..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Hiçbir kış sonsuza dek sürmüyor, hiçbir ilkbahar uğramadan geçmiyor. -Hal Borland
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Başkaldırı > Tuna M. Yaşar




6 Ağustos 2020
Savaş Trafiği 3  
Ticari Savaşlar

Tuna M. Yaşar


Bahtiyar bağırıyordu. “Ey Amerika ey Amerika silleyi ilk vuran biz oluruz. Gerisini sen düşün.” Bütün kameralar zum olmuştu ona. Bahtiyar’ın sözleri bir başlangıca aitti, gerilim ve dönülmez adımlara. Silah sesi duyuldu. Suriye tarafından sıkılan birkaç el silah YPG den kaynaklıydı. Kameralar o yöne döndü. Az sonra Türk tankları birer birer sınırı aştılar. Kalabalık heyecanlıydı , bu müthiş manzara seyredenlerin bir tarihe tanıklığıydı. O ara ne konuşan oldu ne hareket eden.


:ACDA:

Bahtiyar arabası ile tekrar yoldaydı. Akçay Köprüsünü geçerken sağına baktı. Petrol tesisi bütün görkemi ile duruyordu. Öğrenmişti, buraya petrol Azerbaycan’dan geliyordu. Bir yetkiliydi konuştuğu. O gün cesaret edip bu tesise korkusuzca girmiş, kimselerin görünmediği anda, bina içinde düzgün giyimli ama her halinden emir alan bir müdür çıkmış, boş gevezelikleriyle adama sorular sormuştu.

Sağda küçük solda büyük bir askeri tesis vardı. Birinde nöbet bekleniyorlardı. “Karanlık olsa, nöbetçinin yanına gitse, saat sorsa, sorgusuz sualsiz silah doğrulturlardı.” Diye söylendi Bahtiyar. “O kadar güvenle korunuyor tesis.” Diye ekledi.

Şehre giriş yaparken burnuna çürümüş çamurların küf kokusu geldi. Koku rahatsız etmiyordu ama insanı farklı hislere götürüyordu. Palmiye ağaçları yolda sağlı solluydu. Orta şeritte öyle. Bir kebapçı dükkanının önünde durdu.Arabadan indi, kebapçıyya girdi. Üç dürüm istediğini söyledi. Beklemeye koyuldu.

Kebapçı “Birader nereden gelir nereye gidersin?” dedi.

Bahtiyar “Yolum uzun, Antakya’ya gidiyorum. Tahıl tüccarıyım.”

Kebapçı “Oranın künefesi güzeldir tavsiye ederim. Buraya gelenleri buralı olanları bilirim. Az buçuk kendini belli ederler. İnsanlarla karşılaşmak insan sarrafı yapıyor. Senin buralı olmadığını bildim de ondan sordum.”

Bahtiyar “Sen bildiğim insanlar gibi değilsin. Sende kendini belli ediyorsun. Nereden anladım diyorsan ilim dolu insan muhabbet besler.”

Kebapçı “Halden anlıyorsun.” Dedi, dürümleri bir poşet içinde Bahtiyar’a verdi. Bahtiyar kebapçıdan çıktı arabasına bindi. Şehri dikkat ve ve sakince çıktı.

Yokuş yukarı dağların üzerinden gidiyordu. Trafik seyrekti ama yol dikkat istiyordu. Bahtiyar dürümlerini yemek için az daha beklemesi gerekiyordu. O fırsatı yakaladı. Belen’e girdi. Arabasını park edecek müsait bir yer aradı. En uygun cami önünü gördü. Tarihi bir camiydi burası. Kitabesine baktı, Kanuni Sultan Süleyman yaptırmıştı.

“Ulan insanlar siz ecnebi ülkelerine imrenirsiniz, onlar Türkiye’yi aşkla ziyaret ediyorlar. Siz Türkiye’den çıktığınız an lanetlenirsiniz. Neden mi, pırıl pırıl kalpleriniz var. Bu pırıltı yurt dışında katrana bulanır da ondan.” Bahtiyar bu düşüncelerle dürümüne niyetlendi yemeye başladı. Doyduğunda “Şükür oh be acıkmışım. Ev yemeği de kebap gibidir ama açlık krizi çekerek yersen.” Diye söylendi.

Arabasını çalıştırdı ilerledi. Bir kahvehanenin önünde durdu. Kahvehanede kimse yoktu, birkaç müşteri dışarıda masadaydı. “Usta bir çay.” Diye seslendi Bahtiyar. İçinden “Hey gözünü sevdiğim trafik, bana dokunma Suriye’ye gireyim. Söz sana bir kilo nescafe potlacı yapacağım.” Dedi.

Çayını yudumluyordu. Keyfine diyecek yoktu ama bir sorunu vardı. “İdlib’te bombalar patlıyor ajanı, tekinsizi cirit atıyor, ya beni kaçırırlarsa, fidye için beni alı korlarsa.” Diye düşündü. Daeş bitmişti ama kansız teröristlerle bu mümkündü. “Tövbe yarabbi tövbe” diye fısıltı halinde söylendi. Yan masadaki iki kişi Bahtiyar’a baktı. Bahtiyar bu bakışları hissetti, ilgilenmiyormuş gibi yaptı. Öyle yapması gerekiyordu, başını derde sokmak istemiyordu.

Çay parasını çay tabağına koydu, içeriye seslendi. “Usta parayı bıraktım.” Usta el kaldırdı tamam der gibi.

Antakya semaları görünmüştü. Bütün şehir aşağı platodaydı. Bahtiyar ağır ağır zikzaklı yolu inmeye başladı. Aşağıda trafik polisleri uygulama yapıyordu. Bahtiyar o polisleri hiç tanımıyordu. Polisler Bahtiyar’a da durmasını işaret ettiler. Bahtiyar Topboğazı denen bu yerde on bir tane bekleyen araba saydı, az sonra sayı on beşe çıktı.

Bir polis Bahtiyar’a yaklaştı. Bahtiyar’ın verdiği evrakları kontrol etmeye başladı. Polis Bahtiyar’ın pasaportunu görünce “Suriye’ye gireceksen üzerinde fazla para taşımanı tavsiye etmem.” Dedi.

Bahtiyar “Teşekkür ederim memur bey. Allah razı olsun uyarınız için.”

Bahtiyar’ın işlemi bitince polisler onu saldı.

Antakya’ya doğru ilerliyordu. Gökyüzünde ki güneş yakıcıydı. Bahtiyar arabanın camlarını açtı. Müzik dinleyecekti vaz geçti. Uzun süren bir seyirden sonra Antakya şehrine girdi. Habib-i Neccar’dan himmet duası almak istedi. Hazreti İsa’nın bu havarisini gayet iyi biliyordu. Ona İncil’de Yuhanna diyorlardı.

Heyecanlandı biraz. Habib-i Neccar havari de olsa ona hep Kuran’da ululanmış gözüyle bakardı. Caminin önünde heyecanı hat safhadaydı. Camide mahzene inen merdiveninde adımları yavaş ama kararlıydı. Bahtiyar’dan başka cami hazresinde kimse yoktu.

Avucunu sarnıç suyuna daldırdı, üç avuç içti. Olmadı bunu beşe tamamladı. Biraz durdu orada. Binlerce yıl beklemekten zehirlenmiş sudan içmekle akıl rahatsızlığına yakalanacağını biliyordu ama bunun da çaresini bulmuştu. Bunda psikiyatrlara çok güveniyordu, çünkü birkaç kez bu zehirli sudan içmiş şifayı psikiyatrlarda bulmuştu.

Camiden çıktı arabasına bindi. Antakya’yı çıkarken içindeki tüm korkular ve endişeler gitti. Çünkü kendini İsa’nın havarisi olarak görmeye başladı. O zehirli sudan içmişti, bu bile bu tür hayallemeye yeterdi.

Sınıra yaklaşmıştı. Yolda ki levhaya baktı. “Sınır 5 km” yazıyordu. Kısa sürede o yolu da aştı. Sınır kapısında yoğunluk vardı, iltica edenlerle dolup taşmıştı. Bahtiyar’ın işlemleri kısa sürdü. Suriye topraklarına girdi. Yönünü İdlib kentine çevirdi.

Evler harabe, savaşın kalıntısı bezmişlik ve sığınmasızlık her yerde belli oluyor, kendini gösteriyordu. Bahtiyar’a bağırırcasına ‘bizler deli değiliz, bizi bölmeyin ve parçalamayın’ diyorlardı. İnsanlar kendi içlerinde bölündü mü bir deliliğin yalnızlığına sürüklenirlerdi. Bunun şifası birlik ve beraberliğin aklı olan Türkiye’nin imdada yetişmesiydi.

Yolda kontrol vardı. Eli silahlı kişiler Bahtiyar’ın arabasını durdurdular. Evrak istediler. Bahtiyar cüzdanını çıkarır çıkarmaz asker giyimli görevli cüzdanı elinden aldı. Asker cüzdanın içini dışını kontrol etti. “Bize yüz dolar verirsen geçebilirsin. Aksi halde seni istasyonumuzda misafir ederiz.” Dedi.

Görevli türkçe konuşuyordu. Bahtiyar çaresizdi, tüm parasını Antakya’da bir bankaya yatırmıştı. İşler rayında gittiğinde parasını İdlib’deki bir bankadan çekecekti.

Görevlinin biri “Beni takip et. Seni istasyona götürüyoruz.” Dedi. Az sonra Bahtiyar kuzu kuzu görevliyi takibe başladı. Görevlinin onu getirdiği istasyon bir tesisten çok malikaneye benziyordu. Bahtiyar arabasından inip binaya girdiğinde şok oldu. Onu demir parmaklıklı bir odaya hapsettiler. İçeridekilerden biri “Buradan hemen çıkacağım diye sevinme. Biz ne askeriz ne de akıllı uslu bir görevli. Bize federal terörist derler.” Dedi.

Bahtiyar o an, bundan sonra kendini ifşa etmemek için, zarf atanlara hep bilmez modunda cevap vermeye karar verdi. Çünkü zengindi bunun bilinmesi belki sonu olurdu.

Tuna M. Yaşar




Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın başkaldırı kümesinde bulunan diğer yazıları...
Savaş Trafiği 2
Savaş Trafiği 1
Savaş Traiği 8
Savaş Trafiği 6
Savaş Trafiği 4
Savaş Trafiği 5
Savaş Trafiği 7

Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Reptilian 1
Reptilian 2
Reptilian 3
Reptilian 4
Reptilian 5
Ağaçlara Fısıldayan Adam
Çizikler
Delibaş Cumhuriyeti
Ruhu Yarattık
Cehennemde Toplantı

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Masa [Şiir]
Göbeklitepe 5 [Roman]
Göbeklitepe 4 [Roman]
Göbeklitepe 3 [Roman]
Göbeklitepe 2 [Roman]
Göbeklitepe 1 [Roman]
Çok Eskiden 9 [Roman]
Çok Eskiden 8 [Roman]
Çok Eskiden 4 [Roman]
Çok Eskiden 6 [Roman]


Tuna M. Yaşar kimdir?

Voltaire


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Tuna M. Yaşar, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.