Yazar yazı yazmayı başka insanlara göre daha zor yapan insandır. -Thomas Mann |
|
||||||||||
|
Rainer Maria Rilke, şiirlerini yayımlamaya “Leben und Lieder” [Yaşam ve Şarkılar] (1894) kitabıyla başlar. Bu yapıtında üslubu henüz belirsizdir. Ancak Yüzyıl dönümünden sonra, lirik üslubunda anlama dönük bir gelişim süreci kendini göstermeye başlar ve bu süreç onu çağdaşı şairlerin yanında yer almasını sağlar. Özellikle “Neue Gedichte” (1907-08) ve “ Die frühen Gedichte” kitapları, Rilke’nin “Duineser Elegien” [Duino Ağıtları] (1923) yapıtından önceki ilk parlak döneminin ürünleridir. Anne ve babasının boşanmalarından sonra, annesinin yanında büyüyen Rainer Maria Rilke, onun etkisini daha sonraki yaşamında hep hissedecektir. Gerek yaşamın sorumluluklarını omuzlamada gösterdiği başarısızlık, gerek kadınlarla olan ilişkilerinde bunu görmek olasıdır. Kendisinden 14 yaş büyük Bayan Lou Andreas-Salomé’ye olan tutkusu da böyle açıklanır. Belirli bir mekânı da olmamış şairin. Kaldığı yerler var elbet, ama “,bir yerde kalmak’ sözü Rilke için asla süreklilik ve yerleşiklik anlamında kullanılamaz” (Aytaç 1978: 47) Bir yere bağlanmak bir süre sonra sorumluluk taşımayı beraberinde getiriyordu herhalde. Ancak bir yere değil, ama her yere, her şeye ait olmak duygusunu da gözden ırak tutmamalıyız. Nitekim 1902 tarihli „Das Buch der Bilder“de [Resimler Kitabı] kendini „Bruder aller Dinge“ [Tüm nesnelerin kardeşi] hisseder (Aytaç 1978: 49) „Das Stunden-Buch“ (1905), salt ruh hali liriğinden bıkarak, hayat felsefesinin kültür ve düşünce tarihi şartları altında yavaş yavaş geliştirdiği bir lirik denemesidir. (...) Varlıklara kardeşlikten doğan Tanrıya kardeşlik düşüncesi hakimdir. Bu kardeşliğin mistik yorumlanışı bağlamında, „Tanrı ve insanın bir arada olgunlaştığı düşüncesi“ni taşır (Aytaç 1978: 49). Rilke, Bayan Lou ile tanışınca, „empresyonist tutumu yavaş yavaş aşmış, tek tek görüntüleri ya ruhlandırarak ya da mistik-coşkun bir akım içinde lirik bir tonda eriterek dile getirmeye başlamıştır.“ (Aytaç, s. 45) Aynı şekilde 1903‘te Rodin‘le tanışmasıyla da gerçekliğe karşı yeni bir tutum geliştirir. Tıpkı Rodin‘in heykeltraşlığında olduğu gibi, bitkiler, hayvanlar ve mimari eserler, nerdeyse plastik sanatçı gözüyle görünüm ya da devinim halinde ele alınır. „Nesnelerin görülebilir içselliği“ (nesne şiiri) şairi harekete geçirir. Böylece 1903-1907 yılları arasında yazılan „Neue Gedichte“ [Yeni Şiirler] ile Rilke, „nesne şiiri“ tipini yaratır ve bunu „Der neuen Gedichte anderer Teil“ [Yeni Şiirler ikinci bölüm] ile devam ettirir (bkz. Kunze und Obländer 1976: 49, sol sütun). „Nesne Şiir“i kavramından, nesnelere ilişkin şiirler anlaşılır. Ama sözü edilen salt nesneler değildir. Bunlar, bitki ya da hayvan gibi doğadan nesneler olabilir; tıpkı örnek şiir Panter‘de olduğu gibi. İnsanlar da „nesne şiir“in malzemesi olabilir. Aslolan, belli bir nesnenin, varlığı ve mahiyeti bakımından gözlemlenmesi ve olabildiğince öz ve özlü olarak dil yoluyla biçimlenmesidir. Bu arada motifler ayrıntılı ve net olarak belirtilir. Nesne, varlık konumuna indirgenerek, gönderme yeteneği kazanan bir yasallık içinde görünür ve simge haline gelir. Lou‘ya yazdığı bir mektubunda Rilke nesnel bir sanat yaratmaya çalıştığını söyler: „Nesne belirgindir, sanat nesnesi ise daha belirgin olmalıdır, her türlü rastlantıdan uzak, her belirsizlikten münezzeh, zamandan koparılıp, mekâna bağlanarak süreklilik kazanmış, sonsuzluğa yeteneklidir. Model görünür, sanat nesnesi ise varlık halindedir.“ Sanat buna göre „kurallar içinde gerçekleşir“ (Karthaus 1977: 185). “Rilke’ye göre, ozanın ödevi [...] [belli başlı simgeleri] ve bütün nesneleri, ağaçları, testileri, araçları, yıldızları, çiçekleri, evleri vb. ayrı ayrı gözetmeden dile getirmek, övmektir. Dışarda kendi başlarına duran şeyleri görünmeyenle değiştirerek, yürek nesneleri yapmaktır...” (Oflazoğlu 1978: 10) Rilke bu nesne şiir kuramını yukarda da belirtildiği gibi, Rodin‘in çalışma tarzını gözlemleyerek geliştirir; bu tarzı o Cezanne‘ın resminde de görür ve eşi Clara Rilke‘ye şöyle yazar: Sanat eseri buna göre, kendisinin de arzu ettiği „Disiplin“, „Çalışabilme“ ve „Çalışma zorunluluğu“nun bir sonucudur. Herhangi bir şekilde ben de nesneler kurmalıyım; ama plastik değil yazılı nesneler – el becerisinden ortaya çıkan gerçeklikler (Karthaus 1977: 185 vd.). 1903‘te, belki de daha erken 1902‘te yazılan „Der Panther“, Rilke‘nin kuramını gerçekleşmiş gördüğü ilk şiiridir. Burada duygusal ya da insancıl bir acıma dile getirilmez. Şiirin nesnesi sayesinde olası bir etkilenme onun alımlamasına mal edilebilir. „Neue Gedichte“ kitabındaki çoğu şiir başlıkları da nesneleri imler. Rilke, nesne şiirlerinde, nesneyi günlük bğlamından koparmak, görünümlerinin mahiyetini estetik tablo içinde kavranabilir hale getirmek ve onları her zaman her yerde geçerli bir düzeye çıkarmak istemektedir. Sözler, nesnelerin ve görünümlerin, zamanlar üstü geçerlilik kazanmaları yönünde etkili olmaktadır (bkz. Karthaus 1977: 186). Başlığından ve nesne şiiri kuramından yola çıkarak, burada devinim halinde bir panter yontusu söz konusu. Kafese konulmuş panter, kendi doğa hem de kafes gerçekliğinden kopuk. Doğası gereği vahşiliğinden hiçbir iz olmadığı gibi, kafesi gereği, dar bir yere hapsedilişi karşısında, insancıl bir acıma duygusu ile de karşı karşıya değiliz. Panter, varlığı ile “vakur”, “güçlü” ve “vurgun yemiş”. Parmaklıkların geçişinden göz yanılması oluşmuş da, sanki o kafesin dışında, gözlemci ise içerde. Acıma yok, ama bir genel geçer simge karakterine bürünmüş, bir sava gönderme yapıyor. “Hayvanların Efendisi” filminden bir cümle kaldı aklımda, beni bu şiire yönelten. Sorarlar Hayvanların Efendisi’ne: “Hayvanları evcilleştiriyormuşsun?” “Hayır”, der beriki, “onlar beni evcilleştirdi”. Hayvanlar doğanın kucağında zaten evinde, ve o ölçüde evcil. İnsan doğadan uzaklaştığı ölçüde vahşi. Roussou’nun da söylemi bu değil miydi? İşte panter, tıpkı Rilke’nin Lou’ya olan aşkı gibi, aşkın (transzendental) bir özellik kazanıyor, daha geniş ve derin bir alana gönderme yapıyor. Tıpkı Rodin’in “Düşünen Adam”ı nasıl insanın başlıca eylemini simgeliyorsa, “Panter” de görüşümce, doğanın başlıca özelliği devinimini imliyor: Vakur, güçlü ama insan elinden vurgun yemiş. Fakat kuralları içinde devinim halinde. Zamanı geldiğinde kurallara aykırılığı, önünde durulamaz gücüyle, yerinden söküp atan, tıpkı dere yatağına doğa ve yasaya karşın kurulan binaların sele kapılması gibi. Nesneler arası, nesne insan arası ve insan Tanrı arası birliktelik, salt panteist ya da mistik düşünce düzeyinde kalıpsal bir söylem değil. İnsanlığı çok yakından ilgilendiren çevre ve doğayla uyumunun yaşamsal önemine yapılan bir referans, bir başka deyişle vurgulama. Çevremizi saran kuru, çıplak, ruhsuz ve sağlıksız beton yığınlarından (oluşan parmaklıklı hapishane manzarasından) ne denli hoşnutuz? Kirleterek, değişmeye zorladığımız doğal ortam bozulmakla kalmıyor, kuraklık, sel, yangın, heyelan, erozyon görünümünde habire vurgun yemiyor mu? „Evcilleşmek“ için „vurgun yiyen doğa“nın neresinde olmamız gerekiyor, uyanmak için? Bazen bir kıpırtı oluyor içimizde, ama hemen son buluyor etkisi kalbimize ulaşana dek. 2002‘ye çok az kala, yüz yıl öncesinde yazılan bu şiir bağlamında sormak isterim: Nesnesi Panter mi Şiirin? Rainer Maria Rilke Panter (Jardin des Plantes'da, Paris) Gözleri parmaklıkların geçişinden Öyle yorgun bakmaya dermansız; Sanki binlerce parmaklık demirden, Ve arkasında yitik dünya apansız. Vakur salınır zarif zorlu adımlar, En dar alanda dolanıp duran, Ortada sanki bir güç dansı var; Vurgun yemiş bir irade, doğadan Bazen kalkar perde göz bebeğinden Yavaşça – derken bir resim dalar derin; Gider peyderpey sakin diri bedeninden – Ve sona erer ömrü kalbinde resmin. Türkçesi: Ali Osman Öztürk KAYNAKÇA Aytaç (1978), Gürsel: Çağdaş Alman Edebiyatı, Ankara = Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Yayınları: 278. Kunze (1976), Karl und Heinz Obländer: Grundwissen. Deutsche Literatur, 2. Erw. Aufl., Stuttgart = Ernst Klett Verlag. Karthaus (1977), Ulrich (Hg.): Die Deutsche Literatur. Ein Abriß in Text und Darstellung, Bd. 13., , Stuttgart = Reclam Universal-Bibliothek Bd. 9649. Oflazoğlu (1978), A. Turan (Çev.): Rilke, Rainer Maria: Duino Ağıtları, , Ankara 1978 = Kültür Bakanlığı Yayınları: 318.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Ali Osman Öztürk, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |