Yaşam başlangıcı olmayan bir yolculuktur. -Victor Hugo |
|
||||||||||
|
Günümüzde C vitamini deposu olarak bildiğimiz kuşburnunun o yıllarda yüzüne bile bakmazdık. Bizler de köylüden üzüm, erik, vişne alır, kaynatır, HOŞAF olarak içerdik. Doğadan, ve benzeri firmalar KUŞBURNU çaylarıyla köşe oldular. Yoğurt mayalar, ayran yapardık. Ayran birden gündemi kapladı, aslan sütü, (rakı) zam zam üstüne zam gördü. Hatta, bazı marketler birden Yeşilaycı oldu. Ayran uzun zaman gündemdeki yerini korudu, hatta marketlerde firmalar tarafından şişe şişe ayranlar satıldı.Köşe değil dört köşe oldular. Şimdi de hoşaf satılırsa hiç şaşmam ha!.. Öyle ya hoşaf tek tip hazırlanmaz kuşburnu ve ayran gibi... Erik hoşafı... Vişne hoşafı... Üzüm hoşafı... Çilek hoşafı... Tabi elma ve diğer meyvelerle hoşaf türetmek mümkün. Ayran dedim de aklıma geldi: Vakti zamanında Gıyaseddin adında aksi mi aksi, huysuz mu huysuz, lafı anında tokattan beter insanın yüzüne vuran, nezaketten nasibini almamış, çok bilmiş bir bucak müdürü varmış. Dört kez evlenip boşanan müdürümüz, ilk eşini çorabı kaçık diye, ikinci eşini çorba pişiremiyor diye, üçüncüsünü az konuşuyor, diye, son eşini de yatağa kendisinden beş dakika daha erken yatıyor diye boşamış. Her toplantıda ve davette protokoldaki yerini alırmış. Bir gün düğüne davet edilmiş. Herkese ikramlar dağıtılırken Bucak müdürüne ne ikram edeceklerini kara kara düşünen davet sahipleri düşünmüşler: Ayran verseler,; Tuzlu, limonata verseler, ekşi, rakı verseler, günah, haram diyeceğini bildikleri için, "Biz en iyisi mi, şerbet verelim, " demişler ve şerbeti gümüş tepside Gıyaseddin Efendiye sunmuşlar. Bucak müdürü tepsideki kırmızı şerbeti görür görmez, "Bu nedir hanımlar?" sorunca da ev sahibinin kızları mahcup mahcup gülümseyip; "Şerbet efendim," demişler. Konuklar pür dikkat Gıyaseddin Efendinin ne diyeceğini merak etmişler: O ise sesini yükseltip şerbeti reddetmiş: "İçmem efendim içmem!" Merakla sormuşlar: "Neden içmezsiniz efendim, ama bu şerbet..." "Evveli ŞER, ahiri BET olduğu için içmem!" demiş. Acaba Gıyaseddin efendiye şerbet değil de hoşaf mı sunsalardı... Neyse biz dönelim bugünümüze... Efendim; reklamın iyisi kötüsü olmazmış ya bizdeki de o misal. Medyatik, popüler kişilerin dudağından diline yansıyan her sözcük, din afyonunu içmiş halkımızı Sihirbaz Merlin gibi anında hipnotize ediyor. Çok değil bir kaç gün sonra Tübitaklı iş adamlarımız hemen proje üretip, E 302'lere imza atacaklardır. (Sağlığı tehdit eden, kansorejen maddeler...) Ürün tüketicinin iştahını açacak albenisiyle market raflarındaki yerlerini alıyor. Birileri şimdi HOŞAF MI dedi? Yoksa canınız hoşaf mı çekti? Şimdi mevsim yaz. Ve bol bol meyveler iştah açıcı olarak pazarlarda kesemize gülümsüyorlar. Canım olur mu öyle?! Hoşaf yapmanın da bir raconu var hani...Bir de yanında etli pilav oldu mu, değmeyin midelerimizin keyfine... Keyif kimde olursa artık... Anlayan anladı... Emine Pişiren-Kocaeli
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Emine Pişiren, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |