Sevmek bir başkasının yaşamını yaşamaktır. -Balzac |
|
||||||||||
|
Yine küçük çaplı bir varoluşsal yıkıma uğrarken hemen yanımda küçük çaplı bir kargaşa hissettim. Cama yapışmış çıkmaya çalışan bir yaban arısıydı. Bilinçsizce çırpınıyordu. O da bu ortamdan bunalmış olmalıydı ki en öndeki diğerlerine göre nispeten kısa bacaklarıyla kafasını kurcalayıp duruyordu. Sıkıntıdan cebimdeki kalemi çıkardım. Küçük dostumu yavaş yavaş dürtüklemeye başladım. Oksijenin azlığı onun da kafasına vurmuş olmalı ki benimle baş edemiyordu. Birkaç küçük oynaştan sonra onu kalemimin ucunda tutmayı başardım. Şöyle bir salladım. Yok daha o kadar ölmemişti. Sıkıldım. Hiç eğlenceli değildi. Son bir hamle yaptım ki ayarı biraz fazla kaçırmış olacağım küçük dostum tam da az önce dikizlediğim bacakların üzerine kondu. Konmasıyla yaygaranın kopması bir oldu. Kız elektrik çarpmış gibi olduğu koltukta havalandı ve boğuluyormuş gibi çırpınmaya başladı. Uçarken de çenesi düşük arkadaşına dirseği geçirmiş olacak ki arkadaşı da burnunu tutmaya başladı. Orta kısımda büyük bir kaos yaşanıyordu. Her şey çok hızlı olmuştu. İnsanlar olaydan habersiz ne olduğunu anlamaya çalışırken kızlar salya sümük ağlıyor, ellerini yelpaze yapıp akmış suratlarını serinletmeye çalışıyorlardı. İlk başlarda olayın gelişimini şaşkın bir şekilde izlerken sonradan suratıma ister istemez adi bir şırıtış yerleşti. Baştan sona sıkıntıyla geçen haftama böyle bir olay ilaç gibi gelmişti. Ayrıca tüm bu kaosun biricik mimarı olduğum düşüncesi beni şeytanı bile kıskandıracak derecede bir kibre boğmuştu. Tam o anda teklif gelse küresel bir devrime bile öncülük edebilirdim. Anın tadını çıkararak kulaklıklarımı çıkarmış dünyayı özgürleştirme hayallerime dalarken minicik yüreğimi hoplatacak bir ses duydum: "O yaptı." Az önceki susmayan kızdı. Bir yandan burnuna bir peçete tomarı bastırırken öbür yandan o uğursuz parmağını tam da bana doğru çevirmişti. Daha ne olduğunu anlayamadan üstüme belli belirsiz gölgeler düşmeye başladı. Etrafım sarılmıştı. Tüm bu centilmenlere ne diyeceğim hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu. Daha az önce tüm dünyada devrim ateşini yakacak olan ben şimdi kendine bile inanmayan bir kafirdim. Dilim beni yarı yolda bırakmış damağıma varmıştı. Tüm kaslarım grev çağrısı yapıyordu. Böbreklerimden yola çıkan adrenalin tüm bedenime yayılmıştı. Burnumun akıbetinin çenesi düşük kız gibi olması yakındı. Hemen bir şeyler düşünmezsem adım son dakika haberlerinde altyazı olarak geçecekti. Gözümde canlanması hiç de zor olmadı. "Üniversite öğrencisi gündüz vakti otobüste bilinmeyen bir sebepten dolayı linç edildi." İnsanlar ekran başında umutlarımdan, ideallerimden ve çok erken gittiğimden bahsedecekti. Bense o sırada tek kişilik bir kayıkta cehenneme doğru kürek çekiyor olacaktım. Hiçbir çıkış göremiyordum. Çaresiz bir halde tanrıya yalvarmaya başladım. Firavunvari bir çaresizlikti ancak elimden başka ne gelirdi ki. Kapana kısılmıştım. Sonra birden kafamda küçük bir umut ışığı belirdi. Allah dualarımı duymuş olabilirdi. Bir hışımla çantamın hiç kullanmadığım ön fermuarını açtım ve kullanması daha nasip olmayan dalış bıçağımı çıkardım. "Hieyyt" diyerek ileri doğru savurdum. Gerçi uzun süreli suskunluğum sonucu biriken balgamdan dolayı sesim bir öküzün böğürtüsü gibi çıkmıştı ama olsundu. Daha iyiydi. Az önce üzerime yürüyen cümle alem şimdi ateşi ilk defa gören yerliler gibi geriye sıçramıştı. Vahşi ve şaşkın gözlerle bana bakıyorlardı. Tüm bu yamyam sürüsüne bir nebze de olsa Avrupa emperyalizminin korkusunu hissttirmiştim. Boğazımı temizledim: "Geri çekilin yoksa hepinizi ince ince doğrarım. Vallahi billahi ilk de olmazsınız. Şakam yok." Sessizlik tüm otobüsü sarmıştı. Herkes birbirinden bir şey beklermiş gibi şaşkın şakın birbirlerine bakıyorlardı. Ben de daha ne diyeceğimi bilmiyordum. Bu halde yakıt bitene, kayış kopana, lastik patlayana kadar bekleyebilirdik. Grupta bir kıpırtılanma oldu. Ters koltukta oturmaktan tersi dönmüş bir ihtiyar kabilenin lideri edasıyla kalabalığın arasında sıyrılıp öne çıktı. Bir elinde mendil sallarken diğer eliyle de yakın gözlüğünü uzakla değiştiriyordu. Bir anlık boşluktan alev alev parlayan gözlerini gördüm. İçimden soğuk bir ürperti geçti. Gözlüğünü takınca ise az önceki ton ton haline dönüverdi. "Evladım sen misin bu şehrin eşkiyası? Bırak o bıçağı birinin başına bir kaza gelmeden. Otur adam gibi konuşalım." "Bırakmam" dedim. "Bu bıçak benim buradan çıkış biletim. Bu olmasaydı hepiniz beni canlı canlı yiyecektiniz.Rahat bırakın beni." "Kaptan"diye bağırdım. "İlk durakta indir beni." Göz dağı vermek istercesine kalabalığa doğru bıçağımı salladım. Ufak bir dalgalanma oldu. "Uzatma. Kimseye bir şey olacağı yok. Bir yanlış anlaşılma olmuş. Bu kadar kamera var şahit var. Ne yapacağız sana. Benim istediğim bir gerginlik olmasın." Çok tatlı konuşuyordu. Bir su perisi gibi beni suya doğru çekiyordu. Elim titremeye başlamıştı. O da bunu farketmiş olacak ki: "Hadi"dedi. "Müslüman müslümanla kavga etmez.Öpüşüp barışalım kapansın bu konu.Sen de ilk duraktan in git yoluna." "Kaptan" diye bağırdım sesim hafif titremeli. "Bırak beni" Kaptan durmamaya yeminliymişçesine sürüyordu. Beni duyduğundan bile emin değildim. Sonra ihtiyarın keskin sesi yankılandı. "Dur" dedi ve otobüs zınk diye durdu. Orta kapı akabindekileri süpürürcesine açıldı. Bu kadar çabuk insafa gelmesi beni de işkillendirmedi değildi. İnerken tedbiri elden bırakmamalıydım. Bıçağımı salladım. İnsanlar dalgalanırcasına açıldılar. Ne kadar sallasam da bir çemberin ortasındaydım. Hamlelerim sadece ufak bir kısmın titreşmesine sebep oluyordu. Sonunda kapıya yaklaştım. Neredeyse kurtulmuştum. İnerken son bir defa ana avrat dümdüz girmesem içimde kalırdı. Okuyacağım küçük hatim için derin bir nefes almıştım ki: "Baaaas" diye bir haykırış yankılandı. Otobüs ani bir kalkış yaptı ve tepetaklak dışarı düştüm. Toz toprak içinde kendime gelmeye çalışırken o nursuz gölge tekrardan güneşimi kapattı. Ayaklarımdan tutarak beni otabüse kadar sürüklediler. Sonra beni bir patates çuvalıymışçasına içeri attılar. Başım düşmüş yerde sadece bir çift deri potin görüyordum. "Sen" dedim "şeytanı aleyhillanesin." "Doğru bildin evlat. Ben de senin gibi sıradan bir otobüs yolculuğunun bu kadar sıradan geçeceğini tahmin etmemiştim." "Benimle takılmak ister misin?" diye sordu. Ağzımda kalan son posta kanı da ayaklarına tükürdüm. Cinni atalarından girip melek bacılarından çıkan destan gibi bir küfür ettim. Kıkır kıkır güldü. "Doğrusu beni bu kadar şaşırtacağını düşünmemiştim. Cehennemde görüşürüz o zaman." Atın bunu emrini vermesiyle aynı deneyimi daha farklı bir yoldan deneyerek yere yapıştım. Gözlerimi zar zor araladığımda otobüs uçuyordu.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Talha Yaman, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |