Gene gel gel gel. / Ne olursan ol. / ... / Umutsuzluk kapısı değil bu kapı. / Nasılsan öyle gel. -Mevlânâ |
|
||||||||||
|
Evin içinde sürüyle karton koliler vardı. Üç beş tanesinin büklü yerlerini yırttı. Uzun dik dörtgen şekiller oluşturdu. Onları boş divanın üzerine yaydı. Çantasına yeleğini tıkıştırdı, belli bir kabarıklık oluşturdu. Yeterli değildi. Çantasından çıkan malzemelere göz gezdirdi. Hepsi katı ve çantanın içinde rahatsız edici olurlardı. Tek çare kot pantolonunu çıkarmaktı. Çıkardı, onu da çantasının yerleştirdi. Sonra divanın yanına geldi. Divana uzandı. Yastık niyetine çantasını başının altına koydu. Rüyasında bir kızın yanında bir ileri bir geri yürüyerek şarkı söylediğini görüyordu. Kız ona “Kalk, kalk, kalk.” Diye hızlı şekilde seslendiğini duydu. Uyandı birden. Saatine baktı, saat dokuza geliyordu. Dışarıda güneş ve serçelerin sesi vardı. Ama dur mutfaktan tıkırtılar geliyordu. Sonra bir kaşığın tavadaki hareketini duydu. Burnuna güzel iştah açıcı kokular geldi. Ekrem o an ne olduğunu kavradı. Evde mutfakta biri vardı. Bir kadın olmalıydı. Üzerinin çıplak şort ve atletle olduğunu görünce hemen yerinden fırladı.. Çantasından kot pantolonunu çıkarıp giydi. Ardından yeleğini giydi. Sonra mutfağa tedirgin adımlarla yürüdü. Genç bir kız gördü. Ekrem “Günaydın kahvaltı mı hazırlıyorsunuz?” dedi. Kız “Önce adımı söyleyeyim. Adım Filiz. Anne bize telefon açtı. Ben Şaziye’nin kızıyım. Annen ‘benim oğlanla bir ilgileniverin’ dedi. Evi derleyip toplayacaktım. Baktım uyuyorsun. Senin az sonra uyanıp kahvaltı edeceğini düşündüğüm için evden getirdiğim hamur karışımıyla kaygana yaptım. Bitti zaten.” Ekrem “Öncelikle teşekkürler. Ben Ekrem. Nazife’nin oğluyum. Buraya üniversite dersim olan bir tezi hazırlamaya geldim.Ayrıca cesur olduğun için yine teşekkürler. Çekinmeden yardıma gelmişsin. Kaygana hazırsa yiyebilir miyim?” Filiz “Tabi tabi ben şimdi evin içini temizleyeceğim. Sonra evden yorgan, yastık, döşek getireceğim. Afiyet olsun.” Deyip hemen mutfaktan çıktı. Ekrem hazırlanmış çaydan Filiz’in getirdiği bardağa dem koydu. Sonra üzerine kaynar su döktü. Şekerini atıp çay kaşığı ile karıştırdı. Bir yudum aldı. İçinden “İşte beni kocası kabul eden Filiz’in meziyeti. Kız da güzel doğrusu.. Baş örtülü ve şalvarlı. Aman tanrım kendimi tutamayacağım, unut gitsin. Suç benim değil kızın. Bekar bir kızın bekar bir erkekle aaynı evde yalnız olması bu. Karşılıklı düşüncelerin temasa geçtiği bir ortam.” Diye geçirdi. Ekrem korkmaya başladı kendinden. “Tövbestağfirullah.” Diye söylendi. Tekrar üzerine şeker serpiştirilmiş kayganaya yumuldu. Yeniden düşündü. “Üniversite okuyan biriyim. Bu köyde ilk gördüğüm kız Filiz. Çözülmesi zor bir denklem. Acaba aileler arası gizli bir antlaşma mı var. Annem’in ‘kız oğlanı bir görsün bakalım. Kalpleri birbirine ısınırsa Ekrem’in araması kesindir’ veya ‘bunlar beşik kertiği. İkisine de söylemedik Bilmeden birbirlerini severek evlenseler neşeli olur. Evlendiklerinde beşik kertiği olduklarını söyleriz’ şeklinde bir planı mı var acaba?” Ekrem yine şanslıydı ki tüm bunları düşünüyordu. Yan odada Filiz vardı. Ve düşünceye ses vermediği için Allah’a teşekkür etti. Ekrem kahvaltısını bitirince lavabo temizliği yaptı. Ellerini yıkayıp dişlerini fırçaladı. Artık evde kalamazdı. Köyde dedi kodu olurdu. Filiz’in bulunduğu odaya doğru yürüdü. Temizlik için teşekkür namına bir şey söyleyecekti. Ama vazgeçti, evden çıktı. Korkmuyordu artık köpeklerden Köyün çeşmesinin yanına kadar geldi. Eğilip oluktan akan sudan içti. Köydeki mağarayı görmek için dağın eteklerinden çıkışa geçti. Saatine baktı, henüz on olmuştu. Ağaçların içinden, kuru ot ve dikenlerden sakınarak tırmanıyordu dağı. Zirveye vardığında biraz daha yürümesi gerekiyordu. Bu sefer tırmanış değil yatay bir yürüyüştü. Kayalık dağın arkasına geçti. Uçsuz bucaksız vahşi ormanlar, birbirini takip eden kayalık dağlar manzarayı süslüyordu. Hemen arkasında ki dağı terk edip önünde ki dağa yöneldi. Mağara girişini gördü. Yanına ne fotoğraf makinesi, ne fener almıştı. Artık gördükleri ile yetinecekti. “Filiz bende akıl mı bıraktı?” diye söylendi. O an mağaradan kendine doğru bir rüzgar estiğini hissetti. Bu bir anlıktı ama kulağında fısıltılar da duydu. Halüsinasyon görmediği kesindi. Neydi şimdi bu. Muamma dehlizine girdiğinde otuz bin yıllık bir gizin içinde olduğunu anladı. Ekrem duvarlara baktı. Mağaranın girişinden uzaklaştıkça karanlığa daha da gömülüyordu. Bir kitaptan öğrendiği rabıtayı uygulamaya başladı. Bilim adamları buranın en az otuz bin yıl önce insan atalarınca da kullanıldığını söylüyordu. Bu zaman buz devriydi. “Destur ya buz devri zamanı.” Dedi. Ve bulunduğu yerin buz devrinden kalbine, güneş batarken ki kızıllıkta kırmızı zaman nuru akıtmaya başladı. Muazzam bir deneyim. Bir geyiğin peşinden koşan insanlar, bilmediği bir dilin kendini etkilediği sesler,kızarmış et kokuları, ağzında kabaca öğütülmüş tahıl tadı. Ve Ekrem ikinci kademedeki rabıtaya geçti. Bu avcıların düşünceleri ile ilgiliydi. Ekrem düşüncenin, bulunduğu ortama ışıma yaptığını, düşünce ile istediği bir dönemde ki bu ışımayı rabıta ile kusursuz şekilde okuyabileceğini bilİyordu. “Destur ya otuz bin yıl önce ki insanların düşünce ışıması.” Dedi. Ve otuz bin yıl önceki bu mağarada ki düşünce ışımasından kalbine, çay renginde kırmızı nur olan ışımanın kalbine aktığını düşünmeye başladı. Bu daha muazzamdı. İnsanların birbirine şaka yapma planlarını, kimi avcı insanların kızarmış eti düşündüğünü algılıyordu. Dişilere sahip olma hırslarını, av esnasında yaralanmadan korkmalarını, av aletleri yapma planlarını. Biraz da beste denen şeyin olmadığı şarkılarla ve avcıların bu tempoya kendilerinin de bilmediği uyduruk sözlerle eşlik ettiğini okuyabiliyordu. Ekrem rabıtayı bıraktı. Bu düşleri görürken rabıtayı hiç bırakmamıştı. Sürekli düşünce ışımalarını müşahede ediyordu. Rabıtadan dolayı yaşadığı gerilimi üzerinden atmak için paketinden bir sigara çıkarıp yaktı. Her şey güzeldi. Bir şey eksikti. Bunları kayda almak. Yanında kayıt yapacak hiç bir şey yoktu. Otuz bin yıl öncekilerin direkt kaydı zihnindeydi. Ekrem bunu da başaracaktı. Bu kaydı da rabıta yapıp bir materyale kaydedecekti. Tek tek neolitik çağda yaşamış insanları karşısına alacak, onları hataları, günahları ve sevapları ile sorguya çekecekti. Bu Ekrem için kolaydı. Sigarası bitiyordu. Son fırtı içine çekip yere attı. Mağaradan çıktı. Önünde ki uzun yol ona kısa gibi göründü. “Bu rabıtanın esrarındandır.” Diye söylendi. Gerçekten kısa bir süre sonra köyün içindeydi. “Bir başkası bunu yaşasa keramet der, çıkar işin içinden” diye içinden geçirdi. Yönünü köyün çeşmesine çevirdi. Uzaktan çeşme başında iki kızın su doldurduğunu gördü. Ekrem ne yapacağını şaşırdı. Yine de cesaretle çeşmeye doğru yürüdü. Kızlar dönüp baktılar. Ekrem gelince biri “Sen Nazife teyzenin oğlusun. Az önce ablam benden evi paspaslamak için buradan su doldurmamı istedi. Benim adım Gülistan. Bu da Büşra.” Ekrem “Memnun oldum. Beni en çok bu çeşme sevindirdi. Bedava akıyor ve insanlar para vermiyor.” Gülistan “Öyledir. Biz sadece arada bir gelir alırız. Ablam da sizin su saatiniz işlemesin diye bu yolu seçti. Malum uzun zaman köye gelmiyorsunuz. Su faturası olursa gecikme zammı hepten katlanır.” Ekrem “Doğru söylüyorsun. Köy okulu hala işler durumda değil mi?” Gülistan “Okul öğrenci az olduğu için kapandı. Öğrenciler ilçeye köyün minibüsü ile gidip geliyorlar. Zaten mesafe ne ki., on altı kilo metre.” Kızlar bidonlarını doldurmuşlardı. Ya çekingenlikten ya benimsedikleri usturuptan Ekrem’e hiç bir şey demeden oradan ayrıldılar. Ekrem oluğa eğildi, kana kana su içti. Filiz hala evdeydi. Ekrem evine giremezdi. Köyün bakkalına doğru yürüdü. Bakkalın önüne cipsler konmuştu. Bu bakkal açık demekti. Bakkalın önünde eski bir masa, eski bir sandalye ve tabure vardı. Ekrem içeride ki bakkal sahibine “Selamünaleyküm Cemil dayı.” Dedi. Cemil “Oo yeğenim hele hoş geldin. Ne yapıyorsun ne ediyorsun. Ailen nasıl, uzun zamandır yoksunuz.” Ekrem “Şehirliler böyledir, gittiler mi gelmezler ama ben geldim.” Cemil “İyi ki de geldin. Yarın düğün yemeği var. Tüm köylü davetli. Komşunuzun kızı Filiz evleniyor.” Şok üzerine şok. Şaşırdı Ekrem birden. Biraz da suçladı kendini. Ekrem “Hayırlı uğurlu olsun” dedi ekledi. “Tost yapıyor musun hala?” Cemil “Ben o tostları para kazanmak için yapmıyordum, hayır için yapıyordum. Maksadım çocuklara şehirliliği aşılamak. Tostu her cumartesi pazar yine yapıyorum. Dur sana da yapayım.” Ekrem “Teşekkürler, tost çayla iyi gider. Bakıyorum çayın yok.Alış veriş usulüne uymak için senden bir şişe de gazoz alacağım.” Cemil “Çok iyi yaparsın. İlk siftahı da senden almış oluruz. Tost bedava gazoz parayla. Bu benim sloganım. Çocuklara da böyle söylüyorum.” Ekrem “Ticarette güzel bir taktik. Tost yiyenin gazozu da canı çeker. Peki gazoz kaç lira?” Cemil “Kimseye söyleme ama tostun parasını gazozdan çıkarıyorum. Gerçi köylülerle bunu konuştum. Olumlu karşıladılar. Bunu sadece çocuklar bilmiyor. Köydeki bir iki çocuk bunun farkında. Gazoz içiyorlar ama diğer çocuklar gibi sık sık değil.” Dedi ekledi. “Tostun hazırlanırken gazozu açayım mı?” Ekrem “Para kazanmanın bir yolu daha.” Diye düşündü. “Aç.” Dedi. Tuna M. Yaşar
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Tuna M. Yaşar, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |