tatlı sözler insanı. Hem söyleyeni hem söyleteni… Biri var tanıdığım, işte öyle biri… İçi sevgi ile dolu. Yalandan dolandan uzak. Tek derdi, kendine, bu büyülü sözleri. Hassas, ince fikirli biri. Karşısındakini kırmayan, asla incitmeyen narin biri “ Karşımdakini kırmayı asla istemem. Ona anlayışla karşılık veririm. Kırmak bana göre değil.” diyor ve devam ediyor: “ Vicdan azabı duyuyorum bir insanı üzünce. Kendim de üzülünce kendimi sorguluyorum, neden böyle oluyor diye. Dürüst olmayı seviyorum. İnanmadığım bir şeyi başkasına söylemem, belki yalan olursa yazık olur diye korkarım.” Hayata bakış açısı oldukça farlı bizden. Hani derler ya “Sanatçı hayata farklı gözlerle bakandır” İşte o da farklı bakıyor hayata. Ona göre hayat çok katı, acımasız. Üstelik ne bedel öderseniz ödeyin: “HAYAT yani hayat sana! ne bedeller ödersem ödeyim yine de bana mutluluğun garantisini imzalamıyorsun öyle mi? laf aramızda çok katısın ...” Nuran Karaca’dan söz ediyorum. Şiiri kendine mesele haline getirmiş, yaşamını Almanya’da sürdüren bir şaire. Şiir yazma işi babasından geçmiş ona. Babası şiirler yazarmış. Halk aşığı imiş. Aynı zamanda dayısı da şairmiş. Destanlar yazar satarlarmış. Eski Halk Edebiyatı geleneğinde şairler, destan türü şiirler, ağıtlar yazar ve bunları broşür halinde bastırıp satarlarmış. İşte şairemizin babası ve dayısı da bu gelenekten gelen şairler imiş. 10 kardeşten sadece kendisine miras kalmış şairlik babadan. Diğer kardeşler bu zor, meşakkatli uğraştan uzak kalmış. Kendilerine öyle dert etmemişler şiiri. “Ben aklım yetmeye başladığından beri şiir yazmaya başladım. Yedi yaşlarında ilk şiirlerimi yazdım. Ama hiç ciddiye almadım, üstünde durmadım. Şiir ilhamım geldiğinde yazmadım, okudum geçtim. Not bile etmedim. Çünkü bu işin bende ilerleyeceğini hiç anlamadım. Zamanla rüyalarımda hep şiir yazarak uyanır oldum.” diyor Nuran Karaca. Daha sonraları şiiri ciddiye almaya başlamış. Önceleri gelip geçici bir heves sanırken aklı başına gelince dört elle sarılmış şiire. Kendi kendine “ilham geliyor, ben neden şiir yazmıyorum” demiş. Asılmış ona… Ve bir daha bırakmamış şiiri: GİDEN GİTTİ giden zaten gitti belli ki aşk bitmişti gidenin ardından yas tutmak insanın ömrünü heba eder toparlanmak yarına umutlar vaat eder zamanla her ateş ... küllenirmiş unutma ansızın hayatına hak ettiğin aşkı verecek biri bir Anka kuşunun kanatlarında yeniden ....canlanıp.... ... sana gelirmiş..... Nuran Karaca’nın değişik bir üslubu var. Daha ziyade kısa şiirler yazıyor. Adeta can alıcı sözlerle vuruyor. Verilmek istenilen mesaj birkaç mısrada veriliyor. Güçlü bir dili var. Az ve öz yazıyor. Bu nedenle okuyucu seviyor bu şiiri. Çünkü hiç zorlanmıyor. Kendini buluyor. Kendinden bir şeyler buluyor: “ben de herkes gibi insan bir kere ölür demiştim taa ki, hasretini tadana kadar” Nuran Karaca bozulmasın diye şiirlerini fazla değiştirmiyor. Gelen ilhama saygı duyuyor ve ona sadık kalıyor. Orijinalliğin daha güzel olduğuna inanıyor. Beğendiği sanatçılar Cemal Safi, Uğur Işılak, Orhan Gencebay, Ahmet Selçuk İlhan. Bunları dinleyince büyük keyif aldığını, onlardan son derece etkilendiğini söylüyor. Şiirinin en önemli yanının acı çektikten sonra yazılması olduğunu belirtiyor. Burada adeta Fuzuli’yi kendine örnek almış. Çünkü Fuzuli de şiirlerin acı çektikten sonra yazılmasının şiire hayat vereceğini söyleyen bir şair. Fuzuli’de olduğu gibi Karaca’nın şiirlerinde de acı kelimesi sıkça yer alır. Bunun yanı sıra ayrılık, yokluk, sabır, ateş, hasret … gibi kelimeler en çok kullanılan sözcüklerdir. Aşk acısı, ayrılık acısı baş temasıdır şiirlerinin: SABRETMEK GEREKTI varlığa sevinirken yokluklara alışamadık hep aynı tepki, acı ve yıkılışlar vardı peki, neden sabredemedik belki de sabır, çektiğimiz acıların tatlı meyvesiydi hayat bize hiç bir şeyin garantisini vermedi ki belki de büyük gizi sabırda gizliydi çünkü tatlılar hep yemekten en sona yenirdi. Nuran Karaca’da büyük bir insan sevgisi var. Bu özelliğini de dizelerine aksettirmiş. Sevgi, onda çok büyük yer kaplıyor. Herkese ve her şeye sevgi ile bakıyor. Güzel olanı seviyor. İçinde yanan, gittikçe alevlenen bir sevgi meşalesi var. Şiirlerinin başlıca konusu aşk. Yüreği sevgi dolu. İnsanlık dolu. Aşka aşkla bağlı. Aşkı yine acı ile bütünleştiriyor. Çünkü acılı aşk olgunlaşır. İnsanı hayata bağlar: “ACIMIN RENGİ Sevildiğini çok iyi biliyorken Sebepsiz kaçışlarında, bulamadığım anlamlarda, kafa yormaktan bitkin düşmüşüm. ya, da benim aşk anlayışım aşktan kaçmak değil , bulduğunda ona teslim olmaktı, ya, bu yüzdendir belki de böylesine , tükenişim. artık varla yok arası olup da dirhem dirhem canımı çekip acıtma. kararsızlık denilen o kanlı bıçağınla. acımın rengi bozguna uğramış ya edediyyen yok ol, ya da çöz su bilmeceyi , bir çare bul buna, yaralı kalbimle Sendeyiz.” Başka bir şiirinde ise dört elle sarıldığı, hayata onunla bağlı olduğuna inandığı aşka küsüyor adeta. Ondan kaçmaya çalışıyor. Kendisinden uzak durmasını istiyor. Bunun altında yine duyduğu acı yatıyor. Aslında bu isyan da sevgiden aşktan ileri geliyor. Bu, gerçek aşktan başka bir şey değil… “UZAK DUR AŞK ey aşk sana söylüyorum sinsice kalp kapısında dolanıp da içeri girmeye fırsat arama ne sabrım, ne tahammülüm yok artık çekmeye acılarına şimdilik ben can katmakla meşgulüm bir zamanlar kan kaybettirdiğin canıma.” Karaca, her konuda şiir yazabiliyor. Konuyu adeta içinden gelen ilham belirliyor. O geldiğinde mutlaka yazıyor şiiri. Yüreğini tamamen şiire açmış. Hatta kendi deyimi ile yüreğini tek açabildiği şey şiir. Şiir yazmak onu rahatlatıyor, mutlu ediyor. O, mutlu oldukça bizi de mutlu ediyor. Çünkü bu güzel şiirlerin varlığı onun mutluluğuna bağlı. O mutlu oldukça da biz böyle duygulu, içli, güzel şiirler okuyabiliyoruz. Nevşehir Hacıbektaş’ta başlayan bir şiir macerası Almanya’nın Münih kentine taşınmış. Orada Türk şiir geleneği modern şekliyle “Susmaz Şiirler” adı ile yaşam buluyor. Varlığını idame ettiriyor. Çünkü Karaca, bir limana sığınır gibi şiirin sihirli havasına sığınmış. Yazıyor. Yazıyor. Yazıyor. Hiç susmuyor. Bu nedenle şairi ona “Susmaz Şiirler” diyor. Biz de hiç susmasın diyoruz. Eline, yüreğine, kalemine sağlık Karaca… Sen susmadıkça bu bizim yüreğimizin dalgalanması da hiç durmayacak… “YARALI CEYLAN senden kaçışıma bakıp da kalan sensin diye acının en büyük payını kendi üzerine alma bazan kalandan bedbahttır kaçan bilirsin vurulunca! avcısından kaçar CEYLAN DA”
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Hakan Yozcu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |