"İşimden büyük tat aldığımı söylemeliyim." -John Steinbeck |
|
||||||||||
|
Şair, yazar, tercüman ve öğretmen olan Sabahattin Ali Türk Edebiyatına unutulmaz eserler verdi. “Kuyucaklı Yusuf”, “İçimizdeki Şeytan”, “Kürk Mantolu Madonna” ve unutulmaz şiiri “Dışarda Mevsim Baharmış” bunlardan bazılarıdır. Yazar, Almanya’ya gönderildi. Orada 2 yıl kadar eğitim alıp Almanca öğrenci. Dönüşünde Almanca dersleri vermeye başladı. Aslında öykü alanında birçok eser veren yazar, romanlarıyla kendini gösterdi. Eserlerinde toplumcu düşüncelere yer verdi. Romanlarında toplumsal konularla birlikte aşka yer verdi. Zaman zaman siyasi tartışmalara göndermeler yaptı. Zaman zaman toplumun aksak yönlerini dile getirmeye çalıştı. İstanbul’daki Edebiyat Öğretmeni olan Ali Canip Yöntem’in desteği ile şiirleri bazı dergilerde yayınlanmaya başladı. Fakat yazdığı yazılarda çeşitli propagandalar yapıyor iddiası ve Türk Devlet Yöneticilerini eleştirdiği iddiasıyla tutuklandı. Memurluktan atıldı. Ancak daha sonra Atatürk hakkında yazdığı bir şiirden dolayı yeniden görev aldı. Hayatının son döneminde Nihal Atsız ile siyasi tartışmalar yaşadı. Bu dönemde Aziz Nesin'le beraber çıkardığı “Marko Paşa Dergisi”nde siyasileri eleştirmesi yüzünden çeşitli davalarla uğraşmak zorunda kaldı. Hakkındaki davaların aleyhinde seyrettiği bir dönemde Türkiye'den ayrılmak istedi ve Bulgaristan sınırını geçmek isterken kendisine kaçma girişiminde rehberlik eden Ali Ertekin tarafından milliyetçi gerekçelerle öldürüldü. Biz, bu yazımızda Sabahattin Ali’nin 1940 yılında yayımladığı “İçimizdeki Şeytan” adlı romanı üzerinde duracağız. İçimizdeki Şeytan, Sabahattin Ali'nin biraz toplumu, biraz da insanın kendisini sorguladığı eseridir. İnsan, genelde yanlışa düşer. İçinden bazen farklı yapılması, farklı düşünülmesi gerektiği hissi doğar. Yani içimizden bir ses bizi yönlendirmeye çalışır. Ve o ses bizi kimi zaman yanlışa düşürür. İşte romanda yazar o sese şeytan diyor. Bizi yanlışa götüren, bize kötülükler yaptıran o hissi yazar içimizdeki şeytan olarak adlandırıyor. Ve esere de belki bu nedenle “İçimizdeki Şeytan” adı verilmiş. “Halbuki ne şeytanı azizim, ne şeytanı? Bu bizim gururumuzun, salaklığımızın uydurması... İçimizdeki şeytan pek de kurnazca olmayan bir kaçamak yolu... İçimizde şeytan yok... İçimizde acizlik var... Tembellik var... İradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey: hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var... Hiçbir şey üzerinde düşünmeye, hatta bir parçacık durmaya alışmayan gevşek beyinlerimizle kullanmaya lüzum görmeyerek nihayet zamanla kaybettiğimiz irademizle hayatta dümensiz bir sandal gibi dört tarafa savruluyor ve devrildiğimiz zaman kabahati meçhul kuvvetlerde, insan iradesinin üstündeki tesirlerde arıyoruz. " (Sayfa 250) Romanda sosyal baskının insanlar üzerindeki etkisi anlatılıyor. Tabi ki aşk vazgeçilmez bir özellik olarak karşımıza çıkıyor. Roman kahramanları Macide adında henüz hayata yeni atılmaya başlayan, hayalleri, umutları olan, kendisine bir gelecek kurmak isteyen, bir konservatuvar öğrencisi genç bir kız ile hayata farklı bir göz ile bakan, hayatı pek de ciddiye almayan, günübirlik yaşamayı kendine ilke edinmiş, bir tanıdığı aracılığı ile bir postanede iş bulabilmiş ve fakat bu işini de savsaklayan, canı isterse işe giden, istemediğinde gitmeyen, genelde kahvelerde, meyhanelerde arkadaşlarıyla vakit geçirmeye çalışan Ömer’dir. Bir de bunların yanında idealist, doğru, dürüst ve yardımsever olarak verilen Bedri adında genç bir öğretmen bulunuyor. Olay örgüsü aslında bu üç insan arasında geçiyor. Tabii bunların yanı sıra Ömer’in arkadaşı Nihat, Macide’nin Teyzesi, eniştesi, Profesör Hikmet, Muhasebeci Hafız Efendi, Muharrir, Bedri’nin hasta ablası gibi geri planda olan kahramanlar da yer alıyor. Roman, ilginç bir rastlantı ile başlıyor. İki genç, Kadıköy Vapuru iskelesinde otururken Ömer gördüğü genç bir kıza dikkat kesilir ve o andan itibaren ona karşı bambaşka duygular besler. Nihat’a: “Şu anda ömrümün en ehemmiyetli dakikalarını yaşıyorum. Hislerim beni şimdiye kadar asla aldatmamıştır. Müthiş bir şey oldu veya olacak. Şurada gördüğüm genç kız, bana, daha dünyaya gelmeden, daha dünyanın, daha kainatın teşekkül ettiği sıralarda tanıdığım birisi gibi geldi. Sana nasıl anlatabilirim. “İlk görüşte deli gibi aşık oldum. Yanıyorum, tutuşuyorum.” Gibi laflar mı söyleyeyim. Fakat işin tuhaf yanı bunlardan başka da söyleyecek sözüm yok. Hatta burada seninle nasıl durup çene çaldığıma hayret ediyorum. Bundan sonra ömrümün bir dakikasının bile uzakta geçmesi benim için ölüm demektir. Demin pek göklere çıkardığım ölüme şimdi müthiş bir şey gibi bakmama da hayret etme, ne diye mi hayret etmeyeceksin? Ne bileyim ben? Sana izahat verecek değilim ya. Ne lüzumu var. yalnız ukalalık etmeden bana bir akıl öğret! Ne yapayım? Korkunç bir vaziyet karşısındayım. Onu bir kere gözden kaybedersem ölünceye kadar ömrüm yalnız aramakla geçer. Ve herhalde bu müddet pek kısa olur. Of be saçmalıyorum. Fakat fevkalade doğru söylüyorum. Onu bir daha hiç görmemek ihtimali en feci ve maalesef en akla yakın olanı…” (sayfa 18) diyerek kıza karşı duyduğu hisleri anlatır. Yerinde durmaz ve kızın yanına gider. Kızın yanındaki kadın, Ömer’e seslenir. Kadın, Ömer’in uzaktan bir akrabası çıkar. Kadın Ömer’i eve davet eder. Bu, Ömer için kaçırılmaz bir fırsattır. İlk fırsatta bu davete icabet eder. Kızın, babasının öldüğünü, ama bunu kıza söyleyemediklerini öğrenir. Ömer o günden itibaren Macide ile ilgilenir. Onu okula götürüp getirmeye başlar. Uzun uzun konuşur. Macide’ye amacını söylemek ister. Fakat daha yeni tanıştığı bu kıza aniden aşkını nasıl dile getirecektir? Romanda, yazar kahramanlara ilginç, bir o kadar da özlü diyebileceğimiz sözler söyletir. Hayat karşısındaki düşüncelerini bu kahramanlarına söylettirir: “Nihat: "Ne istediğini bilsen canın sıkılmaz!" dedi. Ömer, yalvarır gibi cevap verdi: "Bana istenecek bir şey söyle, uğruna can verilecek bir şey söyle, hemen dört elle sarılayım..." Nihat güldü: "Gördün mü? Derhal sapıtıyorsun. Hayatta hiçbir şey, uğrunda ölmek için istenmez. Her şey yaşamamız için olmalıdır..” Yazar, konservatuvar öğrencisi olan Macide’yi tanıtırken geri dönüş tekniği ile lise yıllarındaki başından geçen olayı anlatır. Lisede sesinin güzelliği müzik öğretmenlerinin dikkatini çeker. Özel olarak eğitilmeye başlanır. Müzik öğretmeni değişir. Bedri adında yeni, genç bir öğretmen gelir. Derslere o devam eder. Macide ile aralarında kendilerinin de kabul etmek istemedikleri duygusal bir ilişki başlar. Bu ilişki okul müdürünün dikkatini çeker. Ve bazı tedbirler almasına neden olur. Öğretmen müdüre kızar. Onunla tartışır. Ama müdür kendine göre haklıdır. Ve aslında Bedri’yi halkın diline düşmekten kurtarmıştır. Kendisinin düşüncesi öyledir. Tek başına kursları kaldıran müdür, diğer kursiyer öğrencilerle birlikte kurs almalarını ister. Bedri öğretmen de çaresiz buna uyar. Ama Bedri öğretmen ara ara elinde olmadan Macide’ye bakmaktan kendini alamaz. Okul biter. Bedri öğretmen yaz tatili için İstanbul’a gider. Ve geri gelmez. Seneye onun yerine başka biri atanır. Bedri öğretmen burada adeta romandan çıkar. Tabi biz öyle sanıyoruz. Yazar, Bedri Öğretmeni ileriki bölümlerde tekrar karşımıza çıkaracaktır. Hem de Ömer’in samimi bir arkadaşı olarak geri getirecektir. Macide, Ömer ile artık iyice arkadaş olur. Onun konuşmalarından, kibar ve nazik davranmasından etkilenir. Akşamları genelde Ömer alıp eve götürmektedir. Tabi bazen sağa sola gezmeye gittikleri için veya bazı yerlere takıldıkları için kaldığı evde de huzursuzluk çıkar. Bir gün eve çok geç gelir. Teyzesi Macide’ye kızar: “Kızım, bana baksana!” dedi. “Bu vakitte nereden geliyorsun? Vakit gece yarısını geçti.” “Kaç zamandır sesimi çıkarmıyorum. Bir sonu gelecek her halde diyorum. Ama maşallah, bizim uslu, cici kızımız gün günden beter oldu. Sanki evimizde pişen yemekler kendine layık değilmiş gibi dışarlarda karın doyurmalar, gece yarısı kimselere görünmeden gelip sabahleyin kimselere görünmeden sıvışmalar. Komşular gelip gelip seni anlatmaya başladılar. Kimisi Beyoğlu’nda bir delikanlı ile gördüğünü, kimisi yaşlı bir beyle saza gittiğini söylüyor. Ne yalan söyleyeyim, evvela inanasım gelmedi. Soyun sopun malum. Ailemizden elhamdülillah şimdiye kadar dile gelmiş kimse yoktur. Velakin bütün Müslümanlar yalancı değil ya” (Sayfa 98) Galip Amca ise olaya farklı boyutlardan bakıyordu. Macide’ye: “İnsan, İstanbul’da hava ile yaşamaz ki… Valide hanımın bunlardan bahsettiği yok. İki aydır…” Emine teyze keskin bir göz atarak kocasını susturdu ve kendisi söze devam etti: “Mesele burada değil. Böyle şeylerin lafı mı olur? Evimizde iki lokma yemeğimiz var Allah’a şükür. Sen bize yük olacak değilsin ya, Allah göstermesin, aklına sakın böyle bir şey gelmesin.” ( Sayfa 100) Burada asıl söz konusu olan iki konu var. Birincisi toplum baskısı. Millet ne söyler düşüncesi. İkincisi maddi sıkıntı. Yani geçim derdi… Yazar, burada toplum baskısını ön plana çıkararak, Emine Teyze’ye Macide’nin okul çıkışı bir erkekle gezmesini doğru bulmadığını, çevrenin bunu yanlış algılayacağını ve bu nedenle dedikodu yapılacağını söyletiyor. Burada ise çevre baskısını, toplumun insanlar üzerinde ne kadar baskın olduğunu gözler önüne seriyor. Galip Amca’nın da Macide’nin ailesinden her ay düzenli olarak gelen 40 liranın gelmediğini bu nedenle sıkıntıya düşüldüğünü anlatarak geçim sıkıntısını veriyor okuyucuya. Böylece Galip Amca’nın asıl derdinin geçimlerine katkı sağlayan bu 40 liranın gelmeyişi olduğu veriliyor. Geçim sıkıntısı insanları olmadık yollara sürüklüyor çünkü. Tartışma hayli ileri gittiğinden Macide bunları hakaret olarak kabul ediyor ve odasına çekilip o anda karar vererek evden ayrılıyor. Okuyucu eşyalarını alıp gece evden çıkan ve üzerinde çok fazla parası olmayan Macide’nin ne yapacağını, nereye gideceğini merak ediyor. Macide de nereye gideceğini bilmeden evden çıkıyor. Vakit de gece olduğu için merak burada daha da artıyor. Macide evden çıkıp biraz ilerledikten sonra karşısında Ömer’i görüyor. Ömer hisleri doğrultusunda hareket ettiğini, böyle bir olayın yaşanacağını tahmin ettiği için gece boyunca buradan ayrılmadığını ve Macide’yi beklediğini söylüyor. Macide, ya inandığı için; ya da mecbur olduğundan inanmak zorunda kalıyor ve Ömer’in valizi almasıyla beraber, onunla birlikte gidiyor. Burada da okuyucu ister istemez Macide’yi sorguluyor. Şu ana kadar tertemiz, idealist olarak verilen Macide nasıl oluyor da çok tanımadığı bir insanın peşinden bu kadar masumane bir şekilde tıpış tıpış gidiyor? Yazarın bu olayı, o kadar normal bir biçimde vermesi Macide’yi masum göstermesi okuyucuyu biraz düşündürüyor doğrusu. Macide burada daha başka bir karar alamaz mıydı? Sabahı bekleyip, sabah çıkıp okuldan bir arkadaşına geçici olarak sığınamaz mıydı? En azından annesine haber verene kadar bunu yapabilirdi. Veya annesinden bir haber alana kadar burada kalmaya devam edebilirdi… Lise yıllarında da Müzik öğretmeni olan Bedri’ye karşı da kayıtsız kalmamıştı. Aslında ona karşı da kalbinde bir şeyler duymuştu. Ama yazar onları daha sonra karşılaştırmayı uygun bulmuştu. Macide, o geceden itibaren Ömer ile yaşamaya başladı. Daha ilk geceden karı koca hayatı biçiminde yaşadılar. Yani konservatuvarda okuyan bir genç kızın, aydın birinin bu kadar çabuk pes etmesi ne kadar doğru idi? Hani cahil, okumamış biri için belki düşünüle bilinir ama üniversitede okuyan biri için bunu düşünmek bana biraz yanlış geldi. Günümüzde hangi öğrenci bunu yapar demekten kendimi alamadım. Ömer, günlük yaşayan, yarını pek düşünmeyen, eğlenceyi seven, olaylar karşısında pek kararlı olamayan, durmadan fikir değiştirebilen, inançsız bir tip olarak veriliyor romanda. Yaşam ona göre boştur. Gün geçsin para gelsin anlayışındadır. Aslında zeki olmasına rağmen zekasını kullanmayan biridir. Sorumsuzca, bilinçsizce yaşayan biridir. Küçük bir maaşı olan Ömer, zaten kendi kendine yetmemektedir. Macide ile hayatını birleştirince hemen sıkıntı çekmeye başlar. Sağdan soldan borç para alarak günü kurtarmaya çalışır. Bu arada eski arkadaşlarından ve eski alışkanlıklardan da vaz geçememiştir. Romanda geri planda olmasına rağmen dikkat çeken biri de Muhasebeci Hafız’dır. Hafız, kendi halinde, hiçbir şeye karışmayan, işini doğru ve dürüstlükle yapan, pek kimse ile konuşmayan, sadece ara sıra iş çıkışında Ömer ile bir meyhanede iki tek atıp dertleşen biridir. Onun da başından geçenler, romanda dikkatimizi çekiyor ve böyle insanların dahi hayat şartları karşısında nasıl yoldan çıkabileceğine şahit oluyoruz: Derin bir nefes aldıktan sonra: “Ne var ne yok Hafız Bey?”dedi. “Sorma evladım…” “Ne o? Sizde mi dünyaya aldırış etmeye başladınız?” “Bu sefer şakaya gelir tarafı yok. Bir biçimsiz işe takıldık ki sonunu Allah hayır eyleye…” dedi, tekrar uzun bir sükûta daldı.” (Sayfa 75) İleriki bölümlerde Hafız Efendi, yine bir iş çıkışında dertleşmek anlamında sıkıntısını Ömer’e anlatır. Üçkâğıtçı olan kayınbiraderi polis tarafından tutuklanır. 200 liralık bir ödenme yapması lazımdır. Aksi halde kayını hapse girecektir. Bu 200 lirayı hemen ödemek şartıyla Hafız Efendi’den ister. Hafız Efendi usulsüz bir biçimde çalıştığı yerin muhasebesi üzerinde oynama yaparak 200 lirayı buradan alır. Aybaşında ödenecektir düşüncesiyle bunu yapmaktan çekinmez. Ama kayını dışarı çıkar çıkmaz ortalıktan kaybolur ve parayı ödemez. Hafız Efendi için 200 lira çok büyük pradır ve bunu ödeyecek durumu yoktur. Er veya geç durumu fark edilecektir. Ömer’e bu durumu anlatır. Akıl danışır. Ömer de üzülür. Elinden gelen bir şey yoktur. Çünkü o da parasızdır. Durumu arkadaşlarına anlatır. Aradan biraz zaman geçer. Nihat, Ömer’den Hafız Efendiye şantaj yapmasını ve kendilerine muhasebeden para ayarlamasını ister. Ömer bunu kabul etmez. Fakat ileride kendi paraya sıkışır. Rahatlamak için kendi adına bunu yapar. Hafız’ın odasına giderek 150 ister. Eğer bunu vermezse şikayet edeceğini söyler. Hafız, korkacağına yüreklenir. Ömer’i öper. Ona teşekkür eder. Parayı verir. Ama kendisi de Ömer’in bu isteğinden cesaret alarak, kasadaki tüm paraya el koyarak ortalıktan kaybolur. Ömer, yaptığından pişmanlık duyar. Biraz da korkar. Parayı gidip Nihat’ın kapısından içeri atar. Bundan sonra yine bildik yaşamına devam eder. Ama romanda Nihat’ın parayı alınca ne yaptığı belirtilmemiştir. Nedense yazar Nihat’ın parayı bulunca ne yaptığını vermemiş sadece bir bölümde Ömer’e sinsi sinsi “Paraya ihtiyacın varsa harçlık verebilirim” dedirtmiştir. Nihat, Prof ve Muharrir ile görüşmeye devam eder. Prof arada bir Ömer’e sıkışmasın diye harçlıklar vermektedir. Ama işin perde gerisinde Macide’ye karşı sinsi bir düşüncesi vardır. Ona rahatsız edici gözlerle ara ara bakmaktadır. Macide bunun farkında olsa da Ömer’e bir şey dememektedir. Bir gün Ömer bir genç arkadaşını çağırır. Bu lise yıllarındaki Müzik öğretmeni Bedri’den başkası değildir. Bedri Ömer’in geçmişten yakın arkadaşıdır. Hasta bir ablası vardır. Ona bakmak zorunda olduğu için öğretmenliği bırakmıştır. Macide’yi görünce heyecanlanmıştır. Ama Ömer’le evlendiğini öğrenince geri plana çekilmiş ve Ömer ile evlenmesi şaşkınlıkla karşılamıştır. Durumlarını bildiği için durmadan Ömer’e para vermektedir. Borç adı altında olsa da aslında bu Macide için yapılan bir yardımdır. Çünkü Macide’ye karşı hala içinde bir sevgi beslemektedir. Burada Türk Edebiyatındaki aşk üçgeni bir kez daha karşımıza çıkıyor. Genç bir kız, ona aşık biri ve bir de ikisi arasında bulunan rakip aşık. Tabi okuyucu ister istemez burada merak ediyor. Bedri ile Macide arasındaki geçmişte üstün körü geçen aşk ne olacak? Burada evli olan Macide ile Bedri arasında nasıl bir gelişme olacak? Aralarındaki aşk tekrar nüksedecek mi? Bedri bu konuda herhangi bir adım atacak mı? Sonunda Macide hangisini tercih edecek? Diyebiliriz ki romanda Ömer, yaşam biçimi ve düşünceleri ile yazarın kendisini temsil ediyor. Yazar, adeta kendi yaşam biçimi düşüncesini Ömer ile okuyucuya vermeye çalışmış. Bedri ise iyiliğin, güzelliğin, temizliğin, saflığın sembolü olarak karşımıza çıkıyor. Burada yazar aslında olmak isteyip de olamadığı tipi vermeye çalışmış. Yani diyebiliriz ki yazar bu romanında Ömer gibi yarınları düşünmeyen yanı ile Bedri gibi idealist olma yönünü aynı romanda karşı karşıya getirmiş. Aradaki farkı da okuyucuya bırakmış. Bedri, sık sık Ömer’in evine gelmeye başlamıştır. Bir gün eve erken gelir. Macide onu içeriye buyur eder. Ömer’in neredeyse gelmek üzere olduğunu söyler. Biraz sonra Ömer gelir. Ama onları evde baş başa görünce rahatsız olur. Kıskanır. Ve biraz sonra Bedri’yi evden kovar. Macide, bu yaptığına bir anlam veremez. Bunu nasıl yaptığını sorar ve derhal gidip özür dilemesini ister. Yaptığı yanlışı anlayan Ömer, Macide’ye hak vererek Bedri’den özür dilemeye gider. Biraz sonra kapı çalar. Gelen zayıf, hastalıklı olduğu anlaşılan bir kadındır. Bedri’nin ablasından başkası değildir. Macide’ye olmadık sözler söyler. Bedri’nin elindeki parayı alarak onu soyduklarını ve bundan vaz geçmelerini söyler. Çünkü Ömer, Macide’den habersiz birçok kez Bedri’den para almıştır. Bunları duyan Macide bayılır. Başını vurur. Ömer, bir gün bir okulun müsameresi için davet alır. Macide gitmek istemese de Ömer’in ısrarı üzerine gitmek zorunda kalır. Geceye giderler. Ama Macide için çok sıkıcıdır. Geceden sonra yemeğe giderler. İçki içerler. Ömer, bu arada Macide’yi yalnız bırakarak bir kadınla ilgilenir. Macide çok rahatsız olmasına rağmen bir şey demez olayları akışına bırakır. Ömer’in arkadaşlarının bakışlarından rahatsız olur. Hatta bir yerde bunu Ömer de görür. Macide Ömer’e neden bir şey yapmıyorsun anlamında bakması üzerine Ömer “Adama borcum var. Ne diyebilirim” cevabını alınca şok olur. Tuvalete gider. Muharrir arkasından gelir. Sözde tesadüf imiş gibi davranır. Aslında amacı Macide’ye yaklaşmak ve ondan faydalanmaktır. Çeşitli kelime oyunlarıyla iyice yaklaşır ve nihayet Macide duvara sıkışınca ona yaklaşır. Fakat Macide buna izin vermez ve Muharriri eliyle iter. Yerine oturmaya gider. Biraz sonra Ömer ile çıkıp giderler. Ertesi gün Macide artık Ömer ile aralarındaki her şeyin bitmiş olduğuna hüküm vererek Ömer’e uzun bir mektup yazar. Onu bırakıp gideceğini ve her şeyin bitmiş olduğunu anladığını yazar. Tam mektubu bırakıp gideceği yerde birinin ayak sesini duyar ve mektubu saklar. Gelen Bedri’dir. Gelişen olaylar çok farklıdır. Aslında romanda gelişmeler sürekli olarak değişiklik gösterir. Olaylar hep hızlı bir şekilde gelişir. Öyle ki bazen bu hıza yetişemeyiz. Macide artık mecburiyetten gidemez. Ömer’in peşine düşer. Romanın son bölümü farklı diyebileceğimiz bir şekilde gelişir. Ve okuyucunun şaşırabileceği bir şekilde son bulur. Son bölümde Ömer Bedri’ye "İyilik demek kimseye kötülüğü dokunmamak değil, kötülük yapacak cevheri içinde taşımamak demektir." der. (Sayfa 249) Ömer, “Belki de yeni bir başlangıç yapmanın vaktidir. Yeni bir başlangıç için her şeyi yıkmanın vakti.” diyerek yeni bir hayata başlamak istediğini belirtir. Ama bu hayat nasıl olacaktır? Kiminle olacaktır? İşte orasını okuyucunun romanı okuyarak anlamasına bırakıyoruz… Macide Ömer ve bedri arasında mı kalacaktır? Ömer ile sonsuza dek mi yaşayacaktır? Yoksa yazdığı mektubu Ömer’e vererek onu terk mi edecektir? Hayat o kadar sürprizlerle doludur ki, yarının ne getireceğini kimse bilemez… "Etrafımız o kadar çirkefle dolu ki, temiz kalmak için bir tek çare kendi dünyamıza çekilmek ve muhitle, hiç olmazsa manen, alakamızı kesmektir." " Herkes ne diyecek? Fakat bu ana kadar herkesten ne gördüm ki... Bana en yakın olanlar dahil olmak üzere, bu herkes dedikleri şey beni üzmekten, hayatımı manasız bir hale sokmaktan başka ne yaptı? " Sayfa 104 “İnsanların en zayıf tarafları, sormadan, araştırmadan, düşünmeden, kafalarını patlatmadan inanmak konusundaki hayret verici temayülleridir. Sayfa 232” Romanı okurken kesinlikle siyasi yönüne, düşüncelerine hiç bakmadım. Fikirlere kapılmadım. Sadece tarafsız ve demokratik bir gözle eleştirel bir gözle incelemeye çalıştım. Diyebilirim ki yer yer dil bakımında günümüz okuyucuları için ağır gelebilecek bu roman tat ve güzellik bakımından oldukça kaliteli geldi bana. Yer yer bazı kelimelerin anlamları alt kısımda verilmişse de yine de oldukça ağır diyebileceğimiz süslü cümleler ve Arapça Farsça kökenli kelimelerle dolu. Keşke günümüz dili ile sadeleştirilerek yeniden kaleme alınsaydı. Daha anlamlı ve daha anlaşılır olurdu diye düşünüyorum. Çok rahatlıkla okunması için tavsiye edebileceğim bir kitap. Zevk veriyor ve sizi alıp başka yerlere sürüklüyor…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Hakan Yozcu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |