Cumhuriyet fikir serbestliği taraftarıdır. Samimi ve meşru olmak şartıyla her fikre saygı duyarız. -Atatürk |
|
||||||||||
|
Kapı açıldı, gene doktor ya da hemşire gelmiştir. Değilmiş. Gelen kişi, yaşlı bir kadına benziyor, yanıma yaklaşmasını bekliyorum. Çok yavaş hareket ediyor. Bu odaya girdiğine pişman olmuş gibi. Geriye dönüp gidip gitmeme konusunda kararsızlık yaşadığı anlaşılıyor. Her an ani bir dönüş yapıp kaçabilir. Belki de odaları karıştırmış bir ziyaretçidir. Neyse çok yaklaştı, ben bu kadını tanımıyorum. Zaten yıllardır görüştüğüm ne bir kadın arkadaşım ne de akrabam var. Başını öne doğru eğince yeşil iri gözlerini tam olarak algıladım ve anladım ki bu: O. -Geçmiş olsun, dedi. Teşekkür ettim. -Gelmeseydim daha mı iyi olurdu? Bana kızdın mı? Çok tedirginim ve senden bu cüretkârlığım için özür diliyorum. -Kızmadım, aksine çok memnun oldum. Bak şu elimdeki defteri miras olarak sana bırakıyorum. Benim senden başka akrabam filan yok. Ben de sana nasıl ulaşsam da bu defteri ben bu dünyadan ayrılınca almanı söylesem diye düşünüyordum. O nedenle gelmen çok iyi oldu. Tabii senin bu defteri isteyip istemeyeceğini bilmiyorum, kendi kendime böyle bir plan yapmıştım. Defter senden başka hiç kimsenin işine yaramaz ve hiç kimseye herhangi bir şey hissettirmez. Sen almak istemezsen tamamladıktan sonra yırtıp çöpe atacağım. Neden şimdi değil de tamamladıktan sonra diye sorarsan, bu hikâyeyi sonlandırmadan bırakamam, gerekirse bu uğurda ölüme bile direnirim. -Kabul etmemek mi? Şaka mı yapıyorsun? Beni dünyanın en mutlu insanı yapacak olan bir hediye bırakıyorsun. Ben buna miras diyemiyorum. Çok sevindim, çok... Deyip sandalyeye oturdu. -Son sözlerimi yazmak istiyorum, o yüzden seninle fazla ilgilenemeyeceğim. Lütfen kusura bakma. -Seni meşgul etmeyeceğim, konuşmayacağım da; ama şurada başucunda ilk ve son olarak oturmak istiyorum. Lütfen izin ver. -Tamam, oturabilirsin. Sahi, şimdi aklıma geldi: İlk gönderdiğin notlarda “Dilersen birlikte uçalım ve bu uçuş hiç bitmesin.” ifadesini birkaç kere tekrarlamıştın. Bunun anlamını öğrenmek istiyorum. -Mektupta da belirtmiştim, beni reddettiğin o gün seni öldürmek istemiştim, sonra vaz geçmiş, hatta bu reddedişini takdir etmiştim. Bundan yıllar sonra da birlikte ölmek fikri aklıma geldi. Birlikte nasıl ölebilirdik? Tek bir yol vardı: İntihar etmemiz, yani birlikte uçmamız... Ama sonra bu fikrimi de çok saçma buldum. Yaşamak ve yaşatmak varken ölmek niye, diye düşündüm. Böyle düşünmemin ödülünü de şimdi aldım. Tam o sırada kapı açıldı, otel resepsiyon görevlisi bana bakmaya gelmişti. Önce bayana sonra bana selam verdi. Bir dakika bile durmadan gülümseyerek odadan çıktı. Yapayalnız olmadığımı anlamak onu memnun etmiş ve sevindirmişti. Kapı tekrar açıldı, gelen hemşireydi. Bayanı burada görünce uyaracağını ya da kızacağını zannettim. Aksine. Ona yaklaştı boynuna sarıldı, öpüştüler. Bu davranış birbirini tanımayan insanlara özgü değildi. Bana gönderdiği mektupta yazdıklarını hatırladım: Bir hastane meleği... Ve bu hemşirenin yüzü de bana tanıdık gelmişti. Evet bu hastane meleği onun kızıydı... Çok yavaş yazıyorum. Bir sayfalık şu yazım belki de birkaç saat sürmüştür. Sağ elim yazıyor, sol elim boşta. O da fazla boşta kalmadı. Bayan izin istemeden bu elimi tuttu, çekmedim. Az sonra, -Elini tutabilir miyim? Diye sordu. -Tabii tutabilirsin. Tut ve ben son yolculuğa çıkıncaya kadar da bırakma! Bu “son” sözümden sonra, elime bir damla gözyaşının düştüğünü hissettim. Telaşa kapıldı, ağladığını belli etmek istemiyordu. Ben sanki hiçbir şeyin farkında değilmişim gibi hiç tepki vermedim. Bu, panik halini çabuk atlatmasını sağladı. Mendille elimi yavaşça sildikten sonra elimi öyle bir sıktı ki, adeta etten kemikten bir kelepçe taktı. Kurtulmak ne mümkün bu kelepçeden! Bu elimi tutma süresi ne kadar sürdü? İşte benim asla bilemeyeceğim bir soru. Öyle bir an geldi ki, tek bir kelime bile yazacak gücüm kalmadı. Kalem elimden düştü, gözlerimi tavana diktim, orada daha önce hiç görmediğim garip bir-iki cisim uçuşuyordu. Bunlar önce birbirinden uzaklaşıyor, sonra son hızla birbiriyle çarpışıyordu. İşte bu çarpışma anında başım zonkluyor ve büyük bir acı hissediyordum. Çırpınmaya başladığımı fark edince “Tamam, son noktayı koymalıyım.” diye düşündüm. Biraz sonra birkaç eli üzerimde hissettim, ağzıma önce hap gibi bir şeyler sonra da su verdiler. Belki iğne de yapmışlardır. Bunlar bana iyi geldi, yavaş yavaş etrafımı eskisi gibi algılamaya başladım. Tahminime göre benim kötüleştiğimi gören bayan, doktorun ve hemşirenin gelmesini sağlamış ve onlar da müdahalede bulunmuşlardı. Doktorun ve hemşirenin yüzlerine baktığımda eskisinden çok farklı olduklarını gördüm. Doktorun kaşları çatılı, yüzü gergindi. Hemşirenin doğal olarak hep gülümseyen yüzüne, yapmacık bir gülümseme maskesi yerleşmişti. İlaç iyi geldi. Kendimi iyi hissetmeye başladım, hatta öyle ki saatlerce hatta günlerce yazabilirim zannettim ve kalemi defteri elime aldım. Doktor ve hemşire odadan çıkınca yazmaya devam ettim. Biliyorum, ben son nefesimi verdikten hemen sonra bu başımda bekleyen bayan, önce defteri alacak ve sonuna kadar bir solukta okuyup bitirecek. Bunu yapmasının asıl nedeni benim herhangi bir vasiyetim olup olmadığını öğrenmektir. Aslında bunları ona sözlü olarak da anlatabilirdim, ancak burada çok dramatik sahnelerin yaşanmasını istemiyorum: Nereye gömülmek istediğimi merak ediyordur en başta. Fark etmez. Dünyanın hatta mümkünse uzayın herhangi bir yerine... Dini tören ve mezar taşı istemiyorum. Bir başka isteğim de; elimde olmayan nedenlerden dolayı onun üzülmesine neden oldum, lütfen beni bağışlasın... Kendime verdiğim son telkinler: Sen halkanın bir parçasısın. İlk mi son mu ya da herhangi bir parçası mı önemli değil. Parçaların hangisi olursa olsun halkadaki önemi aynıdır. Bütünü tamamladın, işlevini gerçekleştirdin. Sonsuza kadar o halkada kalamazsın, ayrılma vaktin geldiğinde isyan etmeden, suçlamadan çek git. Sen gittikten sonra, senin yerine başka bir parça gelecek ve o da halkadaki işlevini sürdürecek. Vapur yolcularını almış, sefere çıkmak üzere; son bir kez daha uyarıyor binmeyi unutan yolcularını, düdüğünü çalarak. Başka gelen giden olmayınca da hareket ediyor. Etrafındaki beyaz su kabarcıkları sevdiklerine veda edemeden yola koyulanların gözyaşları olabilir mi? Vapur ağır ağır açıldı iskeleden, ama uzun uzun birkaç kere daha öttürüyor düdüğünü. Başka türlü nasıl “hoçça kal” diyebilirdi ki? Odanın içine karanlık çöküyor ağır ağır. Işıklar mı söndü. Tavana bakıyorum, ışıklar yanıyor; ama soluk soluk... Burada her şey karanlığa teslim oldu olacak! Hem ışık var hem de karanlık! Nasıl iş bu? Neyse boşver. Zifiri karanlık her şeyi kuşatmadan son noktayı da koyayım: Yıllarca ne olduğumu, kim olduğumu anlamaya çalıştım, hatta aradım. İşte şimdi ne olduğumu, kim olduğumu buldum. Ben ne miyim, ben kim miyim? Söyleyeyim: Dönemeyen bir dönme dolap... BİTTİ
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Ömer Faruk Hüsmüllü, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |