Ağlamak da bir zevktir. -Ovidius |
|
||||||||||
|
Sen kimdin? Ufak tefek ama cazibesi erkeklerin başını döndüren bir kızdın. Çiçeğe durmuş tomurcuklar gibiydin... Darmadağın, kahverengi saçların yüzünün bir kısmını örtüyordu. Kapkara iri gözlerini sık sık açıp kapıyordun. Sen ne idin ne oldun? Önceleri somurtkan, pasif, karamsardın; sonra kendine nüktedan, neşeli bir insan görüntüsü vermeye çalıştın ama, duygusuz, kibirli, bencil, kendini beğenmiş biri oldun çıktın. Kaygı dolu gözlerinle etrafı süzmeye başladın. Buna rağmen duygusallığın histerikliğinle bir araya geldiği için çekiciliğin daha da artıyordu. Kendini nasıl teselli ediyordun? “Ben buyum işte, ne yapayım! Başkaları beğensin diye değişemem ya!” desen de kendini teselli etmek için bir düşünürün şu sözünü sık sık tekrar edip kendine güven sağlamaya çalışıyordun: “Hiçbir şey olamadıysan da üzülme; çünkü sen, zaten sonsuz hiçliğin içerisinde bir hiçsin!” O, kimdi ve O'nunla ne yapacaktın? O, senden üç yaş büyük bir delikanlıydı. İşsiz-güçsüz biri. Yakışıklıydı, etkileyici bir ses tonu vardı. Savurgan, sorumsuz bir tip. Onunla birlikte çılgınlık yapmak istiyordun. Nasıl mı? Bütün parasal varlığını kumara yatırmak, çok sıkı korunan bir yeri ateşe vermek, herkesin sessizce dinlediği bir hatibin yüzüne ne kadar alçak ve itici olduğunu haykırmak gibi. Onunla ilişkin sonlara doğru ne oldu? Zamanla görüntüsü seni sıkmaya, sesi tüylerini diken diken etmeye başlamıştı. Sadece ondan değil, kendinden de nefret ediyordun. Oysa bir zamanlar yüreğinin kapıları, ondan başka her erkeğe kapalıydı, onun uğruna her şeyden vazgeçebilirdin. Onunla ilişkini sonlandırmak istedikten sonra ne yaptın? Derin ve kıprtısız yani suskun bir gece. Gözkapakların ağırlaştı ve uykuya daldın. Sabah uyandın, öğlene doğru ona telefon edip randevu verdin. Kaşlarını aldın, yüzünü sabunla yıkayıp kuruladın; makyajın sade ve birkaç dakika sürmüştü. Tenha sokaklarda başıboş yürüdün, yürüdün. Soğuk hava insanın içine işliyordu. İçinde uyanmayan duygular vardı, bunun farkındaydın. Buluşma yeriniz bir kafeydi. O senden önce gelmişti. Yüzü asıktı, olacakları sezmiş gibiydi. Ayrılmak istediğini söyledin, bu isteğine şiddetle karşı çıktı, ayrılık olursa ya seni ya da kendini öldüreceği tehditini savurdu. İnanmadın. Daha fazla konuşmanın bir yararı olmayacaktı, masadan kalktın. Caddeye çıktığında arkana baktın geliyor mu diye. Gelmiyordu. Bu hikayenin sonu nasıl bitti? Sonunda ne olduğunu sen de bilmiyorsun. O günden sonra O'nu hiç görmedin. Senin okumadığın bir gazetede ertesi gün bir kişinin birinci boğaz köprüsünden atlayarak intihar ettiği, ancak cesedin bulunamadığı haberi vardı. İntihar eden acaba O muydu?
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Ömer Faruk Hüsmüllü, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |