Kitaplarla dolu bir oda, ruhlu bir beden gibidir. -Cicero |
|
||||||||||
|
Yazar ve şair kimdir? Yazar ve şair; toplumun tamamını hedef almasına karşın, önemli bir kısmını bilgi, sanat ve canlı varlıklara sevgi duymayı insan denen yaratığa kelimeler yoluyla enjekte etmeyi başaran kişilerdir. Bu kişiler bir yandan toplumu idealize edilen bir mertebeye çekmeye çalışırken, kendilerini de sürekli yenileyerek, toplumun düşünsel gelişimindeki çıtayı da sürekli yükseltmek üzere düşünce ve davranış geliştirenlerdir. Bu doğrultuda gelişmeleri engelleyici her unsuru da tespit ederek, çözüm yolu önerilerinde bulunmak da yazar ve şairlerin toplumdaki sıra dışı görevleri arasında yer almaktadır. Yazar, bir toplumun düşünce ve davranış biçimini geliştirmeyi ön plana alırken, şair toplumun duygularıyla ilgili kısmı daha çok ön plana çıkarır. Sevgi, merhamet, vicdan, yardımseverlik, hoşgörü gibi soyut, ama insan olma özelliklerini taşıyan kısımlar hulasa... Bir ülkenin gelişmesini sağlayan faktörlere bir göz atalım ki, yazar ve şairlerin ülke kalkınmasındaki rol model anlayışı da, netleşmiş olsun. Bir ülkenin gelişmesini sağlayan önemli unsur eğitimdir. Eğitimin iki ana dal üzerinden toplumsal yapıyı kuşatması gerekir; biri hak ve adaletin toplumun her ferdine öğretilip, aksaklığa sebep olacak bütün unsurların ortadan kaldırılması, ikincisi sanayi ve sağlık bilimi üzerinden toplumun ihtiyaç duyduğu gerçek refah seviyesine ulaşmayı sağlayacak her türlü bilgi, araç ve gereçlerin temini. Sosyal gelişim için gerekli bu iki ana unsuru kapsayacak eğitimi, insan vasfını taşıyan varlıkların yetişmesi yönünde hazırlayıp hayata geçirmek devlet denen mekanizmanın doğru çalışmasıyla sayesinde istedik platforma ulaştırılabilir. Sağlık ve eğitimde kesinlikle tasarruf yapılamaz ve yurttaşların bu iki hizmeti satın alması söz konusu olamaz. Devlet denilen kurum yurttaşlarının bu ihtiyaçlarını, ekonomik koşullarına bakmadan karşılamak zorundadır. Eğer karşılamıyorsa, sosyal bir devlet değildir ve görevini yapmıyor, hatta kötüye kullanıyor demektir. İkinci bir husus adalet demiştik. Bir toplum kendi hak ve hürriyetlerini öğrenmek, herhangi bir ihlal durumunda bunu devlet kurumlarına bildirmek ve devletin müdahalesiyle giderilmesine bilgi sağlayarak katkıda bulunmak zorundadır. Eline tutuşturulan iki dilim ekmeği yitirme korkusuyla, hem kendi, hem yanındakilerin haklarının gasp edilmelerine göz yummamalıdır. Eğer bir hak ihlali söz konusu oluyorsa, hak ihlalinden sorumlu olan devlet başkanı da olsa, yargı önünde eşit olmalıdır. Yargıç ise, karşısındakilerin mevkilerine değil, yaptıklarına bakarak hüküm vermelidir. Tıpkı, Fatih Sultan Mehmet'in suçlu bulunup, kolunun kesilmesine hüküm verilmesi gibi… Bir yargıç, hiçbir mevki sahibinin önünde ayağa kalmaz ve cübbesini iliklemeye çalışmaz. Yargıç cübbesinin ilik ve düğmesiz olmasının nedeni asla unutulmamalı ve yargıya hiçbir durumda müdahale edilmemeli, yargı mensupları, siz ve biz gibi kutuplaştırıcı zamirlerin dışında tutulmalıdır. Bu gelenek sosyal dirliğin korunması için vazgeçilmez töre olarak kabul edilmelidir. Yazar ve şairler de birer sanatçı olduğuna göre, "Sanatçı toplumun neresinde olmalı ve görevi ne olmalı?" sorusunu değerlendirelim. Sanatçı toplum içinde rol modeldir; yani bir topluma okullar olmadan, sıra dışı yöntemlerle kendilerini yansılatma yoluyla bilgi ve beceri kazandıran eğitmenlerdir. İşte bu yüzden onların işlediği bilgi ve becerileri hiçbir güç değiştiremez. Saç kestirme ve tarama, giysi seçme, yemek yeme, konuşma biçimine kadar toplumu her yönüyle etkileyip, değiştirme bilgi ve yetisine sahiptirler. Doğada bulunan her tür canlı yararına olabilecek davranış gösterdikleri taktirde, toplumu iyi yönde değiştirebilecekleri gibi, doğaya ve her tür canlıya zarar verip, yok etme yolunda da, topluma olumsuz davranışlar kazandırabilirler. Yine burada devlet devreye giriyor; günübirlik çıkar ilişkilerine dayanan bir kitleye göre mi ülke yönetilmeli, yoksa canlı denen varlıkların yaşam haklarının korunup, her canlının en iyi şartlarda yaşaması için önlemler alınması mı öncelikli olmalı? İşte bu yüzden Mustafa Kemal'in, 27 Nisan 1930 Ankara'da Türk Ocağı Tiyatrosu'nun açılışında, "Efendiler; hepiniz milletvekili olabilirsiniz. Bakan olabilirsiniz, hatta Cumhurbaşkanı olabilirsiniz. Fakat sanatçı olamazsınız." demesinin nedeni işte burada yatıyor. Sanatçı, sürekli erotik konuşmalar yaparak, toplumu mevcut durumundan bir anlık uzaklaştıran kişiler değil, mevcut durumundan kurtulması için nasıl bir tavır sergileyeceklerini topluma gösteren kişilerdir. Aynı zamanda toplumun yaptıkları yanlışları kendilerine gösteren kişilerdir. Yazar ve şairler, benim çocukluğumda insanların imrendiği kimselerdi. Eğer sosyal kutuplaşma olmasaydı, nefret tohumları bu kişiler arasında da bulunmasaydı eminim bugün çok daha iyi yerlerde olacak, yöneticileri birer Mesih, Mehdi ya da, hataları bile güzel olan ermişler olarak kabul edip, Arapların biat kültürüne esir olmayacaktık. Yine de o günlerin yazar ve şairler için güzel olan tarafları vardı. Her yayınevinin başında işi bilen bir şair ya da yazar bulunur, her yazılanı "Para gelsin de nereden gelirse gelsin" mantığıyla yayınlamaz, kılı kırk yararlardı. Basılan da günün şartlarıyla değerlendirilemeyecek kadar kaliteli olurdu, velev ki, bilgi yanlışlığı ve iftiralar olsa da... Ben 12 Eylül öncesinde basılan bir kitabın şairi ya da yazarı tarafından satıldığını hiç görmedim. Yayınevi, kitabın telifini müellife öder, kitabı basar, satışını yapardı. İnsanların türlü şekilde yakındıkları o yıllar, bir çok sosyal gelişim yönünden o yılların kalitesiydi.. Şimdi yazar ve şairlerin durumuna bakıyorum da, ya pazar tezgâhı açan köylüler, ya köylere pılı pırtı götüren bohçacılar, ya da köyleri eşekleriyle dolaşan çerçilere benziyorlar. Ellerinde bir çanta kitap, okul okul, kurum kurum dolaşarak kitaplarını satmaya çalışıyorlar. İşte bura da devletin acizliği ortaya çıkıyor; kendi sanatçısını yerlerde süründüren bir devlet nasıl kalkınabilir? En üst yöneticiden, en düşük yöneticiye kadar sorsak, acaba yaşadıkları süreç içinde, her yıla bir kitap düşecek kadar okumuş olan kaç yönetici çıkar? Kendi amirinin yaptığı yanlışı fark edip, söyleyecek kaç çalışan çıkar? Amirinin yanlışını fark eden kaç yönetici çıkar? Yanlışını kendisine söyleyen çalışanını haklı bulup, davranışını düzelten kaç yönetici çıkar? İşte "Zurnanın zır dediği yer" de burası... Yönetenin bilgisizliği ne kadar çok ise, kibri ve cehaleti de aynı oranda artmakta... Devlet bilgili insanların yönetim ve sorumluluğunda yükselir, pahalı takı ve takım elbiseler giyenlerin değil. Bu yüzden Mevlana "Nice elbiseler gördüm içinde insan yok, nice insanlar gördüm üzerinde elbise yok" diyor. Göz, gönül ve akıl birlikte kullanıldığında doğruya ulaştırır kişiyi. Her biri ayrı ayrı kullanıldığında hata payları oldukça yüksektir. Bir gün yazar ve şairlerle bütün sanatçıların hak ettikleri yerde olabilmesini sağlayacak bir devlet sisteminin işlevselliğine kavuştuğu zamanda yaşayabilmeyi umut ve temenni ediyorum. Hoş ve mutlu kalın. 6 Temmuz 20 Gölcük
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Osman AKTAŞ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |