..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
İnsan kendini bilmeli. Gerçeği keşfetmeye yaramasa da, yaşamayı öğretiyor. Ve bundan daha güzel birşey yok. -Pascal
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Toplumcu > Ertuğrul ERDOĞAN




24 Mayıs 2024
Pavyon Güzeli  
Ertuğrul ERDOĞAN
Murat uzun bir süre sustu. Sinirinden dudaklarını ısırdı. İçinden babasına öyle şeyler söylemek istiyordu ki, imkânı olsa kapıyı çarptığı gibi özgürlüğüne koşacaktı ama yapamazdı. Kebapçı dükkânın önüne geldiklerinde babası arka tarafa geçip son kalan küçük güğümü oğluna uzattı. Tezgâhının önünden geçerken burnunda tüten döner kokusuyla Murat’ın içi geçti. Masada yemek yiyenlere baktı. Hesabı kitabı bir yana bırakıp karnı doyuncaya kadar kebap yemenin keyfi nasıldı acaba?


:CJJ:
Çiftlik şehrin on kilometre uzağında, doğa harikası bir göle komşu köyün girişindeydi. Yakın çevresi usta bir ressamın elinden çıkan bir tablo güzelliğinde, yemyeşil ve oldukça geniş bir araziye sahipti. Tam ortasındaki üç katlı evin her mevsimi süsleyecek etkileyici bir güzelliği vardı. Sınırları ise bir insanın erişemeyeceği yükseklikteki çit ve dikenli ağaçlarla çevriliydi. Demirden giriş kapısı iki kanatlı ve yüksekti. Kapının her iki kanadında aslan motifli gösterişli birer kapı tokmağı vardı.
     Postacı zile bastığında hava kasvetliydi. Yağmurun birkaç damla salmasıyla verandanın altına girerek kapının açılmasını bekledi. Kapıyı açan olmayınca bu kez daha uzunca çaldı. Uzaktan birkaç köpek havlaması kora halindeydi. Postacı en çok bunlara sinir oluyordu. Ne zaman bir eve yanaşsa ev sahiplerinden önce kendisini köpekleri karşılıyordu. Köpeklerin sustuğu bir ortamda inek ve koyunların sesi, karşılıklıydı. Evin en büyük oğlu Murat, gözlerini ovuşturarak kapıyı araladı. Yaşlı postacının uzattığı mektubu aldı. Yarı uykulu gözleriyle postacıya teşekkür ederek kapıyı kapatırken mektubun üzerinde yazılanlara baktı. Yalnızca alıcısı olan babasının ismini okudu. Yazı düzgün yazılmıştı. Merak etti. Kim olabilirdi ki gönderen? Sağ elinde tuttuğu mektubu sol elinin içine vura vura ineklerin bulunduğu ahıra gitti. İzbe, loş ahıra girince lambayı yakarken bir kaç inekten ses geldi. İneklerin yemlere dönük suratlarını okşadı. Yemlerini kontrol etti. Köşedeki çuvallardan birini kucaklayıp eksilen yemliklere döktü. İneklerin geviş getirirken çıkardığı ses, bir orkestranın ritmik ve hatasız icrasından farksızdı. Aralarında ‘hasta olan var mı?’ diye dikkatlice her birini kontrol etti. Babası bu konuda çok titizdi. Onu her defasında ‘Hayvanlara iyi bak! Hasta olmasınlar, yoksa canına okurum!” diye uyarırdı. Mektubu bıraktığı yerden alıp arka cebine yerleştirdi. Koyunların bulunduğu yere geçti. Annelerini emen yeni doğan kuzuları da tek tek inceledi, neyse ki hasta olan yoktu. Sevindi.
     Babası, hayvanlar hasta olduklarında paraları gidecek diye ödü kopuyordu. Bu nedenle veteriner çağırmazdı. Yıllar önce çağırdığı veterinerden gördükleri ve köylülerin kendi aralarında yaptıkları konuşmalardan öğrendikleriyle hasta hayvanlarına bakardı. İlaçlarını bin bir pazarlıkla alır, iğnelerini de kendi yapardı.
Murat hayvanları kontrol ettikten sonra eve geçti. Mektubun kimden geldiğini öylesine merak ediyordu ki, sonradan anlaşılmayacak şekilde zarfı nasıl açabileceğini ciddi ciddi düşündü. Mutfaktan aldığı bıçağın da ona yardımcı olamayacağını anlayınca içini kemiren bu merakla oflaya puflaya çaresiz katlayıp tekrar arka cebine koydu.
     
Günlerden perşembeydi. Babasıyla birlikte sütleri satmaya şehre gideceklerdi. Birazdan ev ahalisi de eksiksiz ayaklanmış olacaktı. Murat eşi ve çocuklarıyla bu evde aile içinde aileydiler. Anne ve babası, bekâr üç erkek ve iki kız kardeşiyle birlikte yaşıyorlardı. Anne mutfağa geçip kahvaltılıkları hazırlarken bir yandan da gelinine sesleniyordu:
- Sofrayı hazırlamadın mı daha?
Üstü kapalı emir içeren bu sesleniş, bir komutanın erine davrandığı gibiydi. Gelin, havanın rengi turuncudan kızıla dönüştüğü bir anda kalkıp ahırda inek ve koyunları sağmış ve oldukça yorulmuştu. Her gün tekrarlanan ev işlerinden, çocuklarının ve Murat’ın kardeşlerinin çamaşır ve yemek gibi ihtiyaçlarını karşılama üstüne üstlük bir de bu sağım işinden gına gelmişti Eşine defalarca kısa bir süreliğine de olsa ailesine gitmek istediğini söylediğinde kayınpederi defalarca karşı çıktığından kocasına da söz düşmüyordu. Murat ve karısı yaşamlarında kölelerden farksızlardı. Her defasında sızlanmasına kocası “Babam…” diyerek sözünü yarıda kesiyordu.
     Bir sabah herkes hazırlanmış, sofrada yerini almıştı. Babası bir diktatör gibiydi. Almak zorundalardı. Babası uzunca masanın başında, bir patron edasıyla kasılıyordu. Murat’ın annesi tavukların altından aldığı yumurtaları kaynatıp her bir tabağa sıcak sıcak koydu. Babası kendisinden beklenen bir tepkiyle annesine seslendi.
- Yahu Karı! Her gün de yumurta yenmez ki! Vallahi satacak yumurta kalmayacak!
Masadakiler tabaklarındaki yumurtayı sessizce tabaklarından alıp bir tabağın içine bıraktılar. Protestoları suratlarını ekşitmekle sınırlıydı. Murat’ın çocukları dört ve altı yaşındaydılar. Onlar çatallarını peynir tabağına götürdükçe dedeleri kahvaltısını bırakıp torunlarına ters ters bakıyordu. Karısıyla göz göze geldi. Gelinleri bir ara peynire uzanırken kayınpederinin baktığını görünce, çatalını geri çekti. Sonra domates tabağına yöneldi. Baba ortaya konuştu ama söz varacağı yeri zaten biliyordu.
- Yahu peynirin şehirdeki fiyatından haberiniz var mı? Bir kilo peynirin kaç kilo sütten yapıldığını bilmeniz lazım!
Torunları pür dikkat dedelerini dinliyorlardı. Evin gelini çocukların kulaklarına bir şeyler fısıldadı. Büyük olanı,
-     Dede peynirin fiyatı ne olmuş?
-     Tam tamına 140 gayme! Vallahi, billahi!
-     Gayme ne dede? Kaymak mı?
     - Büyüyünce anlarsın gaymeyi.. hadi laf yetiştirmeyi bırak da domatesten ye!
Sofradakiler evin babasının kalkmasını ne kadar çok isteseler de o inadına denetim memuru gibi başlarında bekliyor, herkesin lokmasını sinsice saymaya devam ediyordu.
- Hadi bakalım, herkes işine! Kahvaltı faslı bitti! Avrat, çocuklar inekleri akşama kadar çayırda otlatsınlar. Hayvanlara iyi sahip çıksınlar. Aman deyim kayıp filan etmesinler. Yoksa canlarına okurum! Hanım, sen de tarhanaya başlasan iyi olur. Kışın pek lezzetli oluyor. Biliyorsun, onsuz yapamam. Yalnız yumurtaları fazla harcama ha! Biz birazdan oğlanla sütleri satmaya çıkacağız. İstediğin bir şey yoktur her hâl.
- Bey daha bir şey istemeden ağzıma tıkıyorsun. Şu üzerimdeki urbayı kaç zamandır giyiyorum. Artık eskidi. Bak yırtıklarına. Gelirken bir urba alsan diyecektim. Geline de al, çocukların üstünü başını görüyorsun. En iyisi mi sen biz müsait bir zamanda çarşıya götür.
     - Bayram değil seyran değil. Hele bir bayram gelsin, düşünürüz.
- Etme bey, parayı mezara mı götüreceksin? Kefenin cebi yok derler. Şükür aç açık değiliz. Bankada da bir sürü paramız var. Bir iyilik yap da sevindir şu çocukları.
     - Karı, karı! Para öyle kolay kazanılmıyor. Harcanmadığında birikiyor. Şimdi sırası değil! Bak, komşumuz İsmet bize nazire yaparcasına köyün en güzel arabasını aldı. Nah şuraya yazıyorum. Ben de ondan daha iyi araba almazsam ne olayım. Para lazım para! Şimdi sırası değil elbisenin, çaputun!
Süt yüklü kamyonet şehre doğru yol alırken, onları yolcu etmek için dışarı çıkan annesi arkalarından “Cimri Adam ne olacak! Yarın ölünce o paraları tek tek yanına gömerler inşallah!” diye söylendi.
***
Araç şehre yaklaşırlarken babası her zamanki uyarısını yaptı.
- Oğlum kaç defa söyleyeceğim arabayı biraz yavaş sür diye. Hızlı gidince ne kadar çok benzinin yaktığını bilmiyor musun? Baksana mazot olmuş otuz gayme! Traktörlere mazot yetiştirmekte zorlanıyoruz, dikkat et!

Murat ayağını gazdan çekince araç yavaşladı. Sağ şeride geçti.
- Baba yetmiş kilometre çok değil ki. Yavaş gidince arkadaki şoförler ikide bir sinyal çakıyorlar sövercesine. Hem sütler de bozulabilir, bir an önce dağıtmamız lazım. Havalar yakında sıcak olacak kamyonete soğutucu yaptırsak iyi olacak. Müşteriler geçen sene oldukça şikâyetçiydiler. Hatta bazıları “Havalar soğusun da öyle süt alalım.” diyorlardı. .
     - Şimdiye kadar kimden şikâyet geldi? Ben işitmedim. Bozulmaz, bozulmaz! Bizim sütler evelallah okunmuştur. Sen soğutucunun ne kadar olduğunu biliyor musun? On hafta satışa çıksak, ödeyemeyiz. Sen bana laf yetiştirmeyi bırak da önüne bak!      
Murat babasına belli etmeden “La havle…” diyerek, kafasını sola çevirdi. Dikkatini dağıtmak için teybi açtı. Esmeray’ın “Gel Teskere” şarkısı çalıyordu. O an aklına babasına gelen mektup geldi. Emniyet kemerini gevşetip kıçını yanladı. Arka cebindeki mektubu güç bela çıkartıp babasına uzattı. Babası “Hayırdır!” diyerek aldığı mektubun sağına soluna baktı. Kabaca yırtıp okumaya başladı. Murat babasına çaktırmamaya çalışarak mektuba göz ucuyla baksa da mektubun kimden geldiğini ve neler yazdığını okuyamadı.
     - Baba mektup kimden?
     - Merak edilecek bir şey yok, asker arkadaşım İbram’dan.
     Murat uzun zamandır babasının yüzünü böyle gülümsemiş bir halde görmemişti.
     - Hayırdır baba, mektup seni bayağı sevindirmişe benziyor...
     - He ya.. dedim ya asker arkadaşım İbram yazmış, diye. Gece eğitiminde yaptığı şakayı anlatıyor. Soğuk bir gecede bölükçe eğitime gitmiştik. Ne ara şarjörümü aldı, hiç haberim olmadı. Koğuşa döndük. Tüfeğimi kontrol ettim, bir de ne göreyim, şarjör yerinde yok! Anasını satayım nasıl korktum bir bilsen. Sabah olunca komutana ne diyecektim? Aksilik bu ya, o sabah 5-7 nöbetim vardı. Eğitimden döndükten sonra gözüme uyku girmedi. Neyse bir ara dalmışım. Uyanınca baktım, şarjör burnumun dibinde. Ben ne olup bittiğini anlamaya çalışırken arkadaşlar İbram’ın şaka yaptığını söyleyince ona ne küfürler ettim, ne küfürler. Anasını belledim…
     Kamyonet sıra sıra sitelerin yer aldığı sokağın başına kornasını çalarak girdi. Bu sokağa ziyaretleri, pazartesi ve perşembe olmak üzere haftanın iki günüydü. Murat kamyoneti uygun bir yere park edip süt almak isteyenlere geldiklerini bildirmek için kornasını arka arkaya çalmaya devam etti. Sonra da araçtan inip yüksek binalara doğru bakarak “Sütçüüü! Sütçüüü!” diye bağırdığında saat 11’e yaklaşıyordu. Babası aracın arkasına geçti. Büyük güğümdeki sütleri küçüklerine üçer beşer litre olarak böldü. Balkonlardan uzanan kafalar, teker teker siparişlerini veriyordu. Murat eline aldığı küçük güğümlerle bir apartmana girdi. Süt almak isteyenler kapı önlerine tencerelerini bırakmışlardı. Murat giriş katından başlayarak sırayla her kattaki müşterilerine sütlerini verip dördüncü kata kadar geldi. Yorulmuştu. Biraz nefeslenip merdivenin bittiği yerde sağdaki ilk zile bastı. Kapıyı açan evin beyi oldu. Orta yaşlardaki adam elindeki tencereyi uzattı. Murat’ın ter içindeki halini görünce “ Evlat, yorulmuşa benziyorsun. Sana su getireyim.” Dedi. Murat:
     - Sağ ol amca, dinlenmeksizin çalışmaktan bittim artık.
     - Hayırdır? Tatile gitmedin mi?
     - Ne tatili amca? Biz öyle şeyler bilmeyiz. Başımızda bir baba var ki, vallahi nefes aldırmıyor! Atları bile koşturduktan sonra dinlendirirler, bize gelince çalış babam çalış…
     - Evli misin?
     - Evet, iki tane evladım var, ellerinden öperler amcası.
     - İyi de evli insanlar yaşamlarındaki kararları kendileri vermez mi?
- Ah, sorma ağabey sorma! Derdim çok! Baba başımızda kral gibi. Astığı astık kestiği kestik! O ne emir buyurursa o olur bizde. Karşısında konuşamazsın bile. Azıcık ağzımızı açsak, hemen ‘Size miras bırakırsam ne olsun!’ diye tehdit eder.
- Aracın üstündeki baban mı?
     - Evet.
     - Aşağıya inip biraz konuşsam, ona tatilin önemini anlatsam, ne dersin?
     - Yok, yok olmaz! Benim şikâyet ettiğimi düşünür, daha da köpürür. Ben yıllardır tatil nedir bilmem. Hanımı da hiç götüremedim zaten. Annesine gitmek istediğinde babam ne yapıp edip vazgeçiriyor. Varsa yoksa hayvanları. Vallahi bizlerden daha kıymetli! Onlarla ilgilendiği kadar bizimle ilgilenmiyor. Bak şu üzerimdeki elbiselere, yıllardır giyiyorum. Anam da eşim de çocuklarımda aynı durumdalar, Vallahi malda, mülkte gözüm yok. Para yönünden sıkıntımız yok ama harcayamadıktan sonra ne yapayım böyle zenginliği!
     - Bak evlat, para nasıldır bilir misin? Bazıları için tekerlek gibi yuvarlak, hızlanıp gitmek içindir. Baban gibiler için de, üst üste biriktirmek için düzdür. İsraf edenler tabi ki zengin olamaz ama senin baban da işi iyice azıtmışa benziyor.
- Büyük amcam da aynı. Sanırım ailece pinti yetiştirilmişler. Amcam köyün ağasıdır. Yeğenlerim de bizim çektiğimizi çekiyor. Onlara pek iş yaptırmaz, her işi kendi yapar. İki tane traktörü var. Bozulacak ya da kaza yapacaklar diye kimseye dokundurtmaz. Tarlayı kendi sürer. Çocukları inekleri otlatmak için çayırlara yollar. Geçenlerde yeğenlerle birlik olup her ikisini hacca göndermek için müracaat ettik. Şansımıza çıktı. Önce sevindiler. Yol hazırlığı için bir şeyler alınması gerekiyordu, hayvanlara kimse bakamaz bahanesiyle gitmekten vaz geçtiler.
Adam cebinden çıkardığı parayı uzattı. Elinde süt tenceresi içeri girerken, “Allah yardımcın olsun.” dedi.
     Sütlerin satılması kamyoneti hafifletmişti. Murat topladığı paraların hepsini babasına teslim etti. Babası paraları defalarca saydı. Ardından mektubu arka cebinden alıp yeniden okumaya başladı. Gülümsüyordu, oğlunu duymadı.
     - Baba, karnım acıktı diyorum duymuyorsun. Gel, süt bırakacağımız kebapçıda karnımızı doyuralım, ne dersin?
     - Aç değilim. Sabret, evde yeriz. Kazandığımız parayı kebapçıya mı verelim?
     - Yapma baba! Para harcamak için değil mi? Evdekilere de yaptırırız hem. Sevinirler, hadi baba.
     - Oyalanma da işine bak! Sütü teslim et gel! Benim de canımı sıkma! Yapacak daha çok işimiz var! Para biriktirmem lazım, para!
     - Biriktirince ne olacak?
- Bir inek daha alır, daha çok süt satarız.
     - Satınca ne olacak?
     - Daha çok para kazanırız.
     “…..”
- Kazanınca ne yaparız?
     - Ne bileyim, bir şeyler alırız. Hem ne sorup duruyorsun küçük çocuklar gibi! Araba alırız. Komşumuz İsmetler son model araba aldılar, havalarından geçilmiyor. Öyle bir araba alacağım ki, o görür gününü!
     - Arabayı alınca ne olacak?
     - Ananın örekesi olacak!
     Murat uzun bir süre sustu. Sinirinden dudaklarını ısırdı. İçinden babasına öyle şeyler söylemek istiyordu ki, imkânı olsa kapıyı çarptığı gibi özgürlüğüne koşacaktı ama yapamazdı. Kebapçı dükkânın önüne geldiklerinde babası arka tarafa geçip son kalan küçük güğümü oğluna uzattı. Tezgâhının önünden geçerken burnunda tüten döner kokusuyla Murat’ın içi geçti. Masada yemek yiyenlere baktı. Hesabı kitabı bir yana bırakıp karnı doyuncaya kadar kebap yemenin keyfi nasıldı acaba? Düşünceleri kebap kokusuna bulanırken evdekiler aklına geldi. Çoktandır şöyle tadı damaklarında kalacak bir yemeği onlar da hasret kalmışlardı. Bir an onlara paket yaptırıp götürmeyi aklından geçirdi. Cebine baktı, parası yoktu. Dükkân sahibi ile ayaküstü sohbet ettiler. Ona da her hafta olduğu gibi içini döktü. Bu yakınmayı defalarca dinleyen kebapçı kamyonete doğru yöneldi. Önde oturan babasına,
     - Amca be, oğlanı iyi görmüyorum. Belli ki tatil yapmamış. Yılların yorgunluğunu vücudu kaldırmıyor bak. Koy cebine üç beş kuruş da çoluk çocuğu ile bir tatil yapsınlar. Hem dinlenen vücut iyi iş yapar.
     - Ne tatili? Ben yıllardır dinlenmeden eşek gibi çalıştım, şu yaşımda hâlâ çalışıyorum. Erkenden kalkıp rızkımın peşine düşüyorum. Biz bilmeyiz öyle deniz kenarı, piknik gibi yerleri! Hem bizim köyün suyu mu çıktı? Az ilerisinde göl… Buraya gelmek için can atan bir sürü insan var. Hem bana çok para lazım, çok! Daha araba alacağım ben!
- İyi de arabayı alınca gezmek lazım.
     - Hele bir alalım, onu da yaparız.
     - İnsan ne için çalışır? İyi yaşamak için. İnsan eğlenmek ve dinlenerek yorgunluğunu atmak için tatile gider. Benim oğlanlar şimdi deniz kenarındalar. Yıl boyunca hem burada çalıştılar hem de okulda başarılı oldular ve sonunda tatili hak ettiler. Dinlenmek iyidir, iyi.. sen gönder oğlanı.
     - Sen hiç hayvan baktın mı?
     - Yok, bakmadım ama burada bir sürü insan çalıştırıyorum. Onların sorumluğu, maaşları, vergileri? Tüm bunların üstesinden gelmek pek de öyle kolay değildir.
     - Hayvan bakmak bu anlattıklarına hiç benzemez!
Murat kebap kokularının arasından zorla kendini sıyırıp sessizce şoför koltuğuna oturdu. Kontağı çevirdi. Birkaç metre gitmişti ki, elini camdan çıkarıp kebapçıyı selamladı. Cehenneme dönüş yoluna koyuldu.
      Eve geldiklerinde, kamyoneti ahırın yanındaki çeşmenin önüne bıraktı. Boş güğümleri araçtan indirip hortumla her birini yıkayıp bir kenara koydu. Babası eve girmişti. Odasına geçti. Çarşı pantolonunu çıkarmadan önce mektubun son satırlarını bir kez daha gülümseyerek okudu.
     “Biricik Ağam. Geçenlerde geçirdiğimiz o geceyi hiç unutamadım. Pavyondan sarhoş bir halde çıkıp eve geldiğimizde sana yaşattığım o tatlı anları tekrar yaşamak ister misin? Pazar günü seni aynı yerde bekleyeceğim. Yeni araba alacacağını söylemiştin, aldın mı? Biliyorsun, gösterişli bir yüzük getirirsen sana neler yaşatacağım. Pavyon güzelin Ayten…”

Ertuğrul Erdoğan



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın toplumcu kümesinde bulunan diğer yazıları...
Ayakların Nerede Anne?
Sol El
Kadın Adamlar

Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Gizemli Zarf
Maydanoz Hilmi
Mutfak Penceresindeki İri Gözlüm


Ertuğrul ERDOĞAN kimdir?

Ertuğrul Erdoğan, 1958 yılında Ankara’da doğdu. 1968-1980 yılları arasında babasının kurduğu Doğan Yayınevi ve matbaalarında çalıştı. 12 Eylül darbesi sonrası yayınevlerinin kapanmasıyla Ordu şehrinde 1982-83 yıllarında mahalli ve ulusal basında gazetecilik yaptı. Çeşitli dergi, gazete ve kitaplarda öyküleri ya¬yımlandı. Hindistan Kritya ve Kolombiya’da düzenlenen Medellin Uluslararası Şiir Festivali’ne on-line olarak katılmıştır. Dünya sorunlarını romanlarına yansıtan Erdoğan, Türkiye Yazarlar Sendikası (TYS) üyesidir. Kitapları: - Vallahi Öptürmem, Mola Yayınları, Temmuz 2012. - Mor Gözdeki Hüzün, Deha Yayınları, Mart 2014. - Mor Gözdeki Hüzün, Hel Yayınları, Nisan 2015. - Sonrasız Kadınlar, Lakin Yayınları, Şubat 2015. - Corona Yalnızlığı, Ceren Yayınları, Haziran 2021


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Ertuğrul ERDOĞAN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.