Güzel birşeyin fazlası harika olabilir -Mae West |
|
||||||||||
|
Sabaha biriktirdiklerini düşündü gülümseyince. Dün gece, ne kadar yürümüşlerdi hatırlanmıyor. Saat, ayakları soğuğu ve ıslaklığı hissetmediğini vuruncaya kadar... İzliyordu, raftan yeni inmiş bakışlarla. Oysa, bu ne ilk kar görüşü, ne de izlediği ilk tiyatro oyunuydu. Caddeden kayan ışıktan satırlar mıydı? Yoksa sökük kalbine iğne iplik olacak gibi duran hoşbeş miydi? Neydi günlerden sonra onu böylesine içten gülümseten? Yoksa sadece bir sanrı mıydı? Kaç zamandır iş arıyordu... “Hepinizi çok özledim, anne.” Çizmelerinin hâlâ ıslak olduğunu gördü uyandığında. Saçlarını da kurulamadan yatmıştı. Radyo geceden açık kalmıştı. Yorgunluktan değildi bu dalgınlık. Yaşlılıktan hiç değil. Niye süzüldün, aşık mısın, diye sorarlar adama. Yağan kara mı, ışıklara mı?.. Bu şehrin caddelerini ne kadar aşındırsa da kendisi aşınmazdı. Aşınır mıydı yoksa?... Dünkü tiyatro oyununa koşarak gitmişlerdi. Tokasını çözmüş saçlarının, rüzgâr da varmış üstelik, kaldırımlardaki su birikintilerinin içine hoplamış; aldırmadan... Birinci perdenin sonunda dışarı baktıklarında gördüler mevsimin ilk karını. Hemen annesine telefon edip anlattı. Kadın, gökyüzünü de, kızının yüzünü de görmüş kadar oldu. Kar haberi vermek bahanesiydi “Anne bak, çok iyiyim, meraklanmayın” demek için ve duymak için “Aman kızım hastalanma oralarda!”. Zaten hastaydım; telefonda konuşurken nefesimi tutuyordum öksürmeyim diye. Yılların özlemini sırtıma yükleyip geldiğim bu şehir bana yeni özlemler yükledi. Modern insanın çelişkilerini sundu tabağıma. Metro camındaki yansımamı izlerken düşünmem gereken iş görüşmeleri oturdu masama. Yansımanın sahibinin düşündüğü, bir yemekti, tüm aile bir arada. Şimdi yerini ayak üstü atıştırmaların aldığı koşmacaların ortasında. “Anne, ilk kez tiyatroya gittim!” Anneannesinin baharı beklerken saydığı cemrelerdi. Elif ise, çekmecedeki otobüs biletini sayıyordu cemre yerine, yolun habercisi. Hem ilk, hem de son cemre... Hevesini içine saklayamadı, balkona çıkıp dün akşamki tiyatro oyununu anlattı kuşlara. Her sabah kahvaltı sofrasını toplayıp, ekmek kırıntılarını onlara bırakırdı. Alışmıştı serçeler de, güvercinler de ona. Komşularıyla pek konuşmazdı. Ne de olsa büyük şehir, büyük apartmanlar... Ve insanlar öyle küçük kalmış ki bu kocaman betonların arasında... Avuntular, küçük bakkal dükkanı olmuş, sokağın köşesinde hala ayakta durmaya çalışan... “Anne, babamım da ellerinden öpüyorum. Herkese çok selam söyle.” Serçe, annemin yaptığı aşure nasıl güzel olur bilmezsin sen! Hele tavada yaptığı pişi! Babamın Pazar günleri gazete keyfi pek meşhurdur. Aman kimse ona dokunmasın! Aa! Güvercin, şu serçeye bakar mısın, beni dinlemiyor. Aşk olsun!.. Dünkü tiyatro oyununda, kız her şeye yeniden başlamaya karar veriyordu. Bir bebeğin kokusu gibi çocukluğum geldi, annem geldi aklıma... “Kendine dikkat et, kara gözlü kızım. Çok özledik seni!” Kendisi bile farkında değildi bu kadar heyecanlı olduğunun. Bavulunu hazırlamaya başlayınca anladı, elinin ayağının nasıl da birbirine dolandığını. İstem dışı bir gamze konuşlanmıştı yanağının hemen kenarına, o gülümsedikçe. Gülümsediğini bilmiyordu; odasında bir o yana bir bu yana dönerken, aynayla göz göze gelesiye kadar. Sonra kafasını birden boyası yer yer soyulmuş duvara çevirdi. Sanki bir şeylerle yüzleşmek istemiyormuş gibi. Bir korku mu vardı içinde? Odanın soluk, sarı renkli, rutubetli duvarına bakmayı daha cesurca buldu belki de. Kalan eşyalar, kargoyla gidecekti. Karton kolilere sığmayan; sabah kahvelerinin kokusu, sokaktaki çocuk sesleri, bulaşık yıkarken çaldığı ıslık, geride kalacaktı. Bazı şarkılar, iliğine büyük gelen düğmeler gibi . Düğmeyi genişletmeden iki yakasını bir araya getiremezsiniz o şarkının. Bir şehre saygımdan ceketimin önü ilikli gezerim, işte bu yüzden şarkım bitiyor burada. Hayır pes etmek değil ki benimki! Ayakkabılarımı kim çalmış, iğneleri yollara kim serpmiş bilmiyorum. Tek bildiğim; çakıl taşları çoktu, koltuk değneklerim yoktu. Koşmak zorundaydım. Vazgeçmek değil benimki, mola veriyorum sadece... “Yarın bu saatlerde evde olacağım anne!” Elif’ in kafasındaki sorular elim sende oynuyordu onunla. Alçak bir duvarın üstüne oturup gün boyu bir çocuk parkını izlemek geçti aklından. Salıncaklar, pamuk şekerler...Otobüs saati gelmişti. Ayakkabısının bağcıklarını bir daha hiç açılmayacakmış gibi düğümledi. Hava serindi. Yerde kardan adam yapacak kadar kar birikmişti. Çocuk bayramından arta kalan sevinçler eteğinde, otobüse bindi. Bisikletle yokuş aşağı hızla gider gibi bir şeydi bu....Hayatında , tüm söküklere iğne iplik olmak için çıka gelmişti sözlükten “sevmek” sözcüğü. Biraz kar tanesi, bir tiyatro oyunu, anne sütü, bebek kokusu, balkondaki serçe olarak... Çıka geldi sevgi! Ona tekrar hatırlatmak için yolculuklara çıkabilmenin cesaretini ve umudu... Yasemin Cankaya .2005
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Yasemin Cankaya, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |