..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
İnsanın en iyi tarafı ürperebilmesidir. -Andre Gide
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > İnceleme > Söyleşi > Muhammed CAN




4 Eylül 2017
Gündem Özel - 2 İslam ve Medeniyet  
Muhammed CAN
Yurt dışında yaşayan fakat Türkiye’yi yakından takip eden ve siyasi analizleri ile dikkatleri üzerine çeken Almanya’da mukim Muhammed Can ile haftalık olarak yapmaya başladığımız röportajlar devam ediyor.


:BCFG:
16 şubat 2017



Yurt dışında yaşayan fakat Türkiye’yi yakından takip eden ve siyasi analizleri ile dikkatleri üzerine çeken Almanya’da mukim Muhammed Can ile haftalık olarak yapmaya başladığımız röportajlar devam ediyor.

İkinci bölümünü yayınlayacağımız bu röportajda, M. Can ile Türkiye’deki İslami düşünce ve medeniyet tarihinin dününü, bugününü ve yarınını konuştuk.
Sayın Can, İslam bu topraklarda yaşayan insanların bin yıldan fazladır dini inancı ve bu dinin yayılmaya başladığı ilk dönemlerde İslam, dil-ırk-bölge sınırlarını yıkarak hızla evrenselleşti. Bunu başaran ve o yıllarda tarihe ve bölgeye barışı ve güveni getiren İslam, bugün zamanın tüm modernliğine ve iletişim teknolojisine rağmen o eski başarıyı yakalayamadı. Hatta bugün İslam, tekfirci IŞİD terör örgütü nedeniyle dünyada barış dini değil, terör dini ve Müslümanlar da terörist arak anılıyor.
İslam düşüncesi ve medeniyeti çerçevesinde sizinle yapacağımız bu değerli röportaj için şimdiden sizlere şahsım Murat Nazlı olarak ve okuyucular adına teşekkür ederim.

Murat Nazlı- 1-Sayın Can, İslam için kılıç dini diyorlar ve barışın değil de savaşın destekçisi olduğu ve bu nedenle de terörü yaydığı iddia ediliyor bu konuda ne dersiniz?
Müsaadenizle bu sorunuza karşılık soru ile cevap arayalım.
Hangi İslam? Egemenlerin payandasına ram olmuş Allah’ın kullarını köle edinen, Allah’ın Kitabı’nda kusur bulan, Müslümanların malını ganimet bilen İslam mı? Yoksa Ebu Cehil’in, Ebu Süfyan’ın veya Ebu Leheb’in kölelerine özgürlük için çekilen kılıç İslamı mı?
Bedir, Hendek, Uhud ve Hayber’de zulmün kökünü kesmek için kınından çekilen kılıç İslamı mı? Yoksa Cemel, Sıffin, Nehrevan da Yaşayan Kur’an’a karşı çekilen sözde kılıç İslamı mı?

Tarihe inmeyelim. Geride bıraktığımız son 25 yılda Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen’de varlığın dört temel öğesi(su, toprak, ateş ve hava)’nin ilk üçünden mahrum bırakılmış ve dördüncüsünü de zehirleyerek yeryüzünde Tanrılık taslayan mazlumların nefesini kesen, ABD ve İsrail’in ve Şecere-i habise olan Suud’un elinde oyuncak olmuş İslamı mı?
Ya da yeryüzünde ne kadar içkici, kumarcı, uyuşturucu müptelası, hırsız, arsız, bir Haçlı ordusu veya Moğollar gibi geçtiği yerleri yakıp yıkan, hiçbir canlıya yaşam hakkı tanımayan Amerikancı İslam mı? Yoksa zulme boyun eğmeyen, vatanını savunan, işgalci İsrail’le barışmayı reddeden, bunun için gencecik evlatlarını toprağın bağrına kendi elleri ile gömmek zorunda kalan Müslüman halkların İslamı mı? Arkası gelmeyecek, saymakla bitmeyecek kadar soru ve sorunlarımız var!
Bu propagandalar, Batı’dan devşirilmiş yırtık bellekli ve art niyetli insanların hezeyanlarından başka bir şey değildir. Nasıl ki tarihte onlarca Haçlı seferleri düzenleyen Roma İmparatorluğu gerçek Hristiyanları temsil etmiyordu ve gerçekte ganimet elde etmek için düzenlenmiş seferlerdi.
İslam tarihinin ezici çoğunluktaki savaşları da maalesef fey ve ganimet adına düzenlenen, adına Cihad denilen hakikatte ise sultanların meze sofraları ve dansözlerin masrafları adına yapıldı ise bugünde öyledir. Ancak biz biliyoruz ki Muhammedi İslam bu değildi.
Tarihte Müslüman orduların, İslam adına ele geçirdiği topraklarda Muhammedi ahlakı miras olarak bırakabilse ve İslam adaletini uygulayabilse idi, bugünkü keşmekeşlik olmuş olmayacaktı.

Dün, Abbasi ile Emevi arasındaki savaşın adını ne koyalım? İkisi de Arap ve Müslümandı. İlhanlılar Abbasi’ye neden savaş açıp yıktı? Timur ile Bayezid neden savaştı? İkisi de Türk ikisi de Müslüman. Sultan Yavuz’la Şah İsmail, adı üstünde biri sultan biri şah, ikisi de Türk ikisi de Müslüman! Müslüman ve Türk Osmanlı neden Müslüman ve Türk olan Memlukler’i ortadan kaldırdı? Osmanlı’nın Avrupa’ya karşı savaşlarını anlamak mümkündür. Pekâlâ, dört asır boyunca boyunduruğu altına aldığı Arap yarımadasını ki halkı Müslüman’dır. Bunun adını ne koyalım? Saydığımız bu İslamcı saltanat devletleri, gücü ve ganimeti kendine devşirme, iktidar olmak ve korku(kılıç) ile hükmetme imparatorluğunun adını İslam koymayı, hedefine ulaşmakta iyi bir araç olarak bildiği içindir.
Bu anlamdaki terör, tarihin her döneminde vardı. Şayet İslam dünyası, 15 asır sonra bugünkü İslam Devriminden ilham alıp da tarihin zindanından çıkmayı bilemezse, yarın da aynı yafta ile anılmaktan kendini kurtaramayacaktır. Muhammed Nebi’nin sağlığındaki İslami savaşların hiçbiri saldırı savaşı değildir. İslamın Medine devri ile başlayan savaş emrinin akabinde ki bütün savaşlar savunma savaşıdır. Malumunuz ki Mekke’de savunma savaşı emri gelmemişti. Hz. Ali döneminde dışa karşı yapılmış hiçbir saldırı savaşını tarih kaydetmemiştir.
Evet, şimdi dönüp bu soruyu bir daha kendimize soralım. Hangi İslam?
Murat Nazlı- 2- Sayın Can, bazıları İslam dininde bir devlet otoritesi olmadığını bu nedenle de İslamın, toplumun yönetimi anlamında bir rejim belirtmediğini, modern ve kurumsal anlamda da bir lidere sahip olmadığını söylüyorlar. Yani dinin siyasi ve toplumsal değil, vicdanlara hitap eden ahlaki bir görüş olduğu iddia ediliyor, sizin düşünceniz bu konuda nedir?
Bu soruya sondan başlayarak cevap arayalım.
Dini vicdanlara hapseden anlayış paganizmden beslenen anlayıştır.
İslam: öz itibarı ile Roma kültürünün hizmetine sunulan, Tevhid inancından uzaklaştırılan Hristiyanlık veya Uzakdoğu dinlerindeki gibi sadece bir takım ritüeller ve etik önermelerinden oluşan bir din değildir. Kaldı ki bu iddiaları savunanlar İslam dini içeriğine vakıf olmayan bilgisizlerdir.
İslam: Zamanı, doğumdan ölümüne kadar yaşamı kapsam alanına alarak , bireyden aileye, aileden topluma ve dolayısı ile devlet kurumlarına kadar bütün alanlara hükmederek, gerekli bütün düzenlemeleri sağlayan kusursuz kurallar ve hukuk sistemidir. Kaldı ki ahlaki yapılanmada kişi- önder/liderlik esasınca nihai olarak çatı değeri esas uyulması gereken model alır.
Birey, toplum, devlet (kurumlar) ve devlet, toplum, birey ilişkisi ile İslami olguların karşılıklı ve içiçelik esasına dayalı metot. Yasama (Şura), yürütme (şurta ve amil), yargı (kadı)

Bireyden topluma geçiş oluşturulamayınca marjinal cemiyetle yetinilmeli ki laik veya seküler yada kültürel değerler, eylem safhasında baskın kalıyor.
Dinin siyasi ve toplumsal yönetimi anlamında bir proje veya hedefinin olmadığı doğru olamamakla birlikte, temel dayanağı olmayan gerçek dışı ve sıradan bir evhamdan öteye geçmez. İslam tarihini az da olsa inceleyenler görecektir ki İslam Peygamberi Muhammed Nebi(a. s), Mekke’den Medine’ye hicret ettiğinde devletleşme yolundaki ilk girişimleri ile belirginleşir. Kuba Mescidi yakınlarında kıldırdığı ilk Cuma namazı ile İslamın devlet sistemine ısrarla talip olduğunu gösterdi. Ayrıca 55 maddelik Medine vesikası Nebevi Devlet’in ilk yazılı yasasıdır.
Ne yazık ki Muhammedi devlet yarım asır sonra tarihin tozlu sayfalarına gömüldü. Öyle ki İmam Ali’nin şehadetinden sonra tarihin raflarına kaldırılan Muhammedi İslam devletinin temelleri 1979 yılına kadar sultanların saraylarının altında gömülü kalacaktı.
Şunu demek istiyorum. İslam 15 asırlık tarih içinde eğrisi doğrusu ile bugün itibari ile kesik yaşamına rağmen sadece yüz yaşındadır!
Bu kadar genç olan bir İslam’a binlerce yıllık geçmişi olan kopuksuz kurumsal ideolojilerin, acımasızca saldırısını neden anlayamıyoruz?
İslamcı aydın ve akademisyenlerin Marx’ın, Engel’in veya Lenin’in sosyal adalet ve proletarya kavramlarını anlamaya harcadıkları bellek enerjisinin çok az bir kısmını, mensubu olduğu dinin sosyal adalet ve emeğin değerini anlamaya yöneltseydi, hiç şüphesiz bugün İslam dünyası sömürge coğrafyası olmayacaktı.
İslam dininin, dahası bütün semavi/göksel dinlerin kurumsal temsilciliği atamalar, atama silsilesi iledir. Kusursuz öğretilerin mürebbisi ve icra merci de kusursuz olmak zorundadır. Bu ilkesel bir öğretidir. Nebi, Resul veya İmam zincirinin sürekliliği ile ilahi öğretiler/yasama/de kusursuz yargı hedeflenmektedir.
Maalesef son iki yüzyılda İslamcılar; başta siyaset olmak üzere sosyal, iktisadi, askeri, hukuk ve diğer değerler manzumesinde tamamen Batı tarafından tanımlanmış kavramlar üzerinden kendi yaşam alanlarında koşullar yaratmak istediler.
Neden?
Düşünebiliyor musunuz? 1948 yılında Seyyid Kutup tarafından yazılmış ve nazariye olmaktan öteye geçemeyen ‘İslam’da sosyal adalet’ kitapçığının tercümesi ile 70 yıl boyunca sosyalizme ve kapitalizme karşı İslamın adalet anlayışını savunmaya çalışan İslamcı cenah!
Şunu anlatmak istiyorum. Bu anlayış ve kısır döngü karşısında, elbette İslam, birey ve toplum ihtiyacına yeterli cevap verecek olgunlukta kurumsal din değildir diyenler her zaman olacaktır! Gayet tabiidir ki böyle bir İslamın mensuplarını gütmek; Manda sürüsü gütmekten daha kolaydır!

Peki, sorun nerede ve ne zaman başladı? Bu sorunun cevabı ve mekânı İslam tarihimizin içinde var. Ben nerede düştüğü hakkında küçük bir ipucu vereyim. ‘Hükümeti bir top misali birbirinize pas atınız ve sizin elinizden çıkmasına izin vermeyiniz!’ diyen Ebu Süfyan’ın kast ettiği devlet otoritesi, sizin sorunuzda değindiğiniz bazılarının iddiasına cevap olarak; o gün İslam şeriat/hukuk/’ı ile yönetilen en modern devlet sistemiydi. Ne yazık ki dinin vicdanlara hapsedilmesi süreci, Müslümanlar arasında Emevi iktidarı döneminde başladı. Onlar bunu nereden almıştı. Bizans kültüründen bugüne kadar süregeldi. Muaviye’nin sarayındaki gelinlerden birinin Bizans’tan gelmesini de çok yadırgamıyorum.
Öyle ki o günden bugüne süre gelen İslam adına olduğu sanılan mezhep ve iktidar savaşları, İslamın İslam’la savaşına dönüştü. Yani Saltanat İslamı ile Muhammedi İslamın savaşı. Bugün İslam dünyasının kendi içindeki bütün olumsuzlukların menşei burada yani iki İslam arasındaki savaşta aranmalıdır.
Murat Nazlı- 3-Bin yıldan fazla bir zamandır İslam toplumunda yönetim ve liderlik açısından ciddi manada bir meşruiyet sorunu var…. İslam’ın liderliğe bakışı ve toplumun yönetimi konusundaki görüşleri net ve açık değil mi? Bu sorun yıllardır neden devam ediyor ve bu sorun sizce nasıl çözümlenir?
İslam toplumu(ümmet): İslam’da yönetim sistemini dinin temel esasları açısından kâmil manada içselleştirmiş değil. Ve bu sorun İslam’dan önce diğer semavi dinlerde de süregelmiştir. Muhammed Nebi’den önce İsa Mesih neden çarmıha gerildi ise İslam Peygamberinden sonra da İmam Ali aynı sebeple şehit edilmiştir. Sorun İslam’da liderliğin ve meşruiyetin olmadığı sorunu değil. Sorun İslam’da ki liderliğe, İslam örtüsü altında gizlenen Firavun düşüncesinin saldırı sorunudur.

Sorun; Nemrut’un, İbrahim’in namazına tahammülsüzlük sorunu değil, sorun İbrahim’in, Nemrut’a karşı İlahi liderlik sorunudur.
İlahi yasaların sarsılmaz devrimcisi ve hamisi ilahi insan, İnsan-ı Kamil İmam Humeyni İslam’da liderlik konusunu işlerken; ‘Bir fakih için Resulullah ve masum bir İmam için geçerli olan mutlak velayetin aynısı fakih için de geçerlidir. Şu farkla ki onların velayeti asaletendir, fakihlerin ki ise vekâleten. Eğer böyle olmazsa, gaybet zamanında İslam hükümeti kurmak ve yönetmek imkânsız olur.’ Der.
Keza, ‘Ben sizin aranızda iki büyük, değerli ve muteber şey bırakıyorum ki, siz ümmet olarak o iki şeye sarılacak olursanız, benden sonra dalalete düşmezsiniz, onlardan birisi Allah’ın, kullarına gönderdiği sağlam bir ip olan yüce Kur’ân ve diğeri de benim Ehlibeyt’im, itretim dir. Bu ikisi (Kur’an ve Resulullah’ın Ehlibeyt’i) havuzda bana ulaşıncaya kadar birbirlerinden ayrılmazlar. Aranızda bıraktığım iki değerli ve aziz şeyi nasıl gözettiğinize bakacağım’ hadisini naklettikten sonra, bu konuda halk için bir özür kabul edilse bile, ümmetin âlimleri için bu özrün asla geçerli olmayacağını beyan eder.

Bu Liderlik/Velayet/İmamet; masumiyet sıfatının gerekliliği ve nitelik açısından, geçerli olan bir olgudur. İslamın liderlik akidesinde bir masumiyet kavramı olmazsa, yani lider; bilerek veya bilmeyerek yanlış şekilde hüküm verip, hata yapma olasılığında ümmetinde yanlışlık yapma hakkı ve payı oluşur ki bu durum ilahi öğretilerin gereksizliğine çağrışımı haklı kılar. Oysa öyle olamaması gerektiğini Vahiy akıl ve mantık çerçevesinde bellidir. İşte son cümle İslam dünyasının içine düşmüş olduğu girdaptır. Şimdi neden Velayet-i Fakih düşüncesine İslam dünyasından daha önce ABD ve İsrail’in tahammül edemediğini umarım anladık.
Emanet; ehlinde olmalı. İslam; saltanat, krallık, padişahlık sair yönetim şekillerini yıkmak için gönderilmiş bir dindir. Değil ki bu yönetim biçimleri ile İslam temsil edilsin. Ayrıca İslam, Laiklik ya da demokrasi sair beşeri ideolojiler ile de kesinlikle uzlaşmaz.
Murat Nazlı- 4- “İslam barış dini” diyoruz, “İslam paylaşmayı, güveni, çalışmayı, dürüstlüğü emrediyor” diyoruz, fakat adı İslam olan toplumlara baktığımızda bunu göremiyoruz. İslam adı altındaki toplum ve ülkeler Batı dünyasına özeniyor. Siyasette, kültürde, eğitimde, hukukta ve birçok konuda Batı kültürünü ve medeniyetini takip diyor. Sizce bunun nedeni ne olabilir? İslam mı yetersiz yoksa Müslümanlar mı İslamı iyi anlayamıyorlar?
Kesinlikle İslam barış dinidir. Evet, ama İslamın toplumsal barışa katkısı ve İslam dünyasında uygulamasını birlikte değerlendirelim.
Okuyucuyu yormadan, Paradigmada boğmadan, sade ve mantıksal önerme ile örneklendirelim.
Malumunuz birkaç gün önce Türkiye de CB olan zat Arap Kabile iktidarlarına ziyarete gitti.
Nereye?
Bahreyn’e!

O Bahreyn ki nüfusun yarısı Hindistan’dan emek sömürüsü için devşirilmiş halktan oluşuyor. Geriye kalan yarısı ise İstanbul’un bağcılar semti nüfusu kadar. CB bir kasabaya ziyarete gidiyor!
Ne adına? Suriye’deki sorunu çözmek için yardımlaşma diyelim.
Peki, Bahreyn’i Monarşi ile yöneten Kral, kaç yıldır kendi halkına İsrail zulmünü aratmayan devlet terörü uyguluyor? Kendini Müslüman bilen bu Kralın dayattığı bu devlet terörünün adı asayiş!
Başka nereye gitti?
Katar!

Katar: Bursa şehri kadar nüfusa bile sahip olmayan bir site/Şehir devletçiği! CB ziyarete gidiyor. Ne adına? Yine Suriye’deki sorunu çözmek için Katar kabilesinden yardım isteme adına. Kime karşı Bir avuç Sünni öfkesi denilen IŞİD eşkiyasına karşımı yoksa sekiz bin yıl kesintisiz yaşayan bölgenin asıl yerlilerinden olan Kürtlere karşımı? Bilemiyoruz!
Ve…
Suudi Arabistan!

Dikkat edelim!
Türkiye’de malum bir referandum ve başkanlık sistemi gündemi var. Ben konunun teferruatı ile ilgilenmiyorum. Halkın evet veya hayır demesi ile de ilgilenmiyorum.
Sadece bu konuda bir iki noktaya değinmek istiyorum.
Suudi Krallık rejiminin başındaki kral, tebaasına şeriat yasaları adı altında kendi Vahhabi mezhebini uygularken, yürütme ve yasama gücünü kendi yetkisinde. Peki ya yönetme? E Kral dedik ya! Demem o ki bütün 3Y(Yasama-Yürütme-Yönetme)’yi elinden bulunduran bir aile iktidarı. Artık referandum Türkiye’ye mübarek olsun!..
CB, takriben 30 milyonluk olan bu Kabile devletine ziyarete gitti.
Ne adına?
Suriye’deki Esad zulmüne karşı güvenli bölge oluşturmak adına!
Yıllardır kendi vatanlarında Suudi devlet terörüne mağdur kalmış Yemenli Müslümanlara karşı gözler kör, kulaklar sağır ve diller lal olmuşken, Demokrasi şaklabanlığının ayyuka çıktığı günümüz dünyasında ortaçağ krallık sistemi ile kutsal beldeleri işgal eden bir kabileden yardım dilemek.
Kime karşı?

Adı IŞİD olsa da kapalı kapılar ardında Müslüman Suriyelilere karşı. İyi ama eşkiya liderlerinin toplantılarını İstanbul’da düzenleyen, onlara ev sahipliği yapan siz değil miydiniz?
IŞİD’in, Musul’u işgal etmesine siz müsaade etmediniz mi?
Irak’ın yargı mensuplarını öldürmek için kiralık katil tutan ve bundan dolayı hakkında idam kararı verilen Tarık Haşimi’yi himayesine alan siz değilmiydiniz? Iraklılar Müslüman değil mi?
Başka kime karşı?
Araplar’dan sonra İslam’la müşerref olmuş Müslüman İran’a karşı. O İran ki son 38 yıldır İslam İnkılabı ile Dünya diktatöryasına karşı İslamın Müslüman kimliğine yüklediği ve olmazsa olmazı olan izzetli duruşuyla İslam dünyasına ezilen, sömürülen, horlanan, kültürü talana uğramış bir buçuk milyar nüfus. Bu nüfusu ile dünyanın en büyük siyasi, iktisadi ve hepsinden önemlisi aslına dönerse kendi orijinal İslami kimliğini tanıyıp ta uyandığı uykudan uyanırsa, dünyanın en büyük askeri ordusu olan İslam dünyasına ilham kaynağı olan İran’a karşı!
Adını ne koyalım? ‘Pers Milliyetçiliği’ ne karşı Vahabi ittifakı!

Herhangi Milliyetçilik yükselince neler olur? Örneğin CB’nin söylediği Pers Milliyetçiliğini bir an kabul edelim. Bu durumda Arap dünyasına karşı olumlu bir gelişme kabul etmeliyiz. Zira bir milletin milliyetçiliği o milleti dışa karşı yalnızlaştırır. Kendi içine dönüşe neden olur. İttihat ve terakkinin Türk milliyetçiliği nasıl ki Osmanlının dağılmasını tetikledi. Yahudi milliyetçiliği nasıl ki İsrail’i izole ediyor. Şayet varsa bu milliyetçilik İran’ı yalnızlaştırır. Zaten sizin, ABD, İsrail ve Arap Kralların istediği de bu değil mi?
Uzatmadan söyleyelim.
Kimi kime şikâyet?
Ne için? İsrail’in güvenliği ve ABD’nin bölge hâkimiyeti için değilse, ne için?
Sonuç?
‘Batı’nın dışında kalan yerler ormandır ve orman kanunu uygulanmalıdır.’ Sözün kime ait olduğunu biliyoruz değil mi?
Düşünce ve ahlaki yapının çöküşü dahası Batılı yaşam tarzı İslami olarak algılandı. Kültürel, ekonomik, bilimsel (beyin göçü) sömürü ve hepsinden önemlisi, Kuklacının kuklası olmak adına politik fahişelik, İslam dünyasında başarı sayılır oldu.
Kim olduğumuzu bilmezsek, kime karşı savaştığımızı nasıl bileceğiz?
Ya da kimin kimden olduğunu bilmezsek, saflarımızı nasıl belirginleştireceğiz?,
Peki, nasıl belirginleştireceğiz? Köksüzlük daha doğrusu kökten kopuşun nasıllığını ve nerden başladığını çok iyi bilmemiz gerekiyor.
Bir örnekle açıklayayım.
Diyanetin yaptırmış olduğu bir anketten çıkan sonuçlarda %98 i Müslüman olduğu söylenen Türkiye de Kur’an’ı hiç okumamış olanların oranı %92’dir. Bir başka ifade ile %98’i Müslüman olan bir toplumun Kur’an okuyanların oranı %8 Peki bunların ne kadarı Kur’an’ı vahyin lisanı ile okudu ve okuyanlardan kaç kişi okuduğunu tam anlayabildi? Okuyanların eğitim seviyesi nedir? İslam tarihine ne kadar aşinadır. Ve daha önemlisi %98 Müslüman bir toplumda Kur’an okuyan %8’lik oranın kurum ve toplumsal faaliyet yürüten binalarda ne kadarını hayata geçirebiliyor? Bu konulara girmiyorum.

Bu tablodan sonra İslam’ın yetersiz olduğunu söyleyenlerin hangi kesimden olduğu daha rahat anlaşılıyor. Müslümanlar, yetersizliklerini İslam’a monte ederek kendi cehaletlerini gizlemek istiyor. Sorun burada.
Adanmış İslami âlim ve aydın yok. Sistemden kopmuş, bağımsız düşünebilecek âlim ve aydın yok. Mevcut âlimler (ki bunların büyük çoğunluğu ilmihal bilgisi düzeyinde olan kişileridir) istisnasız düzen/sistem/in değerlerini taşıyıcı rolünü üstlenmiş kişilerden oluşmaktadır. Bu cenah adanmış değil atanmış cenahtır. Atanmayanlar da, atanmak için kapalı kapılar ardında iktidarla görüşüp, kendini kabullendirmek için bukalemun gibi renkten renge giriyor. Bu cenah; en koyu Milliyetçi(MHP) partiden, en Kemalist(CHP) Partiye olmadı en Muhafazakâr(AKP) Partiye kadar aşındırmadığı kapı kalmaz. Sorun burada!
Oysa İmam Ali(a.s)’ın ‘Beni bir dağ bile sevse musibete uğrar’ sözünü en fazla biz tekerleme gibi tekerliyoruz! Bu sözün bizdeki karşılığı neden anlam bulmuyor?
Bu söz; Muhammed(s.a.a)’in biricik öğrencisi olan Ali’nin yolunda gidenlerin, tarih boyunca zalimler tarafından onlara nasıl da ambargo, işkence, hapis ve ölümle sonuçlanan cezalara maruz kaldığını gösteriyor. Bir Meysemi Temmar(Ebu Salim), bir Hucr bin Adiyy veya yakın tarihimizde bir Şeriati bir Mutaharri bir Musa Sadr ile bizim aramızdaki benzersizliğin sebebi nedir? Ki…
Demem odur ki zalim hükümetler Allah için adaleti ayakta tutmaya çalışanları azgınlık fesat ve bölücülükle suçlarlar. Tarih boyunca bu böyle olmuştur. Ali oğlu Huseyn’in destansı kıyamı, bunun en açık örneğidir.
Krallar; adalet ve hürriyet isteyenlere acımazlar. İlahi “Adalet” ve “Hürriyet” ise sadece ilahi yasaların hâkimiyeti ile sağlanabilir. Bu manada “Devlet “olamamış bir İslam toplumunun durumu, Roma hâkimiyeti altında, Tevhid’ten sapmış ve teslise dönüşmüş İsevilikten hiçbir farkı yoktur.
Bu konudaki son sözümüz:
Türkiye’de tarih Dini şekillendirir ve şekillenen bu tarih DİN olarak algılanır ve öyle inanılır. Oysa din, tarihi şekillendirmeliydi.
İslam dünyası an itibarı ile bütün olumsuzluklara rağmen, gerek iç ve gerekse dış saldırılara karşı istediğimiz ivmeyi elde edemememize rağmen. Değişime engel olan sorunların başında mezhep taassubu ve ırksal cehaletin gelmesine rağmen…
İslam toplumunun politik liderleri ve din önderleri Müslümanlar’ın İslam İnkılabı’nı yakından tanımasına ve ondaki değerlere ulaşmasına müsaade etmemesine rağmen. İslam’ın öz değerlerine ulaşıldığında kendilerinin din adına kurmuş oldukları makamlardan uzaklaştırılacaklardır. Onlar bu durumu Müslüman toplumlardan çok daha iyi biliyor.
IŞİD (yada diğer guruplar fark etmez) Arap dünyasına krallık, halifelik, sultanlık adı altında müptela olmuş, gayri İslami ve gayri ahlaki aileler tarafından finanse edilip yönetiliyor.

Neden buna ihtiyaçları var? Çünkü bu krallıkların kokuşmuş yönetimlerinden rahatsız olan İslami toplumun dinamik gençliği, onlara karşı haklı bir kıyama kalkışmamak için dışa yönlendirilmelidir. Kendi içindeki başkaldırı tehlikesini uzaklaştırmak adına bu potansiyeli komşu ülkelere yönlendirerek çözüm bulduğunu düşünüyor.
Bu durumun çözüm üretmek değil daha büyük sorun olarak kendisine döneceğini düşünmüyor, bilmiyor. Bilse de Kuklacı/ABD böyle istediği için kuklacının emrine itaat etmek zorunda. Zira kuklayı yönetimde tutan kuklacıdır. Arabı, Kürdü, Türkü, Acemi ve diğerleri ile büyük bir evimiz olan coğrafyamızda barış ve adaletin tesis edilmesini istiyorsak; kuklacının kuklalarını kırmak lazım. Ötesi Müslüman halkları aldatmaktan başka bir şey değildir.
Sorarım size! 525 yıllık geçmişi olan genç ABD, Batı’dan göçen İspanyol, İngiliz, Portekiz, Fransız, İtalyan ve Almanlar’dan oluşan bileşke Hristiyan bir ümmet değil mi? ABD Birleşik devletler çatısı altına toplanan ve ABD bayrağı altında temsil edilen bir devletler topluluğu değil mi?
Tek bir ümmet/devlet olmayı başarmış bu ABD, binlerce Km. öteden gelip İslam dünyasında terör uyguluyor. Müslüman halkları öldürüp, bütün değerlerini sömürüyor. Ve bu katil devlet dost, binlerce yıllık kadim tarihi ile aynı dinin mensubu olan Fars milleti bu bölgede emperyalist emelleri olan düşman devlet. Öylemi?
Ve gerek ABD gerekse AB’nin Dini Liderliği Vatikan Papalığı değil mi? Onlar Vatikan’a bağlı olmakla gurur duyarlar. Peki, İslam dünyasının gurur duyabileceği bir dini liderlik Kurumu neden olmasın? Acaba İslam Ümmet ve İmamet konusunda Müslümanlar’a sorumluluk yüklemedi mi? Şayet böyle bir kurum yoksa onu tesis etmek görev değil mi? Var ise ki var. Bu kuruma bağlılığımızı iftihar ile izhar etmemiz gerekmez mi? Şu halde bu eziklik neden?
İslam dünyasının ahvali bu durumda iken, sizin belirttiğiniz paylaşma, güven, dürüstlük ilkeleri askıda kalıyor. Böyle olunca da gençliğin Batı dünyasına özenmesini, Batı kültürü ve medeniyetini takip ve taklit etmesini yadırgamıyorum.
Ezikliğimiz: Kur’ani kimlik taşımadığımızdandır. Muhammed ümmeti olmak, hiçbir kınayıcının kınamasından çekinmemektir.
Murat Nazlı- 5- Sayın Can, son olarak bize vakit ayırdığınız için size teşekkür ederken İslam Dünyasına sunacağınız çözüm nedir? Çözüm projesi sizce ne olabilir?
Şurası çok acık ve nettir ki Çözüm: Tevhid dini olan İslamın vahdetini oluşturacak olan tekil liderliğin geliştirdiği strateji ile ittihadı ümmet oluşabilir.
Sömürge toplumu olmuş bir ümmetin, özgürlüğü ve adaleti için çözüm Vahdet/birlik/ten geçer. Bunun anlamı; İslami toplumların yöneticileri, kesinlikle ABD ve İsrail’in tahakkümü altında kalmadan, bağımsız düşünebilmeyi yada bu iki ülke ile asgari olarak aralarına mesafe koymayı başarmalarından geçer. Bu söylediklerimiz, ülkelerin kendi sınırlarını ve siyasi, iktisadi, askeri, kurumlarını tasfiye etmesi anlamına gelmez. Bilakis var olanlar arasında fiili bağların etkinleştirilmesi, ıslahat ve onarma ile vahdet eksenli ruhu üfleyerek olgunlaştırması durumudur.
Bu ana başlık altında: İslam dininin mitolojilerden arındırılması kaçınılmaz bir sorumluluktur. Ki bu sorumluluk bilinçli bir toplum olma yolunda belki de en öncelikli sorunudur. Gerek Sünni ve gerekse Şii ekolünde bilinci tahrip eden hurafeler sızmış.
Söz konusu hurafelerden çıkar devşiren din adamlarını deşifre edip, düşkün ilan etmek. Cübbe ve sarık altına gizlenmiş şebekleri deşifre etmek, adanmış aydın ve bilgelerin sorumluğundadır.
İslami Gençlik komiteleri, İslamcı aydınlar birliği, Mümin kadınlar hareketi, Akademik iletişim örgütleri, Bilgi üretim üniteleri, Uluslararası ve İslam dünyası içinde Ehl-î Beyti tanıma ve araştırma kurumları, İslam ilimlerini disiplin altına alma, metodolojik ve o ilimlerin gelişme evrelerinin kronolojisini düzenlemek.

İslam dünyasının çeşitli kentlerinde ortak Kur’ani araştırmalar merkezleri ve elbette ümmet içinde kültürler arası diyalog, yoksullukla mücadelede, ümmet bağlamında yardım kuruluşları…
İlk etapta akla gelen bu önerilerden ve hepsinden daha öncelikli olanı, Müslümanların kendi aralarındaki savaşa son vermenin çözümü olan İlahi liderlik algısına kafa yormasıdır.
Son olarak sizin aracılığınız ile İslam dünyasına, özellikle gençliğine, sevgilerimi iletir, çalışmalarınızda başarılar dilerim.
Murat Nazlı- Bende bir medya çalışanı olarak açıklamalarınızdan ve bize ayırdığınız vakit için size teşekkür eder hayırlı işlerinizde başarılar dilerim.



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın söyleşi kümesinde bulunan diğer yazıları...
Gündem Özel - 1 (Başkanlık Sistemi ve Kürtler

Yazarın İnceleme ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Velayet-i Fakih ve Siyasla İslam
Kürt İslam Tarihine Farklı Bir Bakış (I)
Gündem Özel - 3 Mısır ve İslam
Afrika’da Nal Toplamak!
İslamda Kadının Rolü - 1
Bugün Tek Bağımsız Devlet İran’dır
Afrika’da Nal Toplamak!
3. Dünya Savaşında İranı'ı Anlamak!
İslam Dünyasının Arayışı
O Karede Ne Vardı?

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Dost İçin [Şiir]
Serzeniş [Şiir]
Bizde Ne Anne'ler Var [Şiir]
Ne İnsanlar Gördüm [Şiir]
Ey Gazzeli Cocuk! [Şiir]
Ayrılık Senfonisi [Şiir]
Hatıram! [Şiir]
Namus'un Adına! [Şiir]
Hum Kıyısında Bir Gece [Deneme]
Muhammed Can S. Demirtaş'a Soruyor [Eleştiri]


Muhammed CAN kimdir?

. . .


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Muhammed CAN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.