İnsanların arasında yaşadığımız sürece, onları sevelim. -Andre Gide |
|
||||||||||
|
Okuduğunuz için teşekkür ederim. Umarım bu eseri beğenirsiniz. Geri dönüşleriniz ve diğer kitaplarım için www.armanberra.com üzerinden iletişim kurabilirsiniz. Kapıyı açtı, içeri girdi. Adımını attıkça bugün acele ile evden çıkarken, her zaman giydiği sessiz tabanlı ayakkabısı yerine, sert tabanlı ayakkabısını giydiğini yürüdüğünde gelen topuk sesi ile fark etti. Görevi gereği sessizce ilerleyebilmeliydi. İnsanlar onun adımlarından çıkan sesi duymaması gerekirdi. Yıllardır bu işi yapıyordu ve alanında profesyoneldi. Gitmek istediği herhangi bir yere veya kişiye sessizce yaklaşabilmesi gerekiyordu. Bunca yıldır İlk defa bugün unutmuştu ayakkabılarını, geri dönüp alamazdı. Kendisine kızıyordu, bir adım dahi atmak istemiyordu. Bugün görevleri en az adımla halletmeliydi. . Dolabını açtı, üzerine görevi sırasında giydiği özel kıyafeti giydi. Sisteme erişim için kendisine özel tahsis edilen bilgisayarı açtı ve tüm bilgiler elinin altında idi. Talepler geldikçe, bu talepler doğrultusunda sessizce teslimatı yapması gerekiyordu. Talepleri sessizce almalı, mümkünse bir kağıda yazı ile yazılıp iletilmeli, konuşarak söylenecek ise de kimsenin duymayacağı şekilde söylenmeliydi. Bu nedenle dudak okuma yeteneklerini geliştirmek için kurslara katılmıştı. Bu da işinde diğer kişilere göre üstün olmasını sağlıyordu. Odaklandı, sessizliğin sesini duyacak kadar sessizdi, henüz kimse yoktu. O sırada kapı açıldı, üzerinde özel bir üniforma olan gözlüklü uzun boylu birisi yaklaştı. Üzerindeki beyaz kıyafet bir doktor zannetmenize sebep olabilirdi, ama üniformasının ceplerinin kenarlarındaki kırmızı bulaşık lekeler bu tezi çürütecek kadar ürkütücü idi. Belli belirsiz dağılmış bu lekelerin kaynağını düşünmek bile istemiyordu. Mesleğini sormak kendi sonu olabilirdi, sessizce yürümeye dikkat edişinden bu işleri bilen birisi olduğu belliydi. Kimsenin birşey duymasını istemiyor, en küçük bilgi sızıntısına karşı dikkatli olması gerektiğini biliyordu. Sessizce yaklaşmıştı, gözlerini gözlerimin odağına kilitlemişti. Korkuyordum, ne isterse onu bulabilmek dışında bir seçeneğim olmadığını biliyordum. Duraksadı ve zor duyulacak bir sessizlik ile "Bolton'un Zehiri" dedi. Hiç şaşırmadı, adamın kendisinde oluşturduğu profile çok uygun bir istekti bu. Bazı hedefleri vardı ve önlüğündeki lekelerden dolayı bu hedeflerin neler olduğunu düşünmek bile istemedi. Görevini yapıp bir an önce gitmesini istiyordu. Bir an endişe etti, ya ellerinde yoksa, bu adamın görünüşüne göre hiç de iyi şeyler olmayacağını tahmin edebiliyordu. Elinde bir James Bond çantası da vardı, kim bilir içerisinde ne vardı. Belki istese bir anda burayı ateşe verebilirdi. İstediğini bir şekilde vermeliydi. Hemen bilgisayarında arama yaptı, zehiri ismini kısık sesle söylediği için anladığı gibi yazdığında bulamamıştı, tekrar sordu bu sefer harf harf söylemesini istedi. Sonunda hatalı harfi bulmuştu, düzeltip tekrar aradığında derin bir rahatlama yaşamıştı. Derhal zehirin olduğu dolaba doğru ilerledi, bugün giydiği gürültü yapan ayakkabılar adamın dikkatini çekmişti. Bu zehri kimse duymadan alması gerekiyordu, bu sesler çevreden dikkat çekmeye neden olabilirdi. Gergin bakışlarla yürüyüşünü takip etti. Sesin az çıkması için çok yavaş yürüyordu. Sonunda adamın istediğini bulmuştu, yavaş ve sessiz adımlarla geri geldi. Adama elindeki zehrin dışarıdan görünmeyeceği şekilde uzattı, adam şaşkın bir bakış atmıştı. Hem o kadar gürültü ile yürüyüp, sonra da böyle gizli gizli vermeye çalışınca sanırım tutarsızlık gördüğü için garipsemişti. Sonunda görev tamamlandı. Kitabı alınca adına çalıştığı birimin kartına aldığı zehri işledi. Sonunda adamın yüzü gülmüştü, böyle gergin bir adamdan bu gülümsemeyi görünce rahatlamıştı. Tam adam giderken, kapıdan 3 kişi daha girmişti. Bu kişilerde özel bir kıyafet yoktu. Her birisi sıradan bir insan gibi kendilerini gizliyorlardı. Zehri alan adam ilerlerken karşılaştılar ve sessizce bir şeyler konuştular. Aldığı bu zehri birlikte kullanmayı düşündüklerini hal ve hareketlerinden anlamıştı. Başını öne eğdi, her an onları dinlediğini anlayabilirler idi. Adam kapıdan çıkıp gitmişti, yeni gelen 3 kişi bu sefer karşımda idi. Bu sefer sayıca da üstün oldukları için, daha dikkatli olmak zorunda idi. Ne isteyeceklerini merak ediyordu. İçlerinden birisi yaklaştı ve "Josh'un Kafesi" dedi. Taşlar yerine oturuyordu, Zehiri alan adam ile konuştular, şimdi de kafes istiyorlar. Aklında hiç iyi şeyler canlanmıyordu. Görevini yapıp bir an önce gitmeleri dışında bir hedefi yoktu. Hemen aradı ve sistemde kafesin olduğu yeri buldu. Yine ses çıkaran ayakkabıları dikkatlerini çekmişti. Kafesi buldu ve ağır adımlarla dönüp verdi. Aldıkları bu şeyleri kullanıp işleri bittikten sonra geri verebilmek için gizli servis kartını verdi. Kartı alıp kafesi o kişiye verdiğine dair kayıt girdikten sonra bilgisayarın ekranını kapattı. Bilgileri kimsenin görmemesi gerekiyordu. Sonunda sorun çıkmadan bu kişiler de gitmişti. Tuvalete gitti, ayakkabılarından çıkan sesler çok dikkat çekiyordu. Tuvalet kağıtlarından ayakkabı tabanlarına bir altlık yaptı ve üstünden galoş geçirdi. Ses tamamen kesilmese de artık daha az geliyordu. Biraz daha rahatlamıştı, ilk defa iş ayakkabıları yoktu, bu riski en aza indirmesi gerekiyordu. Bir anda içeriye ardı arkası insanlar gelmeye başladığını görmüştü. Hem de ses çıkıp çıkmamasına da çok dikkat etmeden giriyorlardı. Her bir taraftan gelen bu insanlar, hepsi bir anda istekte bulunursa nasıl karşılayacağını bilemiyordu. Neyse ki hepsi oturmuştu, bir plan yapmaya başlamışlardı. Bu sefer gelenler yapacaklarını planladıktan sonra kendisinden bir şeyler isteyecek kişilerdi. Kendisinden bir talep gelmemesi nedeniyle rahatlamıştı. Bir süre sonra birkaç kişi daha talepte bulundu, taleplerini yine aynı şekilde gerçekleştirdim. Ayakkabılarımdan ses çıkmaması beni rahatlatmıştı ancak bekleyen kişiler için çok daha dikkat çektiğini fark etmiştim. Ama umrumda değildi, sessiz yürüyebiliyor olduğum için önemsemedim. Sonra sinirli şekilde yerinden kalkıp bana gelen birisi olduğunu gördüm. Adam gözlerini bana odaklamış, yüzündeki her zerreden ne kadar sinirli olduğunu anlamak mümkündü. Elinde tuttuğu şeyi, bana yaklaştıkça bana doğru yöneltmeye başlamıştı. Silah, patlayıcı madde veya elektroşok cihazı, bunlardan herhangi birisi olabilirdi elindeki. Kendimi hazırlamalı idim, bu iş için eğitim almıştım ve yapabilirdim. Derhal güvenlik amirlerim ile iletişim kurabildiğim özel şifreli cihazımın şifresini girip mesaj atmalıydım. Konuşamazdım, ortamda konuşursam yardım istediğimi anlardı. En acil durumda mesaj atılacak 1 numaralı telefon numarasına göndermeye karar verdim. Gelen tehlikenin büyüklüğünü bilmiyordum kendimi güvenceye almalıydım. Hemen telefonda mesajı hızlıca yazdım. Şu an görev alanındayım, ancak başım belada. Şu an üzerine doğru gelen bir düşman var ve istediğini almasına rağmen bana doğru geliyor. Acil yardım diye mesajını yazdı. Mesaj ulaşmıştı, adam iyice yaklaştı ve durdu. Korkudan ve sessizce konuşmasından dolayı ne dediğini ilk seferde anlamamıştı. Tekrar sormaktan endişe etmişti. Bilgisayarda arama yapar gibi yapıp bulamadığını söyleyip tekrar sordu. Adam, karşısındaki kişinin hemen istediğini vermesini beklediğini belli ediyordu hareketleri ile. Acele edince hata yapıyordu. Sonunda buldu, bu da bir başka korkunç istekti. Donup kalmıştı, "Siyah Kan" istiyordu. Hiç tereddüt etmeden istediğini vermeliydi. Bu mesleği yapmanın sorumlulukları vardı ve işte bu şartlarda bile sakin kalmalıydı. Ama o sırada aklına 3 gün önce intihar eden çok sevdiği komşusu gelmişti. İntihar mıydı, cinayet mi kimse emin değildi. Komşusunun intihar edeceğine inanmadığı için kendisini attığı yere gitmişti ve orada yerde "Siyah Kan" görmüştü. Kan böyle mi olur diye düşünmüştü. Kırmızı olmasını beklediği kan neden siyah diye düşündüğünü anımsadı. Taşlar yerine oturmuştu, bu kişi bu cinayetleri işleyen kişiydi. İnsanların vefatı sonrasında kanların gerçekçi olması ve intihar süsünü eksiksiz verebilmek için bu yöntemi seçtiğini anlamıştı. Kurtulamazdı elinden. Komşusuna yapılanı affedemezdi, hızla adamın yanına indi ve saldırıp vurmaya başladı. Adam ne olduğunu anlamamıştı. Çevresindeki herkesin bir anda aslında onun adamı olduğunu fark etti. Herkes kalkmış ona yardım ediyordu. Ayırdılar, tekrar görev alanına getirip masaya oturmasını sağladılar. Diğer adam kanlar içerisinde kalmıştı. Kapı yüksek bir sesle ve süratle açıldı, adama yaptığı muamele nedeniyle cezalandırılacağını biliyordu ama bu kadar erken olmasını da beklemiyordu. Hemen uzaklaşmaya çalıştım, ama ellerimi tutup beni öldürmek için ağzıma bir zehir koyup üzerine zorla su içirdiler. Kendimi savundum, mücadele ediyordum. Bir yandan telefonda attığım mesaja gelen yanıt mesajlarını görmüştüm ancak bakamıyordum. Nerede kaldılar diye kızıyordum. Yıllardır hizmet ediyorum, başıma bir iş geldiğinde baba verilen değer bu kadar mı diye söyleniyordum. Bayılmışım, ve kendime geldiğimde başka bir yerde uyanmıştım. Karşımda eşim vardı, ne oldu diye sordum. Nerdeyim ben dedim. Yerimden yavaşça ayağa kalktım. Birisinin burnu kanıyordu, diğerleri de ona yardım ediyordu. Ayakkabılarım içinde peçete ve çevresinde galoş geçirilmiş komik bir durumda idi. Çevredeki insanlar gülümsüyordu. Ne oldu dedim ve anlatmaya başladılar. Bugün herkese biraz garip davranıyorsun. Sabah üniversitenin rektörü dersten çıkıp bir kitabı istemiş ders sırasında öğrencileri ile paylaşmak için. Ama garip donuk bakışlar ile kimse olmamasına rağmen yavaş yavaş ilerleyip kitabı kendisine vermişsin. Sonra gelen 3 öğrenciye de tuhaf tuhaf bakarak, yanlarından ayrılıp ayakkabılarında galoşla dönmüşsün. Sonra acilen derse yetişmek için sana doğru gelen arkadaş, kitabı teslim etmek istemiş ama sen ona saldırmışsın. Tüm olanlar bu işte. Az önce içtiği ilaçla artık kendine gelmişti. İnsanların isimlerini de hatırlamaya başlamıştı. Napıyorsunuz siz benim görev alanımda çıkın öğrenci kalmasın deyince herkes rahat bir nefes almış ve kendine geldiğinden emin olmuştu. Üzeri tebeşir tozları ile kirlenmiş üniversite hocası iyi misiniz diye soruyordu. Sabah aldığı "Zehir" isimli kitabı geri getirmişti. Burnu kanayan çocuk ise, Osman idi, tıp fakültesinde okuyan bir çocuk. Osman ne oldu sana deyince, güldü, abi lütfen şu an görüşmeyelim... Yılların emekli olmaya yaklaşmış kütüphanecisi, ömrü boyunca binlerce kitap okumuştu. Okuduğu kitapların etkisinde kaldığı için günlük hayatta okuduğu gördüğü şeylerin benzerlerini görebiliyordu. Gördüğü her şey daha önce okuduğu kitaplardan zihninde esinleniliyordu. Dün ilaçlarını içmeyi unutmuştu. Zaten bu nedenle de gelirken yanlış ayakkabısını giymişti. Sonrasını da zaten hatırlamıyordu. Kendine geldiğinde, yine normale dönmüştü herşey. Burnu kanayan çocuğun yanına giderek özür diledi, ona çay ikram etti. Sabah kendisine korkunç insanlar gibi görünen bu yer, dünyanın en güzel yerlerinden biriydi. Şehrin en iyi okulunun en güzel kütüphanelerinden birinde kütüphane sorumlusu idi. Emekliliğine az kaldı ama son günlerinde böyle kötü olaylar yaşanmaması için ilaçlarını düzenli kullanmaya söz verdi. Bir daha hiç böyle bir durum yaşanmadı, ve kütüphaneden emekli olduğunda ayrılacağı son gün, üniversitenin düzenlediği güzel bir organizasyon ile veda etmişti.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Arman Berra, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |