Kötü bir barış, iyi bir savaştan daha iyidir. -Puşkin |
|
||||||||||
|
Elinde avucunda ne varsa toplayıp gitti. Arkasına bir an olsun bakmak için durakladı sanki. Bir ses “dur gitme” dese, dönecek gibiydi. Başını salladı, belini doğrulttu ve arkasına bakmadan gitti. Yaşadığı ve artık yaşamak istemediği bütün güzellikler adına gitmek ve karışabilmek geceye cesaret işiydi. Parmaklarında saatlerdir yanmayı bekleyen sigarasını, kendine has itinasıyla yaktı. Derin bir nefes çekti ve çok kısa bir an karanlığı deldi beyaz dumanı. Sigarasını bir sevgilinin dudaklarını ıslatır gibi ıslattı. Bir sevdiği vardı elbet. Düşünmemeye çalıştı, dudaklarını ısırdı, dudakları kanadı... Yorgunluğunu sudan sebeplerle süslemeye çalıştı, beceremedi. Yorgun olan kendisi miydi yoksa yüreği mi? Hoş, bunu da bilmiyordu ya..Beyninde hiç durmadan üreyen soruların cevap hanesi boş bırakılmıştı. Eskiden olsa bir çıkış yolu bulabilirdi belki. Ama yaşananlar ama yaşadıkları ve gördükleri izin vermiyordu hiçbir soruyu cevaplamaya. Yüreğini yokladı. Terk edilmiş bir ev gibiydi sanki. Soğuk ve kimsesiz, tozlu ve dağınık... Gözlerine gitti elleri, ıslaktı. Sonra ellerine gitti gözleri, titriyorlardı. Kendine hakim olup, durdurmaya çalıştı; olmadı, beceremedi. Elleri, ellerini düşündü. Bu eller ki ne eller tutmuştu bir zaman önce. Sevgiyle, ısıtırcasına tutardı. Bazen de kaçırmamak için, eğer bir itirafsa. İtiraflar..Başlarsa susamazdı ki..Hem başlasa bile şu dakika kim dinleyebilirdi? Yalnızdı, hiç olmak istemediği kadar. Yalnızdı, hiç alışkın olmadığı kadar. Yorgundu, bunu kabul edemeyecek kadar. Yürüdü..Yol uzun, adımları kısaydı. Her an dönebilir korkusuyla yürüyordu. Sokaklar boştu, sessizdi, ürküyordu. Bir cinayete şahit olmuş gibi donuktu yüzü, yüzü sarıydı. Karanlıkta duyduğu, duyabildiği tek ses, ayağının altında ezilen, bile bile ölüme giden sonbahar yapraklarıydı. Sonbahar gelmişti, tam da zamanında. Yüreğine sığınan hüznü unutmaya çalıştıkça, hatırlatıyordu sonbahar. Hüzün onun bir parçasıydı. Hüzün onun kanayan, bastıkça çıtırdayan yarasıydı. Hüzün onun kaçmak istedikçe ayaklarına dolanan vazgeçilmeziydi, azaltmaya çalıştıkça çoğalan yalnızlığıydı. Hüzün onun gözleriydi, ta kendisiydi yani, aynaya baktıkça gördüğü..Birlikte olduğu bütün kadınlar bile hüzünle kardeşti sanki. Hem sevdi hem nefret etti. Çünkü hüzün ayrılıktı biraz da. Ayrılık hüzündü, öpüştüğü ve seviştiği bütün kadınlarda. Yürüdü..Hayatında ilk defa bir yere yetişmek zorunda değildi. İlk defa beklemeyecek, ilk defa beklenilmeyecekti. Yolunu gözleyen de yoktu, meraktan çıldıran da. Hazin hazin çalan telefonun sesini bile artık duymayacaktı. Kaygılar, endişeler, yalanlar yoktu. Yalan söyleyecek kimsesi de..Sorguların acısını hissetmeyecekti artık içinde. Suskunluğuyla vuracağı, kafana göre diyebileceği biri olmayacaktı hayatında. Merak ettiği, edildiği, hatta düşündüğü hiç kimse.. “Neresin? ” diyen sesler yankılanmayacaktı kulağında. İstediği kadar içebilir, her sokak başında sızabilir, istediği kadar kaçabilirdi. “ Kimsen yok ulan! Kimsesizsin işte!” diye haykırdı. Onca itirafın içinde en acısı buydu belki, kimsesi yoktu gerçekten. Her şeye dayanabilirdi ama buna..? Yürüdü..Cebinde biriktirdiği bütün bozukluk sevişmeleri, önüne çıkan ilk dilenciye verdi. Dilenci şaşkın, o şaşkın, gece şaşkındı olancası. Şaşkınlığını, karanlığa bağışladı. Karanlık bütün vücudunu sardı; iliklerine kadar gece, iliklerine kadar yalnızlık aktı... Yürüdü ve yalnızlığını hatırladı. Neden kaçmıştı, neden gidiyordu, neden yalnızdı..? Elindeki sigarayı aynı itinasıyla yaktı. Derin bir nefes, bir nefes daha..Islatırcasına, kanatırcasına, savaşır gibi çekti dumanı içine. Üşüyordu, üşüdü..Geride bıraktığı sarılmaları hatırladı. Kavuşmaların içine sıkıştırılan “merhaba” ları, sorgulamadan seviştiği bedenleri, sorgusuzca kendini verdiği bedeni..Bir erkek de verebilirdi kendini, bu sessiz itirafa şaşırdı. Sevmekten mi, sevilmekten mi korkuyordu? Yoksa aynı acıları tekrar yaşamaktan mı? Taşıdığı ümitsizliği ve korkuları bir başkasına yüklemek yanlıştı belki. Beraberinde getirdiği geçmişini, dokunduğu her şeye, her kadına bulaştırıyor; yüreğinde, hiç istemeden belki de, sürekli ayrılık biriktiriyordu. Çok şey değil, sadece kendi olmak istemişti. Paylaşmak, güvenmek, bir sevdaya ait olmak istemişti. İnadına yaşamak, inadına gülmek, inadına mutlu olmak istemişti. Çok şey istemişti...Sevmek, kanadı kırık bir martı olmamalıydı. Sevmek, başkasının kanatlarıyla uçmamaktı. Sevmek, her şeye rağmen “varım!” diyebilmekti, vazgeçmemekti, korkmamaktı..Sevmek, sonuna kadar mücadele etmekti. Durdu..Geride bıraktığı adımları saymak istedi. Durdu, yürüyemedi. Yorgunluğu kendinden değil, geçmişten geliyordu. Yorgunluğunu ve güvensizliğini bir başkasının omuzlarına yükleyemezdi. Korkuları yüzünden güzel bir sevdayı uzaklaştıramazdı kendinden. Durdu..Geçmişi onu yakaladı, ona yetişti.. Durdu..Acılarını yok etmek için hep farklı mevsimlere kaçıyor, üşüyeceğini bile bile bu mevsimlerle sevişiyordu. Ve her seviştiği mevsime acılarını bulaştırıyor, onları kendine bağlıyor ama sonra sinsice kaçıyordu. Bu defa kaçmak istemiyordu..Bu defa durmak ve tek bir mevsime ait olmak istiyordu ve böyle biri vardı. Onunla sevişirken üşümüyordu..Onunla konuşurken rahattı...Onca sorun ve acıyı ona bulaştırdığı halde; sıkılmayan, kaçmayan ve inatla sevmeye devam eden kadındı o... Çok fazla kalbini kırdığı halde yüzünden gülümsemeyi yok etmeyen, onu bağışlayan kadındı o...Hayatı boyunca sığınabileceği, mutlu olabileceği bir liman, bir mevsim, bir yürekti o..Her şeye rağmen onu bekleyen bir kadını oynamıştı..Ama o korkuları ama o geçmişi ama o üzerinden bir türlü atamadığı güvensizliği yüzünden; onu bırakmış, sevgisinden uzak durmuş ve uzaklaştırmıştı...Sevgiden kaçmamalıydı çünkü seviyordu..Cebinde sakladığı ama veremediği bütün veda mektuplarının arkasına; dolmuşçasına, ard arda, doğum yapar gibi yazdı. Ve düşündü..Kaçıyorum ama nereye kadar? Bütün güzellikler ona aitti sanki, bütün yollar onunla uzuyordu. Neden bu kadar geç fark etmişti...? Kahrolası yaşamın dakikaları sınırlıydı. Sevda yüreğinde beslediği en yumuşak duyguydu. Korkuyordu ama yine de, her şeye rağmen sevmek istiyordu. Sevişmek istiyordu gün ışığını görene kadar. Neden kaçıyordu..? Neden korkuyordu itiraf etmekten..? Neden acı çekiyordu, çektiriyordu..? Issız bir sokağın başında, nasıl geldiğini hiçbir zaman anlayamadığı bir halde, karanlık ve yalnızlık kokan bir telefon kulübesinde buldu kendisini. Hızla, hayatında hiç yapmadığı kadar hızlı çevirdi numaraları. Saat sabahın 3’üydü. Karanlık bastırmıştı iyice. Ay yalnızdı güneşten uzak. Saatler sabırsızdı gün ışığına. Elleri titriyordu, kalbi çıkacak gibiydi. Yorgun ve uykulu bir ses açtı telefonu: “ Efendim..!” Ah! Ne zamandır beklemişti bu anı. Bütün sorunların ve acıların üstünde duruyordu vereceği cevap. Ahizeyi kavradı, gözleri güldü, başını dik tutmaya çalıştı ama yorgun ama kararlı bir sesle haykırdı: “ Seni seviyorum!!!” “ Evet, seni seviyorummmm..!!!”
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © pelin onay, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |