..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Hiçbir şey yaşam kadar tatlı değildir. -Euripides
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Roman > Bilim Kurgu > Mehmet Sinan Gür




27 Temmuz 2001
01 01 Göçmen Kelebekler  
Kim Sonsuza Kadar Yaşamak İster?

Mehmet Sinan Gür


Acaba aile ve toplumsal yaşam ve bunların biçimleri evrensel mi yoksa yalnızca bize, yani dünyalılara mı ait? Bu öyküde öyle alınmış olsa da, doğanın bir parçası olan, yaşamı takip eden ölüm bile acaba evrensel mi?


:DEHD:
Acaba aile ve toplumsal yaşam evrensel mi? Acaba bunların biçimleri evrensel mi yoksa yalnızca bize, yani dünyalılara mı ait? Bu öyküde öyle alınmış olsa da, doğanın bir parçası olan, yaşamı takip eden ölüm bile acaba evrensel mi?

Yaşam ve Ölüm

Yaşam, geçmiş ve gelecek arasındaki karışıklıktır. İleride neler olacağını bilemeyiz. Onun için “şimdiye kadar neler olmuş” diyerek hep geçmişe bakarız. Aynı zamanda, geçmişte yaşamış insanlardan, olaylardan söz ederken sanki onlar şu anda yaşıyormuş, olaylar da şu anda oluyormuş gibi bir duyguya kapılırız. Yaşayan kişi için ‘şimdi’ vardır. Yaşamadığı geçmiş, henüz yaşamadığı gelecek yoktur. Onlardan öyle söz ederiz ki yaşamış ve yaşayacak bütün nesiller, bizlere dönüşür. Çünkü şu anda yaşayan olarak yalnızca biz varız. Biz de yok olunca geride bir şey kalmaz. Olaylar olmuş bitmiş; yaşayanlar ölmüştür ve bir daha yaşamayacaklardır. Sonunda, olmuş ve olacak ne varsa, her şey geçmişte kalır ve tarih olur. Ama bunu yalnız şu anda yaşayanlar bilir.

Ölenlerin ardından yalnızca onlar ağlar.

...

KİM SONSUZA KADAR YAŞAMAK İSTER?

Yeni gelenlerin çocukları eski gemilerin nasıl bir şey olduklarını merak ettikleri için eski gemileri ziyaret ettiler. Böylece yeni dostluklar kurulmaya başlandı. Bu arada duvara yapıştırılmış kelebek resimlerini gördüler. Olayı da öğrendiklerinde çok hoşlarına gitti. Eskilerden biri durumu anlattı.
-     Bizde bu resimleri asmak bir gelenektir. Üzerlerinde el yazısıyla hangi tarihte asıldığını gösteren yazılar da var. Bu şekilde kim olduğumuzu unutmuyoruz. Yolculuğa çıkan ilk atamızın enerjisini içimizde duyuyoruz. Bizden sonra gelecek nesiller de bizim yalnızca bir bilgisayar kaydı olmadığımızı, bir zamanlar onlar gibi yaşadığımızı bilecekler.
Kısa süre sonra yeni gelen gemilerin hepsinin duvarlarını kelebek resimleri süslüyordu.

Eskilerle birlikte öncülerden birer kişi yeni kullanım biçimlerini göstermek üzere gemilere dağıldı. İki yeni gemi boş kaldı. Sekiz eski gemi de boş olarak onlarla birlikte geliyordu. Bir yıl kadar böyle yol aldılar. Ekipler birbirlerine kaynaştılar. Yeni bilgiler, yeni gelen filmler herkesin ilgi kaynağıydı. Eskilerde bulunan en eski filmler de yenilerin ilgi kaynağı olmuştu. Gemiden gemiye her zaman yaptıkları konuşmaları yapmaktaydılar. Birbirlerini monitörlerden görüyorlardı. Bir genç konuşmaya başladı ve ortaya bir konu attı.
-     Arkadaşlar, dün yeni bir film izledim. Çok beğendim.
-     Aferin! - Hangisi? – Adı ne?
-     “Kim sonsuza kadar yaşamak ister?”
Bütün gemilerden sesler yükseldi.
-     Ben isterim. – Ben de. – Ben de. – Evet. – Heyoo.
-     Önceleri ben de sizin gibi düşünüyordum ama işte öyle değil. Sonsuz yaşam çok çekici bir düşünce gibi değil mi?
-     Kim sonsuza kadar yaşamak istemez ki?
-     İstemeyen olabilir. Filmi izlemiş olsaydınız bana hak verebilirdiniz. İsterseniz anlatabilirim.
Bazı arkadaşları onu henüz ciddiye almıyorlardı.
-     Anlatma desek de anlatacaksın ya, haydi anlat bakalım nasılmış.
Bir diğeri diğerlerine göre daha ciddi idi.
-     Her ne kadar arkadaşlar seni ciddiye almadılarsa da bu söylediğin çok önemli bir şey. Ben de birkaç kez düşündüm bunun üzerinde. Seni gerçekten dinlemek isterim.
Genç adam anlatmaya başladı.
-     Bir adam var. Umduğunuz gibi doğmuş ve bir türlü ölemiyor. Aradan yüzyıllar geçmiş. Sürekli genç olarak yaşıyor.
-     Adam ölmek mi istiyor?
-     Evet. Çünkü adam dışında herkes ölümlü. Çevresindekilerin hepsi zamanı gelince ölüyorlar. Birini seviyor, ona bağlanıyor. Ama kendisi genç kalırken sevdiği kişi yaşlanıyor ve ölüyor. Bu hep böyle tekrar ediyor. Sevdiği kişiler ölürken bütün onların acılarını her defasında, tekrar tekrar yaşıyor. Artık bu acıları yaşamamak için hiç kimseyi sevmeme kararı alıyor. Ama olmuyor. Gene biri ona aşık oluyor, gene o da ona aşık oluyor. Sonunda gene kahır ve üzüntü içinde bir başına kalıyor. Filmin ana konusu böyle.
-     İlginçmiş. Mutsuz bir ölümsüz kişi. Yani ölümsüz bile olsan mutlu olamayabiliyorsun. Ama bizim için yakışırdı doğrusu. Bu kadar uzun bir yolculukta...
Bir arkadaşı konuyu destekledi.
-     Hele yolculuğun sonunu göreceğimizi düşünecek olursak...
Ancak konuyu açan kişinin itirazı vardı.
-     Fakat bakın, şimdi içimizden biri ölmeyip sürekli yaşasaydı, yalnız annesinin babasının değil, karısının, çocuklarının, torunlarının ölümünü görseydi onun için ne kadar acı olurdu değil mi?
-     Öyle bir şey olacaksa eğer, eşimin ve çocuklarımın da ölümsüz olmasını isterdim.
-     İşte sorun burada zaten ve bununla da bitmiyor. Yaşantımızda o tür bir düzen olsaydı ölümsüzlük de çok iyi olabilirdi. Fakat şimdiki düzenimiz tamamen bozulurdu. Bir kere çocuklarımız bizim gibi çocuk sahibi olamazdı. Yolculuğun sonunu yalnız biz görebilirdik fakat doğup yaşayacak olan birçok nesil bizim yüzümüzden doğamazdı. Çünkü doğacak olsalar bu gemiye sığamazdık.
Bu başka biri konuyu ortaya atan kişiyi destekledi.
-     Madde yetersizliğinden de bu mümkün olamazdı. Biz gelecek nesillerin madde deposu, kaynağıyız çünkü. Biz ayrıştırma odasına girdikten sonra onlar yaşamaya başlayacak. Biz o odaya girmeliyiz ki onlar yaşayabilsin.
-     Bunu hiç düşünmemiştim. Peki ölümsüzlük gemide değil de gezegende olsaydı ne olurdu? Yani üreyebilecek yer olsaydı?
-     Gezegeni bile lebalep doldururduk. Büyük büyük büyük anneannenle kol kola girip tatile çıkıyorsun. Nesil farkını göz ardı edersek eğlenceli olabilirdi belki. Sonu gelmeyen bir canlı artışı. Buna koca bir gezegen bile dayanmazdı.
Herkes düşüncelerini söylüyordu.
-     Şu düzenimizde doğumlar ölümleri karşılamak için oluyor. Doğanlar ölenlerin yerini alıyorlar. Ama sanki ölümler doğumları karşılamak için oluyor. Ölüm olmazsa doğuma da gerek kalmazdı. Sonsuza kadar değişmeyecek bir durağanlık olurdu bu. O zaman da gezegen yaşlıların ve çocukların olmadığı, sürekli olarak aynı yaşta kişilerin bulunduğu sürekli aynı kadronun yaşadığı bir yer olurdu. Sizce bu sıkıcı bir şey değil mi?
-     Anlaşılan istesek ve bu mümkün olsa bile ölümsüz olamayacağız. Yahu hiç olmazsa biraz daha uzun ömürlü olsaydık.
-     Daha uzun ömürlü olabilirdik belki. Belki de şimdi öncekine göre daha uzun ömürlüyüz; kim bilebilir ki? Bunu şunun için söylüyorum. Şimdikinden daha uzun ömürlü olsaydık sen daha da uzun ömürlü olmayı isteyebilirdin. Peki ne fark ederdi? Eninde sonunda gene ölüm olduktan sonra...
-     Doğru. Ha bugün olmuş ha yarın. Ama tartışmada gelinen nokta çok tehlikeli değil mi? O zaman bu yolculuğu neden yapıyoruz? Nasıl olsa herkes günün birinde ölecek; çocuklarımız da. Madem öyle, şimdi kapıları açarız herkes ölür; olur biter. Burada yanlış olan bir şey var. Geçmişten gelen canlılığın kanıtı olarak biz yaşıyoruz ve bizim bir görevimiz, bir amacımız var. Önümüze hedef diye koyduğumuz hiçbir şey olmasaydı, belki o zaman haklı olabilirdin. O zaman kapıyı ilk ben açardım. Bakın aklıma ne geldi. Şu 9. nesildeki kazada büyükbaba da aynı nedenle kendini öldürmedi mi?
Fikri ortaya atan kişi susmuş söylenenleri dinliyordu. Başka biri konuşmaya başladı.
-     Yani diğer bir deyişle hedeflediğimiz yere gidemeyeceğimizi bilseydik... Bakın dinlerseniz, ben de size kendi deneyimimi anlatayım. Ben de haber arşivlerini karıştırıyordum. Çocuk denecek yaşta bir gencin kendi canına kıydığını gördüm; nasıl sevimli, güzel. Daha yaşamı tanımamış, bizim durumumuza düşmemiş bir çocuk... (Güldüler) Neden canına kıymak istesin? Büyük bir olasılıkla aşık olmuştur veya okulunda başarısız sonuçlar almıştır; ailesine ne söyleyecek onu düşünüyordur. O bilmiyor ki yaşam yalnız bunlarla sınırlı değil. Başına daha kim bilir neler gelecek. Ancak kendisi için koyduğu hedef gözden kayboluyor. Yani daha o anda yaşamak için bir amacı kalmıyor.
-     Peki hayatta amacı olmayan kişiler ölsün mü? Onu mu demek istedin?
-     Hayır yahu; olur mu? Tam tersine. Yaşayanlar o veya bu nedenle ümitsizliğe kapıldıklarında kendilerine yeni bir hedef koysunlar. Bu onlara yaşam gücünü yeniden kazandırır. Gezegende olsaydık onlara bunu önermek isterdim.
Sessizce oturan ilk fikir sahibi sessizliğini bozdu.
-     Ölümsüz olmaktan kendi başıma bir şeyler çıkarmıştım ama böyle anlamlar çıkabileceğini hiç düşünmemiştim.
-     Uydurma bir filmi böyle bir gözle görmek... Adam doğmuş da ölemiyormuş da Aman aman, sen kardeşim benden uzak dur. Sen tehlikelisin.
-     Ama böyle bir şey var ve üzerinde çalıştıklarını biliyoruz. Peki sonsuz yaşam yolu bulunursa ne olacak?
-     Bu seni şu anda bulunduğun durumda çok mu ilgilendiriyor? Uzayda bir geminin içindesin ve bir yön dışında gidebileceğin hiçbir yer yok. O gittiğin yerin de neresi olduğunu bilmiyorsun. Aynı kapana kısılmış bir fare gibi.
-     Yanılıyorsun. Bu bulunduğun şartlara bakış açısına bağlı. Ben belki bu konularla ilgilendiğim için kendimi hiç de kapana kısılmış fare gibi hissetmiyorum. Aksine ölüm bana hiç uğramayacakmış gibi bir duyguya kapılıyorum; ama yalnızca bir duygu olarak.
-     Bunun sana yararı nedir ki? Sen de herkesle birlikte, zamanı gelince öleceksin.
-     Biliyorum tabi. Büyüdüğümü, yaşlandığımı görüyorum. Bu kaçınılmaz ama o zamana kadar kendimi üzmeyeceğim. Başkalarının yaptığı gibi o güne kadar her gün ölmeyeceğim.
Lafı söylemese de “Hepiniz gemilerde öleceğiniz için her gün üzülüyorsunuz”a getirmişti. Genç konuşmaya devam etti.
-     Kişiler ölmekten korkuyorlar. Ama biliyoruz ki bu eninde sonunda olacak. Korkmamak bir şey kazandırmıyorsa korkmak, üzülmek ne kazandırıyor? Yaşarken ölmüş oluyorsun. İşte hepsi bu.
-     Sen kendini kandırıyorsun. Dedi biri. Sen de biz ne hissediyorsak onu hissediyorsun. Sen de bizim kadar ölümden korkuyorsun ve aynı bizim gibi kendine itiraf edemiyorsun. Ölümden korkmuyorum diyen biri varsa yalan söylüyordur. Ölüm yokluktur, hiçliktir. Bir daha düşünememektir, ne düşünemediğini bile bilmemektir. Ölünce her şey biter. İstediği kadar çocuklarınla torunların yaşamı sürdürmüş olsun. O onların yaşamıdır; senin değil. Ölüm, seninle sen olmayan diğer her şey arasındaki bir sorun.
-     Demin “herkes ölümden korkar” dedin. Hatırlıyor musun seninle bir kez uzaya çıkmıştık. O sırada başlığımı çıkarmayı düşünmüştüm ve inan ki çıkarabilirdim. Bunu ben düşünebiliyorsam başkaları da düşünebilir.
-     İyi ki yapmamışsın. Bir dahaki sefere de yapmasan iyi olur ama o senin bileceğin bir şey. Benim aklımdan hiç geçmedi. Geçse de yapamam zaten.
-     Peki savaşlarda ölenlere ne diyorsun? Canlarını düşünmeden korkusuzca ileriye atılmıyorlar mı?
-     Yapıyorlar, evet ama onların nasıl bir duygu içinde olduklarını bilemem ki?
-     Bilip bilmemen önemli değil. Yapıyorlar değil mi?
-     Evet.
-     Öyleyse senin söylediğin yanlış. Herkes ölümden korkmayabilir.
Bu sırada başka biri hiç açılmamış bir konuyu açtı.
-     Yaşam ve ölümden söz ediyorsunuz. Yaşam şimdiki yaşadıklarımız, ölüm ise ayrıştırma odasına girdikten sonra olan şey. Peki ya ölümden sonra yaşam varsa?
-     Nasıl yani? Diye sordu biri.
-     Yani yaşadığımız yaşamda ölüm olarak adlandırdığımız olaydan sonra ikinci bir yaşam varsa? Başka bir yerde yeniden yaşamaya başlarsak? O yer şimdi içinde bulunduğumuz gemiler kadar dar değilse?
-     Nereden çıkarıyorsunuz böyle şeyleri? Diye itiraz etti biri.
Bir diğeri konuya biraz daha gerçekçi yaklaştı.
-     Birçok kişi böyle olduğunu düşünüyor. Böyle düşündüğü için ölmeyi bir kurtuluş olarak görüyor. Çünkü ölünce yaşamakta olduğu sıkıntıların biteceğini sanıyor.
-     Onların böyle düşünmeleri yeterli mi? Öyle mi yoksa değil mi... önemli olan bu. Yoksa herkes istediğini düşünebilir. Buna engel yok.
Konuyu ortaya atan ilk kişi sözü aldı.
-     Bu kişilerin zayıflığıdır. Ölümden korkmanın bir başka görüntüsüdür. Başka bir yaşamın olabileceğini düşünerek ölüm olayını daha yumuşak bir biçimde kabul etmeye çalışıyorlar. Belki savaşlarda ölenler, kendini öldürenler de böyle düşündükleri için korkusuzca ölüme gidebiliyorlar. Şu anda yaşadığımız sıkıntılara gelince, gerçekte herkes yaşadığı sürece kendini üzen rahatsız eden şeylerle karşı karşıya kalır. Yaşayan herkesin bir sıkıntısı, üzüntüsü vardır. Kişi ölmedikçe bunlar sona ermez. Ancak ölünce sıkıntılardan kurtulmak mümkün olur. Yaşamak istiyorsanız yaşamın bu parçalarına da razı olacaksınız. Peki yaşam daha iyi olamaz mı? Olabilir tabi. Bu da ancak öncekine göre daha iyi bir yaşamdır. Eğer kendinizi sıkıntılara odaklarsanız ne kadar rahat olursanız olun, her zaman sıkıntı duyacak bir sebep bulursunuz.
Onu dinleyenlerden biri sordu.
-     Peki iyi hoş söylüyorsun da, çözüm nedir?
-     Çözüm için sorun olmalı. Sorun nedir?
Bütün gemilerden sesler yükseldi.
-     Sıkıntı. – İkinci yaşam. – Ölümden korkmak. – Ölümsüzlük.
-     Hepsini konuştuk ama hiçbiri değil. Asıl sorun bizim yolculuğumuz. Biz ölümlü kişiler olarak bu yolculuğu tamamlayacak mıyız yoksa ölümlüyüz diye yarıda mı bırakacağız?

Kişinin söylediği son söz konuşmaya noktayı koymuştu. Kimsenin yolculuğu yarım bırakma gibi bir niyeti yoktu. Bir süre öyle sessizce durdular. Gemilerin camlarından küçük ışıklarla dolu karanlık uzay ve diğer gemiler görünüyordu. Sonra biri bir soru sordu.
-     Ayrılık ne zaman?


.Eleştiriler & Yorumlar

:: teşekkürler
Gönderen: semrin erkoç / Samsun/Türkiye
29 Ocak 2006
Ölüm ve yaşamın bir arada enteresan anlatımıyla karşı karşıya kaldım.Çok başarılı ve inanın beni teselli etmeyi gerçekten başardınız.Çalışmalarınızda kolay gelsin diyorum ve sağlıcakla kalın.




Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın bilim kurgu kümesinde bulunan diğer yazıları...
01 02 Yamantau

Yazarın roman ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Büyükada
İnsanın Yükselişi

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Nazım Hikmet'ten Çanakkale Şiiri [Şiir]
Ateş ve Ölüm (Bütün Şiirler 16. 07. 2009) [Şiir]
Seni Seviyorum Bunalımı [Şiir]
İncir Ağacı [Şiir]
Bir Dosta E - Mektup [Şiir]
10 Ağustos 1915 Anafarta Ovası [Şiir]
Sevgisizlik [Şiir]
Mor Çiçekler [Şiir]
Eskiden [Şiir]
Bir Ruh Çağırma Operasyonu [Öykü]


Mehmet Sinan Gür kimdir?

Yazmayı seviyorum. Bir tümce, bir satır, bir sözcük yazıp altına tarihi atınca onu zaman içine hapsetmiş gibi oluyorum. Ya da akıp giden zamanı durdurmuş gibi. . . Bir fotoğraf, dondurulmuş bir film karesi gibi. Her okuduğunuzda orada oluyorlar ve neredeyse her zaman aynı tadı veriyorlar. Siz de yazın, zamanı durdurun, göreceksiniz, başaracaksınız. . . . Savaş cinayettir. Savaş olursa pozitif edebiyat olmaz. Yurdumuz insanları ölenlerin ardından ağıt yakmayı edebiyat olarak kabullenmiş. Yazgımız bu olmasın. Biz demiştik demeyelim. Yaşam, her geçen gün, bir daha elde edemeyeceğimiz, dolarla, altınla ölçülemeyecek bir değer. (Ancak başkaları için değeri olmayabilir. ) Nazım Hikmet’in 25 Cent şiiri gerçek olmasın. Yaşamı ıskalamayın ve onun hakkını verin. Başkalarının da sizin yaşamınızı harcamasına izin vermeyin. Çünkü o bir tanedir. Sevgisizlik öldürür. Karşımıza bazen bir kedi yavrusunun ölümüne aldırmamak, bazen savaşa –yani ölüme- asker göndermek biçiminde çıkar. Nasıl oluyor da çoğunlukla siyasi yazılar yazarken bakıyorsunuz bir kedi yavrusu için şiir yazabiliyorum. Kimileri bu davranışımı yadırgıyor. Leonardo da Vinci’nin ‘Connessione’ prensibine göre her şey birbiriyle ilintilidir. Buna göre Çin’de kanatlarını çırpan bir kelebek İtalya’da bir fırtınaya neden olur. Ya da tam tersi. İtalya’daki bir fırtınanın nedeni Çin’de kantlarını çırpan bir kelebek olabilir. Bu düşünceden hareketle biliyorum ki sevgisizlik bir gün döner, dolaşır, kaynağına geri gelir. "Düşünüyorum, peki neden yazmıyorum?" dedim, işte böyle oldu. .

Etkilendiği Yazarlar:
Herşeyden ve herkesten etkilenirim. Ama isim gerekliyse, Ömer Seyfettin, Orhan Veli Kanık, Tolstoy ilk aklıma gelenler.


yazardan son gelenler

bu yazının yer aldığı
kütüphaneler


yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Mehmet Sinan Gür, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.