Bir kimse, neden oltasını, içinde tek bir balık olmadığını bildiği bir göle sarkıtır? -Adalet Ağaoğlu |
|
||||||||||
|
O akşam, bir huzursuzluk çökmüştü geceye. Bir kenar mahallede 2 odalı gecekondularının sert yataklarında uyumaya çalışan Zarife ve Kadir, içlerini kemirircesine birbirlerine sormak istedikleri sorularına, hangisi önce başlayacak diye gözleri tavana dikili bir şekilde bekliyorlardı. İlk zarife söze başlayarak; -Bey, gene iş bulamadın değil mi? Bak, çocukların hali perişan, 2 gündür doğru dürüst bir lokma girmedi ağızlarına, bu gidişle dayanamazlar. Kadir de o derin ve iç sıkan nefesi, içine çekerek; -Hanım, ne yapayım elimden bir şey gelmiyor. Kimse eski bir mahkûma iş vermiyor. Ben ister miyim çocuklarımın aç kalmasını hem senin aklına bir şey geliyorsa söyle, bu saatten sonra her şeyi yapmaya hazırım, yeter ki bizi bu durumdan kurtaracak bir şey olsun. Zarife, içi parçalanırcasına bir of çekerek; -Bey, biz bu çocukların hepsine bakamayız. İnan içim yanıyor ama tek çare evlatlarımızdan birini yetiştirme yurduna vermek. Yoksa bu işin başka yolu yok. Kadir sinirlenerek cevap verdi: -Delirdin mi sen hanım! Benden, yavrularımdan birini sokağa atmamı istiyorsun. Hangi insanın vicdanı buna izin verir. Zarife, hıçkırıkla dolmuş olan nefesi ile konuşmaya başladı: -Bey, görmüyor musun çocuklarının halini, biri zaten hasta, bütün musibetler onun üzerinde… Biz bırakmasak bile o dayanamaz, yakında ölür. Ben ister miyim yavrumun kollarımda ölmesini, ben bu yükü ömür boyu taşıyamam, dayanamam bey. Dedi ve çocukları duymasın diye sessizce, hıçkırıklarla ağlamaya başlar. Kadir, çaresizce yavrusunun kollarında öldüğünün hayalini kurarken, dolan gözlerini elinin tersiyle silerek hanımına döndü. -Hanım, sen dayanamazsın da peki ya ben nasıl dayanırım bu acıya. Ben de yavrularımın kollarımda ölmesini istemiyorum. Allah'ım ne olur bizi bu dertten, bu musibetten kurtar. Bir süre odaya dolan sessizlikten sonra, çaresizliğe yenik düşen Kadir, tüm gücünü toplayarak; -Peki, hanım, hangi yavrumuzu bırakacağız yetiştirme yurduna? Zarife, tüm benliğini kaptırdığı çaresizlikten cevap vererek; -Bey, Fırat çok hasta, sende biliyorsun bunca zaman zor dayandı. Hem astım hastası hem de kalbi delik bir şekilde yaşamaya çalışıyor. Belki onu bırakırsak, ona daha iyi bakarlar. Belki yavrumuz iyileşir bile bey, zaten bedeni çok yorgun düştü. Bu aralar ona bir şey olacak diye o kadar çok korkuyorum ki her an başından bir yere gitmeye ürküyorum. Hem daha o, 13 yaşında ve bizi anlamaz, bize kızmaz bey. Diyerek, kor gibi yanan yüreğini susturmaya çalışıyordu. Kadir de yavrusunun o perişan halini gözünde canlandırdığında karısına kendini avutan bir umutla cevap vererek; -Yavrumuza iyi bakarlar değil mi hanım, onu iyileştirirler mi? Zarife de o avuntulu umudu, içinde besleyerek; -Tabi bey, oğlumuza orada çok iyi bakarlar, hem bizden daha iyi bakarlar. Zarife kocasına dönüp; -Bey, senden son bir isteğim var. Kadir de karısının bakışlarına karşılık vererek; -Buyur hanım, söyle. -Bey, canım yavrum bizle 3-4 gün kalsın ondan sonra götürürsün yurda olur mu? Kadir de bu yapacağı işin pişmanlığını unutmak istercesine; -Tabi hanım, ne demek bol bol öpüp, koklayalım, yavrumuzu bağrımıza basalım. Ondan sonra götürürüz. Kadir, bir anlık bu nefes almasını zorlaştıran konudan kurtulmak istercesine konuyu değiştirerek; -Hanım, hala sabahları uyandığında ayakların ıslak bir şekilde mi uyanıyorsun? Yoksa terlemekten ya da hastalığından dolayı mı oluyor acaba? Zarife de konunun değişikliğine adapte olarak: -Delirdin mi bey, sanki evimizi sıcak tutacak bir şey var da, ayaklarım terleyiversin. Valla bir türlü anlamıyorum, sabah bir uyanıyorum ayaklarım sırılsıklam nedense uyurken fark etmiyorum. Uykum ağır ya ondandır herhalde, Dedi. Kadir, bütün konunun sonuna varamadan günün yorgunluğuyla gözlerini kapatmıştı. Kocasının uyumuş olduğunu gören Zarife, bütün günün ilk tebessümüyle gözlerini yumarak uyumaya başladı. Ama o huzursuz gecede, uykusuzluğa yenik düşmeyen biri daha vardı. Fırat, bütün konuşulanları duymuştu. Ailesinin bütün çaresizliğine içi parçalanırcasına şahit olmuş ve tüm bunlara rağmen sesini çıkarmamıştı. Farkındaydı her şeyin ailesinin durumunun, kendi amansız hastalığının ama elinden bir şey de gelmiyordu. Tek isteği ailesine yük olmamaktı. Gözleri dolu bir şekilde nefes almakta zorlanarak, evlerinin demir parmaklıklı, kırık camından ayın, ağlayan yüzünü seyretmeye daldı. O gecenin soluğunda, huzursuzluk uzun bir süre kol gezeceğe benziyordu. Sabahın ilk ışıklarıyla doğrulan Zarife, ayaklarındaki ıslaklığı fark edip yataktan kalkarak, kırık kulplu çekmeceyi açıp, aldığı yarı kirli bir havluyla ayaklarını sildi ve kendi kendine; -Allah'ım bana sabır ver, her sabah ayaklarım ıslanmış bir şekilde kalkıyorum, sanki rüyamda koşuyorum. Dedikten sonra güne, yüzünde huzursuzlukla başladı. İlk iş olarak kocasını kaldırıp iş aramaya yolladıktan sonra çocuklarını tek tek öperek uyandırmaya başladı. Sıra Fırat'a gelince onu, öperek uyandırıp, sarılarak kokusunu içine çekmeye başladı. -Hadi benim aslan oğlum, kalk bakalım, sabah oldu. Horozlar, çoktan öttü bile… Fırat, mahmurlaşmış gözlerini ovarak; -Ama anne bizim horozumuz yok ki ötsün, dedi. Bunu duyunca şaşıran ve üzülen anne, oğlunu güldürmek için; -Bak ben horozum ya işte, seni uyandırmaya geldim. Üüüür ürü üüüür…. Dedi ve horoz taklidiyle ötmeye başladı. Her ikisinin de yüzünü güldüren bu olay, dün gecenin huzursuzluğunu bir nebze de olsa yüreklerinden kaçırmaya yönelik, atılan ilk adımdı. Geçen her saat ve her saniye, yavrusunun ellerinden kayıp gideceği korkusuyla yaşayan Zarife, oğlunun ölme korkusuyla yaşamanın, dayanılmaz bir acı olacağının farkına varıyordu. Her defasında dün gece aldıkları bu karardan vazgeçmek istercesine Allah'a yalvarıyor ama bu kararın sonucunun da bütün hayatını mahvedeceğini biliyordu. Tek çare oğlunu o yurda bırakmaktı. Oğlunun, yanında acı içinde ölmesinden korkuyordu, buna yüreği dayanamazdı. Son gece ağlamaktan, çukurları daha da belirginleşen gökteki Ay’ın karanlık gölgesinde, uyumak için yatağa giren Zarife ve Kadir, yarın yapacakları zor işin huzursuzluğuyla birbirlerine sırtlarını dönmüşlerdi. Bir şekilde kaçan uykularının geri gelmesini bekliyorlardı. En sonunda Zarife dayanamayarak sırt üstü dönüp, kocasına kafasını çevirerek; -Bey, nasıl yapacağız bu işi, inan kalbim sıkışıyor, nefes almakta zorlanıyorum. Kadir de aynı tepkiyle cevap vererek; -Hanım, vallahi ben de nasıl dayanacağım bu acıya bilmiyorum. Sence bunu Fırat'a söylemeli miyiz? Belki bizi anlar, bize hak verir, ne dersin? Kuruntulu bir umutla cevap verdi Zarife; -Beyim, Fırat bizi anlar. Çok yufka yürekli bir çocuk, ona durumumuzu anlatırsak bize hak verir. Belki kendi isteğiyle bile razı olabilir. Kadir de aynı kuruntulu umuda kapılıp heyecanla konuşmaya devam etti. -Sanırım haklısın hanım, en iyisi onunla yarın gitmeden önce konuşmak ve durumumuzu anlatmak, o bizi anlar. Hemen şimdi uyuyalım, sabah erkenden kardeşleri kalkmadan bu işi yapalım yoksa kardeşleri bırakmaz onu. -Doğru dedin bey, kardeşleri onu hayatta bırakmaz. Biz şimdi uyuyalım sabah seni kaldırırım. Hadi Allah rahatlık versin. Kadir de aynı tepkiyle; -Sana da hanım, dedi ve sırtını dönüp gözlerini uykunun esaretliğine bırakarak yumdu. Çocuklarıyla yataklarının arasında ince bir perde olan ve her ne kadar kısık sesle konuşsalar da o gece uyumayan Fırat, tüm sözleri işittiğinde içine çöken hüznü, aldığı yarım nefeslerle dindirmeye çalışıyordu. Artık yapacak bir şey kalmamıştı. Ailesinin tüm bu zorluklara göğüs geremediğinin anlamıştı. Ama onun da büyük bir sıkıntısı vardı. Annesine beslediği sevginin tarifi yoktu ve bunu da hiçbir zaman annesine söyleyemiyordu. Şimdi tek bir korkusu vardı annesin kokusunu alamadığı bir günü nasıl yaşayacaktı. Ve üç gün önce, gece de asılı duran huzursuz Ay’ın bugün kendini biraz daha hissettirdiğini fark etti ve yavaş yavaş kara bulutların onu boğazlamak için etrafını çevirişlerinin seyrine daldı. Sabah doğan güneş tüm huzursuzluğuyla buğulu bulutların arasından kırık cama yansıyarak tam Zarife'nin gözlerine vuruyordu. Hiç uyanmak istemiyordu ve farkındaydı bütün olacakların. Bu ona öyle bir acı veriyordu ki her zaman yataktan kalktığı vakti bir iki dakika daha geciktirmişti. Ama uyanması gerekiyordu. Bugün bu kararın verilmesi gerekliydi. Alınacak her yanlış karar yavrusunun ölümüne sebep olabilirdi. Ve üzerinden bütün acı ve hüzün dolu yorgunluğu atarak yataktan doğruldu ve ayaklarındaki ıslaklığın her zamankinden daha fazla olduğunu hissetti. Yorganı kaldırıp ayaklarına baktığında şaşırarak; -Aman Allah'ım bu da ne! Sanki ayaklarım suyun içinden yeni çıkmış gibi sırılsıklam, dedi. Ama bunu umursamayıp, hemen kocasını kaldırdı; -Hadi bey, hemen bu işi yapalım yoksa bir daha yapamayız bunu. Kadir de yorgun gözleriyle yataktan doğrularak, perdeyi araladı ve en köşede yatan Fırat'a doğru uzanarak; -Fırat, yavrum, hadi kalk oğlum. Seninle bir şey konuşmak istiyoruz. Gözlerini ovuşturarak uyanan Fırat ayağa kalkarak, babasının başucuna doğru yürüdü. -Efendim babacım, bir isteğin mi vardı. Kadir, kendi içerisinde söyleyeceği sözlerin sonrasında yaratacağı pişmanlığı daha kelimeler ağzından dökülmeden acısını çekiyordu ve zar zor yutkunarak; -Canım oğlum sana söylememiz gereken bir şey var. Bak oğlum, ben daha iş bulamadım. Durumumuz gittikçe kötüleşiyor. Yakında kış gelecek ve sen de çok hastasın, bu kışa dayanamazsın. Bizi anlayacağını biliyorum. Seni geçici olarak bir yetiştirme yurduna bırakmalıyız. İnan oğlum çok çaresizim ve elimden başka bir şey gelmiyor. Fırat sessizce babasını dinleyerek eğdiği başını kaldırarak; -Baba, biliyorum, size yük olduğumun farkındayım. Ben istemezdim böyle olmasını ama siz beni bırakırsanız geri alamazsınız. Hem sizin de bilmediğiniz bir şey var. Ben, sizden uzakta dayanamam. Bu sözleri duyan Zarife ve Kadir gözyaşlarını tutamayarak, hıçkırıklarla; -Aslan evladım, biz de dayanamayız senin yokluğuna ama ne olur anla bizi. Senin kollarımızda öldüğünü görmek istemiyoruz. Bu acıyla hangi anne baba yaşayabilir? Hem orada sana, bizden daha iyi bakacaklarından eminim. Tüm bu sözlere dayanmayan Zarife konuşamıyordu. Sadece kafasını çevirip oğlunun gözyaşlarından sakınmaya çalışıyordu. Fırat, artık annesinin ağlamalarına dayanamayıp son gücünü toplayarak; -Peki, baba, nasıl istersen... Son bir defa kardeşlerime veda edebilir miyim? Kadir, bu masum isteği acılı bir şekilde başıyla onayladıktan sonra cevap vererek; -Tamam oğlum, ama onları uyandırmadan öp. Annen çantanı hazırladı. Daha sonra yola çıkmalıyız. Fırat, çantasının bile hazır olduğunu duyunca, yüreğinde katlanan acının hissini belli etmemek için kardeşlerinin başucuna tek tek çömelerek yanaklarından ve alnından öperek, ayağa kalktı. Babasının sessiz bir şekilde seslenmesiyle; -Hadi oğlum, annenle de vedalaş, sonra hemen gidelim, kardeşlerin uyanmadan. İşte, Fırat için en zor anlardan biriydi. Yaşam kaynağından ayrılmak, biricik annesinden ayrılmak onu o kadar çok üzüyordu ki annesine, ağladığını göstermemek için gözyaşlarıyla bir savaşa girişmişti sanki… Yavaş yavaş ağır adımlarla ondan ayrılmamak istercesine, annesinin yanına doğru yürüyordu. Zarife, sanki tüm suçluluğunun pişmanlığıyla hareket bile edemeden sadece ağlıyordu. Fırat, kafasını kaldırıp annesine bakarak; -Anne, bana sarılmayacak mısın? Son bir defa öpüp koklamayacak mısın? Zarife, bu sözleri işittiğinde bedenine diz çöktüren çaresizlikle, yere kapaklandı ve oğluna sarılarak onu koklayarak, tüm yüzünü öpmeye başladı. Kafasını kaldırıp yavrusuna baktığında son söz olarak; -Affet beni oğlum, diyebildi. Fırat hala gözyaşlarını tutuyordu ve annesine son olarak; -Canım anacım, ayaklarını öpebilir miyim? Dedi. Bunu duyan anne, oğlunun son isteğini kırmamak için ayağa sessizce gözyaşlarıyla kalktı ve tüm bunları kapıdan çaresizce izleyen Kadir, gözyaşlarına engel olamadı. Fırat, yavaşça dizlerinin üstüne çöktü ve annesin çatlamış ayaklarını son bir kez avuçlarının içine alıp öpmeye başladı. Ağlamamak için zorla tuttuğu gözyaşlarından bir-iki damla annesinin ayaklarına düştü. Ve daha fazla dayanamayacağını anlayan Fırat, hemen ayağa kalkarak hızla kapıya doğru koşup babasının elini tuttuktan sonra dışarı çıktılar. Yolda bir süre konuşmadılar ama Kadir bir cesaretle söze başlayarak; -Oğlum, seni kapıya bırakacağım, içeri kadar gelemem. Sana sorduklarında ailem yok, öldü diyeceksin. Yoksa seni almazlar. Tamam, değil mi canım yavrum? Fırat, sessizliğin hapsolduğu bedeninden sadece; -Tamam, baba diyebildi. Yetiştirme yurdunun kapısın önüne geldiklerinde Kadir, oğlunu son kez karşısına alıp; -Oğlum, ne olur bizi affet, her şeyi senin iyiliğin için yapıyoruz. Dedi ve ayağa kalkarak arkasına bakmadan yürüdü eğer arkasına dönüp baksa yanlış kararlar alacağını biliyordu. Bunun korkusuyla köşeyi dönene kadar arkasına dönüp bakamadı. Fırat, tutmakta zorlandığı gözyaşlarına daha fazla engel olamadı ve hıçkırıklarla ağlamaya başladı. Ama babası çoktan yolun sonunda ki köşeyi dönmüştü bile… Bahçede dolaşan hasta bakıcı kadın, yurdun kapısındaki ağlama sesini duyunca kapıya doğru yöneldi ve kapının önüne geldiğinde zayıf bedeni ve kahverengi gözleriyle ağlayan çocuğu görünce hemen yanına yaklaşıp; -Neden ağlıyorsun yavrum, annen baban nerde, kimin kimsen yok mu, yoksa kayboldun mu? Tüm bu sorulara cevap vermeyen Fırat, sadece kafasını yukarı aşağı doğru sallıyordu. Ağlayan çocuğa dayanamayan kadın, Fırat'a sarılıp; -Hadi içeri gel yavrum, seni müdüre hanım ile tanıştırayım. Sanırım sen de burada kalacaksın. Ah, benim bahtsız yavrum. Bakıcı kadının elinden tutmasıyla içeri giren Fırat, uzun bir koridordan geçtikten sonra büyük bir kapıdan içeri, bakıcının kapıyı çalmasıyla girdi ve bakıcı kadın söze başlayarak; -Müdüre hanım bu çocuğu kapının önünde ağlarken buldum, sanırım kimsesi yok, ne yapalım, dedi. Gözlüğünün arkasından zayıf bedenli çocuğu gözleriyle süzdükten sonra; -Senin, annen baban yok mu yavrum. Aynı sessizlikle başını hayır anlamında sağa sola sallayan Fırat tekrar başını eğdi. Müdüre hanım normal bir yetim olayı olduğunu düşündüğü için hasta bakıcıya doğru kafasını çevirip; -Anlaşıldı sanırım, bir gariban daha, al bu çocuğu 213 no'lu odaya yerleştir. -Tamam, müdüre hanım. Dedi ve Fırat'ın elinden tekrardan tutup kapıdan dışarı çıktılar. 213 numaralı odaya geldiklerinde kapıdan içeri adımını atan Fırat, odanın kasvetli havasından daha kötüsüne alışık olduğu için hastalığı sayesinde nefes alışlarını kısabiliyordu. Ama şu an aklından bu geceyi nasıl geçireceğinin endişeyle geçiriyordu. Çok zor olacaktı acaba dayanabilecek miydi? Annesinden uzakta, onun kokusunu alamadan kaç gün yaşayabilecekti. Yatağını hazırladıktan sonra şefkat dolu bakışlarla çocuğa bakıp sonra da dışarı çıkan hasta bakıcı kadın, kapıyı kilitleyerek uzun koridorda ses çıkaran topuklarıyla uzaklaşmaya başladı. Odada yalnız kalan Fırat, gecenin sessizliğine kendi sessizliğiyle arkadaşlık ediyordu. Demir parmaklıklı camın önüne gelip gecede, soluksuzca nefes almadan duran parlak Ay’a bakıyor ve bugünü geçirebilse bile yarın öleceğinin kesinlikle farkındaydı. Uyuyamıyordu bu onun ailesinden sakladığı hastalıklardan biriydi ne yapsa ne etse uyuyamıyordu ona göre uyumak şanslı insanların işiydi. Ama bu onda hastalıktan başka bir şey değildi. Hele ki insan acı çekiyorsa ve bu acısını unutmak için uyuyorsa ona göre insanlar dünyanın en şanslı insanıydı. Ne yazık ki Fırat uyuyamıyordu hem acı çekiyor ama teselli aramak için uyumak istediğinde bir türlü uyuyamıyordu. Bu dünyanın en dayanılmaz şeyiydi. Ailesinin bunu öğrenmemesi için onlar uyanmadan önce uyuma numarası yapmak, yılardır kendisine yaptığı en büyük eziyet olmalıydı. Ve bu gece de yarın öleceğinin bilinciyle sandalyesini güçsüz kollarıyla alıp camın önüne getirdi ve sandalyeye oturup Ayın karanlık yüzünün güneşe hasretiyle çektiği acılarının yüzünde oluşan çukurlukları izlemeye başladı. Aynı ayın altında yataklarında uyumaya çalışan Zarife ve Kadir geçirdikleri acı dolu şokun etkisinde sessizce ağlıyorlardı. Zarife: ben yavrumu özledim bey, nasıl dayanacağız bu acıya Kadir: ben de özledim hanım ama onun için en iyisi en hayırlısı bu başka çaremiz yoktu işte ben daha fazla konuşamıyorum hanım kusura bakma. Kocasının üzüntüsüne dayanamayan zarife susarak arkasını döndü ve Fırat'ın kalan son elbisesini yorganın altından çıkararak koklamaya başladı. O gece tüm sessizliğiyle odayı kaplamaya başlamıştı bile ve sanırım o gece hiç bitmeyecekti. Ertesi gün Fırat'ı uyandırmak için odasının kilidini çevirip içeri giren kadın uyanmış olduğunu görünce; Hadi gel yavrum kahvaltı için yemekhaneye gidelim diyerek Fırat'ın elinden tutup aşağı yemekhaneye indiler. Yemekhaneden içeri giren Fırat onun gibi birçok yetim çocukları görünce içinden geçirerek; Sanırım dünya da ki tek yetim ben değilim bu kadar yetim çocuğun olduğu bir dünyada hayatın adaletsizliğine gözleriyle bir kez daha şahit olmuştu. Kahvaltıya oturduğunda hayatı boyunca görmediği bütün her şey bu masadaydı. Gözleri parlayarak iştahla yemeye başladığında sanki ilk defa gözlerinin içinin güldüğünü hatırlamıştı. Kahvaltıdan sonra oyun oynamak için bahçeye çıkan çocukları görünce o kalkıp yukarı odasına çıktı ve onları pencereden izlemeye başladı. Tüm yaşadıklarına rağmen nasıl bu kadar mutlu olabiliyorlardı bu insanlar. Aklı bir türlü almıyordu. Benim geçerli bir nedenim vardı. Ailemin başka çaresi yoktu. Peki ya bu çocukların ailesi neden yetim bırakmıştı bu zavallıcıkları… Acaba bu çocuklarında mı, amansız hastalıkları vardı da aileleri onları bu yere istemeyerek mi mahkûm etmişlerdi. Eminim ki onlar da istememiştir böyle olmasını çünkü onlar masumlar ve dünyanın en zararsız insanları, yetimlerdir. Diye düşünürken, günün geri kalanını yatağında geçirdikten sonra ayağa kalkıp, cama doğru yaklaştı. Gündüzün, yerini geceye bırakmasını izledi ve bu gecenin yarınına, sağ çıkamayacağını hatırladı. Hasta bakıcının odasına girmesiyle arkasını dönüp ona baktı ve bakıcının ne dediğini anlamaya çalışıyordu, kadın kapının önünde; - Yavrum bir isteğin var mı benden? Dedi. Umutsuzca, çocuğun cevap vermeyeceğini bilmesine rağmen yine de sormuştu. Kadının şefkat dolu yüzüne bakan Fırat, kulağa kısık bir ses gibi gelen ince bir tonla şunu söyleyebildi. -Acaba bana bir kâğıt, bir kalem, bir de zarf verebilir misiniz? Dedi. Çocuğun ilk defa konuşmasıyla şaşıran kadın bu isteğe anlam verememiş bir şekilde cevap vererek; -Tabi hemen getiririm. Az biraz bekle olur mu? Diyerek, odadan çıktı. Az sonra geri döndüğünde elindeki malzemeleri Fırat’a doğru uzattı ve -Başka bir isteğin var mı yavrum? Diye sordu. Fırat, yine eski sessizliğine gömülerek kafasını, hayır anlamında sağa sola salladı. Aldığı cevap ile umutsuzluğa düşen kadın geriye döndü ve kapıdan dışarı çıktı. Yine güvenlik amacıyla her zaman ki gibi alışkanlık edindiği şekilde kapıyı kilitledi ve oradan uzaklaştı. Fırat, artık yalnız kalmıştı. Ve biliyordu ki sabaha, annesinin onu uyandırdığı o huzur dolu kucaklamalarla eskisi gibi uyanamayacaktı. Onsuz geçen bugünü bile şans eseri bir mucizeyle geçirebilmişti. Dün geceden beri olduğu yerde duran, o buğulu pencerenin önündeki sandalyeye oturdu. Ay’ ın, parlak yüzüyle aydınlattığı masasında son satırlarını yazmaya başladı. Elleri titriyordu. O gece, sinsi bir soğukluk vardı. Bu sinsilik geceden süzülüp odaya sızıyordu. Yavaş yavaş bedeninin zayıfladığını hissediyordu. Gece yarısına bir kaç saat kaldığını solundaki duvara asılı, kırık camlı saatten fark etmişti. Mektubu kırık bir el yazsıyla zar zor 1. sınıfından kalma bilgilerle hatırladığı kelimelerle bitirmeye çalışıyordu. Son satırlarını yazarken bu mektubun ailesine sağlam bir şekilde ulaşmasını içtenlikle yüreğinden dilemekten başka bir şey gelmiyordu elinden, mektubu bitirdiği anda kalemini, kâğıdın yanına bırakıp kafasını kaldırdı ve son bakışları olduğunu bilerek ayı gözleriyle süzmeye başladı. O an da gözlerinden tutamadığı gözyaşları mektubun üzerine damladı. Titreyen elleriyle kâğıdı kaldırıp katladı ve mektubu zarfa koydu zarfın üzerine müdüre hanım lütfen bu mektubu aileme verin adres zarfın arkasında yazılı sizden son isteğimdir diye yazıp zarfın ağzını kapattıktan sonra masanın üstüne koydu. Yorgun bedeni ağırlaşmaya başlamıştı. Ve ilk defa uykusu geliyordu uzun yıllar sonra ilk defa uyuyacaktı Fırat ama bu uykudan kalkamayacağını çok iyi biliyordu. Ayın yıpranmış yorgun yüzüne son kez baktı ve kara bulutların etrafını sarışının bu sefer boğmak için değil öldürmek için geldiklerini anlamıştı gece hiç bu kadar acımasız değildi diye düşündü. Ve gökyüzü Fırat için son kez ağlamaya başlamıştı. Kafasını masanın üzerine koydu çok uykusu geliyordu sonsuzluğa gözlerini ilk defa uyuyarak yumdu. Bu derin uykudan bir daha uyanamayacaktı. Gökyüzü o gece sabaha kadar ağladı. Ayın parlak ışığı artık eskisi gibi Fırat'ın varlığıyla olduğu gibi aydınlatmayacaktı geceyi ve gece sessizce Fırat'ı alıp götürdüğü gibi buğulu günışıklarının işkencelerine dayanamayıp yavaş yavaş ölüyordu. Güneş her zamanki gibi ışıltısıyla doğmamıştı aslında o gün güneş utandı çıkamadı gökyüzüne hep kara bulutların ardına saklandı. Zenginlik zenginliğinden fakirlik fakirliğinden insanlıksa varlığından utandı. Koridorda çocukları uyandırmak için tek tek kilitli kapılarını açarak ilerleyen hasta bakıcı kadın Fırat'ın odasının önüne geldiğinde içi de oluşan huzursuzlukla kapıyı açtı. İçeri girdiğinde havada ki acıyı, korkuyu ve ölümü hissedebiliyordu. Masanın başında Fırat'ı görünce uyuduğunu zannedip masaya yaklaştı. Attığı her adım biraz sonra koridorlarda yankılanacak acı çığlıklara doğru yaklaştırıyordu onu. Fırat'ın cansız bedenine dokunarak; -Yavrum hadi kalk sabah oldu. Neden burada masanın başında yattın ki canım evladım dedi. Fırat'ın bedeninden ses çıkmayınca irkilen kadın daha fazla dürttüğünde Fırat'ın ölmüş olduğunu anlamasıyla acı dolu gözyaşlarıyla çığlık atarak bağırmaya başladı ve masanın üzerinde ki zarfı görünce eline alıp koridorlarda müdüre hanımın odasına doğru hıçkırıklarla koşmaya başladı. Müdüre hanımın odasına geldiğinde kapıdan içeri bir hışımla girerek; -Müdüre hanım 2 gün önce gelen yetim çocuk odasında masanın başında ölmüş. Bu zarfı da size bırakmış. Büyük bir şok geçirerek şaşıran kadın aceleyle mektubu aldı ve üzerindeki yazıyı seslice okuyarak; Müdüre hanım lütfen bu mektubu aileme verin adres zarfın arkasında yazılı sizden son isteğimdir. Mektubu okuduktan sonra gözyaşlarını tutamayan kadın olduğu gibi koltuğuna çökerek sessizce ağlamaya başladı. Yetim çocuğun son isteğini yerine getirmek için zarfın üzerinde yazılı olan adrese gitmek üzere yola çıktı. Arabasıyla bir sokağa girdiğinde arabadan inip etrafa göz gezdirmeye başladı. Geldiği yer tam bir harabeyi andırıyordu. Buralarda bir insanın yaşaması imkânsızdı. Ama adrese baktığında gösterilen evin numarası tam karşısındaydı. Kapının önüne geldiğinde eski tahta kapıya vurarak beklemeye başladı. Kapıyı açan zarifeydi. Karşısındaki şık giyinimli bayanı görünce şaşırarak; Buyurun hanımım kime bakmıştınız dedi. Müdüre hanım dolan gözleriyle ağlamamak için kendini zorla tutup; İzninizle içeri gelebilir miyim? Zarife'nin şaşkınlığı devam edercesine; Tabi buyurun gelin ama içerisi biraz dağınıktır kusurumuza bakmayın. İçeri giren müdüre hanım içi dışından da harap olan evi görünce ağlamaya başladı. Kadir ve 3 çocuğu oturdukları yerden şaşkınlıkla kalkarak eve gelen bu yabancı misafire baktılar. Kadir bu olaya anlam vermek istercesine kadına bakıp; Hanım efendi ne oldu neden ağlıyorsunuz? Müdüre hanım gözyaşlarıyla kafasını eğerek elinde olan mektubu Kadir'e uzattı. Büyük şaşkınlıkla bütün olanlara anlam vermeye çalışan Zarife ve Kadir kadının elinde ki mektubu eline alan Kadir ile daha da karmaşıklaşıyordu. Zarfı ağır hareketlerle açan Kadir mahkûm olduğu yıllar da öğrendiği yarım okuma – yazmayla mektubu eline alıp okumaya başladı. Canım annecim, babacım ve kardeşlerim Bu mektubu okuyorsunuz ya işte ben sizi cennetten izliyorum. Sakın ağlamayın ne olur. Anne sen hiç ağlama olur mu ben senin ağlamana kıyamam, dayanamam. Sizden sakladığım başka rahatsızlıklarım vardı ne olur size söylemediğim için kızmayın bana. Evet, anne kalbim delik ve nefes almakta zorlanarak yaşadım hayatım boyunca ama senin fark edemediğin bir şey vardı. Kalbimdeki o boşluğu sen ve senin kokun dolduruyordu be annem. Hani bazen sol yanım sıkışırdı da yanıma gelirdin ya işte sen bana sarılınca senin o gül kokunu içime çekince kalbimin ağrısı dinerdi be anne. Sana demiştim anne senden uzakta kalırsam dayanamam ben bunca zaman senin kokunla hayatta kaldım anne. Ama sana kızmıyorum anne bu hayatın bize oynadığı bir oyundu işte. Ama sanırım oyun bitti anne. Bu arada sana bir şey söylemem gerek anne hani sen her sabah uyanınca ayakların ıslak uyanırdın ya işte onlar benim gözyaşlarımdı anne. Kusura bakma annecim istemezdim böyle olsun, uyuyamıyordum işte bu da hastalığımın bir parçasıydı sanırım. Ama senin o gül kokulu, cennet kokulu ayaklarını öpmek benim yaşama umudumdu. İşte ben bunca zaman böyle yaşadım anne. Özür dilerim seni bıraktığım için, tek korkum senden uzak kalmamdı. Fakat farkındaydım biliyordum her şeyi babamın iş bulamayışını, kardeşlerimin açlıktan ölmesinden korktuğunuzu, ama ben karnım tokta yaşayabilirdim anne yeter ki sadece sen yanımda ol istedim. Son gece o kadar çok ağladım ki başucunda ayaklarını öptüm, kokladım ve biliyordum bu yapacağım son şey olacaktı. Onun için çok öptüm anne ayaklarının üstüne çok gözyaşı döktüm. Affet beni anne ne olur beni affet senden ayrı kaldığım ilk gece bedenim, ruhum yokluğuna zor dayandı. Ben dayanmayı çok istedim anne sizin ve senin için ama daha fazla yapamadım işte dayanamadım yokluğuna ve şu an seni izliyorum anne seni hep bekleyeceğim. Canım annem senden uzakta senin için atan kalbimi yüreğinin derinliklerinde hissedebiliyor musun ben çok hissediyorum anne. Bu öyle bir his ki ruhumun, bedenimden ayrılmasından daha acı verici... Her an kalbimin durma korkusuyla yaşamak, seni içimde öldürmek o kadar korkutucu ki; yaşamayı göze alabilmek, gecenin ıssız karanlıklarında kaybolmak gibi... Yüreğimde, atan senin tek aydınlığım olması gibi ve tüm bu zorluklara, tüm acıya rağmen ruhumun sana ait olduğunu bilmem gibi. Ben bu dünyaya beni yaşamak için değil anne içimdeki seni yaşatmak için geldim. Gözümde zerre kadar değeri olmayan ölümün bile sadece seni yaşatması kadar hayat verici bir şey ben gözümü senle açtım bu dünyaya anne senle kapatmak isterim en acıyı senden uzakta yaşadım mutluluğu senle tatmak isterim ben zorluğu senden uzakta öğrendim anne kolaylığı senle yaşamak isterim. ANNE BEN SENLE DOĞDUM SENLE ÖLMEK İSTERİM. Ama olmadı anne benim için yas tut yas tut ki insanlık utansın, zenginlik utansın. Ben fakirdim anne ama herkesin sahip olduğundan daha fazlasıyla bir şeye sahiptim. Sana annem senin gül kokuna sahiptim. Sana kızmıyorum anne kokunu benden aldığın için mecburdun biliyordum. Seni çok seviyorum anne hakkını helal et senin o mis kokundan, cennet nurunun sinmiş ayaklarından öperim ben ölüyorum anne. Mektubun bitmesiyle çaresizliğin yaslandığı duvarlar acı ve feryat dolu gözyaşları ile yakarışların sarılmasıyla gecekondunun içerisinde sonsuza kadar hapsoldu FIRAT OTURMAK.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Fırat oturmak, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |