Paul'un Peter hakkında söyledikleri, Peter'den çok Paul'u tanımamızı sağlar -Spinoza |
|
||||||||||
|
Bir sesle irkildi... Doğruldu... Tuvalet kapısının gıcırtısını iyi bilirdi. İmece isimli kadını anımsayınca rahatladı. Saatine baktı... Yaklaşık bir saatlik uyku çekmişti. Yeniden uzandı. Rüyasını anımsadı. Büyük bir kazanın içine ıstakoz atıyor... Haşlanmasına rağmen ölmeyen ıstakozları, yüzünü göremediği çıplak bir kadınla, aynı masada ve karşılıklı oturmalarına rağmen, tek başına canlı canlı yiyordu... Rüya etkilemişti… İnanmadığı halde masanın üzerinde bulunan Gazi’ye ait ‘Rüya Yorumları’ kitabını karıştırdı. ‘Istakoz’ kelimesini buldu... ‘Rüyada ıstakoz görmek, sıkıntıların atılacağı, mutluluğa kavuşulacağı, anlamındadır. Istakoz canlı ise, elinize çok para geçecek demektir.’ yazılıydı. ‘Çıplak kadın’ kavramına baktı. ‘Rüyasında çıplak kadın gören, evli ise boşanacak, evli değil ve sevgilisi varsa ayrılacak, demektir.’ İki kavramı birbiriyle yoğurdu. Zengin olacak, evlendiği kadınla veya sevgilisiyle ayrılacaktı… Rüyası ve yorumu doğru çıksa bile Istakoz yiyecek kadar zenginleştiğinde birlikte olduğu bir kadından ayrılması sorun olmayacaktı. Bir başkasını bulabilirdi… Paranın gücünü biliyordu… Rüyanın 'ayrılık' kısmını önemsemedi. Bu rüyaya inanmak geldi içinden... Hem şimdiye kadar böyle bir rüya hiç görmemişti... İşe alınma arifesinde böyle bir rüya görmek anlamlı olmalıydı. Yeniden duyduğu kapı sesiyle irkildi. Yine tuvaletin kapısıydı. Bu kez, İmece tuvaletten çıkıyor olmalıydı. Rüyayla ilgili öznel yorumlarını, kapı sesinden sonra devam ettiremedi. İmece, ön plana çıkmıştı... İmece’yi düşünmeye başladı. İmece, Gazi’de ne bulmuştu. Az yakışıklı bile sayılmayacak kadar çirkindi. Kısa boyluydu, hafif göbekliydi. Zenginde değildi. Bu kızı kendisine nasıl bağlamıştı?... Kız, mutlaka kendisinin öngörmediği bir şey bulmuştu onda. Belki de bir vaatte bulunarak ikna etmişti. Nasıl olmuşsa olmuştu işte!.. Kendisini neden ilgilendiriyordu?... Alan memnun, veren memnundu. Kendisine ancak, 'Hıyar ayarı bozuk cacık içmek' düşerdi. Yeniden susamıştı. Lokantada içtiği çorbalardan olmalıydı... Mutfağa yöneldi. Holde İmece ile karşılaştığında bir şeyler söyleme gereksinimi duydu. "Uyuyamadınız mı?..." "Uykum kaçtı galiba." "Kahve yapmamı ister misiniz?..." "Zahmet olacak..." "Sevinirim..." Cezveye iki kahve fincanını karşılayacak kadar su koyuverdi. Bir kez daha içecekti sabah kahvesini... Onu kahve içmede yalnız bırakmamalıydı. Şu an, 'ev sahibi' etiketi kendi alnında yazılıydı. Taşmak üzere olan kahvenin altını kapatırken, İmece’nin sesini duydu. "Yardım etmemi ister misiniz?..." Başını geri çevirdi. İmece, arkasındaydı. "Teşekkür ederim. İşte sıcak kahvemiz hazır," dedi. Doldurduğu fincanlardan birine altlık ekleyerek, İmece’ye sundu. "Ay! Buram buram kahve kokuyor!... Köpüklü de olmuş," diyerek iltifat eden İmece’nin sözlerine güldü. "Bende salep pişirdim sanıyordum," diye karşılık verdi. "Salep için biraz esmer değil mi?" Espriler karşılıklılık esasına göre yürüyordu. Her ikisi de pes etme niyetinde değildi. En son ağzının ucuna gelen lafları geri aldı Özdal. İşin suyunu çıkarmamalıydı. Fazla ileri gitmemeliydi. Her ikisi de dudak payı olmayan fincanlarındaki kahvenin dökülmemesine özen göstererek, salona doğru yürüdüler. Karşılıklı oturdular. "Sigaranızdan alabilir miyim?" Özdal, "Lütfen!..." diyerek uzattı ve yaktı. İlk dumandan sonra, "Havalar hala ısınmadı," dedi İmece. "Aynen öyle... Hatta gecikti bile." Havadan konuşma sonlanmıştı. ‘Suyla' ilgili konuşacakları bir konu ise bulamamışlardı(!) Sessizlik bozulmak içindi. Sessizliği bozma görevini Özdal üstlendi. Gazi’den duymamışçasına, ilk tanışmalarda sorulması gelenekselleş-miş olanları sırasıyla yönlendirdi. "Sahi bir yerde çalışıyor musunuz?" "Bir butikte tezgahtarım." "Gazi’yle nasıl tanıştınız?" "Butiğimizin abonelerindendi. Aramızda oluşan sıcak iletişim... Yemeğe davet... Gerisi malum." Eklemede yaptı; "Gazi iyi çocuktur," diye. Özdal, onayladı. "Gazi iyidir ..." Sözlerine devam edemedi. Kahve fincanını sehpaya koymak için eğilen İmece’nin göğüslerinin üst profilini görmüştü... Kalbinin titrediğini hissetti. Cinsel organı hafiften irkildi ve sertleşti. Gözlerini; onun göğüslerinden alıp, pencere camına çevirdi. Yüksek bir binanın üstünde ufak bir parçası görünen gökyüzüne odaklandı. İmece’nin yumuşak sesiyle, "Elinize sağlık... Teşekkür ederim... " demesi üzerine, gözlerini yeniden ona çevirdi. İmece, saçını geriye atarak, "İzninizle ben bir banyo yapıp çıkacağım," dedi. "Pazar günüde mi çalışıyorsunuz?" "Yo! Hayır!... Annem merak edebilir. Eve gitmem gerekiyor." Kadın bakışlarının anlamını hissetmiş miydi?... Ne de güzel konuşuyordu!... Yaşı, yirmi beş-yirmi sekiz arası olmalıydı. Patronu ondan memnun olmalıydı... Böyle bir tezgahtarla muhatap olan bir müşterinin; -hele erkekse- alışveriş yapmadan butiği terk etmesi ancak istisna olabilirdi... İmece, banyoya girmişti. Kapı gıcırtısından anlamıştı... Gazi, kaç kez kendisine, ‘Kapı menteşelerini yağla!’ demişti?… ‘Yarın hallederim,’ diyerek sürekli ertelemişti... İyi ki Gazi’nin bu isteğini yerine getirmemişti… Kapı gıcırtıları hoşuna gidiyordu. Bir insanın bir yere girip çıkması vurgulu olmalıydı. Sesli uyarıları almadan evin herhangi bir bölümüne girip çıkmanın kıymeti harbiyesi olur muydu? Bir yere giriş ve çıkış görkemli olmalıydı. Ses vermeliydi... Bu düşüncelerine güldü içinden. Tuvalete gitme gereksinimi duydu. Tuvaletde işini görürken, banyodan gelen su sesi ve ancak şampuanla yıkanırken çıkabilecek, ‘Şalap!.. Şılap!...’ seslerini duyuyordu. Aklına, yabancı menşeli bir şampuan reklamında yıkanan bir kadının hayali gelmişti. Organı sertleşti... Olabildiğince yükselmişti. Eliyle okşayacakken vazgeçti... Boşa harcama olacaktı... Tuvaletten çıktı. Islak ellerini havluyla kuruladı. Tuvaletin bitişiğinde bulunan banyo kapısının üçte birini oluşturan buzlu camda belli belirsiz ve ayrıntıları görünmeyen silueti izledi bir süre. Yetmemişti... Kapıya iyice yanaştı. Eğildi. Sol gözünü kırparak, sağ gözüyle anahtar deliğinden baktı. İmece'yi, göbeğinden dizlerine kadar olan kısmıyla görebiliyordu... Kalbi titriyordu. Beynine kan hücum ediyordu. Elleri, bacakları titremeden kaynaklı güçsüzlük içindeydi. İzlemeyi sonlandırmalıydı. Fazla dayanamayacaktı. İyice tahrik olmuştu. Bir hata yapabilirdi. Doğrulmadan usulca birkaç adım geri çekildi… Salona geri döndü. İçinde bıraktığı oksijeni eksilmiş havayı boşalttı. Bolca soluk alıp verdi... Geçen gecenin eksikliğini yakalamıştı. Tatmin olmayan tek şey cinsel açlığıydı... Bunda, takip ettiği bir kadının kolları arasına aldığı bir anda kaybolmasından oluşan hayal kırıklığının doğurduğu kinde vardı. Cinsel birlikteliğe iyice yaklaşmışken, sekteye uğratılmasından kaynaklı içsel hasarı tamir etmeliydi... İçin için kaynıyordu. Boş bir çuval gibi yığıldı kanepeye. Gazi’nin gitmeden önce söylediği sözler aklına gelmişti. Gazi, güven istemişti... Şüphelenmesine bozulduğunu belirtmişti ona. Verdiği güveni boşa çıkarması kendisiyle çelişmesini sağlayacaktı. Benliğiyle barışık yaşamalıydı. Ama barışık yaşamanın yolu, içinden geleni yapmasından geçmiyor muydu? Şu an içinden gelen seslere karşı koymaya dayanabilir miydi?... Aylardır karşı cinsten herhangi biriyle bir birliktelik yaşamamıştı... Hem Gazi’nin birçok kız arkadaşı olmuştu. Ne kadar özel olabilirdi İmece, onun için. İleride bundan da vazgeçerdi. Hem ismi 'İmece' değil miydi?... İmece; 'yardımlaşmayı, ortaklığı' çağrıştırmıyor muydu?... İmece’den kendisine yardımcı olmasını isteyecekti. Kabul etmezse, ‘aramızda kalsın,’ diyecekti. Hem bu düşüncenin oluşmasında, onun payı yok muydu?... Gazi’nin ısrarına rağmen evine dönmemiş, bornozunu çıkarıp kıyafetlerini giyinmemiş, duş almış olmasına rağmen, yeniden banyoya girmiş, ‘şalap, şılap seslerinin’ duyulabileceğine aldırış etmemişti… Ya, Gazi'ye duyurursa?... Bir süre daha bu evde kalması hayal olacaktı... İş bulmuştu... Çokta zorlanmayacaktı... Valizini alır, çeker giderdi. Bu sırada üzerindeki gömleğin düğmelerini usulca çözdüğünü fark etti. Kesin karar vermediği bir olgu, kendiliğinden gerçekleşiyordu... Hakimiyetini kaybetmişti!... Kendisine hükmü kalmamıştı... Koyuvermişti kendini; arzularının kucağına... Şimdi çırılçıplaktı. Banyoya yöneldi. Buzlu camdaki siluet izdüşü-mü, İmece’nin banyo uğraşının süregeldiğini gösteriyordu. Kapının kolunu aşağı indirip, hafifçe öteledi. Buna rağmen gıcırtı çıkmasını engelleyememişti. Keşke Gazi’nin dediğini yapmış olsaydı... Yağlasaydı kapının menteşelerini... "Ne oluyor?..." Şampuan köpüklü gözlerini aralayarak bakıyordu Özdal’a... Özdal, kapıyı kapadı... Banyoda ve İmece’yle karşı karşıyaydı. Duş telefonunu yüzüne doğru tutarak çabucak durulayan İmece, "Ne anlama geliyor bu?..." diyerek yeniden bağırdı. Özdal, içinden gülüyordu. Sorulacak soru muydu bu?... Soyunuk vaziyette banyoya girmiş olan birinin amacını bilemeyecek kadar yetişkin değil miydi İmece?... Anlamsız soruya anlamsız bir yanıt vermeliydi. "Duş almaya geldim!" İmece, kapının arkasında bulunan bornoza elini uzatarak, "Ben çıkıyorum," dedi yapmacık bir sinirle. Özdal, sırtını kapıya dayadı. İmece ne kadar geri çekilse de, Özdal’la karşı karşıya kalma pozisyonunu banyonun darlığından dolayı değiştiremeyecekti. "Ayıp değil mi? Hiç utanmıyor musun, arkadaşının sevgilisine sulanma-ya?.." "Arkadaşım bilmeyecek. Benden laf çıkmaz." "Bana el uzatırsan, avazım çıktığı kadar bağırırım!..." "Komşular, televizyondan çıkan bir kadın sesi sanacaklar." İmece, çevresine göz attı. Hemen teslim olmamalıydı. Sabunluğun üzerinde kullanılıp atılan cinsten bir tıraş bıçağını gördü. Sağ eliyle kaptı... Jilet bıçağını sol bileğinin üzerine tuttu. "Bir adım daha atarsan damarlarımı keserim!" Özdal, "Bu jiletle olmaz," diyerek onu şaşırtmayı başardı. İmece, jileti gözüne doğru yaklaştırıp, "Neden olmasın?" dediği anda, jilet el değiştirmişti… Bir kazaya uğramadan jiletin elinden alınmasına sevindiğini belli etmedi. Evet, karşı koyduğunun keskin mesajını vermişti. Bu kadarı yeterliydi… Özdal, kaptığı jileti, açtığı banyo penceresinden, apartman ara boşluğuna fırlattı. Avını egemenliği altına alan bir avcı rahatlığına ermişti şimdi. "Sende istiyorsun, biliyorum." "İstemiyorum!" "İstiyorsun!" "İstemiyoruuum!!!" "İstiyorsun işte!"" "İstemiyorum işte!" "İstiyorsun!... İstiyorsun!..." İSTİYORSUN!..." "Hiçte bile!... Hiçte bile!..." "Gazi’de ne buluyorsun anlamıyorum." "Onu seviyorum." "Pışşşttt! Ufak at da civcivlerde yesin!... Doğrusunu söyle!" "Sempatik buluyorum!" "Başka?" "Ne dememi bekliyorsun?" "Doğrusunu..." "Doğrusu ne?" "Sen söyle." "Yok siz söyleyin. Söylediklerim doğruydu." "Ancak eksik doğru olabilir." "Tam doğruyu siz söyleyin o halde." "Seni meşhur edeceğini söylemiştir." İmece, önünü kapamada kullandığı her iki elini, farkında olmadan yanlara açtı. Şaşkınlık ifadesiydi bu. "Gazi mi söyledi?..." "Hayır! Tahmin ediyorum... İlk değilsin, son da olmayacaksın. Şimdiye kadar şöhreti yakalattığı birini görmek nasip olmadı. Havası olsaydı şimdiye kadar bana iş bulurdu medyada." Doğru söylüyor olabilir miydi?... Olabilirdi. Gazi, her gün bir başka günü beklemesini söylüyordu sürekli… ‘Genel Müdürün işi çıktı... Daha sonra...’ ‘Randevu ayarladım, hep birlikte yemek yiyeceğiz...!’ ‘Ama bir sorun çıktı...’ gibi umuda ya da ertelemeye yönelik birçok sözlerinden zaten şüpheleniyordu. Gazi karşısında duran arkadaşıyla hiç karşılaşmaması için elinden geleni yapmamış mıydı şimdiye kadar?... Arkadaşının Bay Doğrucu rolüyle, doğruları kendisine aktarmasından çekinmiş olamaz mıydı?... Eğer Özdal’ın dediği doğruysa aptal yerine konmuştu. Kandırılmış ve kullanılmıştı. Sevmediği ve ömrü boyunca da seveceğine inanmadığı biriyle, onlarca kez aynı yatağı paylaşmış, onu etkilemek için zorlamalı teknik yatak hareketleri sergilemişti boşu boşuna. Özdal’ın konuşması üzerine düşüncelerinin devamını geleceğe bıraktı. "Gazi’nin çalıştığı medyanın en üst yöneticilerinden biriyle bağlantıya geçtiğimi sende duydun, özel kartını sende gördün, değil mi?" Özdal, karşısında duran çıplak bedenin gevşediğini hissediyordu. Devam etti. "Ben sözümde dururum. İki gözüm önüme aksın ki... Hedefinde ne var, ne olmak istiyorsun? Hadi çekinme söyle..." İmece, çabuk toparlanmıştı. Yeşilçam filmlerindeki bir oyuncu gibi rol kesmeye başladı. "Bedenime sahip olabilirsin, ama ruhuma asla." Sesi; banyo ortamlarında çıkan bildik akustik özellikte yankılanmıştı. Özdal’ın tiz kahkahaları bu akustik sesleri banyo ortamından kovdu. Ciddileşti aniden... "Film sanatçısı mı?... Ses sanatçısı mı?... Ne olmak istiyorsun hadi söyle?" Doğal sürmeli, çevresi çökük, geniş gözleri kısıldı. Yüksekliği düşük, eni geniş burnu titredi. Ağlamak istiyordu. Karşısındaki adam, düpedüz kendisiyle dalga geçiyordu?... Gazi, aylarca dalga geçmişti... Şimdi onun arkadaşı mı başlıyordu?... Özdal, ani değişimler sergiliyordu. İmece’ye yanaştı. Gerektiğinde uzayan ve kısalan bildik organ, her titreyişinde hafiften dokunuyordu karşı cins tenine... Kolundan hafifçe tuttu. "Ben ölüm meleği değilim, kızım! Ruhunu ne yapayım. Ölü bedenini ne yapayım. Bana halihazır dipdiri bedenin gerekli, bedenini arzuluyorum. Tamam mı? Bırak bu Yeşilçam sakızı ayaklarını!..." "Bana zorla mı tecavüz edeceksin?..." Ses korkudan ziyade merak imalıydı. "Ben filmlerde gördüğün tecavüzcülerden değilim. İstemiyorsan bırakırım, tamam mı?" "İstemiyorum!..." "İnandırıcı değil." "Söylüyorum ya." "Yetmez!" "Sizi ikna etmek için ne yapmam gerekiyor?..." "İçindeki sesi, seslendirmeni istiyorum." Özdal, bedeninin iyice ürperdiğini hissediyordu. Bu kez, ürperti arzularından değil, iyice etkisini hissettiği banyo serinliğindendi. Sıcak su akışının bıraktığı sıcak etki ara zamanda yok olmuştu. Şofbenin bağlı olduğu musluğu, eğilip açtı. Yere akan suyun sıcaklığı çıplak ayağına ulaşınca kendini daha iyi hissetmeye başladı. İmece, kendi kendini sorguluyordu. Bu kadar inatlaşma yetmez miydi?... Gazi’den, Genel Müdür Cesi hanımın masa arkadaşı olduğunu birçok kez dinlemişti. Bu sabah bunun yalan olduğunu Özdal’la konuşurlarken anlamıştı. Cesi hanımın özel kartını taşıyan ve bugün için randevu almış biri karşısındaydı ve çırılçıplaktı. Arzu doluydu. Bedenini istiyordu. Onun isteğini, kendi isteğiyle takas edebilirdi. Bir şeyler vermek, bir şeyler alabilmenin yolunu açabilirdi… Hem söz veriyordu... İstediği şey kendisinin kayıp hanesine yazılmayacaktı. Kendisinden kıyafet, para istemiyordu. Bedenini geçici olarak kullanmak istiyordu. Bedeni şeker değildi. Erimeyecekti... Kullanılmadan dolayı miadını doldurmayacaktı. ‘Yarar’ olasılığı yüksekti... Hem aralarında kalacaktı... Gazi’nin duyması halinde, ona karşı koyduğuna; hatta jiletle intihar teşebbüsünde bulunduğuna dair bir kozu dahi vardı elinde… "Odaya gidelim!" dedi, bedeniyle Özdal’ı hafifçe iterek. "Acele etme!... Önce senden bir ricam olacak." 'Ne gibi?' dercesine baktı İmece. "Saçını topuz yapmanı istiyorum. Sırt kısmın bana dönük ve duştan su akıtarak bol şampuanla vücudunu yıkamanı!..." "Az önce yıkanmıştım..." "Biliyorum..." "Eeee?..." "Hani televizyonda yabancı bir şampuan reklamı var ya... Duşta bir kadın yıkanıyor..." "Eeeee!!!” "Hep ona dokunmak istemişimdir." "Şimdi bu reklamın ne ilgisi var?" "Onun gibi görünmeni istiyorum." İmece, anlamıştı. O kadın gibi duruş göstermesini istiyordu. Karşısındaki adamın takıntılarından biri olmalıydı bu. Reklamı iyice ve ayrıntılarıyla hayalinde canlandırarak uygulayabi-leceğine kendisini inandırdı. Ama önce, "Peki neden?" diye sorması gerekiyordu. Sordu. Özdal, kısa bir duraklama geçirdi. Nasıl ve nereden başlayacağını bilemiyordu. Fantezi ve erotizm konularından söz etmekle, belki dakikalarca sürebilecek bir tartışmanın kapısını aralamış olacaktı. Bu konulara girmeyecek kadar akıllıydı. "Kimbilir... Belki de reklam filmlerinde oynayabilip oynayamayaca-ğını anlamak istiyorum," demek en iyisiydi. İmece, ya kendisine uyum sağlamak için harekete geçmişti. Ya da gerçekten ‘reklam filmi’ masalına inanmıştı... Uzun saçlarını; kıvırarak dolayıp, ensesinin üstünde toplayarak, topuz saç biçimine dönüştürmüştü bile. Sırtını Özdal’a döndü. Duşun altına girdi. Damla damla akacak kadar suyu açtı. Başını çok hafif sağa çevirdi. Çenesinin sağ kısmını, sağ omzuna yasladı. Eline bolca aldığı şampuanı omuzlarından aşağıya doğru, okşarcasına yaymaya başladı. Özdal’ın sesi de bedeni gibi titremeye başlamıştı. "Evet! Evet! İşte böyle... Böyle istiyordum." Usulca az açık duş musluğunu kapadı. Şampuanlı bedene, bedenini değdirdi. Derinden soluklanıyordu. Bedenini, arada çekerek, aşağı yukarı kaydırarak ‘badana’ hareketleri yapmaya başladı. Hani o tecavüzden daha az cezası olan suç eyleminden... Şampuandan kaynaklı kayganlık, bedensel hareketlerine kolaylık sağlıyordu. İmece, birden durdu. Ya Gazi gibi bu da kendisini oyalarsa?... Ekerse... Ekilirse?... Karşılığını vermeksizin, yararlanırsa?... Geleceği göremezdi... Aynı hataya ikinci kez düşmemeliydi. En iyisi peşinen bir karşılık almaktı... Hiç olmazsa vaadine aykırı davransa dahi, ondan elde ettiğiyle avunur, içinde kandırılmışlığın var edeceği boşluğu doldururdu… Aklından geçeni söyleyip söylememe tereddüdündeydi. Özdal’ı hafifçe itekledi. Özdal, olumlu gelişimin aniden kesilmesine sinirlendiğini belli etmemeye çalıştı. "Ne oluyoruz?..." Söylese miydi?... O, çekinmeden arkadaşının sevgilisine göz koyabiliyordu. Ondan utanmasına gerek yoktu... Nasıl anlarsa anlasındı... Gidip başkalarına mı anlatacaktı?... Anlatamazdı... Kendi anlatacakları en az onunkiler kadar tehlikeliydi. "Biraz konuşabilir miyiz?..." "İşimizi bitirdikten sonra konuşsak?..." "Hayır!.. Önce konuşalım." "Buyur konuş o halde... Ama kısa olsun... Ortamımızı bozmasın..." "Bilmem ki nereden başlasam?... Arkadaşın Gazi benim hakkımda sana bişeyler söylemiş miydi?.." "Nasıl bişeyler?..." "Ne bileyim... Bişeyler işte!" "Senin hakkında pek bir şey söylemedi. Sadece iyi anlaştığınızı, iyi bir kız olduğunuzu, birbirinize sırılsıklam aşık olduğunuzu filan söylemişti..." Beklediği yanıt bu olmasına rağmen, hayret ifadesini yüzüne verdi. "Hayret!..." "E?..." "Benim profesyonel olduğumu söylemedi mi?" "Anlamadım?..." "Ben profesyonelim, dedim!" "Ne de profesyonelsin?..." "Anla işte!..." İmece, başını utangaç bir edayla eğmiş, gözlerini kısmıştı. Özdal’ın ise beyninde şimşekler çakmaya ve cinsel organı yükselişten inişe geçmeye başlamıştı. Öngöremediği bir durumla karşı karşıyaydı. Gazi’nin ‘bana çok bağlı, benden başka erkek eli değmemiştir,’ diye hakkında överek konuştuğu kadın, karşısında duran kadın mıydı?... İmece’nin, ‘Profesyonellikten’ kastının; ‘para karşılığı seks yaparım’ anlamında olduğunu sezmişti. Bu ortamda ‘profesyonel’ kelimesini başka hangi anlamda kullanabilirdi ki?... Buz gibi olmuştu... Her türlü tepkiye hazırken, aklının ucuna bile gelmeyecek bir teklifle karşılaşıyordu... Cebinde parası olsa çıkarıp verecekti. Değerdi onunla yatmaya… Olmayan parayı ise var edemezdi. Sinirlendiğini belli etmemeye çalışarak, kendisini soğutan bu kadına hak ettiği dersi vermeliydi. Hatta öyle bir duruma getirmeliydi ki; birlikte olmak için yalvartmalıydı kendine... "Profesyonelliğin anlamını bilmiyorum." "Gerçekten bilmiyor musun?" "Bilsem sormazdım." "Uzman olduğu bir alanda para karşılığı iş yapmak..." "E sen ne iş yapacaksın..." "Bana teklif ettiğin işi." "Hangi işi?... Reklam işini mi?..." "Oh ne kadar safsın," dedi. Sıkıldığını belli ederek. "Senle yatmamı istiyorsan önce para vermelisin." "Senden bunu beklemezdim." "Bu senin yorumun." "Peki para vermezsem benimle yatmayacak mısın?..." "Herhalde yani..." "Zorla sahip olabilirim." "Kendimi yerden yere atarım." "Peki peki anladım! How many?..." "Efendim?" "Kaç para istiyorsun?..." İmece, ne kadar para istemesinin uygun olacağına karar veremiyor-du… Bir anlık tereddüdü çabuk kayboldu. En iyisi yüksekten başlamaktı... "100 dolar!" Özdal, kıvama girmişti. Hem de dolar istiyordu... "Avustralya doları mı? Kanada doları mı? Amerikan doları mı?..." İmece, para karşılığı yatma teklifini ilk kez birine yapıyordu. Acemiliğini belli etmemeli hemen yanıtlamalıydı. Döviz kurları konusunda pek bilgisi yoktu. Galiba, 'amerikan doları' daha kıymetliydi... ‘Ahlaksız teklif’ filminde kumarbaz kocaya, karısıyla seks yapma teklifi yapan yine kumarbaz rolündeki başrol oyuncusu 'amerikan dolarını' telaffuz etmişti. Anımsıyordu... Bir an kısa bir utangaçlık daha yaşadı. Olsun... Karşısındaki adam öncelikle 'ahlaksız teklifte' bulunarak bu teklifi hak etmişti. Özdal, sorusundaki seçenekleri teke indirerek yenilemişti. "Amerikan doları mı?..." "Evet!... Amerikan doları olsun." Bu yanıtı alacağını bile bile sormuştu. "Biraz indirim yapsan," dedi, indirim yapılsa dahi ödeyecek parası olmadığı halde. "Senin için 70 dolar olur." "Daha in..." "Kısa sürerse, elli dolar... Daha fazla indiremem..." "Borca olmaz mı?..." "Peşin ve nakit!..." Bu lafı çalıştığı butikte öğrenmişti... "Peşin ve nakit!..." Özdal, bir senaryo kurma çabasındaydı. Onu sıkıştırabileceği bir alana çekmeliydi. Haddini bildirmeliydi. Bir yatma karşılığı istenen paraya bak!... Gazi’ye bedavayken, kendisinden para istiyordu. Ukalaca hareketler ediyordu. Davranışları iticiydi. Bir şeyler söylemeliydi. Bir şeyler yapmalıydı... Göz göre göre böyle bir davranışın altında kalmamalıydı. "Biliyor musun, yanlış adama çattın..." "Neden?..." "Bende profesyonelim." Şaşırma sırası İmece’deydi. "Ne demek istiyorsun?..." "Jigoloyum... Arzu eden kadınlarla para karşılığı yatıyorum." "Ay’nanmıyorum. Hah, hahhahhah!..." Özdal’ın ciddiyetini koruması üzerine kahkahalarını kısa kesti. "Gazi bu yönümden sana söz etmiş olmalıydı." İmece, denilenlere inanmak üzereydi. "Hiç söz etmedi." "Garip!... Benim geçim kaynağım bu... Nasıl geçiniyorum, sanıyor-sun?" İmece’ye mantıklı gelmişti. Ailesinin durumunun iyi olmadığını, işsiz olduğunu Gazi’den öğrendiği bu adam nasıl geçiniyordu?... Gazi’nin verdiği harçlıklarla geçinmesi İstanbul gibi bir yerde olanaksızdı. Gazi ne kadar da saftı... İnanıyordu ki, Gazi’nin bundan haberi yoktu. Yoksa kısıtlı bütçesiyle bu adama neden yardımcı olsundu?... "Profesyonelliğin beni ilgilendirmiyor. Dediğim gibi; istediğim parayı vermezsen benle yatmayı unut!" Kendini kutladı içinden, İmece. Güzel konuşmuştu. Konuyu noktalamıştı. "Sen en son elli dolar istemiştin. Benim bir saatliğim ise yüzelli dolar." "Beni ilgilendirmiyor." "Benle yatmak istiyorsan yüzeli dolar vermen gerekiyor. Hem de peşin ve nakit... " "Senle yatmak isteyen kim?... Neyse ben çıkıyorum. Anlaşamayacağız." Özdal, kapıya sırtını dayayarak engelledi onu. "Daha konuşmamız bitmemişti. Bir hesap yapalım. Sen bana yüz elli dolar ver. Bende sana elli dolar vereyim. İşi bitirelim." Başıyla teklifi olumsuzlayan İmece’ye ikinci teklifi yaptı. "Takas yapalım. Sen benden elli dolar isteme, bende senden yüz elli dolar almayayım." "Boşversene... Kapıdan çekilmezsen bu kez gerçekten kıyameti koparacağım!" Özdal’ın yüzü kıpkırmızı olmuştu. Sesini sertleştirerek, "Borcunu öde, çıkmana izin vereyim." dedi. "Ne borcu?..." "Bir kahve hazırladım... Banyoda size dokundum. Biraz muhabbet ettik. Zamanı mı aldın." "Eeee???" "Bu muameleler karşılığında normalde 75 dolar alıyorum. Hadi sen elli dolar ver!" "Vermezsem?..." "Vermezsen, çıkamazsın..." "Yanımda o kadar para yok... Sonra versem?..." "Peşin ve nakit çalışıyorum." İmece, çıplak ayaklarını karoya birkaç kez vurdu. "Of Off!... Of Of" Özdal, kollarını göğsünde bağdaştırarak İmece’nin tepkilerini zevkle izlemeye başlamıştı. "Hadi iyisin... Bugün iyi günümdeyim. Senet versen de olur... " İmece, senedin anlamını biliyordu. Ödemediği takdirde, annesiyle birlikte kaldığı eve, belki de işyerine yazı gelecekti. Sonra da haciz gelecekti. ‘Ne borcu?’ diye sorulduğunda yanıt vermekte zorlanacaktı... Bir belaydı karşısındaki adam. Ondan kurtulmanın en kolay yolu onunla yatmaktı... "Bela mısın sen?... Hadi istediğin gibi olsun... Yatalım..." Özdal, yeniden ve birkaç kez "Önce para?..." derken samimi değildi. Sarılan bedenin sıcaklığı kendisini yumuşatmıştı. Arzu ettiği sonucu elde etmişti. Oluşan güzel ortamı bozmanın anlamı yoktu. Sarılmaya karşılık verdi. Gerisi bildik, altına kırmızı nokta konabilecek, on sekiz yaşından küçüklerin, altmış yaşından büyüklerin, kalp rahatsızlığı çekenlerin, muhafazakar kesimin, erotizmden hoşlanmayanların seyretmemesi, duymaması, okumaması gereken ve tahmin edilebilecek fiziksel eylemlerdi. Tek yanlı başlayan, iki yanlı süren kaygansı eylemler, "Duhul" ile sonuçlanmıştı. "Biraz üşüdüm. Yatak odasına gidelim," teklifi İmece’den geldi. İmece birkaç saniyelik sabır göstermiş olsaydı, Özdal’da aynı istemde bulunacaktı. Banyoda yapılabileceklerin tümünü karınca kararınca gerçekleştir-mişlerdi. Birbirlerini bolca şampuanladılar. Bolca suyla duruladılar… İmece, bornoz giyindi. Özdal, büyük havluyla kurulandı. Havluyu vücuduna saracakken vazgeçti. Nasıl olsa bu işin birde yatak finali olacaktı... Gazi’nin yatağı çift kişilikti. Final için uygundu. İmece yabancılıkta çekmeyecekti. Geceyi geçirdiği bu yatağa aşina olmalıydı. Gazi’nin yatağında, her ikisinin birlikte sahnelediği oyunun özeti bilinen cinstendi. Bazı ayrıntıları vermek bilineni pekiştirmek olabilir miydi?... Yoruma bağlıydı... -Ağızdan ağıza salya alışverişi... -Ağızdan ağıza az oksijenli bol karbonlu üflemeler... -Şampuan, ter ve salgıdan oluşan koku... -Fiziksel sürtünmelerin açığa çıkardığı enerji... -Oluşan bedensel sıcaklığın, saçlarındaki nemin buharlaşmasına katkısı... (Ama saçlardaki nemin azalmasında, kirli ve yumuşak yastıkların payını inkar etmek, yastıklara yapılabilecek en büyük haksızlık olacaktı...) -Cinsel işlev bittiğinde genelde olan olgu meydana gelecekti... Ve geldi. İçlerinden biri oyunbozanlık yapmalıydı... Ve yaptı. Bu şeref İmece’ye ait olacaktı... Ve oldu. "İlk ve son olacak!..." Özdal, duymazlıktan geldi. "Sana bir şey sorabilir miyim?..." "Sor..." "Gerçekten Profesyonel Orospu musun?..." "Ödeme yapsaydın ilk kez gerçekleştirmiş olacaktım. Ya sen Jigolo musun?..." "Değilim. Kandırdım seni..." "İnandırmıştın beni…" "Bir şey daha sorayım... Jileti elinden almasaydım bileğini kesecek miydin?..." İmece, katıla katıla güldü. Gülmenin verdiği şiddetle alnı dahi kırışmıştı... "Manyak mıyım ben... Hayatımın baharının daha birincisini bile yaşayamadan..." Konuyu değiştirmek için ekledi. "Senin bir jigolo kadar kabiliyetli olduğunu itiraf etmem gerekiyor." Özdal ‘İltifatı’ teşekkürledi. "Ama buna rağmen seninle arkadaş olarak kalalım. Kesinlikle bir daha birliktelik yaşamak istemiyorum!..." "Ya Gazi ile?..." "Onunla arkadaşlığımı dahi devam ettirmeyeceğim." "Benimle neden sürdürmeyi düşünmüyorsun?" "Etik bulmadım. Beni başkalarıyla karıştırmanı istemiyorum. İkimizde hata yaptık. Tekrarlamayalım..." "Ben aynı düşüncede değilim." "Önemli olan benim düşüncem..." "Yazık!... Bende senin için iyi şeyler düşünüyordum." "Ne gibi?..." "İşe başladığımda sana da iyi bir iş ayarlayacaktım." Son cümle sihirliydi. Etkiliydi. Etkileyiciydi... Etkisini gösterdi. İmece’nin 'oturma' şeklindeki pozisyonu, 'başı öne eğik' pozisyona dönüştü. Derhal yanıt vererek basit edilgen bir yapı sunmamalıydı. Maymunun gözü açılmıştı, çabucak kabullenmemeliydi... Ama, ‘Fazla naz aşık usandırırdı.’ Özdal kendisinden usanmamalı, caymamalıydı. Beyni ve bağırsakları sıkışmıştı... Tuvalete gitmeliydi... Tuvalet gereksinimini giderirken, düşüncelerini toparlayacak ve nasıl davranması gerektiğine karar verecekti. İzin isteyerek tuvaletin yolunu tuttu. *** Devamı: 7.sayfada
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Bahattin YILDIZ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |