İnsanlar yalnızca yaşamın amacının mutluluk olmadığını düşünmeye başlayınca, mutluluğa ulaşabilir. -George Orwell |
|
||||||||||
|
Karıştırdı karıştırdı; tamam, dedi doktorlu bir kanal daha. Üstelik kalpçi. Dinledikçe de kendini yokladı. Kalp atışlarındaki düzene baktı. Tamam, dedi. Herkesin, daha doğrusu sağlıklı olanların kalbi düzenli olarak “Tık tık tık” atarken, bununki bir hoştu. Ya iki uzun bir kısa atacak ya da dönüverip bir kısa iki uzun atacak: Tııık tııık tık, tık tııık tııık. Dayanılır gibi değildi. Onun kalbi de herkes gibi düzenli atsa ne olurdu sanki? Elini sol göğsünün üstüne koydu. Bir ağrı sızı olmasın, diye uzun süre sessiz sessiz kalbini dinledi. Belli belirsizdi ama, bir şeyler vardı şimdi. Yaşlı başlı kadın, hastayım, diye kendini aldatacak değildi ya. Kalkıp televizyonu kapattı. Ayakkabılarını giyip kapıyı bir güzel kilitledi. İnşallah kalp doktorunda sıra çok değildir, diye dualar ede ede hastanenin yolunu tuttu. … Şansı da yaver gitmişti o gün, üç çeyrek demeden doktorun karşısındaydı. Ne denli ağır bir kalp hastası olduğunu, ihtimal bu rahatsızlığın kendisini alıp götüreceğini ballandıra ballandıra anlattı. Doktor da titiz biriydi hani. Bütün yakınmalarını önemsedi. Tahliller yaptırdı, inceledi etti. Umutlu bir şekilde yeniden çağırdı. Yüzü gülüyordu. Güzel haber ya, hemen muştuladı: -Teyzeciğim gözün aydın! Hiçbir şeyin yok, turp gibisin. Kadın bu sözleri duyunca bir durakladı. Hatta durakladı demeyelim, sanki yıkıldı. Ne demekti o “Hiçbir şeyin yok.” O ritim bozuklukları boşuna mıydı? Ya göğsündeki dayanılmaz ağrılar. Belki de iflas etmişti kalpcağızı. Daha kötüsü nakil için sıraya girmesi gerekiyor olamaz mıydı? Doktorun hiç beklenmedik iyilik haberi karşısında öylece kalakalan yaşlı kadın, bir yandan da düşünüyordu: “Tamam tamam, bu çocuk benim hastalığımı bilemedi. Zaten girerken şüphelenmiştim. Bunca ağır kalp hastalığını bu genç oğlan mı bilecek, diye. Üstelik kendini de iyi yetiştirmemiş. Tembel öğrencilik kurbanı canım! Komşu Fatma hanımın torunu anlattıydı: Kimileri profesörün anlattıklarına hiç kulak asmaz, arka sıralara postu serer uyurmuş. Kimileri de topluca en arkaya doluşur, nasıl bir oyunsa Amiral Battı oynarlarmış. Bu oğlan da ya uykucu, ya Amiral Battıcı. Üçüncü bir olasılık tanımıyorum.” Bir süre sonra doktorun sesini yükseltmesiyle kendine geldi: -Teyzee! Sen beni dinlemiyor musun? Doktorun yüzüne dikkatlice baktı: -Dinlesem ne olacak evladım. İki ilaç yazıp göndereceksin, öyle değil mi? Hem, doktorun iyisi çok ilaç yazmaz mıydı? Peki bu bilgisiz çocuğun “İlaçlık bir şeyin yok!” demesi de ne anlama geliyordu öyle. Kadın iyice çileden çıkmıştı. Yüzünü astı, o sinirle çıktı gitti. … Ama hiç de pes edecek gibi görünmüyordu. Eve varır varmaz televizyonu açtı. Kaldığı yerden kanalları gezmeye başladı. Bir kanalda durdu. “Hah tamam!” dedi. Rastlantı bu ya, burada da onun bir başka rahatsızlığı anlatılıyordu. Üstelik yaşlı başlı, görmüş geçirmiş bir doktor, kanserin ne denli yaygın olduğunu anlatıyordu. Sabahına, soluğu hastanede aldı. Yana yakıla kanser olduğunu, hastalığın bütün organlarına sıçradığını anlattı. Aslında bu doktor da çok ilgiliydi ve durum ciddiydi. Meslektaşlarını da çağırdı, topluca bir muayeneden geçirdiler. Sonuç harikaydı, hiçbir organında en ufak bir ur belirtisine rastlanmamış, her türlü tahlili tertemiz çıkmıştı. Kadın muştuyu alınca küplere bindi. Tam çıkarken, doktorun birlikte muayene etmek için çağırdığı meslektaşları için “O gelenler de arka tarafta Amiral Battı oynadıklarınız mıydı?” dedi. Doktor hiçbir şey anlamadı. Neyse, bu hastanenin doktorları da toptan bilgisizdi. … Televizyonda sürekli hastalıklar anlatılıyordu. Birkaçını daha denedi, son doktor da “Teyze benden sağlıklısın, koşuşturup durma, evine git televizyon seyret!” deyince umutları tükendi. Seyretmesine seyredecekti de, anlattıkları hastalıkların hiçbiri çıkmıyordu ki. O günkü tahlillerinden de umduğunu bulamayınca, hastaneden çıkıp evinin yolunu tuttu; bir yandan da kendi kendine söyleniyordu: “Dört değil on dört çocuk doğursan boşuna, hasta usta olmadan kapını çalmayacaklaaar!”
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mehmet Önder, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |