..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
En büyük mutluluk ve en büyük sıkıntı anlarında sanatçıya gereksinme duyarız. -Goethe
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Roman > Tarihsel Roman > Tuna M. Yaşar




23 Mart 2020
Göbeklitepe 2  
Arkeoloji / Kurgu

Tuna M. Yaşar


Arkeot temiz kalpli biriydi. Onun temiz kalbi tapındığı gizli güce geçebilen bir ritimdeydi. O gün yine gizli gücünü düşünürken uzaklara gitmek istedi. Sanki biri ona fısıldıyordu. “Ara yenterin ku. Uto ma soridu.” Yani “Gel buraya, sana diz teması öğreteceğim.” Diyordu.


:AIBB:
Arkeot temiz kalpli biriydi. Onun temiz kalbi tapındığı gizli güce geçebilen bir ritimdeydi. O gün yine gizli gücünü düşünürken uzaklara gitmek istedi. Sanki biri ona fısıldıyordu. “Ara yenterin ku. Uto ma soridu.” Yani “Gel buraya, sana diz teması öğreteceğim.” Diyordu.
Arkeot iki büyük bulut uzaklıktaydı. Bu yolculuğu Orupta’da biliyordu. Biri içini dinlemek istediğinde gider, klandan uzaklaşır, uğradığı yerlerde yeni şeyler öğrenir, geri döndüğünde klanına anlatacakları ile coşardı.
Ama Arkeot öyle esrarlı bir şeyin peşindeydi ki az sonra onunla karşılaştığını hissetti. Kemiğe dönmüş bir geyik kalıntısı. Arkeot eğildi bir süre, kemikleri kokladı, dilini değdirdi. Tuz tadı vardı. Kemikleri insan şeklini andırır bir düzene koydu.
O an gizli güç tanrı Tamumbu’ya yalvardı. “Ne olursun bana bilmediğim bir şey söyle.”. Bir hayli süre seyretti durdu kemikleri. İnsan şeklini beğenmedi, kemiklerden ayrı ayrı şekiller oluşturdu. Sonra söylendi.
“Birinci şekil Orupta’ya ayrılırken söylediklerim. İkinci şekil dağları, tepeleri aştığıma işaret. Üçüncü şekil ırmaktan geçerken korku dolu anlarım. Dördüncü şekil gizli güç tanrı Tamumbu’ya işaret. Evet bu gizli güç hiç görünmüyor ama bir şekli var. Aradığım buydu. Ey gizli güç seni buldum. Seni V şekli kemiğe hapsettim. Artık benimsin. Benim evladımsın. Benim eğittiğimsin.”
Bir sesle irkildi. Arkeot etrafına baktı, bir şey göremedi. Saklanmak en iyisiydi. Bir ağacın arkasına geçti. Tehlike anında hemen ağaca tırmanacaktı. Sağına baktı. Ellerinde deri tutmuş iki yabani insan, geyik kemiklerinin yanına kadar geldi. Biribirilerine “Ugo raram taumgu rulama.” Bu “Birileri kemiklerimizle oynamış.” Demekti.
Arkeot iki yabaniyi bir süre izledi. Kemiklerin başından ayrılmadılar. Arkeot yerden sürünürcesine otların arasından uzaklaşmaya çalıştı. Kıpırtılar yabanileri harekete geçirdi.
Temkinliydiler, kıpırtıların ne olduğunu anlamaya çalıştılar. Bunun büyük bir av hayvanı olduğuna hükmettiler. Mızraklarını saldırı pozisyonuna getirdiler. Arkeot’u gördüklerinde “Bir yere kaçamazsın.seni pis surat.” Dediler.
Arkeot doğruldu.”Kemiklerinize zarar vermedim. Sadece onlara şekil verdim.” Dedi.
Yabanilerden biri “Seni tutsak alıp götüreceğiz. Bakalım gittiğin yerde de bu kadar eğlence çıkaracak mısın. Yürü.” Diye mızrağı ile Arkeot’u itti. Tutsaktı artık. Korkmuyordu. Yeni şeyler yaşayacağını biliyor ama kurtulmanın da zor olduğunu da hissediyordu. Yabanilerle gidecek ve kalabalık yeni yabanilerin maskarası olacaktı. Kendisi de yabaniydi ama bir farkla. Arkeot gizli güce inanıyordu. O yüzden maskaralığı en iyi şekilde atlatmak için düşünüyordu.
Çok fazla ilerlemediler. Kalabalık yeni gelenlere zılgıtlar ve bağrışlarla karşılık verdiler. Lider kendini hemen belli etti. Yerinden kalkıp önüne getirdikleri Arkeot’un vücudunu yokladı. Omuzlarına şaplak vurdu. Arkeot’un yüzüne yaklaşıp “Hu. Gu. Mu.” Dedi.
Anlamıştı Arkeot, bu davranış misafir kabul edilenlere söylenirdi. Arkeot’u oturttular. Ona kızarmış et verdiler. Arkeot hala düşünüyordu. Onların ilgisini çekecek gizemli şeyler söylemeliydi.
Lider “Benim adım Hurbana. Biliyorsun, bizi ya eğlendirirsin ya da gizli güçlerle olmamızı sağlarsın. Saçma sapan şeyler söylersen tutsaklığın uzun sürer.”
O an yabaniler kalabalığı Arkeot’un etrafına dizildi. El parmaklarının beş katı sayıdaydılar. O an gizli güç Arkeot’un kalbine girdi. “Kısa bir şey söyleyeceğim. Bu sizi ömür boyu idare eder. Her biriniz liderinizi düşünün. Lideriniz Hurbana’nın kalbinden kendi kalbinize kızıl güneş renginde kırmızı bir ışığın aktığını düşünün. Bunu bir büyük bulut mesafesi alacak süre kadar düşünün. Ve siz o zaman gizli gücün esrarına karışırsınız.” Dedi.
Hurbana “Çok ilginç söylediklerin. Bu senin klanın bir tür inancı mı. Nerede büyük güçler. Bir akan ışığın gücünü nasıl anlarız?”
Arkeot “Bu düşünce klanımda iki kuşaktır var. Güce gelince bunu, sadece siz bildiğiniz için düşmanlarınıza düşünce vermemiş olduğunuzdan daha çok korku salarsınız. Bazen daha çok uğurlu olursunuz. Mesela başınıza fazla bela gelmez, rahatsızlık ve hastalık yaşamazsınız. Bu gizli güce giden yegane düşüncedir. Ve gördüğüm kadarıyla bir yere gidemediğiniz kemiklere bile söz geçirebilirsiniz.”
Hurbana “Anlat çok güzel konuşuyorsun. Keşke söylediklerini hiç unutmasam.”
Arkeot “Evet kemik dedim, siz kemiklere tapıyorsunuz. Şöyle, kemiklerden kalbinize yine güneş batarken kızıllığında kırmızı bir ışığın aktığını düşüneceksiniz. Şimdi bunu deneyelim. Hepiniz gözlerinizi yumun ve kemiklerle ilgili söylediklerimi ben dur deyinceye kadar sürdürün.”
Yabaniler denildiği gibi sessizliğe gömüldü. Gözlerini kapalı şekilde bir süre düşündüler. Taki Arkeot tamam diyene kadar.
Hurbana “Sen gerçekten gizli bir şey biliyormuşsun. Düşüncenin böylesi hiç aklıma gelmemişti. Şimdi seni uğurlama vakti. Ailene geri dönebilirsin. Seni alıkoymayalım. Yalnız her kış bize uğrarsan sana misafirlik gösteririz.”
Arkeot yabanilere elini kaldırdı, oradan uzaklaştı.
Güneş henüz yeni alçalıyordu. Koşarsa ancak klanına varabilirdi. Değilse tehlikeler altında gece vakti bir ağaca tünemesi gerekecekti.
Irmağı geçmesi gerekiyordu.Sağına soluna bakındı durdu. Cesaret edemedi. Irmak kenarında en sığ yeri bulmak için ilerledi.O da ne, küçük bir sığlıkta bir ağaç devrilmiş ve karşı kıyıya köprü oluşturmuştu. Bunu yabanilere açtığı klanının gizli düşüncesine yordu. Evet öyleydi. Gizli bir şey paylaşıldıkça hayat daha kolay oluyordu. Tehlikesizce ırmağı geçti. Sonra belli bir tempoda koşmaya başladı.
Güneş ufukta son kızıllığını yitirdiğinde biraz tedirgin oldu. Akşam olsa da koşacaktı Arkeot. Öyle yaptı. Önünü görmediği ve ayağını sert yerlere basmasına rağmen koşuşunu durdurmadı. Aklı hep gizli düşüncedeydi. Klanının yaptığı gibi Orupta’nın kalbinden kalbine kızıl ışığın aktığını düşünmeye başladı.
“Yardım et Orupta.” Diye söyleniyordu. Bir ara durdu. Yoksa yanlış yöne mi koşuyordu. Gökteki yıldızlara baktı. Yönünü hesap edemedi. Çok yorulmuştu. Tehlikeye rağmen yoluna devam edecekti. Bu karanlığa ve yürüyüşe rağmen.
Birden birinin seslendiğini duydu. Bu Merbuyu’nun sesiydi. Klanının gece bekçilerinden. “Hele sesini duydum ya, az daha kayboluyordum.” Dedi Arkeot.
Merbuyu “Bende senin gibi buraya yeni geldim. Arkadaşlarımla ava çıktık. Avı taşımak için avcı çağırmaya gidiyordum. Av yerimiz fazla uzak değil. Hemen şu tepeyi aştık mı ileride.”
Arkeot “Kaç kişiye ihtiyacın var, bende yardım edebilirim.”
,Merbuyu “İki kişi lazımdı ama sen gelirsen zor da olsa taşırız.En iyisi sadece sen gel ve yardım et. Avın kokusu dağılmadan yerimize taşıyalım.”
Bir hayli ilerlediler. Irmağın kenarına vardıklarında avcı grubun ateş yakıp av etinden pişirdiklerini gördüler.
Merbuyu “Gücümüzü de tüketmiştik. Kalabalığız artık, yırtıcılar da olsa mücadele edebiliriz.”
Arkeot tok olsa bile ateşin başına çöküp kendine uzatılan eti geri çevirmedi. Aklına babası Partur’un sözü geldi. “Aç açı çoğaltır, çok çoğu çoğaltır.” Diyordu babası. Bu sözle ateşte kokan etlerin eşliğinde doymuş, karnını yeniden dolduruyordu.



Calkara ve Mucindi sevinçliydi. İlk defa yabancı avcılarla birlikte olacak ve onların konuşmalarını dinleyeceklerdi. Orup’taya ne kadar ilgi gösterseler azdı. Kendileri ile beraber beş kişi daha vardı. Bir gece vakti çıkmışlardı yola. Ellerinde uçları sivriltilmiş mızraklar vardı. Avda olmasalar da akşamın tehlikelerle dolu olduğunu biliyorlardı. Sekiz kişilik grup ilerlerken bir ses işittiler.
Orupta “Sakın durmayın. Ne diye etrafınıza bakmayın. Hadi çabuk koşun benimle.”
Koşmaya başladılar. Çalılık ve dikenli alanda hızla koşarlarken bir ikisi “Ah ayağıma diken battı.” Dedi.
Bir anda durdular. Karanlıkta ayağa batan dikeni göremez ve çıkaramazlardı. Orupta “Hemen küçük bir ateş yakacağız. Sen Meliktu, Buloktin ve Candeme hemen birkaç kuru ot yolun.”
Az sonra avcılar kopardıkları kuru otları yığdılar. Ateş yakma çubuğu ile ateşi tutuşturdular. Calkara ve Ceşafa’yı ateşin önüne oturttular. Mucindi Calkara’nın, Orupta ise Ceşafa’nın ayağının ayağının tabanını incelemeye başladı. İki avcının ayağına batan dikenler kısa sürede çıktı.
Orupta “Bu iyiye işaret. Katılacağımız toplantı zavkli geçecek. Bizler acele ediyoruz ama bizleri yavaşlatan tanrı Tamumbu bizlere bir şeyler söylemek istiyor. Tanrının gözündeki ışığı görebiliyorum. Birkaç haftadır bu ışığı görüyordum. Bizden bir şeyler istiyor ama bunu söylemekte çekiniyor. Komşu avcılarla buluşacağımız için gözlerdeki bu ışığı daha çok görüyorum.”
Ceşafa “Bizler tanrının çok utangaç olduğunu ama istediğini yaptırmada her şeyi denediğini biliyoruz. Belki bize görünmesi için taşlardan şekil yapmamız gerekir.”
Orupta “Bu harika bir fikir. Daha önce hiç aklıma gelmemişti. Ağaçtan bir şekil yaptık ama bu bir ilk olacak.”
Ayağına diken batanlar yerinden kalkıp doğruldular. Sonra ateşi söndürdüler. Hızlı adımlarla oradan uzaklaştılar.
Şenliğin sesi bağırıp çağırmalar, görüntüsü yakılan devasa ateşti. Uzakta olsa Orupta onlara görünmek istemiyordu. Önce ne kadar vahşi olduklarına tanık olmak sonra tavırlarının güvenilir olduğuna inanmak istiyordu. Avcılarına çömelmelerini söyledi.Hepsi denileni yaptı. Uzakta işittikleri çığlıklar, naralar cezbediciydi. Evet erkek avcılar kendini kaybetmeyi çok severdi. Cezbe ve trans halinde içlerindeki vahşiliğin kutsallığını görenler erkeklerdi. Keyif içinde şenliği izlediler.
Burunlarına iştah açıcı kokular gelince Orupta “İşte beklediğimiz an. Bize zararları dokunmaz artık. Haydi ilerleyelim.” Dedi. Hızlı adımlarla yabancı bölgeye girdiler.
Lider Oluşep davetli avcıları görünce ayağa kalktı. “İşte karşınızda avcılar avcısı tanrının kendisine fısıldadığı dostum Orupta geliyor.” Deyince bütün avcıların gözü Orupta ve avcılarına çevrildi.
Orupta “Vahşilerin söz dinlediği karanlıkta zekası parlayan Oluşep.” Dedi. İki lider birbirine sarıldı. Oturdular. Hemen misafirlere ateşte kızartılan etlerden kopartılıp önlerinde ki derilerin üzerine koydular.
Oluşep “Söyle bana Orupta. Bu gece vakti gelirken hiç korktun mu. Çünkü yediğimiz şu geyik bile gece ürkütücü olur.”
Orupta “Bilmez miyim. Gecenin ürkütücü olduğunu bizzat yaşadım. Gelirken iki avcımın ayağına diken battı. O ne batış ki yırtıcılarla karşılaşacağız diye akla karayı seçtik.”
Oluşep “Evet ben de bunu diyorum. Geyikten korkulmaz ama karanlıkta bir geyiğin birden çok avcısı olur. Biri siz diğeri yırtıcılar.”
Misafirler acıkmıştı. Yumularak yedikleri et damarlarına işliyor ve vücutlarına can katıyordu. Hele içtikleri şarap ve arpa birası için söyleyecek söz bulamıyorlardı.
Oluşep uzun süre misafirlerine soru sormadı. Onların doymalarını bekledi. Diğer taraftan kendi de kızarmış et yiyordu. Uzun süre konuşmayan Oluşep etrafına “Şimdi misafirlerimizle yeni çadırımıza girecek olanlar gelsin benimle. Kimse çadırdakileri dinlemek için gelmesin. Bunu sizlere yasak ediyorum.” Dedi.
Misafirlerle Oluşep ve seçili avcılar yeni çadıra doğru yürüdüler. İçine girdiler. Gördüklerine hayran kaldı Orupta. Çadır genişti. Üstü hayvan derileriyle kaplıydı. Çadırın tavanından sarkan küçük tilki, pars, sincap kuyruklarına hayran hayran baktı.
Oluşep “Bakıyorum süslerime alışık değilsin. Yoksa senin çadırında bunlardan yok mu?”
Orupta “Bende de var böyle süsler ama tilki kuyruklarını ne zaman görsem hep hayranlıkla izlerim. Biliyorsun önümüzü ve arkamızı örten bu tilki derileri.”
İçeriye arpa biraları getirildi. Biralar deri tulumun içindeydi. Oluşep “Seni buraya neden çağırdığımı biliyorsun. Sen ve ben küçükken arkadaştık. Büyüyünce aynı liderin avcıları olduk. Ve seninle klanımızı terk edip kaçtığımızda güç hep bizden yana oldu. O günler hiç acıkmadık. Ve karşılaştığımız avcılara verdiğimiz yiyeceklerle onları kendimize bağladık. Ve sende benim gibi klanını kalabalık ve güçlü yapmışsın.”
Orupta “Biliyorum demek istediklerini. Avcılarımızın gözünü ne doyurur ve onları bize ne çeker, benden yeni fikirlerle duymak istiyorsun. Bence başı boş dolaşan avcı tehlikelidir. Onlar klan olmadıkça vahşiliği bırakmazlar. Şöyle bir şey düşünüyorum. Bunu kendi klanımda yaptığımda o kadar çok avcı bize katıldı ki şaştım kaldım. Ağaçtan biz gibi bir avcıya benzeyen bir şey yonttum. Onu gören avcılar uzun süre yanından ayrılamadılar. Ve benim yanımda kalmak için yalvardılar. Ben de onları klanıma kabul ettim. Birbirimizden yeni şeyler öğrendik. En önemlisi ise bölgemizde hiç yiyecek sıkıntısı çekilmedi. Bunlardan başka bitki tohumlarını ekmede zorluk çekmedik. Ve depoladığımız tohumlardan yiyecek yapıp yedik.”
Oluşep “Sen neler diyorsun. Bunlar sahiden böyle mi. Dedi şaşkınlıkla ekledi. O zaman seninle birlikte olmamıza sevineceksin demektir. Klanımı alıp seninle yaşamamıza izin verir misi?”
Orupta “Seve seve kabul ederim bunu.Bir sorum olacak. Siz bitki tohumlarından yiyecek yapılacağını bilmiyor musunuz?”
Oluşep “Bitkilerin tohumunu nadiren yeriz. Ama sizin gibi yemek yapmayı bilmiyoruz. Biz sadece sebzelerle yiyecek yapabiliyoruz. Sebzeler yumuşak. Tohumlar ise sert zor yenir.”
Orupta “Biz güzel bir yöntem geliştirdik. Taştan bir kap yaptık. Taşlarla kırdığımız sert tohumları ve bazı baharatlarla bu kabın içine koyup içine su döktük. Ve ateşte onları pişirdik.”
Oluşep “Bak bu güzel fikir. Tam tanrımız Tamumbu’nun yiyeceği türden. Biz yiyecekleri ateşte kızdırıyoruz. Siz ise yiyecekleri ateşte su ile haşlıyorsunuz. Dedi ekledi. Madem ben ve klanımı kabul ettin şimdi sana katılma vakti. Dışarıya çıkıp bu sevindirici haberi klanıma yani senin yeni avcılarına bildirelim.”
Oluşep alınan yeni kararı klanına söyleyince avcılar sevinçle coştu, çığlıklar attı. Bu sevinç gösterisi tadacakları yeni yemekler ve bir daha aç kalmayacakları içindi. Oluşep avcılarına öyle cazip şekilde anlatmıştı ki “Bir daha hiç aç kalmayacağız.” Demesine kendi bile sevinmiş bunu onlar gibi çığlık atarak belli etmişti.
Avcılar yanına kurulu çadırların derilerini ve mızraklarını alarak gitmeye hazır hale geldiler. Orupta yeni klanına “Biz ve siz yok artık. Artık hepimiz biriz. Yeni lideriniz benim. Oluşep ise benim yardımcımdır.” Orupta bunları söylerken ne büyük bir ganimetin üstüne oturduğunun farkına vararak daha ciddi olmaya çalıştı. Çünkü bir lider olan Oluşep liderliğini bırakıyordu. Orupta’nın sesi biraz titrer oldu. Öksürüp aksırdı, sesini düzeltti. Konuşmaya yeniden başladı. “Hiç kimse aç kalmak istemez. Bizler birleştiğimizde artık açlığı unutacaksınız. Klanın bir lidere ihtiyacı vardı. Ben tanrı Tamumbu’ya inanan biriyim. Ve ona inandığım için yaşama kolaylığı içindeyim. Ve bu kolaylığın güçlü bir avcısı oldum. O yüzden liderliğim sizin için vazgeçilmez olacak. Şimdi yürüyelim ve yeniler ile eskiler birbirine kavuşsun.”
Kalabalık avcı grubu yürüyüşe geçti. Gece gök yüzünde dolunayın ışığı ile rahatça ilerlediler. Çalılık ve dikenli bölgeye geldiler. Orupta’nın iki avcısının ayağına diken battığı yerdi burası.
Orupta “Şimdi tek sıra halinde birbirimizin peşinden gideceğiz. Dağınık şekilde yürürsek daha çoğumuzun ayağına diken batacak.” Ve tek sıra halinde dikenli bölgeyi adımlarını dikkatli atarak geçtiler.
Kalabalığı uzaktan gören Orupta’nın klanı korktu. Kalanın kadınları gelenlerden başı bozukluk ve avcı çığlığı duymayınca biraz rahatladı. Gelenler içinde Orupta’yı gördüklerinde sevindiler. Orupta’nın gözleri Calkara ve Mucindi’yi arıyordu. Oysa onlar yeni bir macera yaşamak için çoktan kalabalıktan sıvışmışlardı. Orupta kendisini bekleyen iki klanın karşılaşmasına odaklandı.



Calkara arkadaşı Mucindi ile bir çalılığın arkasında yaklaşan geyik sürülerini bekliyordu. Geyikler otladığı için avcılar ile yakınlaşması uzuyordu. Calkara “Biliyor musun Mucindi, şu mızrağımız olmasa biz ne geyik avlarız ne de yırtıcı hayvanları uzaklaştırabiliriz. Görüyor musun mızrağın gücünü. Hiç aklıma gelmezdi. Bir gün buraya geleceğiz ve içimize akan mızrağın gücünü hissedeceğiz. Biliyorum çok açsın. Açlığa az sonra avlayacağımız geyikler ile son vereceğiz. Mızrağımız olmasa bu açlığa daha fazla dayanamazdım. Kendimizi ancak böyle kandırabiliriz. İşte kutsallara inancın zaferi. Bizi teselli ediyor ve açlığımızı bastırıyor.” Dedi.
Mucindi “Ne güzel konuştun.Ama mızrağa gücü veren elimiz. En çok kutsallığı elimiz hak ediyor. Düşün bir kere, elimiz beş parmak. Dağı bile devirecek güçte. Yeter ki nasıl kullanacağımızı bilelim.”
Calkara “Ben dağları devirmek değil gökteki yıldızları yere indirmek istiyorum.”
Mucindi “Yıldızları yere indirip ne yapacaksın?”
Calkara “Neler yapmam ki. Önce gökyüzünden kopardığım yıldızı ısırarak tadına bakarım. Tadı acı ise yere atarım. Sonra bir diğerinin tadına bakarım.”
Mucindi “Ben öyle yapmam. Yıldız yumşaksa ona bir şekil veririm. Onu barınağıma götürür onunla her gün konuşurum. Ta ki yıldız gece güneş gibi parlayana kadar. Ben yıldızlarla konuşurken onların değiştiğini benimle konuşmak istediklerini hissediyorum.Çünkü yıldızlar gücünü biz avcılardan alıyor. Nasıl oluyor dersen çünkü onlar güçsüz. Güneş gibi değil.Onlar bizim gibi güçlü avcılara ihtiyaç duyarlar. Neden güneşe bakamıyoruz. Ve bu yüzden gücümüzü güneşe ispat edemiyoruz. Ama yıldızlar öyle mi.Onlara istediğimiz gibi bakar onlara, düşlerimizde istediğimiz gibi evirir çevirir hatta, onlar bize yardım etmek için yol göstermede aracı olurlar dedi.Ekledi ekledi. Dur şimdi aklıma yıldızı daha değişik bir şekle sokmak aklıma geldi.” Dedi eğildi.
Mucindi yerden bir çöp aldı. Önce biraz düşündü. Toprağa çizer gibi oldu. Vaz geçti. Karışık bir şekil olmamalıydı. Ağaç şekli olmazdı. Çevresinde bir sürü ağaç vardı. Şeklini hatırlamayı biraz karıştırabilirdi. Derede yüzen bir balıkta olamazdı. Balıklar da birbirine benziyordu. Ya kurt, kuş. O da olmazdı. Onlar ise toprak üstünde kendileri gibi canlıydı. Canlılar birbirine benzerdi. Ya sıradan bir şekil. Yere beş köşeli bir şekil çizdi.
Calkara “Neden beş köşeli şekil çizdin?”
“Sus dedi Mucindi. Düşünüyorum.” Şekli içe doğru birbirine çizgi çekerek bağladı. “Neden beş köşeli şekil çünkü beş kutsaldır. Ellerimiz beş parmaklı. O kutsal olduğu için beş köşeli yıldızımız da kutsaldır.”
Calkara geyiklere doğru baktı. Geyikler otlaya otlaya iyice yaklaşmıştı. “Şuraya bak Mucindi dedi Calkara endişeyle. Avımızın düzeninin bir aslan sürüsü bozuyor. Geyikler ah geyikler. Koşmasanız ne güzel olurdu. Bitti artık. Avımız elimizde uçup gitti. Gidelim artık. Aslanlar kalabalık. Tehlikeli olabilir.”
Calkara ve arkadaşı geriye doğru av alanından uzaklaştı. Az ileride ağaçlar vardı. Meyve ağacıdır diye iki avcı o yöne ilerledi. Talihleri yaver gitmedi. Gördükleri akasya ağacıydı. Ve diğerleri de ya çam ağacı veya akasya gibi meyvesiz ağaçlardı.
Calkara “Yiyecek bir şey olsa hemen saldıracağım. Açlıktan elim ayağım titriyor. Yiyecek bir şey olsaydı keşke.”
Mucindi yere eğildi.Yerde ki bitkiden yuvarlak bir meyve kopardı. “Bu nedir böyle. Zehirli mi acaba. Tadına bakmak ister misin?”
Calkara “Meyve bitkiye zarar vermiyorsa zehirli değildir. “
Mucindi “Gerçekten senin düşüncen çok zayıflamış. Zehirli meyveler bitkilerin silahıdır. Bunu ne vakit unuttun. Hiç sen yabancı bir avcıya güvenir misin. Onunla savaşırsın ancak. Bitkiler de öyle. Zehirli bitkiler ancak diğer bitkilere zarar vermez. Ama zehir denen şey ise onları zekasıdır.”
Mucindi konuşurken Calkara çoktan zehirli sandıkları bitkinin meyvesinden birkaç tane yemişti. Tadı çok güzeldi. Eğilip yerden bir salkım daha kopardı. Mucindi şaşa kaldı. Calkara “Zehirli meyve tadından belli olur. Bize bu zarar vermeyecek. Yedim de titremem geçti.”Çok tatlı bir şey bu. Al sen dee. Acı olsaydı yemezdim.”
Mucindi arkadaşına güvendi. O da yerden bu bitkiden koparıp yemeye başladı. Mucindi “Senin titremeni biliyorum. Senin titremen açlıktan değil. Kanına karışan bu şey sana güç veriyor. Bu karnının doyuramaz bir meyve. İçi su dolu. Senin titremen içindeki tatsızlıkta. Eminim ki bu tatlı şeyi ne kadar yersen o kadar güzün olur. Ama bir yere kadar. Ben içi su dolu meyvelerle doyamam. Bana et gerekli, bana ekmek gerekli, bana yiyecek gerekli. Şimdi ise benim titremem başladı.”
Calkara “Bölgemize varmaya az kaldı. Orada ki yiyecekleri düşün. Açlığını bastır.”
Mucindi “Oraya kadar dayanır mıyım bilmiyorum.”
İki avcı seri adımlarla ilerlemeye başladı. Önlerine ırmak çıkmıştı. Suya girmeleri Mucindi’yi kendine getirmişti. Açlığını unuttu bir müddet. Yine seri adımlarla yürümeye başladılar.
Mucindi “Artık fazla dayanamayacağım. Bölgemiz uzakta değil. Ben burada bekleyeyim. Sen hızla git bana yiyecek getir.”
Calkara “Olmaz böyle bir şey. Seni savunmasız bırakamam. Ben geri dönesiye kadar sana aç bakan tilkilerle sırtlanlar seni yer bitirir. Bir daha ne koşabilir, ne bakabilir, ne uyanabilirsin. Seni toprağa gömdüğümüz gibi gideriz.”
Mucindi “İyi öyleyse. Bana yardımcı ol da beraber yürüyelim. İnan ki takatim kalmadı.” Mucindi yürürken sağ elinde ki mızraktan destek alıyor diğerini ise Calkara omuzluyordu.
İleriden dumanlar göründü. Bir av şöleni üstüne denk gelmiş olmalıydılar. Az sonra dumanın iştah açıcı kokusunu aldılar. Ve iki avcı bölgelerine vardıklarında Mucindi yere yığılıverdi.
Calkara yemek hazırlayanlara bağırdı. Sesini ancak beşinci kez bağırınca duyurabildi. Klan çocukları onlara doğru koştu geldi. Calkara “Çabuk bize yiyecek getirin. Amcanız açlıktan ölmek üzere.” Çocuklar koşarak uzaklaştı.
Az sonra Orupta ve iki avcı ellerinde kızarmış etlerle geldiler. Mucindi et yedikten sonra bile uzunca bir süre halsiz kaldı. Onu bölgelerine sırtlarında taşımışlardı. Bütün klan Mucindi’nin etrafına birikmişti. Klan moral olsun diye türküler şarkılar söyledi. Bu işi kadınlar yapıyordu. Biliyorlardı ki kadınların sesi her zaman zayıf bünyeleri tetikler ve onlları değiştirirdi. Mucindi ikinci bir şarkıya geçildiğinde yavaş yavaş kendine gelmeye başladı.
Orupta “Ben size izin vermediğim halde ava çıktınız. Ben her zaman yiyeceklerimiz yeni iken ava çıkılmaz demişimdir. Buğdayları arpaları depo yapabiliriz. Ama yiyemeyeceğimiz et ise çürüyüp gider. Olan onca yorulmanıza olur. Şimdi size bir ceza vermem gerekiyor. Düşündüğüm bir şey var. Ona sizi katmayacağım. Düşündüğüm hem öyle büyük ki. Ama sizi buna ortak etmeyeceğim.” Dedi Söz dinlemez Calkara’dan ve Mucindi’den uzaklaştı. Barınağına dişisinin yanına gitti.

Tuna M. Yaşar



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın tarihsel roman kümesinde bulunan diğer yazıları...
Göbeklitepe 5
Göbeklitepe 4
Göbeklitepe 3
Göbeklitepe 1
Çok Eskiden 9
Çok Eskiden 8
Çok Eskiden 4
Çok Eskiden 6
Çok Eskiden 5
Çok Eskiden 3

Yazarın roman ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Dünya Taşınıyor 3
Dünya Taşınıyor 7
Dünya Taşınıyor 8
Dünya Taşınıyor 6
Dünya Taşınıyor 1
Dünya Taşınıyor 2
Dünya Taşınıyor 5
Dünya Taşınıyor 4
Dünya Taşınıyor 9

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Masa [Şiir]
Reptilian 1 [Öykü]
Reptilian 2 [Öykü]
Reptilian 3 [Öykü]
Reptilian 4 [Öykü]
Reptilian 5 [Öykü]
Savaş Trafiği 2 [Öykü]
Savaş Trafiği 1 [Öykü]
Savaş Trafiği 3 [Öykü]
Ağaçlara Fısıldayan Adam [Öykü]


Tuna M. Yaşar kimdir?

Voltaire


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Tuna M. Yaşar, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.