Yaşama karşı sımsıcak bir sevgi besliyorum... -Dostoyevski |
|
||||||||||
|
Kapımdaki fısıltı misali tıkırtıların kalbime işliyor adeta... İçeri girmek için yalvarıyorsun, muhtaçsın, ağlıyorsun ama hayır, açmayacağım. Yaşanan onca şeyden sonra hangi yüzle gelip kapımı çalıyor hatta bağırıyorsun o solgun, titrek sesinle? Açmayacağım, anlasana... Olmuyor dostum, olmuyor be eski dostum... Yaşadıklarımız eski bir günlüğün tozlu sayfalarında kalmış olsa da, hayatımın geri kalanını yalnızlığımla paylaşmak zorunda kalsam da istemiyorum artık seni, ah İstanbul... Gitsene... Karmaşık sokakların benliğimin resmiydi, hayallerim bulutlarında saklıydı hani... Şimdi denizlerin göz yaşlarım, kuşların hayal kırıklıklarım oldu, neden? Hatırlar mısın bir kere gözlerimden akan bir selle, burnumu çeke çeke kollarına atmıştım kendimi, aramız iyiydi o vakit, Boğaz’ da karşılamıştın beni... Gözlerim kördü sanki, sesim titrek, ellerim soğuktu. Nefesimi alıp götüren bir kutu cigara, eh biraz da sarhoşluk... Mis gibi havanla temizlemiştin ciğerlerimi, aynı anda hafiften yüreğimi... Ne çare ki silememiştin gözlerimi... “Ağla” demiştin sanki, “Ağla” Sahilde geçirdiğimiz bir kaç hüzünlü andan sonra atmıştın beni Eminönü’ nün orta yerine... Yanımda simitleri kadar gevrek sesiyle bir simitçi, tam karşımda yem satan, yaşlı bir gurbetçi... Cebimde beş kuruşum yoktu halbuki... Eski caminin önündeki çeşmenin buz gibi suyunu hatırlıyorum da, özlüyorum bazen seni... Ama hayır, affetmem, affedemem. Bilmem hatırlar mısın bir keresinde mutluyduk ikimizde... Sen hafiften yorgundun, gülümsüyordun yine de... Dağlarından yankılanan kalbimin gümbürtüsü dolduruyordu kulaklarımı neredeyse... En yakın dostun olduğumu sanmıştım, yanılmışım. O gün mutluluğumuzu paylaşan Kapalıçarşı’ daydık seninle... Rengarenk tezgahlarda dolaşmıştık, sanki el ele... Bir iki turist gülümsemişti bize.... Arkasında beyaz köpükten resimler yapan bir vapurla dolaşmıştık sahillerini sıra sıra... Hüzünlü bir sevgiliydin adeta... Beyoğlu sokaklarında çalan bir akordiyonun notalarıydı bizim şarkımız... Hele o muhabbetlerimiz yok muydu, elime verdiğin koca bir balık ekmek ve ara sıra beni götürdüğün yazlık sinema... Kartal sahilinden Yakacık’ a kadar faytona bindirirdin beni, ne güzel günledi. Ara sıra topraklarında yatan kemikleri anlatır, Mahmut Paşa Türbesiyle korkuturdun beni... Arka sokaklarındaki miskin kedileri okşardık seninle, sevgiye muhtaçlar diye... Bir iki güleç, topaç yüzlü çocuk gelip katılırdı bize, gülerlerdi de halimize... Sahilde erkek çocukları donlarıyla denize atlarlardı, hiç kızmazdın. Hiç almazdın, hep verirdin. Tophane’ nin köhne sokaklarında, sigara dumanına batmış bir kahvede son elini oynayan sokak serserilerini de memnun ederdin, Moda’ da yaşayan, eli tasmalı köpekli hanımları da... Ne zaman seninle yüz yüze konuşmak istesem, Çamlıca’ ya gelirdim, o uzun dolmuşlarla... Ne güzeldin be İstanbul, ne güzeldin... Yeşille maviyi nasılda yakıştırırdın kendine... Hele bir de gece oldu mu, takıp takıştırır, kurulurdun sanki baş köşeye, ışıl ışıldın. Bir gün baktım ki tek dostun ben değilim artık, milyonlarca sevgilin olmuş, Kız Kulesi bize özel olmaktan çıkmış, gemilerine kuşlar konmaz olmuş. Haydarpaşa’ dan tren sesleri almış götürmüş başka diyarlara... Mis gibi Kadıköy’ü alıp, betondan bir merkez bırakmış, taşların arasına kalbini de atarak... Haliç’ ten geçilmez olmuş, Topkapı ağzına kadar dolmuş. Fayton anılarımın canlandığı Kartal, Pendik yalıları gecekondulara yenilmiş. Anlaşılan Balkanlar’ dan rüzgar değil, göç almışsın bu defa...Yazık... Belki de her şey, senin o karşılıksız sevginden, herkese açık kapından, bam teli misali duygularından çıktı, ne dersin? Ama suç sen de sen hep verdin, karşılıksız sevdin. Onların sana benzeyeceği yerde sen benzedin onlara... Herkes bir şeyler aldı senden ve sevmeyi unutturdular sana... Fabrikaların sis bulutundan gözlerin kör oldu, gürültüden sağırlaştın... Yıkık bir dostluğun simgesi artık bizim varlığımız, Haydarpaşa’da başlayıp, Sirkeci de sona eren... Unutulmaz hatıraları barındıran eski bir sırdaşlık şimdi bizimkisi... Dert ortaklığı... Hayır eski dostum affedemem seni... Kendini bu kadar harcamana göz yumamam. Biliyorum açsam yine sana kapılarımı, saracaksın beni yine koca kollarınla, bir daha da hiç bırakmayacaksın. Dayanamıyorum, lütfen git... Diğer sevgililerine git... Git seni üç paraya satan o dostlarına... Ciğerlerinden sonra duygularını da kirlet. Hala kapımdasın, kuş seslerinin yerini çekiç sesleri almış, beni duymuyorsun bile... Kim derdi yalnızlıklar şehri de bir gün yalnız kalır diye... Açarsam gönlümün kapısını, bir daha ayrılamam senden, dalga dalga saçlarında uğuldayan balıkçıların bembeyaz teknelerini nasıl özledim bir bilsen... Eski gazinoda çalan şarkıları, yazlık sinemada unutulan göz yaşlarını, yıldızları, mehtabı, Beyoğlu’ndaki kalabalığı, martıları, hele o martıları öyle özledim, öyle özledim ki... Düşündükçe boğazıma koca bir yumru takılıyor. Sana açsam gönlümün kapısını yine, bana hala simitle çay ikram edecek kadar mütevazı mısın? Fırtına dan üşüdüğümde Güneş’ini armağan edecek kadar şefkatli misin hala? Dayanamıyorum.... Lütfen simidim sıcak, çayım tavşan kanı olsun... Geliyorum... ÖZGE CAN
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Özge Can, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |