Yalnızca hava, ışık ve arkadaşın varsa hiç üzülme. -Goethe |
|
||||||||||
|
Bunları halka anlatabilecekleri, ellerindeki tek kitle iletişim aracı ise, o dönemde “ matbuât” olarak adlandırılan gazetelerdir. Hele, kafalarındaki “lâtin harfli” alfabe inkılâbı sonrasında, ülke nüfusunun neredeyse tamamının, bir anlamda okur yazarlığı bile kalmayacak ve uzun yıllar, basın yoluyla halka yeterince mesaj veremeyecekleri bir gerçek idi. İşte tam da bu sıralarda, yüzyılın başında bulunan radyo adı verilen cihaz yeterince geliştirilmiş ve Avrupa’ da artık kitlelere yayın yapmaya başlamış idi. O günlerden bir gün; “İleri” gazetesi sahibi Sedat Nuri bey, yakın arkadaşı Hayrettin Bey’ in teknik yardımları ile, birlikte geliştirdikleri bir radyo alıcısıyla beraber M. K. Atatürk’ ün huzuruna çıkarlar. Atatürk, bu konuyla yakından ilgilenir. Bir an önce yayıncılığın başlatılması için ilgili kişi ve kurumları harekete geçirir. Sonuçta İş Bankası, Anadolu Ajansı ve bazı gerçek şahısların katılımıyla ,“Türk Telsiz Telefon A.Ş.” ünvanlı şirket kurulur. Şirketin radyo yayınında tekel olmasına ilişkin on yıllık süreyi kapsayan anlaşma, 8 Eylül 1926 tarihinde imzalanmıştır. Bu şirketce, Sirkeci’ de tarihi postane binası içinde kurulan İstanbul Radyosu, 6 Mayıs 1927’de yayın hayatına başlayacak, radyo daha sonra Harbiye’ de inşa edilecek olan ve halen de burada yayınlarını sürdürmekte olduğu yeni binasına, 1949’ da taşınacaktır. 1928 yılında ise Ankara Radyosu ilk yayınını yapar. Radyoların işletmesi , 8 Eylül 1936' da PTT’ ye devredilir. İşte tam da radyoların yayına başlamaları ile birlikte hükümet, âdetâ gökte aradığını yerde bulacak ve peşpeşe alacağı radikal kararları, bir süreliğine halkın kalbur üstü kesimine dahi olsa, zamanla kitlelelere ânında ulaştırma imkânına kavuşacaktı. Radyonun Türkiye’ye girmesi aşağı yukarı “inkılâplar” ın en radikal bir şekilde uygulandığı zamana rastlar. Böyle bir imkândan T.C. devletinin yetkilileri, ideolojilerinin yaygınlaştırılması için azami derecede yararlanırlar. Şöyle ki : “…Radyo’ ya gelince, eski cânandan nişâne olan her motif, musiki başta olmak üzere gündemden kovulmuştu. Radyo proğramlarında Türk halkından en küçük bir esinti yoktu. Radyo, limonlukta yetiştirilmeye çalışılan Türk burjuvazisinin ‘alafranga’ temayüllerine bir rehber,yeni inancın ateşli vaizlerine modern bir söz kürsüsü olmuştu….Atatürk’ ün sofrasında kaydolunan bir turfanda fikir, Çankaya dönüşü radyoya uğranmak suretiyle, anında yurttaşlara aktarılıyordu…” 1 Şu bir gerçektir ki radyo, yeni kurulan devletin halkı ile iletişimine büyük katkılar sağlayacaktı. Ama ondan da önemlisi; “mûsıkî inkılâbı” olarak isimlendirdikleri, kadim mûsıkîmizi bir kalemde silip atıp “millî mûsıkî” diye polifonik batı özentili uyduruk müzik sistemini yerleştirmede en büyük araçları olarak uzun yıllar, hatta, bürokratik iktidarlarınca, inatla 1970’ lerin ortalarına kadar kullanılacaktı. Yirminci yüzyılın önemli buluşu ve yazılı basın dışında kulağa hitabeden ilk kitle iletişim aracı olan bu cihazın, devlet politikalarının aracısı olarak seçilen radyo için, akıllı Anadolu insanı, her ortamda şaşırtıcı mizahî eleştirsini yine yapacaktı. Meselâ :“…Radyo yayını başladı; millet modernizmin nağmelerini dinlemeliydi.Bir nevi müzik devrimi…Müzik devrimi böyle yapılmış yapılmasına da,kaçınılmaz sonuç ortaya çıkmış.Yani halk Arap istasyonlarına dadanmış.Ankara’ da Vehbi Koç’ un yeni açılan mağazasına gelen köylüler,’Bana bana bir radyo ver,ama içinde Necip Aşkın olmasın’demeye başlamışlar.(Necip Aşkın o dönemde Ankara Radyosu’nda batı müziği çalan bir sanatçı…) 2 Bu hicivin bir başka versiyonun da, o yıllarda Riyaset-i Cumhur Senfoni Orkestrası’nın Şefi olan Praetorius’un konserleri, radyoda o kadar kabak tadı vermiş olmalı ki; müşterilerin, satıcı firmalardan radyo alırken “Aman!...İçinde Praetorius olmasın..”uyarısında bulunduklarından sözedilir.’ İlk açılış yıllarından yasak kararının alındığı tarih olan 1934’e kadar, yayınlarda Türk Musıkîsi’ ne ağırlıklı bir şekilde yer verilir.”…1927’ de faaliyete geçen radyo yayınlarında ilk halk müziği örneklerinin İstanbul’ dan verildiği görülür.Tanburacı Osman Pehlivan 1930’ larda Rumeli Türküleri icra etmektedir. Bazı mahalli sanatçılar da yerel havalar çalıp okumaya başlamışlardır. (Sivas’ tan Aşık Veysel, Erzurum’ dan Faruk Kaleli, Adana’ dan Aziz Şenses, Karadeniz’ den Kemençeci Sadık ve Hasan Sözeri, Malatyalı Necati gibi) 3 1938’ e gelindiğinde; radyo yayıncılığı devletin tekeline alınır.Bu statünün uygulanmasına, önce Ankara Radyosu ile başlanır. Bu yıllardan sonra, Türk Musıkisi-Batı musıkisi olarak iki bölümde değerlendirilen radyo yayınları, artık Klâsik Türk Musıkisi, Türk Halk musıkisi, Hafif Batı Müziği, Türk Hafif Müziği adıyla kurulan bölümlerce hazırlanıyordu. “Ankara Radyosu’ nun 1938’ den başlayarak halka verdiği musiki sadece dinleyiciler ile musıkiseverler katında değil, musıki çevrelerinde de geniş yankılar uyandırdı. Osmanlı-Türk Musıkisi’ nin en seçkin eserlerini icra etmek üzere kurulan, Mesut Cemil yönetimindeki Klâsik Türk Musıkisi Korosu: Şerif İçli,yahut Fahri Kopuz yönetimindeki fasıl heyetleri; radyo ortamının sağladığı sanat disipliniyle programlara çıkan hanendelerin solo konserleri, özellikle Mesut Cemil, Ruşen Kam, Vecihe Daryal ve Cevdet Kozanoğlu’ nun yer aldıkları saz musıkisi konserleri musıkinin geleneksel icrasını derinden etkiledi;genç kuşaklar için yeni ufuklar açtı…” 4 1934’ den 1950’ ye kadar, radyolarda, zaman zaman bir buçuk seneyi bulan Türk mûsıkisi yasakları ile birlikte, hiçbir zaman öz mûsıkimize hayat hakkı tanınmayacakdı. 1930’lardan bu yana bayağı horlanan Klâsik Türk Musıkîsi, özellikle başta Mesud Cemil, Ruşen Ferid Kam, Cevdet Kozanoğlu gibi isimlerin gayretiyle,1941’ den itibaren radyoda başlatılan “Tarihî Türk Musıkîsi” programıyla yavaş yavaş kaybettiği saygınlığını yeniden kazanmaya başlar. 1950’ den sonra, hep milliyetçi, muhafazakâr siyasetçiler iktidar oldularsa da, devlet bürokrasisinin desteğindeki “Batıcı-milli mûsıkîci”lerin gerek radyolar, gerekse devlet salonlarındaki hâkimiyetlerini bir türlü kıramadılar. Hatta 1960’ lar ile birlikte başlayan zincirleme darbeler, onlar için de yeni bir güç kaynağı oluyordu. Onlar mutlu azınlığın mutlu müzikçileri olarak, yine pervasızca hükümran oldular. Tâ ki 1970’ li yılların ortasında kurulmaya başlayanTürk Müziği Devlet Konservatuvarları, Türk Mûsıkîsi Devlet Koroları ile günden güne bu imtiyazlı müzik sınıfının saltanatı sonlanmaya başlayacak ve 1990’ lı yılların ortalarında Büyük Şehir Belediyeleri’ nin el değiştirmesiyle birlikte, oralarda inşa edilen kültür ve sanat merkezlerinde hemen hemen her gece profesyonel ve amatör solist ve koro konserleriyle Türk mûsıkîsi, devlet salonlarındaki Batı musıkîsi sultasını da kırmaya başlayacaktır. Türkiye’ de geçmişten günümüze kaliteli müzik yayıncılığının adresi her ne kadar TRT ise de; şu bir gerçek ki Batı müziği yayınlarının adresi olan TRT Radyo 3’ teki yayın kalitesi ve disiplinini, maalesef Türk Mûsıkîsi yayın istasyonu olan TRT Nağme’ de asgari hadlerde dahi göremiyoruz. TRT Nağmeyi dinlerken; solistleri ve şarkı seçimleri ile sanki her gün bir diğer günün tekrarı gibi. Belirlenmiş, belli bir solist kitlesi var, her gün, her şarkı, nerdeyse hep onların sesinden dinletiliyor. Ayrıca haftada birer saatlik canlı özel programlar da senelerdir hep aynı isimlerin tekelinde sanki. Kendilerini isbatlamış ve radyo sanatçısı olmuş genç nesillere emisyonlar âdeta yasak savar bir şekilde veriliyor. TRT Nağme’ de okunan şarkıların çoğu zaten diğer özel “alaturka” radyolarda da sabahtan akşama kadar, meraklılarına ulaştırılıyor. Ayrıca, TRT MÜZİK Tv kanalında da popüler müziğin “kralı” yayınlanıyor. Yani popüler şarkılar için elini sallasalar elli tane yayın kurumu var. Demem odur ki; tıpkı TRT 3’de çalınan besteler gibi, TRT Nağme’ de de sadece “ yüksek sanat “ değeri taşıyan eserler çalınmalı. Çocuk şarkısı gibi dizayn edilmiş melodiler, güfteleri de “ nane şekeri” mânilerini andıran sıradan şarkılar dinletilmemeli, mûsıkîsinin kıymetini bilen dinleyiciye… Salih Zeki Çavdaroğlu 15 Temmuz 2020 DİP NOTLAR : 1 Çetin BAYDAR,”Radyo-Televizyon”, Türkiye Kültür ve Sanat Yıllığı-1990, Türkiye Yazarlar Birliği Yay.,Ankara, 1990, s.387 2 Melih PEKDEMİR,”Kemalistler Ülkesinde Cumhuriyet ve Diktatörlük”, Doruk Yayıncılık, Ankara, 1997, s.218 3 Gönül PAÇACI, ”Cumhuriyet Döneminde Halk Müziği”, Cumhuriyetin Sesleri, Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul, 1999, s.124 4 Bülent AKSOY, ”Cumhuriyet Döneminde Devlet Radyosunun Türk Musıkisi Üzerindeki Etkileri”, Türkler, Semih Ofset, Ankara, 2002, c.18, s.333 https://ferahnak.wordpress.com/2020/07/16/turkiye-nin-batililastirilma-projesi-kapsaminda-radyo-nun-misyonu-ne-idi/
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Salih Zeki Çavdaroğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |