"Sevgi bilmekten doğar." -Mevlana |
|
||||||||||
|
2400 yıl önce Sokrat, “Öğrenmek anlamakla olur!” diyor;, 17.yüzyılda yaşayan Voltair‘se, “Anlamak bağışlamaktır!” diyerek, Sokrat’ın düşüncesini bütünlüyor. 21. Yüzyılın eğitim politikaları belirlenirken geçmişten günümüze ışık tutan bu özlü sözlerin anlamına sıkıca sarılmak gerekir. Çünkü, bugün karşılaştığımız eğitim sorunlarının temelinde, anlama ve kavramadan uzaklaşılıp, şekilciliğe ve ezberciliğe dayanan bir sistemin benimsenmesi yatmaktadır. 1924 yılında Büyük Önder Atatürk, bizlerden, ”Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” kuşaklar yetiştirmemizi istememiş miydi? Eğitimin amacı, doğru, iyi ve güzel işlerin seçilerek yapılması ve öğrenilmesi değil midir? M.E. Bakanlığında sık sık sistem değişikliğine gidilmesi herkesi olduğu gibi eğitimcileri de yordu artık. Eğitim tarihimize kısa bir göz attığımızda, yaşananlar karşısında şaşıp kalmamak elde değil. Nasıl olur da eğitimle bu kadar oyun oynanabilir, aklım almıyor. Özel görevim nedeniyle birçok yöremizde okulları ziyaret ediyor, yönetici ve öğretmen arkadaşlarla görüşüyorum. Yaptığım tespitler sonucunda gördüm ki, milli eğitimin temel sorunu, ne bina, ne de araç gereç eksikliği; temel sorun, öğretmen yetiştirmede geldiğimiz acıklı durumdur. İyi yetişmiş, mesleğini gerçekten seven bir öğretmen, eğitim sistemlerinin çoğu eksiklerini kapatabilir. Fakat en mükemmel bir eğitim sistemi, iyi bir öğretmenin yerini dolduramaz. Öğretmenin yerini dolduracak bir teknoloji henüz bulunamadı. Sistem, uygulanan programa inanmayan öğretmeni verimli çalıştıramaz. Öğretmenler isterse sistemi çalıştırır, ama sistem insanları zorla çalıştıramıyor. Milli Eğitim Bakanlığı AB eğitim sistemine ve standartlarına uyum sağlanması amacıyla AB üyesi tüm ülkelerin eğitim sistemini araştırma sürecine girdiğini basın haberlerinden öğreniyoruz. Bu araştırmanın bence temel nirengi noktası, AB üyesi ülkelerde “Öğretmen nasıl yetiştiriliyor?” sorusuna yanıt aranması olmalıdır. Almanya’daki beş yıllık öğretmenlik deneyiminin bende kalan temel öğretisi: ”Öğretmen evde, öğrenci okulda çalışır.” oldu. Bu ilkeyi meslek yaşamı boyunca sürdüren kişi nerede olursa olsun, mutlaka bir gün hak ettiği başarı ve ilgiyi görecektir. Eğer Bakanlık, öğretmen yetiştirmeye, seçmeye, sağlıklı görevlendirmeye ve hizmet içinde eğitmeye daha çok önem verirse; öğretmenler de, tıpkı öğrencisi gibi öğrenen, yaptığı işten zevk alan, kapris yapmadan bazı şeyleri öğrencisinden öğrenen ve bunu rahatlıkla ifade edebilen eğitimciler durumuna gelebilirler. Eğer Bakanlık, başarılı öğretmenleri özellikle dil bilenleri görgü ve bilgi artırmak amacıyla yurtdışına eğitim gezilerine yollamayı başarabilirse, bu bence, eğitime yapılmış en önemli bir yatırım olacaktır. Böylece kardeş okul uygulamasıyla yurtdışına gidip gelen okul yöneticileri de bir takım haksız soruşturma kurbanı olmazlar diye düşünüyorum. Zaman zaman özel sohbetlerde dile getirdiğim, çarpıcı bir örneği burada sizlerle de paylaşmak yerinde olur kanısındayım. Almanya’da görev aldığım beş okulun anahtarlarını beş yıl boyunca yanımda taşıdım. Bu anahtarlarla okullara istediğim saatte girip, çalışma yaptım. Kimse bana akşam saat 22.00’de okulda ne işin var demediği gibi, o saatte beni okulda görmekten dolayı memnuniyetlerini dile getirdiler. Bana duyulan güveni sarsmamak için elimden geleni yaptığıma inanıyorum. Benim ülkemde ise, -okul müdürleri üzerlerine alınmasınlar- okulun anahtarı yalnızca müdürde ve okul hizmetlisinde bulunur; fakat öğretmene verilmesi düşünülmez! Öğretmenine inanmayan ve güvenmeyen bir sistem nasıl sağlıklı işleyebilir? Almanya bu konuyu teknoloji ve insana güven anlayışıyla çözmüş, biz çözemez miyiz ? Eğitimin en önemli açmazlarından biri de, öğretmenin nerede yetiştirileceği konusudur. Bugün, bir edebiyat öğretmeni kitap okumayı sevmediğini söyleyebiliyorsa, ilkokul öğretmeni köpekten korkuyor, eşek sesinden rahatsız olduğunu dile getirip, köyde çalışmak istemiyor, kapısının, penceresinin kırık menteşesini tamir edemiyorsa, burada önemli bir sorun var demektir. Öğretmen yetiştirme sorunumuz, zaman zaman masaya yatırılsa da, henüz istenen sonucun alınabildiğini sanmıyorum. Halen yetenekli gençler öğretmen okulları yerine, öğretmenlik motivasyonunu yeterince veremeyen okullardan mezun olarak mesleğe atılmakta, mesleğin inceliklerini sınama yanılma yoluyla yıllar içinde öğrenmeye çalışmaktadır. Bizim kuşağımız, her gün öğretmen marşıyla yatağa girip, öğretmen marşıyla yataktan kalkarak ve öğretmenliğin kutsallığına şartlandırılarak öğretmen olduk. Eğer bu okullara yeniden hayatiyet kazandırılırsa, eğitime sağlam ve güçlü bir ivme yeniden kazandırılabilir. “Bilgi çağının içinde kalmak isteyen toplumlar her okuldan bir Einstein, bir Darwin, bir Leonardo yetiştirmek zorundadırlar.” diyen Prof. Dr. Ali Baykal’ın görüşlerinin her kademedeki eğitim yöneticisine bir rehber olmasını gönülden dilerim. Not1: Öğretmen yetiştirme konusunda Şubat 2003, 295 sayılı Çağdaş EĞİTİM dergisinde sayın Hüseyin Hüsnü TEKIŞIK hocamızın "Öğretmen Yetiştirilen Okullarımız" başlıklı yazısını mutlaka okumanızı öneririm. Adı geçen yazıdan sadece şu paragrafı sizlerle paylaşmayı da bir görev kabul ediyorum: "1992'de ve sonrasında M.E.B., özellikle ilköğretimdeki öğretmen ihtiyacını karşılayabilmek için yeterli alan eğitimi, pedagoji formasyonu bulunmayan ve iş arayan 150 binden çok üniversite mezununu sınıf öğretmenliğine atadı. Bakanlık, bu atamaları ile başka yerde iş bulamayan 2-3 aylık öğretmenlik sertifikası olan üniversite mezunlarına (iktisatçı, maliyeci, işletmeci, ilahiyatçı, sanat tarihçisi, tekstilci, dökümcü, beslenme uzmanı, eczacı, kimyacı, doktor, ziraatçi, dişçi, veteriner vb.) öğretmen olma garantisi verdi. Milli eğitim tarihimizde, öğretmenlikle ilgisi bulunmayan bu kadar çok sayıda ve çok kaynaktan sınıf öğretmeni atandığı görülmemişti. Milli Eğitim Bakanlığının bu tutumu, devletten iyi öğretmen ve iyi eğitim bekleyen çocuklarımıza yapılan ihanetti." Not2:YÜKSEK ÖĞRETMEN OKULLARI YENİDEN AÇILSIN ! 16 Mart 2002 tarihinde TRT 2’de Zeki Sözer’in yönettiği “Çözüme Doğru” programında söz alan konukların “Öğretmen Yetiştirme” konusunda dile getirdikleri görüşleri kısaca şöyle sıralanabilir: ”Eğitim fakültelerine her sene takriben 100 bin öğrenci giriyor. Mezun olan alan öğretmenlerinin ancak bir kaç bini atanabiliyor. Bizim bugünkü öğretmenlere göre şansımız şuydu; öğretmen okuluna girdiğimiz andan itibaren adeta devletin korumasındaydık. Yatılı okuyorduk ve güvencemiz vardı. Biz mutlaka öğretmen olacaktık. Kafamızda bir soru işareti yoktu. Böyle güvenceli okullara da seçkin öğrenciler giriyordu. Bana göre bugün çözümler düşünülürken ilk akla gelen bu olmalı. Bugünün koşullarına uygun yüksek öğretmen okulları yeniden açılmalı. Ayrıca, yatılılık kurumu tekrar getirilmeli.” Prof. Dr. İsa EŞME (Maltepe Ü. Rektör Yard. Ve Eğitim Fakültesi Dekanı) ”1980’den sonra devlet, buraları siyasetten uzaklaştırmak, bu beladan (!) kurtulmak için öğretmen yetiştiren okulları M.E.B.’nın yetkisinden aldı, YÖK’e devretti. Fakat yanlış yapıldı. Bugün öğretmen yetiştiren kurumları üniversite bünyesine almakla gerçi siyasetten uzak hale getirdiler ama pedagojik formasyon, çocukların psikolojisi açısından ve yetişme ortamları açısından hiç de uygun değil. Bu nedenle de sistem öğretmen yetiştirme konusunda gerilerde kaldı. Öğretim akademileri kurulmalı. Bu akademilere öğrenciler ilköğretimi bitirdikten sonra alınmalı. Altı yıl eğitim alan öğretmenler, ilköğretimin birinci ve ikinci kısmında görevlendirilmeli. Yedinci yıla devam edenler de orta öğretim öğretmeni olmalı. Ayrıca bu okullardaki eğitim yatılı olmalı.” İbrahim ARIKAN (ÖzDeBir Yönetim Kurulu Başkanı) ”Bana göre dünyanın en zor mesleği şu açıdan öğretmenlik; bir kere sabırlı olacak, heyecanlı olacak, çok büyük bir sentez gücüne sahip olacak. Bütün bunları bir araya getirdikten sonra da öğretmenin heyecanıyla hep kendini yeniden, yeniden geliştirecek. Eğer bütün bu fonksiyonları birisine aşılamazsanız, çok doğru eğitip, donatmazsanız o insan öğretemez, öğretmen de olamaz. Öyleyse bu kişilerin çok ayrıcalıklı, eğitimlerini de öğretmenlik kavramını ve öğretmenin ne olduğunu anlatan bir takım yöntemlerle yapılması gerekiyor. Köy Enstitüleri özgür düşünceli insanlar yetiştirmekteydi. Özgür düşünceli insan her zaman tehlikelidir. (!) Çünkü ona, inanmadığı, benimsemediği hiçbir şeyi kolay kabul ettiremezsiniz. Çok daha donanımlı, çok daha ileriyi gören ve çok daha iyi eğitilmiş öğretmenlere gerksinim var.” Ali Rıza BİNBOĞA (Sanatçı-Elektronik Yüksek Mühendisi) ”Ülkemizde şu anda 550 bin öğretmen var. Bu sayının 310 bini öğretmenlik eğitimi –hemen hemen- almamış insandan oluştu. İşte bunların eğitimi bizi buraya getirdi. Böylesi bir ortamda bu insanları, öğretmenleri suçlamıyorum. Onları getiren sisteme öfkeleniyorum. Ülkemizde öğretmenlik artık cazip hale gelmek üzere. Çünkü öbür mesleklerin alanı kalmadı. Öğretmenlik biraz daha cazip hale getirilirse daha akıllı, orta zekanın üzerindeki çocuklarımız öğretmenliği tercih edecektir. İstatistikler, öğretmenlerimizin yüzde 70’inin ek iş yaptığını gösteriyor. Bunun önüne geçebilirsek, Türkiye dünyanın en iyi ülkelerinden olur, en iyi yere geliriz.” Kemal GÖZÜKARA (Ar-El Okulları Kurucusu) ”Hiçbir teknolojik gelişme öğretmenin eğitimdeki yerini tutamaz. Öğretmenlik eğitmek demektir, model oluşturmaktır, örnek olmaktır. Öğretmen yetiştirmek bu açıdan son derece önemli bir konu. Bugün eğitim işinin içinde olan kime sorarsanız sorun, eğitimde bir düzey kaynından söz edebilir. Zorunlu eğitimin hemen sonrasında öğretmen yetişecekler ayrılmalı. Öğretmen kimseye muhtaç olmadan yalnızca mesleğini yaparak yaşayacak konuma getirilmeli. Ayrıca, yüksek öğretmen okulları yeniden açılmalı.” Feyza HEPÇİLİNGİRLER (Yazar, Yıldız Teknik Ü. Öğrt. Gör.) Eğitim Teknolojisi Dergisi, Şubat-Mart,Nisan 2002, sayı 01, 28-29 Müfredat tartışmaları (2) ABBAS GÜÇLÜ Türk eğitim sisteminin en önemli sorunlarından biri de öğretmen yetiştirme. Öğretmen kalitesini yükseltmeden, eğitimde bir reformdan söz etmek abesle iştigal olur. Son 100 yılda asker, mühendis, doktor ve hukukçu yetiştirme düzeninde önemli bir değişim söz konusu değilken, öğretmen yetiştirme sistemimiz, her 10 yılda bir değişti. Bu süreçte, öğretmen kalitesi zaman zaman dibe vurdu. Öyle dönemler oldu ki üç aylık hızlandırılmış eğitimle lise mezunlarına öğretmen diploması verildi. İşsiz ziraat mühendisleri, veterinerler öğretmen olarak atandı. Daha da beteri, öğretmenlik onursal bir meslek olmaktan çıkarılıp sıradan akademik bir uğraş haline getirildi. Milli Eğitim Bakanı Çelik de bu durumdan fazlasıyla şikayetçi. Açıkça YÖK ve üniversiteler bu işi beceremiyor diyor. Böyle bir ortamda, yani öğretmenin niteliğinin tartışıldığı bir süreçte, tamamen öğretmene dayalı bir reform hareketini nasıl gerçekleştireceğiz? Öğretmen öğreten değil, yönlendiren olacak deniliyor. İyi de kırk yıllık öğretmeni üç beş seminerle nasıl değiştireceksiniz? Daha önemlisi, düne kadar doğru dediklerinize bugün yanlış dediğiniz gibi, şimdi reform diye sunduklarınızın yarın yanlış olarak çöpe atılmayacağına kim garanti verebilir? Öğretmenlerin reform paketlerine sıcak bakmaması, biraz da bu yüzden değil mi? Söyledikleri ile yaptıkları... Reform paketini savunanlar, "Düşünen, soran, sorgulayan, özgür nesiller yetiştirmek istiyoruz, işin özü bu" diyorlar. Kulağa hoş geliyor. Peki bunu kim yapacak? Eğitimin geleceğine yön veren YÖK ve MEB mi? Duy da inanma! Kamuoyu adına eleştiri hakkımızı kullandık diye başımıza gelmedik kalmadı. Mahkemelerde süründük. YÖK, üniversite giriş sistemini eleştirdik diye; Milli Eğitim Bakanı da çok sayıda öğrencinin öldüğü Polatlı'daki tren kazasında, "Neden öğrencilerin haklarını yeterince savunmadınız?" diye yazdığımız için bizi mahkemeye verdi. Her iki yazı da toplumun duygu ve düşüncelerini yansıtıyordu. Ama eğitime yön verenler, reform adı altında soran, sorgulayan nesiller yetiştireceğiz diyenler, bu durumdan rahatsız oldu. Allah'tan Ankara'da hukukun üstünlüğüne inanan yargıçlar vardı. Her iki dava da gazeteciliğin gereklerini yerine getirdiğimiz için düştü. YÖK Başkanı'nın, Milli Eğitim Bakanı'nın bu kafada olduğu bir ülkede, bir öğrenci sınıfta ayağa kalkar da herhangi bir durumu nasıl eleştirir? Gözümün önüne bile getiremiyorum. Ya sınıftan atılır ya disipline gider. Böyle gelmiş, böyle gidiyor. Bakan Çelik, işte bizim de değiştirmek istediğimiz bu zihniyet diyebilir. Haklı ama bu değişime, önce kendisi ayak uydurmalıdır! Okullarda kara tahtanın yerini bilgisayar alacakmış. Mış diyorum. Çünkü biz bu hikayeyi Özal'dan beri dinliyoruz. Kaldı ki her okula, her sınıfa internet girse ne olacak? Bilgisayar, internet ve diğer teknolojik donanımlar, eğitime yön veren değil, tamamlayan unsurlar. Olumlu destek sağlayacağı kesin ama mucize yaratmasını beklemek hayalcilik olur. Konumu ne olursa olsun, sınıf içi eğitimde asıl modülatör yani yönlendirici olan öğretmendir. Yeni bir öğretmen modeli yaratmadan, ona farklı roller biçmek, onu aşağılamak, onu değiştirmeye kalkmak, sağlıklı sonuçlar alınmasını geciktirebilir. Mustafa Kemal, Türkiye Cumhuriyeti'ni kurduğunda ilk el attığı yer, öğretmen okulları, üniversite ve eğitim kurumları oldu. Gerekçesi de Ankara'nın ruhunu, heyecanını, ilkelerini benimseyen nesilleri yetiştirecek, kadroları yetiştirmekti... Özetin özeti: Reformlar, değişime inanan kadrolar ve doğru yol haritasıyla hayata geçer. Çelik ve arkadaşlarına önerimiz, biz yaptık oldu mantığını bir kenara bırakıp pilot uygulama sürecini, bir yıl yerine 5 yıla yaymaları. Bakın o zaman tarihe geçerler!.. aguclu@milliyet.com.tr 28.08.2004
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © ömer akşahan, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |