"İçtenlik bütün dehanın kaynağıdır." -Boerne |
|
||||||||||
|
Görelilik usa güvenin yitirildiği felsefe tarihinde defalarca gözlemlenmiştir.Sofistler insan herşeyin ölçüsüdür diyerek, mutlak gerçekliğin olabilirliğini reddettiler ve uç bir öznelciliğe yöneldiler.Aristoteles diğer birçok alanda olduğu gibi; uzay, zaman ve hareketle de büyük bir derinlikle ilgilenmiştir.Yalnızca iki şeyin yokedilemez olduğunu yazmıştı; zaman ve değişim: “Ne var ki; hareketin yaratılabilmesi ya da yokedilebilmesi imkansızdır; her zaman varolmuş olması gerekir.Zaman da, zamanın olmadığı bir yerde “önce” ya da “sonra” olamayacağına göre, ne var edilebilirdir ne de sona erdirilebilirdir.O halde hareket de zaman gibi süreklidir; çünkü zaman hem hareketle aynı şeydir hem de onun niteliğidir; böylece hareket de zaman gibi sürekli olmalıdır ve eğer böyleyse döngüsel olmalıdır.” Kant ise uzay ve zamanın gerçek dünyanın gözlemlenmesinden oluşan kavramlar değil, bir şekilde apriori kavramlar olduğunu iddia etmiştir. Kant Saf Aklın Eleştirisi’ nde Çatışkılar adlı bölümde kendi iddialarını doğrulamaya girişmiştir.Doğal dünyanın zaman da dahil çelişik olgularını ele alır fakat bunları çözümlemede yetersiz kalır...Bu çelişkileri çözümleme işi büyük diyalektikçi Hegel’ e kalmıştır; Hegel çelişki aracılığıya gerçekleşen değişime ve süreçlere dayalı mutlak idealist bir felsefe geliştirdi, bu felsefe Herakleitos’ un öngörülerinin Hegel tarafından inceden inceye işlenerek büyük bir dizgeye dönüştürülmesiydi...Hegel daha ciddi biçimde ele alınmış olsaydı hiç şüphe yok ki bilim bugün olduğundan çok daha hızlı ilerlerdi... Bu büyük dizge, bilimde de büyük ölçüde etkisini hissettirdi, Hegel Newton’ un klasik doğa anlayışına ve Tanrı müdahaleciliğine karşı çıkmıştı; Hegel’ in ardından bilim tarihinde Einstein ve Newton’ dan sonra gelmiş geçmiş en büyük fizikçi sayılan Maxwell, insanlığın bilimsel bilgisine katkılarıyla bilimin bir gerçeklik, süreklilik ve birikim süreci olduğunu ve bir yarı gerçeklikler, bir paradigmalar süreksizliği olmadığını daha pozitivizm serpilmeden hatta Thomas Kuhn daha doğmadan göstermişti, pozitivizm doğmadan önce yalanlanmıştı...Birçoklarınca gelmiş geçmiş en büyük fizikçi kabul edilen Einstein' ın göreliliği, Maxwell’ in savunduğu felsefenin yıkımıdır, onun için süreklilik ya da gerçeklik görecelidir; bir referans sistemi olmaksızın bunların hiçbirinden bahsedilemez... Görelilik kuramı uzayın bükülebilirliği ve kısalabilirliği üzerine dayanır, her bir özel uzay noktası için özel bir zaman momenti vardır!Einstein bu kuramla, mutlak hareketin ayırt edilebileceği sabit bir uzay bulunmadığını ileri sürdü.(“hareketli cisimlerin elektrodinamiği” adlı makalesinde)Einstein için uzayda hiçbir noktanın göreli olarak hareketsiz olduğundan bahsedilemez...Demokritos atomlar ve boş uzay var demişti, Zenon hareketi yadısımıştı; Einstein ise uzay ve zaman için: “Uzay bir ölçü çubuğuyla ölçtüğümüz şey, zaman ise saatle ölçtüğümüz şeydir” demişti.Uzay ve zaman felsefe tarihinin çok tartışılan konularının başında gelir.Ömer Hayyam zaman için: “ey zaman bilmez misin ettiğin kötülükleri sana düşer azapların, tövbelerin beteri alçakları besler, yoksulları ezer durursun ya bunak bir ihtiyarsın, ya da eşeğin biri...” Bizler için zaman akıp giden bir süreçtir, Einstein içinse zaman olayların ardıllığıdır.Maddenin dışında varolmaz ve zamanın geçişi maddelerdeki değişmelerle ölçülür.Onun için geçmiş, şimdi ve gelecek bir yanılgıdır ama vazgeçilmez ve zorunludur.Kuram zamanın her yerde aynı biçimde akıp gitmediğini savunur, eş zamanlılık yanılsamadır, mutlak hareket yoktur ışık hızı dışında herşey görelidir... Görelilik kuramının olağanüstü popülerliği zamansal olarak Stephen Hawking' in bir usdışılık örneği sergileyerek ortaya attığı yarı-mitolojik Big-Bang teorisini izleyen bir olaydır...Doğal bilinç için modern mitolojinin geçerliliği ussal hale getirilir, bu teori uzay ve zamanın da diğer herşey için de geçerli olduğu gibi yokluktan yaratıldığını ileri sürer, bu teorinin temeli ussal olmayanın doğasına uygundur, teori ne deneyime, ne gözleme ne de mantığa dayanır, teori tam bir imgelemdir, bu imgelem sonraları Hawking’ in kendisi tarafından da kabul edildi... Einstein bu kuramı ortaya atana kadar, bilimde ve felsefede iki olayın aynı anda gerçekleştiği ya da farklı anlarda gerçekleştiği kabul ediliyordu.Olayların eş zamanlılığı gözlem yapılan kişilere bağımlı değildi; Einstein’ in ise buna karşı çıkarak savunduğu şey zamanın gözlem yapılan sistemden bağımsız olmadığıdır.Zaman ölçümü için referans noktası zorunludur; burdan hareketle farklı referans sistemlerinde zamanın göreceliliği ortaya konmuştur. Einstein’ in kendisi sürekli bilimsel nesnelliği savunarak, pozitivist yaklaşımlarına rağmen, usu savunduğunu ileri sürdü...Bir defasında arkadaşlarıyla konuşurken uzun zamandır labarotuvara girmediğinden bahsetti, arkadaşları bunun nasıl mümkün olduğunu sorduğunda gözlem ve deneyimin bir sağlamadan başka bir şey veremeyeceğini, kuramın zihinde yaratılması gerektiğini savunmuştu...Aslında Einstein’ in kendine ve felsefesine dair derin şüpheleri olduğu bu konuşmalardan ortaya çıkıyor.Bu kuramda us yanıbaşımızda ya da ötemizde değildir, tam anlamıyla us yokolmuştur, usdışının olduğu yerde ussal olandan bahsetmek olanaksızdır...Usun dışında olma durumu ile yanılgı arasında büyük bir ayrım vardır, gerçekliğin doğası gibi eksik olanın yanılgısı da usa aittir, us kendini açındırdıkça gizilliğini ortaya serdikçe yanılgılar yokolacaktır ama usdışı olan için aynı şey söz konusu olamaz, saçma ya da mantıksız, insanın düşünceden arındırılması ile ortaya çıkar...Saçma olana inanabilmek, bir bataklıkta hayat boyu kalabilmeyi istemektir; bataklıkta kalabilmeyi isteyenin insan olduğunu düşünmek ussal değildir.Yanılgı tasarımsal ilişkilerin, kavram mantığının diyalektik ilişkileri ile uyuşmamasından ortaya çıkar ve bu durum bir us çürümesi olarak nitelenemez.Doğal bilinç doğrunun eğri çizgiden kısa olduğunu, geometrik kavramların görgül resim ile bir ve aynı şey olmadığını, parçaların bütünden büyük olmadığını bilir...Buna karşı saçma olanı doğrulamak usu çürütmektir.Görelilik kuramının usu nasıl çürüttüğünü görmek güç değildir.Bu kuramı kabul ettiğine inanan bilinç kendini, sezgilerine bile aykırı olan, saçmalıklara indirgemek zorundadır...Bütün bir görelilik kuramı kavramları algıdan türeten bir öznelcilikle ilişkilidir; Locke, Berkeley ve Hume’ da görülen görgücülük Einstein tarafından devralınır.Kuramın ne olduğunu anlamanın yolu görgücülük ve felsefeyi birbirinden ayırarak mümkün olabilir.Doğal bilinç bunu tasarımlarıyla çözümleyemez, ve bu bilinç düzleminde ussal olmayanın nerde başladığı görülemeyebilir.Görelilik kuramının başarısı fizikçilerin ve halkın felsefedeki eğitimsizlikleriyle ilgilidir...Einstein her görgücü gibi aprioriye karşı tahammülsüzdü, apriorinin çürütülmesi gerektiğini düşünüyordu, bunun için hayatı boyunca doğuştan hiçbir mutlak düşüncenin olamayacağını, hiçbir nesnel ideanın bulunamayacağını savundu ve bunları ussalcılık adına yaptığını düşündü.Onun için tüm kavramlar algıdan türetiliyor ve “tabula rasa” üzerine basılıyordu, bu düşüncesini uzay ve zaman kavramları için de tekrarladı... “Uzay ve zaman algının türevleridir, salt özneden oluştuklarından, nesnel dünya ile hiçbir ilişkileri yoktur...Özdek düşündüğüm sürece varolur, uzay ve zamanın saltık olmamaları ve göreli olmaları duyumların göreli olmasına bağlıdır...” Bu bakış açısından varlıkların kendindeliklerinden, evrenselliklerinden ve nesnelliklerinden bahsedilemez.Duyular saltık değil ama göreli, nesnel değil ama öznel, kendinde değil ama birinin bakış açısındandır...Aynı şekilde eş zamanlılık, evrensel bir şimdinin olanaksızlığı, zamanı ancak duyusal ölçümlere indirgeyen bakış açısından ileri sürülebilir...Maxwell’ in de dediği gibi kuram evrensel, uyumlu ve sürekli olmalıdır...Bir kuram ussal olmadıkça o ancak gerçekliğin değil ama olasılığın, düzenin değil ama kaosun, nesnelliğin değil ama öznelliğin kuramı olur...O ancak olasılık düzleminde kalır, mutlak bilim görgücü bakış açısına evrenseliğin ya da gerçekliğin değerini vermez...Görgücü nesnelliği yadsıdığı ve öznelliği vurguladığı için yalnızca uzay ve zamanın değil düşünen öznenin “Ben’ in” bile varlığını doğrulayamaz.Doğal bilinç için görelilik ussal hale getirilebilir ama diyalektik düşünce göreceliliğin hiçbir nesnel varoluşunun olmadığında diretir ve onun bilgiyi inanca, ve mutlaklığı olasılığa indiren bir irrasyonalizm olduğunda ısrar eder.Görgücü bakış açısından nedensellik nesnel bir ilişki değil ama bir alışkanlıklar zinciridir, yani iki olay arasındaki ardışıklıktan kaynaklanır; bu bakış açısı insanı gerçeklikten alır koparır...İnsan bir hayal ve tasarım dünyasın içine hapsedilir ve herşey algıdan türetilir... Görelik kavramları değil ama duyusal algıları ele alır ama işin bilinmeye değer yanı duyu algılarının kavramların kendi doğaları olduğunun unutulmasıdır,pozitivistin yaptığı gibi olgu kuramdan yalıtılır ama yalıtılmanın kendisinin bir belirlenim ve karşıtlık ilişkisi olduğu her nasılsa göz ardı edilir...Yalıtmak ya da belirlenimsiz kılmaya çalışmak boş bir çabadır, hiçbir kavram ilişkisiz ya da belirsiz kılınamaz, her kavram karşıtıyla bir ve özdeştir, kuram ve olgu da olduğu gibi!Einstein tüm yazılarında algılardan değil ama kavramların kendilerinden bahseder; kavramlara hiçbir zaman gerçek değerini vermez; kurgul düşünce mantığın kurulamadığı yerde, soyut düşüncenin tüm hileleri usdışı olanı ussallaştırmak adına gözler önündedir, kuramın kendisi kendisini çürütürcesine bir kuram haline getirilir.Einstein’ in yorumu görüldüğü gibi görgücünün bakış açısıyla özdeştir.Üzerine kurulan sözde matematiksel yapıyı eleştirmenin hiçbir anlamı olmayacaktır, çünkü temel ilke dediği şeyin kendisi ilkesizliktir yani usdışılıktır...Bir ilke ussal değilse, o ilke karşıtını dışlamaya çalışan bir saçmadır, karşıtından yoksunluğu onun evrenselliğinin yıkımıdır, kavram artık kendinde olmadığından mantıkdışı olduğundan keyfi yönelimlere açıktır.Mantıkdışı olanın kendisi tüm kavramların algıdan türetildiğinde ısrarlıyken kendisini kavramın doğasıyla aklamaya çalışır, bu kendi kendini çürütüşünün bir dinamiğidir, usdışı olanın ussal olana boyun eğmek zorunda olduğunun bir göstergesidir, usun gücü kuramın kendisini kendinde çürütmesiyle belirlenir...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Volkan Çelebi, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |