Yalnızca hava, ışık ve arkadaşın varsa hiç üzülme. -Goethe |
|
||||||||||
|
Arkeot “Dört avcının elinde uzanan iplerin bir boğanın boynuzlarına dolanması vardı. Atalarımızın kementle avlanması bizim için hala geçerli bir yöntem. Ama dört avcıya direnen boğanın üzerinde üçgen damgası vardı. Belli ki esrarengiz damga bunlar. Şayet işimize uygulayabilirsek bu damgaların bize faydası olacak. Şöyle, bir şeklin bize ne yararı olacağını henüz bilmiyoruz. Biz o şekilleri taklit ile kollarımıza damgalarsak bir adım atmış oluruz. Sonraki adımlarımıza bu şekiller bahane olacak. Yani esrarı çözmede esrarı kullanmış olacağız. Üçgenin kutsallığı hayvanların bize gıda oluşuyla alakalı olmalı. Dairenin birlik ve beraberlikle düşmanlarımıza üstün oluşumuzda faydalı olacağını sanıyorum. Kare ise aileyi ve çadır ile barınağımızı temsil ediyor.” Orupta “Şimdi bu düşüncelerimizin gizemi kaçmadan hazırlanalım ve yola çıkalım. Yanımıza deri ve boyalı bitkilerden alalım. Oradaki tüm şekilleri çizmek istiyorum. Yolumuz çok uzak, iki günde oraya ancak varabiliriz.” Kahin Akaptu “Midemize akşama kadar yiyecek indirmeyelim. Bugün hayvan seslerinden sezinlediğimi bir uğursuzluk var. Aç kalarak ruhumuzun onlara sinyal vermesini engelleyeceğiz. Nasıl derseniz akşama kadar aç kalarak sadece yiyeceği düşüneceğimiz için açlığımızdaki yırtıcılık vahşi hayvanlarca, bizimde onlar gibi yırtıcı olduğumuz algılanacak.” Orupta “İşte yine gizem denen şeyleri algılamaya başladık. Bu ki o üç şekli konuşmamızdan sonra gerçekleşti. Oraya ulaşalım ve çizimlerimizi eksiksiz yapalım. İnandığımız bir şey varsa o üç şekilden kaynaklandığını kabul edelim. İnanç denen şeyi biz klan olarak doğuştan biliyoruz. Bir şeye inanmaya zorlanmak bilinmeze savaş açmak onu yenmektir.” Klana ataların mağarasına gidileceği duyurulunca bir heyecan başını aldı gitti. Çoğu avcı onlarla gitmek istedi. Dişilerde oraya gitmek istedi. Bu kadar heyecanlı taleplerin olması atalarından miras aldıklarıyla hayata tutunmalarıydı. Birileri onlara atalarından söz açtığında annesine kavuşmuş bir çocuk gibi sevinirlerdi. Onların vahşi bir yaşamda tutunacakları tek dal atalarıydı. Orupta bütün talepleri geri çevirdi. Onlara “Sizin gelmeniz hem bizi yavaşlatır hem bölgemiz yabanilerce işgal edilebilir. Biz oraya eğlenmeye gezmeye gitmiyoruz. Yanımıza deri alarak mağaranın unutulmuş bilgilerini resimlerle aktarmayı düşünüyoruz. Şimdi biz giderken şarkılar söyleyin ve bize uğur getirsin.” Dedi. Orupta, Arkeot ve Kahin Akaptu uzaklaşırken geride bıraktıkları klandan hoş ve ezgili bağırışlar duydular. Buna çok sevindiler. Akaptu’nun uğursuzluk kehanetini yenmede daha istekli oldular. Güneş batıdan henüz batmamıştı. Üç avcı güneş tam tepedeyken klanından ayrılmış ve şu an ağaçlarla kaplı bir tepenin üzerindeydiler. Akaptu “Sen mağaranın yerini nereden biliyorsun. Ben bile senden yaşça büyük olduğum halde mağaranın yerini ne duydum ne de oraya gittim.” Orupta “Sen öyle zannet ben gençliğimde o mağaraya yanıma aldığım arkadaşlarımla tam beş kez gittim geldim. Siz büyüklerin sözünü dinleseydim pısırık biri olurdum. Bilmeni isterim asi olmak gençken insanı olgunlaştırır. Bir çocuğu düşün ne kadar meraklıdırlar. Her şeyi öğrenmek isterler. İşte o çocuklar büyüdüğünde gençliğe eriştiğinde tam bir korkusuz tanrım olurlar.” Kahin “Gerçekten güzel tespitlerin var. Asi olmak kısmını ilk kez senden duyuyorum.” Orupta “Bu da benim asi olmayı masum seviyeye çekmek için düşünerek bulduğum bir şey. Dedi eklei. Haydi azıklarımızı çıkaralım ve yiyelim. Ateş yakmamıza gerekte kalmadı. Dolunay bugün bize hayli cömert.” Gece ilerlediğinde dalları büyük bir ağaca çıktılar. Geceyi oradan geçireceklerdi. Yanlarında ki derileri onlara yastık oldu. Üç avcı uzun süre sessizce yıldızlara baktı. Orupta bir ara aslan kükremesi işitince “Kahin seni kutlarım bizi bir beladan kurtardın ama açlıktanda iflahımız kesilmişti.” Dedi. Akaptu “Kahin olmak böyle bir şey. Sözlerinle insan kurtarırsın sözlerinle insanları zora sokarsın. Belki ben kehanette bulunmasam aslan sesi kükreme sesi de duymayacaktık. Biz kahinlerin inandığı bir şey varsa o da fazla konuşmamak. Çünkü biz ne konuşursak gerçekleşiyor.” Orupta “Sözlerin anlamlı ve yerinde ama karşımıza bir şeyleri çıkarmanız bizi eğlendiriyor. İşte sizin bu yönünüzü seviyorum. Bütün kontrol sizde ve bizleri şaşırtıyorsunuz.” Konuşmayı bırakmışlardı. Cırcır böcekleri etrafı kaplayan sesleriyle avcıları uykuya aldı. Gece yarısıydı. Orupta birden irkilerek uyandı. Gecenin serinliğinde biraz üşümüştü gibiydi. Ama bir ses duymuştu. Bir insan sesi. Etrafına dikkat kesildi. İleriden ot çıtırtısı sesleri geliyordu. Ne olduğunu anlamak için bir süre bekledi. Birkaç insan karaltısı gördü. Ses yapmamaya açlıştı. Avcı iki arkadaşını uyandırmak istemedi. Evet yerleri yabanilerce tespit edilmişti. Kalabalıktılar. İki yabani bulundukları ağaca tırmanmaya başladı. O an Orupta iki arkadaşını uyandırdı. Yabanilerin zoruyla ağaçtan indiler. Kendilerine anlamadıkları bir dille bağırıp çağırıyor küfürler ediyorlardı. Onları itip kaktılar. Mızraklarıyla bedenlerini dürttüler. Esir vaziyette orman içlerine doğru yol aldılar. Orupta onların yamyam olmadığını biliyordu. Gençken arkadaşları ile bunu tecrübe etmişti. İki defa yabanilere bu bölgede yakalanmışlardı. Büyük bir ateşin yandığı yabanilerin bölgesindeydiler. Lider yabani “Aruktu ku matu kama.” Dedi. Bu “Söyleyin canınızı bağışlayalım mı?” demekti. Bunu yere doğru eğilmiş ince bir ağacın salıverilmesinden anladılar. Son anda ağaca gerilmekten kurtulmuşlardı. Yabaniler onlarla bir süre eğlendiler. Onlara şaklabanlıklar yaptılar. En çok sıkıntı çektikleri şey üzerilerinde tek giysi olan tilki derilerinin alınmasıyla çıplak kalmalarıydı. Çıplaklıkları dişin yabanilerce de görülünce ne yapacaklarını şaşırdılar. Dişi yabaniler seyirliğe kahkahalar attı. Üç avcı salıverilince derilerini ve azıklarını yitirmişlerdi. Çıplak değillerdi ama bir amaç için teptikleri yolda boşa gitmiş olacaklardı. Orupta’nın düşünceli halini Akaptu dağıttı. “Kolayı var, yeni mızrak yaparız. Etrafımız av kaynıyor. Hayvanlardan birini avlar derisini yüzeriz, etini de yeriz.” Orupta “Bir deri uzun sürede kurur. Ve yaş derinin üzerine resim çizmek ise zordur. Bir hayli uğraşacağa benzeriz.” Arkeot araya girdi. “Ben bir çözüm buldum hem de çok harika. Vardığımız yerde çamur yapar önce üzerini çizeriz sonra onları kuruturuz. Tabletleri de avladığımız hayvanın derisi ile taşırız.” Bu çözüm makul geldi onlara. Sevinçle yollarına devam ettiler. Bir akşam vakti mağaraya vardılar. Huzur onları kuşatmıştı. Atalarının mağarası şimdi ki torunlarına sesleniyordu. Akaptu öyle diyordu. Akaptu “Beni bir daha bırakmayın. Ben size güvelik veririm. Sizi doyurur uyuturum.” Diyordu. Akaptu klanın en ileri kahiniydi. Onun gibi birkaç kişi daha vardı. Akaptu’nun tahminleri hep doğru çıkardı. Orupta ona gıpta ederdi. Gizli olan kalıt düşünceleri ona sorardı. Kalıt düşünce dedikleri insanın toplayıp biriktirdiği atalardan, doğadan ve her şeye rağmen onları terk etmeyen şaheser yapılar yapma isteği veren o esrarlı histi. Klandan kimi bunun fazla hissedilmemesi ve bunun sürükleyip mahva götüren şeyler olduğunu söylerdi. Akaptu “Bizi biz yapan şey içimizdeki sözler. Bizi bu sözlerle kimse durduramaz. Orupta sen ve biz avcıların gözlerimizde güneş olduğunu ve bu büyük rüyanın gerçekleşeceğine inanıyoruz. Daha ne kadar bekleyiş içinde olacağız?” Orupta “Nihayetinde bir tane dikili taş yaptık. Bu bizim ilk tecrübemiz. Doğru söylüyorsun o heyecanı bende yaşıyorum. Bu heyecan ne bir ava benziyor ne güzel bir uykuya ne de yeni keşfedilen yerlere. Ağzımızı sıkı tutalım. Bizim bu uğraşımız yabanilerin kulağına giderse bizi rahat bırakmazlar. Biz kutsal yerimizi inşa ederken yabaniler yokluğumuzda ya klanımıza saldırır yada inşamıza zarar verirler. Ama ağzından sevinçli şeyler çıktığı içinkaygım yok gibi. Ne de olsa sen bir kahinsin. Her dediğin çıkıyor.” Orupta’nın sözünü Arkeot böldü. “İnşamızda görenleri şaşırtacak şeylerin çizilmesi ne güzel olur. Mesela bir tilki çizsek yabaniler bunu görse ‘nasıl olur bir tilki taşa dönüşmüş.’ Der. Halbuki tilki taşa değil taş tilkiye dönüşür. Çünkü taşı yontarak tilkiyi hapsediyoruz. Ama yabaniler bunun farkına varamazlar. ‘İllaki tilki taşa dönüştü’ derler.” Orupta “Veya tilki çok uzun süre taşın üzerinde uyuduğu ve bir daha uyanamadığı için kanına toz kaçtığı ve kanın donup sertleştiğini söylerler.” Akaptu “Şu yabanilerin hallerini sayıp döküyoruz ya, bir insanın hayvandan üstünlüğünü sayıp döküyoruz gibi. Neden biz üstünüz. Söyleyeyim, biz topluca gece uyurken ay dolunaydaydı. Ve bize bakıp gülümsedi. Bize ‘Sizleri çok sevdim. Üzerinize kutsal olan sudan döküyorum. Kutsal olan yiyecek bırakıyorum. Bu ‘sen ekmek yiyeceksin, su içeceksin’ demektir. Bunu klanımızın en yaşlısı Carkalda kuru otların arasında ölürken söyledi.” Orupta “Ben onu bilmiyordum. Carkalda’nın otların arasında her zaman korkusuzca uyuduğunu bilirim. Bu ona gökteki yıldızlara daha yakınlık ve toprağın ruhunu verdiğini sanıyorum. Onun ölümünden hiç haberim yok. Ben o dönemler gençtim. Bir çita gibi sağda solda av peşinde koştururdum.” Akaptu “Carkalda ölümü bilerek seçti. Yaşı çok ilerlemişti. Kırk beş kış mevsimi yaşamıştı. Oturduğu yerden kalkmaz ve “Tanrımız ikinci bir şans için hazırlanmamı söyledi’ derdi. Ölmeyeceğini ama bizim onu öldü zannedeceğimizi söylerdi.” Orupta “Oldukça esrarlı bir düşünce. Demek ölümsüzlüğün peşindeydi. Ölümde ölümsüzlükte insanın ağzından girer. Ben babamdan duymuştum. Çok eskiden klanımızdan bir avcı gezerken bir mağaraya rastlar. İçeride su vardır. Akan bir su değil birikmiş ve beklemiş bir su. O avcı bu suyun çok eskiden belki bin yıl belki, daha eski bir beklemede olduğunu bilir. Suyun beklemeden dolayı zehirli olduğunu ama içerse, kendisininde bu sudan ölümsüzlüğü alacağını anlar ve suyu içer. O avcı birkaç yıl akıl bozukluğu yaşar. Kendisini tedavi etmek için uyuşturucu bitkilerden içer. İçer ama iyileşir. İşte o avcının iki yüz kış mevsimi yaşadığı bilinir. Ama öldüğü hiç bilinmez.” Arkeot “Bazı şeyler denenmeden bilinmez. Sence bizim klanımız düşüncede neden ileri. Çünkü soyumuzda o avcıdan gelen insanlar var. Kirlenmiş denen şey sevilmez. Çünkü onda bilinmeyen vardır. Bilinmeden kullanılmalı. O şeyi bildikçe gücü de azalır. Gücü yaşamak isteyen bizler buna da çare bulduk. Ve bir dikili taş yontup bölgemize diktik. Biz bileceğiz ve o güç düşüncelerimizden kaçamayıp taşa hapsedilecek. Biz de o taşa bakıp güleceğiz, eğleneceğiz, hoplayacağız, zıplayacağız. Bunu yapmamızın sebebi bilgiyi kızdırıp bize yeni şeyler öğretmesi için.” Orupta “Bu sözlerini de taşlara kazısak ne güzel olurdu. Ama sözlerin resmini bilmiyoruz ki tutun da onları taşa kazıyalım.” Dikli taşın yanındaydılar. Önlerine kuru ot yığmışlardı. Henüz akşam olmuştu. Yine canları istediği için sırt üstü otlara yattılar. Gök yüzünü keyifli ve lezzetli yiyeceklerden sonra temaşa etmek çok cazip geliyordu onlara. Ve konuşuyorlardı. Onların konuşmasını dinlemek diğer avcıları çok cezbediyordu. Bazı şeyleri dinlemek sıkıntılarını gideriyordu çünkü. Ama Orupta onlara izin vermiyordu. Kalabalık olduğunda dikkatleri dağılıyor ne diyeceklerini bilemiyorlardı. Orupta “Biz avcılar sonsuza kadar yaşamalıyız. Bize yaşama diyen yok. Ama biz öleceğiz dersek hazırda yüzlerce yabani bunu göz ardı etmez. Öyle zannederim ki ölümü bile aklımıza bunlar getiriyor. Bu düşünceyi aklımızdan çıkarmak için ya hi düşünmeyeceğiz ‘bu bir rejim olur, düşünce rejimi’ ya da ölümü taşa hapsedeceğiz.” Arkeot “Ölümün kendi halinde resmini bilsek taşa hapsederdik. Ölümsüzlük az önce anlattığımız avcının içtiği sudansa bu kolay. Su resmini çok çeşitli çizebiliriz. Ama ölümü çizmeye kalkarsak bu bizi, her zaman rahatsız eder. En güzeli onları doğada serbest bırakmak. Nasıl olsa ölümü az çok biliyoruz. Bu su demek. Ölüm ise ekmek olmalı.” Orupta “Neden ekmek olmalı. Yoksa su insanın her yerine kolayca temas ettiği için mi. Ve kanımızın da bir çeşit su olduğu için mi?” Arkeot “Suyu içtik diyelim. Beklemekten dolayı zehirli bir su. Ve biz ekmek yiyoruz. İçimizden çıkınca çok kötü bir hal alıyor. Kötü olanı içimizde her zaman tecrübe ediyoruz. Bu da onun ölüm olduğu anlamına geliyor.” Orupta “Su da içiyoruz. Suyu da kötü hale getiriyoruz.” Arkeot “Doğada sudan başka kendi halinde bir içecek yok. Meyveler bile içine aldığı suyu bizim gibi kötüleştiremiyor. O meyvelerin kötüleştirdikleri bizim çok hoşumuza gidiyor. Kim sevmez tatlı ve leziz olanları?” Orupta “Gerçekten korkunç güzel konuşuyorsun. Demek suyun kendi halini meyveler bile değiştiremiyorsa onda ölümsüzlük olduğu anlaşılır. Önemli olan sevmediğimiz bir içeceği içmek. Tatlıya kanıp tatlı tatlı uyumamak.” Arkeot “Neden olmasın gelin, bunu ilk deneyen biz olalım.Şu ağaçta atalarımızın bile yemeye çekindiği greyfurtlar var. İlk onlardan başlayalım. İçimize gizli bir güç girmezse başka bir içecek deneyelim.” Orupta “Otur şuraya. Kimse senin bu dediğini uygulamaz. Maksadımız konuşmak. Kendini kaptırma. Ama şu beklemiş su meselesi düşünülmeye değer .Akıl bozukluğu yapıyorsa bu bizim bile ulaşamadığımız şeye ulaşmış demektir.” Akaptu “Beynimize mi diyorsun. Gerçi hayvanların, beyni olur. Biz avcı insanların kafasını açıp görmediğimiz için bunu bilemiyoruz.” Orupta “Sahi gerçekten bizim beynimiz var mı. Şayet varsa biz de bir çeşit hayvan sayılırız.” Arkeot “Hem de yaralı bir kaplan gibi saldıran bir beynimiz var. Ve ellerimiz, ayaklarımız bile bunu ispatlıyor. Neden yaralı bir kaplan çünkü, düşündüğümüz şeyi hemen yapıyoruz da ondan.” Akaptu “Yüce ve güçlü olanın her şeyi yüce ve güçlüdür. Neden bir insan yer yüzünün efendisi de başkası değil. Başkası olsa yine bu insan olurdu. İnsan olurdu ama bizim gibi saçı başı dağınık, kızıl yüzlü değil. Daha üstün olan ama saçı bizim gibi siyah yüzü ise beyaz olan insanlar olurdu. O beyaz insanların da yiyeceği hep yanına gelir, bizim gibi yiyeceğin peşinden koşup güneşte derileri kararanlardan olmazdı.” Orupta et yerken, meyve ve sebze yerken temiz olmalarına dikkat ederdi. Meyve ve sebzeler bölgelerine yakın yerde ki ırmakta yıkar ve yerdi. Öyle oldu ki, yedikleri av etinin deri ve kemikleri bölgelerinin etrafında yığın çöpü oluşturuyordu. Çöpler yanına yaklaşıldığında kokuyor ve bir hayli sinek barındırıyordu. Koku ve çöp rahatsız ediciydi. Orupta’nın ataları temizlik denen şeyi bilmiyordu. O pisliğe bakmış kokusu, rahatsız ettiği için iyi olmayan ağzına girmese bile o şeyle yaşamayı ona benzemek olarak görmüş, gençliğinden beri temiz şeylere yönelmişti. Orupta arkadaşı Meluktu’ya baktı “Seni bu bölgede ney dikkatini çekiyor. Doğru ve önemlisini söylersen bir daha ki ava seni de götüreceğim.” Dedi. Meluktu “Dişi insanlar dikkat çekici. Yaşadığımız yerin ağaçlar arasında olması. Bir de her akşam arkadaşları ile usanmadan şarkı söyleyen dişim Ebizbal. O şarkıları ile meşgulken arkadaşları arasına hiç erkek avcı almıyor.” Orupta “Bunlar önemli şeyler değil. Bunlar olmasa da olur. Ağaçların olduğu yer her zaman iyidir ama av esnasında bunlar engel olur. Şarkılara gelince Ebizbal seni aralarına almıyorsa sen de şarkı söyler etrafına insan toplarsın.” Meluktu “Biliyorsun biz avcı erkekler şarkı söylemeyiz, bu bizi küçük düşürür. Şarkı dişilerin işidir.” Orupta “Sana sorupta bilemediğin şu. Çevremiz bir hayli kirlendi. Atıklarımızı ne bir hayvan yiyor ne de onlar çürüyor. Av kemiklerini taşla ezsen yine yok olmazlar. Çöplerimizi taşımaya kalksak nereye taşıyacağımızı bilmiyoruz. Bu bölgeden ayrılırsak bu güzel yeri yabani insanlara bırakmış oluruz.” Meluktu “Anlıyorum seni. Avladığımız hayvanların etini ayıklamada çaresiziz. Avladığımız yerde ayıklamak doğrudur. Dedi. Dur aklıma geldi. Küçük çukurlar kazsak atıkları onun içine atıp gömsek.” Orupta “Gerçekten zekisin. Bu bizi daha akıllı yapacak. İşte böyle olmalıyız. Bizde düşünen şeyler her zaman önemlidir. Haydi bunu avcılara söyleyelim, işe başlayalım. Bu yerden göçmek hiç istemiyordum. Bu bölgede atalarımızın kemikleri gömülü. Burayı daha kutsal hale getireceğimiz için ne kadar sevinsem az.” Yelerinden kalktılar. Avcı erkekler toplandı. Ağaçtan yapılma ucu yine, tahta şekilli, derilerle bağlanmış kazmalarını ellerine alıp çöp yığınlarının yanına geldiler. Beş ağaçtan kazma vardı. Toprağı kazanlar yorulunca kazamaya hazır diğer avcılar başladı. Kısa sürede on beş küçük çukur kazdılar. Kemik ve deri atıklarını gömüp üzerine elleri ile toprak atıp örttüler. Orupta “Bunu kutlamalıyız. Bu bilgi bize üstünlük sağladı. Kutsal güce şükranlarımızı sunmak için gece ayin düzenleyeceğiz. Bu ayine dişiler de katılsın. Sesleri ile gönüllerimizi coştursun. Haydi akşam olmak üzere. Yeni avımızı ateş yakıp pişirelim, yiyelim. Sonra da ayinimiz başlasın.” ,Ateş için kuru odun toplamayı kadınlar yürüttü. Ateşi ise klanın en yaşlısı Cembuzu odunun üzerinde çubuk çevirerek yaktı. Avcı erkekler yanan ateşle çığlık attılar. Bu onların yaptığı her zaman ki şeydi. Sıradandı ama bunu yapmayı seviyorlardı. Kızaran eti ateşin etrafına tünemiş avcılar zevkle seyrediyordu. Kadınlar ayine şimdiden başlamıştı. Bir dişi “Koyma beni burada, geleceğim yanına orada, karnın aç ise yiyeceğim seni şurada.” Şeklinde şarkı söylemeye başladı. Dişinin sesi çok etkileyiciydi. Yemek öncesi atmosfer tüm avcıları cezbediyordu. Sessizlikleri ve dikkat kesilmeleri buna işaretti. Nar gibi kızaran et kısa süre sonra ateşten indirildi. Bir hayvan derisinin üzerine kondu. Orupta ilk lokmayı alınca avcılar kızarmış geyiği yemeye başladı. Avcılar hayvandan keskin taşlarla büyük bir parça koparıyor yerine oturuyordu. Klan otuz altı kişiydi. Et hepsine yetti. Geri kalan parçalar ve kemiklere klanın kedi ve köpekleri yanaştı ve ziftlenmeye başladılar. Bir iki köpekten çekinen birkaç kedinin yiyecekleri ayrılıpta verildi. Gece olmuş ayin başlamıştı. Orupta ve arkadaşlarının taştan yonttuğu T şeklindeki ve üzeri figürlerle bezeli dikitin önündeydiler. Önce dikitin önünde sözlerle defalarca secde yaptılar. Sonra düzenli bir şekilde halka olup dikitin etrafını birkaç kez dolandılar. Yabani bir insan bu ayini görse cezbeye girebilirdi. Çünkü onlar böyle esrarengiz şeyler bilmezdi. O an Orupta’nın aklına bunlar geliyordu. Orupta “Şimdi yıldızlara yakaracağız. Herkes dikitimizin yanına sırtüstü yatsın ve yıldızları temaşa etsin. Ben demeden kimse konuşmasın ve yerinden kalkmasın.” Uzun süre sırt üstü yatarak yıldızları seyrettiler. Bu onları biraz olsun coşturdu. İr iki avcı konuşacak oldu. Yanlarındakiler onları susturdu. Gökyüzünde kayan yıldızlar gördüler. Esrarı bilenler sirius takım yıldızına odaklandı. Her üç yıldıza düşünceleri ile daldılar. Orupta içinde bu kadar coşkuyu beklemiyordu. Sanki bütün bilge ataları onunla birlikteydi.Şu an baktığı sirius takım yıldızında onu yalnız bırakmadılar. Babasını düşündü. Onun babası ve onun da babasını. Acaba önceki nesli ne kadar geriye gidebilirdi. Babası Orupta’ya tüm avcıların sirius’tan geldiğini söylemişti. Buna hayvanlar da dahildi. Gözlerinden bakan o şey siriusta yaratılıp dünyaya getiriliyordu. Babası ona “Oğlum öyle gizemler var ki değerlendirilemeyeceği için boşa gitmesinden dolayı bazı şeyleri sana söylemiyorum.” Demişti. Buna göre ilk insandan bu yana gizemli bilgiler azalarak aktarılıyordu. Keşke bilgiyi tutacak bir şey olsa. Keşke o gizemli şeyleri anlamlandırıp figüre dönüştürsem. Elden ne gelir. Mesela düşünce hiçbir zaman bir dikitte fügüre dönüşmez. “Orupta böyle düşünüyordu yıldızlara bakarken. Ataları avcılara isim koymayı başarmıştı. Neden kendisi başarıya ulaşamasındı. Belki inançlarını zamanla doğanın dengesine katabilir ve o muamma şey kolayca dile, kolayca figüre dönüşebilirdi. Henüz bunun erken olduğunu bilecek kadar zekiydi. Sırt üstü dinlenmeyi Orupta’nın “Tamam.” Demesiyle bıraktılar. Şimdiki fasılada yıldızlara bakarken ne düşündüklerini birbirilerine anlatmak vardı. Meluktu “Bugün yaşamadığım bir sevinci düşünüyordum. Her zaman güzel bir şey olunca –bugün bu çöplere bulduğumuz çaredir-hep bir bilgi bulurdum. Bilgi bilgiyi doğurur bilirsiniz. Bugün aklıma hiçbir şey gelmedi. O yeni bilgi denen şeyi sirius yıldızlarına bakarken buldum. Sıkı durun o, taşın, toprağın, ağaçların da bir canı olduğudur. Mesela bir taş bir yere gitmek istediğinde insanı kullanır. Bu, taştan insana vahşi bir hayvana taş atma isteğiyle aktarılır. Bir taş yıllarca bu hareketi bekleyebilir. Biz böyle miyiz, canımız istediği zaman hareket ediyoruz.” Candeme araya girdi. “Hareket üzerine bir şey söyleyeyim. Uzakta olan neden hep küçük görünür. Çünkü uzakta olanın üzerindeki o gizemli şey onu küçültür.” Orupta araya girdi. “Bende bir şey söylemek istiyorum. Düşünce denen şeyi hayal edebiliriz ama gösteremeyiz. Bunu bulursam dikili taşın üzerine işleyeceğim. Candeme’nin dediği gibi düşünce de bir canlı olmalı. Tıpkı taşlar gibi düşünce de bize itaat ediyor. Nasıl itaat ediyor derseniz bunu şöyle söylerim. Düşünce canlı olduğuna ve vücudumuza girdiğine göre hem her yere girebilen, hem görünmez, hemde bir enerjisi var. Vücudumuz enerjisi olan görünmez bir ışık küçüklüğündeki düşünceleri yakalamak için gözlerimizden bakan o şeyin derinliklerinde girdap oluşturup dönüyor. Ve görünmez ışık taneciği denen düşünceyi yakalayıp bize veriyor. Biz de bu düşünme olayını gerçekleştirerek bir şeyler biliyor, bir şeyler hayal ediyoruz.” Orupta’nın bu açıklamasına avcılar hayran kaldı ve bunun üzerinde uzun süre durdular. Ona bir girdabın görünmez ışığı yakalarken ki figürünü dikit taşına çizmesini teklif ettiler. Orupta “Bu henüz erken. Gelecek kuşaklar bizi yanlış anlayabilir.” Çıkışını yaptı. Tuna M. Yaşar
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Tuna M. Yaşar, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |