Düşgücü güzelliği, adaleti, mutluluğu yaratır. -Pascal |
|
||||||||||
|
Okuduğum bu kitap bir roman. Mutsuz, aksi, bencil bir adamın etrafında dönen bir konusu var. Beni etkiledi ve aklıma bazı sorular getirdi: Nasıl mutlu olabilirim? Bundan da önemlisi gerçekten mutlu olmak istiyor muyum? İstiyorsam, mutluluğa ulaşmanın bir yolu var mıdır? Varsa mutluluğa, saadete giden yolu ben mi arayıp bulacağım, yoksa biri mi bana gösterecek? Mutsuzluk, mutlu olmanın tam tersi midir? Mutluluk yoksa, mutsuzluk mu vardır? Yani, bir insan mutlu değilse mutlaka mutsuz mudur? Oysa ben, çoğunlukla kendimi ne mutlu ne de mutsuz hissediyorum. Mutlu olmak için bir çabam yok. Mutsuz olmak için de yok. Her şey kendiliğinden, hayatın akışı içinde gerçekleşiyor. Başkalarının mutlu ya da mutsuz oluşu beni ilgilendirmiyor. Benim mutlu ya da mutsuz oluşum da başkalarını ilgilendirmemeli. Ama bakıyorum da insanların çoğu başkalarının mutluluğunu kıskanıyor ve bu saadetlerine gölge düşürmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Belki de böylece kendi mutsuzluklarını da kamufle etmiş oluyorlar. Mutlu ya da mutsuz olduğu için bir insan suçlanamaz. Suçluyorlar. O kişinin haksız, kötü bir yolla mutlu olduğu peşin hükmüne vardıkları için suçluyorlar. Ama asıl suçlama nedenleri o mutlu insandan korkmaları olmasın?. Neden korksunlar ki? Çünkü, mutlu insan güçlü insandır. İşte bu gücün kendilerine zarar vereceğinden korktukları için suçluyorlar. Mutsuz insanı suçlarken de beceriksizlik, nankörlük gibi olumsuzluklardan hareket ediyorlar. Mutlu olma sanatı üzerine ciltler dolusu kitaplar yazılmış. Bu kitapları yazanlar arasında Bertrand Russell, Alain gibi büyük yazarlar da var. Yazarlar, insanlara mutluluk üzerine hazır reçeteler sunmuşlar. Bu yöntem doğru mudur, kişileri gerçekten mutluluğa götürebilir mi? Hepsinden önemlisi okuyucu bu reçeteleri uygulamayı becerebilir mi? Mesela Alain, “mutluluğun olaylara ve insanlara karşı verilen bir savaş olduğu” iddiasında. Bir de hayatı doldurmanın onu kaybetme korkusunu yok edeceğini ve böylece geçmiş ve gelecek kaygısı yaşamayacağımızı söylüyor. Bertrand Russell da “mutlu yaşamın büyük ölçüde iyi ve dürüst yaşam demek olduğunu; duygusal yorgunluğun, çekememezliğin, mükemmeliyetçiliğin mutsuzluğa yol açacağı” düşüncesinde. Büyük yaşamak, iyi yaşamak, güzel yaşamak, mutlu yaşamak nasıl bir şey? Daha doğrusu gerçekte böyle yaşama şekilleri var mı? Varsa neye ve kime göre? Hayatta sevinç de var, dert de. Sevinçlerini dertlerinin önüne geçiren mutlu olur, geçiremeyen ömrünün sonuna kadar dertlenip durur. Umutsuz ve mutsuz olmak bazı insanların hoşuna gidiyor. Emin değilim ama, bu insanlardan biri de ben olabilirim. O nedenle kendimi mutsuz hissettiğimde, kendime şu telkini veriyorum: “Umutlu ve mutlu olmayı çok iste, belki de bunun sonunda da gene çok hoşlandığın umutsuzluk ve mutsuzlukla karşılaşırsın. “ Keşke”lerimizle mutluluğumuz arasında bir negatif korelasyon olduğunu fark ettim. Yani bunlardan biri artarken diğeri azalır, biri azalırken diğeri artar. Mutluluk para gibi biriktirilemeyeceğinden para gibi harcanamaz da. Kimse bana mutluluktan bir şato kurmaz, kuramaz; iyisi mi ben kendime mutluluktan bir kulübe kurmayı deneyeyim. Çünkü kendi mutluluğumun işçisi de, ustası da, mimarı da benim. İçimdeki yaşam gücünü harekete geçirebilirsem sorunlarımın çoğunun çözüldüğünü, eskisine göre daha güçlü ve daha mutlu olacağımı biliyorum; ama bunu nasıl başaracağım? Zihnimi kötü düşüncelerden, kalbimi kinden, gözlerimi çirkinliklerden, ağzımı yalanlardan arındırsam mutlu da olabilirim. Mutluluğumun, başarılarımın önündeki en büyük engel benim! Bu engeli kaldırabilmek için kendimi yenmeliyim, aşmalıyım. Toprağa ne ekersen onun hasadı yapılır; hayat da öyledir. Hayatıma bolca sevgi, barış, dostluk, mutluluk, güzellik eksem! İnsanlara bakıyorum, bazıları mutluluk denizinde boğuluyorlar ama kimse bu boğulmadan şikâyetçi değil. Aynı durumda ben olsaydım, şikayet eder miydim? Bu sorunun maalesef cevabını veremiyorum. Mutluluk hakkında lafım çok ancak uygulaması/yaşantısı yok. Soyut bir kavram olmaktan öte bir şey değil benim için. Bu yazdıklarımın benzeri onlarca sayfayı yırtıp çöpe attım. Bunu da yırtacaktım, son anda vaz geçtim. Neden mi yırttım? Çünkü fasit bir dairenin içine hapsolmuştum, hep aynı yerde dönüp duruyordum. Bir adım bile ilerleme kaydedemiyordum. Bir şeyler yazdıktan sonra, tamam şimdi oldu diyordum, yazılanları okuduktan sonra ise başladığım yerde olduğumu görüyordum. Sıkıldım. Bir hücreye kapatılmış gibiyim. Vakit gece yarısını geçti. Dışarı çıkıp sabaha kadar dolaşmak istiyorum. ● ● ● (Devam edecek...)
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Ömer Faruk Hüsmüllü, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |