Uygarlık, gereksiz gereksinimlerin, sonsuz sayıda artmasıdır -Mark Twain |
|
||||||||||
|
Banyodan gelen su sesine uyandı. Gerindi... Gözlerini ovdu. Yataktan, yana kaydı. Ayağa kalktı. Çeşmeyi açık mı unutmuştu?... Banyonun lambası da yanıktı... Sürekli açık bıraktığı kapısı da örtüktü... Kapının koluna hafifçe asıldı. Banyoya girdi. Duşakabinin camında çıplak bir kadın görüntüsü vardı belli belir-siz... Kalbi küt küt atmaya başladı.... Kimdi bu kadın?... Ne arıyordu evinde?... Dün gece geç saatlerde Patrokoz’un bıraktığını anımsıyordu. Evine tek kişi girmişti; o kişide kendiydi. Gözlerini kırpıştırdı. Rüyada olabilir miydi?... Bazı rüyalarında gerçeği yaşadığını sanırdı. Bileğini çimdikledi... Canı acımıştı. İradesine uygun davranabiliyordu. Çıplak kadın silueti, yabancı bir şampuan reklamında ki oyuncu gibi sırtı dönük, saçları topuz ve ince belliydi. Korku ve cazibeyi birlikte alıyordu. Derin bir nefes alıp, bıraktı usulca... Beş altı adım attı. Duşakabini açtı. Kadın, hala dönmemişti ön kısmını... Sırtı dönük halde bedenini şampuanlayıp, omuzlarını ovalıyor ve durulu-yordu. Enfes bir vücuttu. Dokunmamak için kendini zor tuttu. "Siz kimsiniz?... Evimde ne işiniz var?" sorularını hazırlamıştı. Hatta biraz sertçe söylemeliydi. Kadın ondan önce davrandı. "Özdal! Uyandın mı?" Sırtı hala dönüktü. ‘Özdal uyandın mı?’ diye soruyordu. Tanıyordu... Uykudan uyandığını, banyoya girdiğini, gözlediğini, duşa kabini açtığını biliyordu... "Siz kimsiniz? Evimde ne işiniz var?" ve benzeri soruları ona yöneltmemeliydi... Istakozun enerjisi, rakının verdiği sarhoşluk ve kokainin etkisiyle geceyi hatırlamıyor olabilirdi. Tanıdığı kadınlardan hangisiydi?... Kadın, yüzünü döndü. Özdal’ın gözleri patlayacak kadar genişlemişti. Tüyleri dikleşmiş, bedeni titremeye ve gücünü yitirmeye başlamıştı. Kasları işlevinin çok azını yerine getirebiliyor, düşmemek için gayret sarf ediyordu. "Olamaz!" "Ne olamaz?" Düşünceleri hızlı bir devinim içindeydi. Beyni tam kapasiteyle çalışmaya başlamıştı. Geçmiş yakın zaman, bir film şeridi gibi hızla geçiyordu hafızasın-dan. "Neden öyle şaşkın bakıyorsun?" Bağırmamalıydı... Soğukkanlı olmalıydı. Bir çuval inciri mahvetmemeliydi. O, canlı mıydı?... Hayal miydi?... Onun bedenine dokunmalıydı. Elini uzattı. Kadın, bulunduğu mekanın izin verdiği ölçüde geri çekilmişti. "Söz vermiştin! Unuttun mu? Dokunmayacaktın!..." Fatma’nın intihar ettiğini duyduğu anı, cenaze merasimini, saraçhaneye kadar yürümesini düşündü. Hepsi hayaldi... Dünü gerçekte hiç yaşamamıştı... Az önce… Uyanmadan önce gördüğü rüyalardan olmalıydı. Ya Fatma’yı buraya nasıl getirmişti?... Fatma, nasıl olmuşta evinde gecelemeye razı olmuştu? Yan yana mı yatmışlardı?... Ayrı odalarda mı?... Aynı yatağı paylaşmışlarsa, aralarında bedensel birliktelik gerçekleş miydi?... Bunları düşünecek an değildi. Fatma, karşılık bekliyordu. "Özür diliyorum! Bir an kendimi tutamadım!" dedi Özdal. "Gözlerini kapamalısın! " Fatma’yı küstürmemeliydi. Geriye çekilerek, gözlerini kapadı. Fatma’nın duştan çıkarak kurulanması ve üzerine bornoz giymesi için gerekli süre geçmişti. Gözlerini açması için bir ses ve işaret bekledi... Kulak zarlarını patlatacak yükseklikte bir ses duydu. Göz kapaklarını hafifçe araladı. Fatma, kanlar içindeydi. Duş telefonundan su yerine kan akıyordu. Fatma, duşla bağlantılı musluğu kapamaya çalışıyordu... Özdal’ın varolan şoku kısa sürdü. Yardım etmeliydi. Fatma’yı küvetten çıkarmalı, musluğu kapatarak, duş telefonundan kan akmasını bloke etmeliydi. İki ayrı görüntü uygulamaya geçmesini engelledi. Fatma’nın 30-40 santim yakınında ve boşlukta asılı gibi duran hareketli iki garip cisimdi engelleyen... Hayır!... Hayır!... Istakozun kıskaçlarına benziyordu... Ta kendisiydi. İki kıskaç, bir makasın kolları gibi açılıp kapanarak, Fatma’nın bedenine yaklaşıyordu. Fatma, onlardan korunmaya çabalıyordu... Özdal, "Fatma’yı rahat bırakın!" diyerek ilk adımını yaptı. Sesi, akustik etki yaratmıştı. Birkaç kez yankılandı. Düşüncesini eylemleştiremedi. Istakozun kıskaçlarından ürkmüştü. Attığı adımı, geriye aldı. Fatma soluk almakta güçlük çekiyordu. Fatma’nın acı dolu bağırtıları, yardım çığlıkları kulağını tırmalıyordu. Kendinin zarar görebileceğiyle, Fatma’nın zarar görmesi arasındaki çelişkiyi yaşıyordu… Fatma, büyük bir güç sarf ederek şu sözcükleri çıkarabildi: "Kur-tar Be-ni Nolur! Kur-tar ben-i Özdal" 'Fatma’yı Kurtarmak!' gerekiyordu. Kurtarmak!... Kurtarmak!.... Kurtarmaaaak!!!... Istakoz kıskaçlarından Fatma’yı kurtarmak gerekiyordu. Şampuan kokusuna karışan kan kokusu... Istakoz kokusu... Istakoz’un görüntüsü önceden kollarına verdiği enerjiyi alıp götürmüştü Özdal’ın. Büyülenmiş gibiydi… Gibisi fazlaydı. Büyülenmişti... Kıskaçların, Fatma’nın ince bileklerini kestiğini, kanının fışkırarak aktığını, ağlama seslerini, ‘Kurtar beni n’olur’ çığlıklarını kare kare izliyor ve dinliyordu... Putlaşmıştı... Fatma, can havliyle onlardan kurtulmaya çalışıyordu. Başarılı olamamıştı. Fatma’nın bileklerinden akan kan; bedenindeki kanının tükenmesiyle durulmuştu. Feri sönmüş, Özdal'a sabitlenmiş yaşlı ve acılı gözlerle, sırtını duvara yaslayarak yere inişi hayal gibiydi... Düşüşünü tamamlamasıyla, her iki kıskacın gözden kaybolması aynı ana denk gelmişti. Özdal’ın bedeninde geçici olarak kaybolan enerjisi, yeniden gelmişti. Fatma’nın bedenine yaklaştı. Fatma’nın çıplak bedenine damlayan İki... üç... dört... damla gözyaşları, yağmur tanecikleri gibiydi. Fatma’nın kapalı gözleri aniden açıldı. Suçlayıcı gözlerdi bunlar... "Beni yalnız bıraktın!!!" diye bağırıyordu. "Beni neden kurtarmadın!.." Özdal, hıçkıra hıçkıra ağlıyordu... Akan gözyaşları, bedenini susuz bırakmıştı. Aşırı bir susuzluk hissediyordu. Kas atımı hareketleri, birkaç dakika daha sürdü. Şimdi Fatma’nın bedeni tamamen hareketsizdi. Özdal, yere düştü. Gözlerini açtı... Elleriyle uzuvlarını kontrol etti... Bir zarar görmemişti. Beynine kan hücum etmeye başlamıştı. ‘Olamaz!’ diye bağırdı. Kulağı duymuştu. Sesli söylemişti. Yatak odasındaydı. Banyoda değildi. Banyoda değil, yataktan düşmüştü,... Gördüklerini yorumlamalıydı. Yaşadıklarını, yaşamadıklarını ayırt etmeliydi. Yaşadıklarını gerçek, yaşamadıklarını ise rüya olarak yorumlamalıydı. Ama dün ve bu gece gördüklerini gerçekmiş gibi anımsıyordu. Her ikisinin de gerçek olmaması için iki aylık ücretini primleriyle birlikte vermeye hazırdı. Telefon çaldı. Cesi’ydi. "Günaydın!" "Günaydın!" "Özdal bey! Merak ettim de.. Kendinizi biraz toparlayabildiniz mi?" "Eh! Çaba sarfediyorum." "Tüm çalışanlar olarak senin acını paylaştığımızı ve en kısa zamanda aramızda görmek istediğimizi bilmeni istedik. Bir ihtiyacın olursa çekinmeden ara." "Teşekkür ederim efendim. Çok sağolun." Telefonu karşılıklı kapadılar. Banyoya yöneldi. Banyoda az önce gördüklerini kanıtlayacak hiç bir iz yoktu. Fatma’yı mezara hapsettikleri hala acı bir gerçekti. Gerçeği kavramıştı... Varolan çelişkisini gidermişti… *** Devamı : 11.sayfada
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Bahattin YILDIZ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |