Bir insan bir kaplanı öldürmek istediğinde buna spor diyor, kaplan onu öldürmek istediğinde buna vahşet diyor. -Bernard Shaw |
|
||||||||||
|
Seval Deniz Karahaliloğlu “Halı”' biz ona bu adı verdiğimiz için halıdır. Algı yönetimi mühendisleri bir gün ona, sözgelimi “günah” derlerse halıyı günah olarak mı adlandırmalıyız ? Kaotik bir dünyada yaşıyoruz. Kavramlar birbirlerine karışmaya, anlam değiştirmeye başladı. Ermişler, günahkarlar sık sık yer değiştiriyorlar ve bir dolu etken gündeme oturtuluveriyor, kavramların yeni anlamlarını benimsememiz için. Bu kaosta kazançlı çıkan kimdir ? Doğruyu, iyiyi nasıl bulacağız?” Yer Suffolk’daki Fairfielts Akıl Hastanesi. Dr. Farquhar’ın (Cemalettin Çekmece) odasındayız. Dr. Farquhar yüzünde alaylı bir gülüşle, ünlü cinayet romanları yazarı Styler’la (Tamer Yılmaz) inceden dalgasını geçiyor. Tabii bizimle de. Yani, ortada bir “gelinim sana söylüyorum, kızım sen anlama” durumu var. Styler hafiften başının dertte olduğunu anlamaya başlamıştır. O hastaneye geldiğinde zirvedeki özgüveni hafiften sarsılmaya başlamıştır. Aslında Styler buraya çok basit sorularla geldi. Kendisini çok akıllı zannediyordu. O bilir kişi tavrıyla elindeki kayıt cihazına sorularını ardı ardına sıralarken aklından binlerce düşünce geçiyordu. Kötülük neden eğlencelidir? Üstelik insana zevk verir. Karşılaştırıldığında neden iyilik sıkıcı kalır kötülük karşısında. Mesela kötülüğün dayanılmaz cazibesinden bahsedecek olursak İago, Lucifer, Hannibal, Karın Deşen Jack neden insana bu kadar çekici gelir? Seri katilleri bu kadar özel kılan şey nedir? Ruhumuzun söze dökülmeyen hangi karanlık yanı kötülüğe bu kadar yakın düşer? İşte buna benzer binlerce soruyla dolu Mark Styler’ın (Tamer Yılmaz) kafası. Kendisi seri katillere meraklı bir cinayet romanı yazarı. Bir sonraki romanının konusu ise tarihin en büyük seri katili olarak bilinen Easterman. Azılı katille görüşmek için Suffolk’daki Fairfielts Akıl Hastanesine gelir. İlk önce, Easterman’la görüşmek için Dr. Farquhar’dan (Cemalettin Çekmece) izin almaya çalışır. İşin başında doktor gönülsüz tavrıyla onu bu işten vazgeçirmeye çalışır. Doktoru aşmaya çalışırken, ortaya garip davranışlarıyla dikkat çeken paranoyak hemşire Plimpton (Canan Erener Şen) çıkar. Ve olaylar hiç beklenmedik biçimde gelişirken “aslında hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını” fark ederiz. Gördüğümüz her şey değişkendir. Tablolardaki figürler, koridora açılan kapı ki daha sonra, ilk önce bir kitaplığa ve sonra da tuvalete dönüşecektir. Hatta boydan boya kitaplık beyaz hastane duvarlarına, ağaçlar ve çiçeklerle bezeli bahçe manzarası demir parmaklıklarla çevrili örülü duvarlara yerini bırakır. Her şeyin sürekli değişip dönüştüğü bir dünyanın sınırları içinde gerçeklerle hayaller de birbiri içine geçer. Böyle bir gerçeklikte, iyilik ve kötülük de aynı akışkan dönüşümden nasibini alır. İyilik ve kötülük ne zaman başkalaşır, ne zaman biri diğeri olur? İzmir Kültür, Sanat ve Eğitim Vakfı (İKSEV) in düzenlediği Uluslararası İzmir Festivali bu yıl 30. yılını kutluyor. Festivalin 30. yıl kutlamaları kapsamında İzmir Devlet Tiyatrosu, “Ermişler ya da Günahkarlar” oyununun ilk gösterimiyle festivale katıldı. İzmir Devlet Tiyatrosu Konak Sahnesinde sergilenen oyun festival izleyicisinden büyük ilgi gördü. “Ermişler ya da Günahkarlar” gizem ve gerilim konusunda yazdığı romanlarla tanınan İngiliz yazar Anthony Horowitz’in ilk ve tek oyunu. Son derece zeki bir kurguyla kaleme alınan oyun kötülük ve iyilik arasındaki belirsiz sınırı sorgular ve bunu seri katillerin kaldığı bir akıl hastanesinin dehşet verici atmosferinde yapar. “Aslında hiçbir şey göründüğü gibi değildir” ana fikrinden yola çıkan yazar basitçe kötülük ve iyilik kavramlarını farklı bakış açılarından irdeler. Oyun boyunca kasıtlı olarak sürekli izleyicinin kafasını karıştırır. Masum zannettiklerimiz bir dakika sonra şeytan, şeytan olarak tanımladıklarımız ise hiç beklenmedik biçimde masum çıkıyorsa şu soru sorulmalı. Kime göre kötü ve neye göre kötü? Gelecek sezonda İzmir Devlet Tiyatrosu Konak Sahnesinde oynanamaya devam edecek olan “Ermişler ya da Günahkarlar” oyununu Barış Erdenk yönetiyor. Zeynep Avcı’nın dilimize kazandırdığı oyunda başrolleri Cemalettin Çekmece, Tamer Yılmaz ve Canan Erener Şen paylaşıyorlar. Oyun boyunca değişen dönüşen dekorları Emre Satı tasarlamış. Kostümlerini Medina Yavuz’un yaptığı oyunda ışık tasarımı ise Zeynel Işık’a ait. Oyunda gerilimin arttığı noktalarda ya da duygusal iniş çıkışların vurgulandığı anlarda kendini hissettiren müziklerde Orhan Enes Kuzu’nun imzası var. Oyunun hareket düzeni ise Sibel Erdenk’e ait. Oyun akışı içinde Styler, akıl hastası bir katilin iç dünyasını anlamaya çalışırken kendisinin karanlıkta kalmış yönleriyle yüzleşmek zorunda kalır. Aynı şekilde izleyici de oturduğu koltuklarda bu yüzleşmeden payına düşeni alacaktır. Akıl hastası bir katilin iç dünyasını araştırmak isterken kendi iç dünyasının karanlık taraflarında kaybolur. Gerçekten bir yazar olarak neden böyle romanlar yazmaktadır? Özellikle, neden böyle karanlık karakterler seçer? Neredeyse suçlular, cinayetler, vahşet yazdığı romanların vazgeçilmezleridir ve bunları yazmaktan adeta zevk alır. Neden bu karanlık taraf Styler’ı ve seyirci koltuğunda oturan bizleri içine çeker? Styler, Dr. Farquhar’ın ardı ardına sıraladığı soruları yanıtlamaya çalışır. “Seri katillerin, dünyayı nasıl gördüklerini anlamaya çalışıyorum. Günümüz ahlak anlayışına göre birer kahraman mı yoksa günahkar mı olarak algılandıklarını ortaya çıkarmaya çalışıyorum. Bu yolla kötülüğün doğasını anlayabilir ve kötülükle savaşabiliriz” Gerçekten mi? Acaba? Dr. Farquhar’ın yüzünde alaycı hatta sinsi bir gülümseme belirir ve Styler’a çözmesi için yeni problemler yaratır. “ Delilik illa bir çöküş olmak zorunda değildir, bir çıkış da olabilir. Hapishaneler insanları içeride tutarak dünyayı korur, tımarhaneler de dünyayı içeride tutarak insanları korur. İnsanı insan yapan saklılarının olmasıdır, insanı özel yapan budur.” Oyun ilerledikçe karanlık tarafımızla yüzleşiriz. Styler’ın da dediği gibi “Seri katiller, onlara ihtiyacımız var! Çünkü onlar bizi temsil ederek dolaylı da olsa kurtlarımızı dökmemize yararlar; budur onların cazibesi...” Bu anlar, akıllılık ile deliliğin sınırlarında gezindiğiniz anlardır. İkisi arasındaki o saydam sınır ne zaman geçilir? Korku ve şiddetin içimizde uyandırdığı heyecanın nedeni ne olabilir? Kötülüğün dayanılmaz cazibesi mi? Ölüm, kan ve şiddetin verdiği haz duygusu? Hangi karanlık duygularımızı tatmin eder acaba? Üstünü örttüğümüz karanlık tarafın üzerinden o meşum perdeyi çektiğimizde neyle yüzleşiriz? Bir adım daha ileri gidelim. Cinayeti işlemek mi daha tatmin edici yoksa seyretmek mi daha haz verir habis ruhlara? Bütün bu soruların yanıtlayabilsek, mesela karanlık tarafımızla dürüstçe yüzleşebilirsek kötülükle baş edebilmek mümkün mü? Dünyanın bütün sokaklarında vahşice işlenen cinayetleri engelleyebilmek mümkün mü? Toplu katliamları, sınır boyunda devam eden iç savaşı, savaş esnasında işlenen insanlık suçlarına engellemek mümkün mü? İnsan doğası kötülüğü doğal olarak kabul ettiği ve kötülükten zevk aldığı sürece karanlık tarafımızı alt edebilmek mümkün olabilir mi? Aynı anda hem aziz hem de günahkar mıyız? Oyunda üç oyuncu da ellerinden geleni yapıyorlar ama ağırlık noktası kaçınılmaz olarak Dr. Farquhar karakterini canlandıran Cemalettin Çekmece’de. Anlık değişimlerle karakterden bir diğerine kolaylıkla kayan sanatçı Dr. Farquhar’ın hakkını veriyor. Bütün oyuncular oyunun ritmini yüksek tutabilmek için çaba harcıyorlar. Oyunda değişen tablolar, kapının önce koridora sonra da sırasıyla kütüphane ve kirli bir tuvalete açılması gibi detaydaki dekor değişimleri sadece insanı şaşırtmıyor. Aynı zamanda oyunun akışıyla birlikte izleyicide duygusal değişimlere de denk düşüyor. Önceleri temiz ve düzgün bir yer olan mekan, olaylar geliştikçe çirkin ve kirli bir yere dönüşüyor. Mekan ve insan ilişkisi üzerinden bakarsak, görünüşteki cilalı ve yıldızı parlatılmış imajları tırnağınızla kazıdığınız zaman altından çıkan gerçek ruh da aynı şekilde kirlenmiyor mu? Yani, cilalı görüntülerin altında kirli gerçekler yatıyor. Oyunda dekor tasarımı başarılı ama doktorun odasındaki tabandan tavana kütüphanenin birden beyaz hastane duvarlarına dönüşmesi biraz abartılı kaçıyor. Oyunda detaylar üzerinden etkili biçimde verilen değişim kör gözün parmağına izleyiciye sunulmuş oluyor. Sade ve etkili bir dil üzerinden verilen mesajın gücünü azaltıyor. “Ermişler ya da Günahkarlar”, azizlerin ve şeytanların kol kola gezdiği dünyamızda, insanda tanıdık eski dostlarını görmek gibi bir duygu uyandırıyor. Öyle ya bütün televizyonların, sosyal medyanın, filmlerin sabahtan akşama katliam, savaş, terör, kan, vahşet ve şiddet görüntülerini tadını çıkarta çıkarta adeta zevkle servis ettikleri bir dünyada kimin ermiş kimin günahkar olduğunu insan gerçekten bilemiyor. Hangisi daha güçlü? Hangisi bize daha yakın? “Ermişler mi? ya da Günahkarlar mı?” Seçim sizin... “Ermişler ya da Günahkarlar” oyunu sezon boyunca İzmir Devlet Tiyatrosu Konak Sahnesinde izlenebilir.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Seval Deniz Karahaliloğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |