..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Bir önyargıyı yok etmek, atomu parçalamaktan daha zordur. -Einstein
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > İnceleme > Söyleşi > Seval Deniz Karahaliloğlu




4 Mayıs 2006
Tek Kişilik Oyunların Efsane İsmi : Müşfik Kenter  
Bir maratoncuya sormuşlar, ‘koşarken ne hissediyorsun diye, kendimi çok yalnız hissediyorum’ demiş.

Seval Deniz Karahaliloğlu


Biz çok şanslıydık. Çünkü Ankara’da çok güzel bir konservatuar binamız vardı. Bugün Mamak Belediyesi olarak kullanılan bu bina, çelik kapı ve pencerelerle ses yalıtımı çok iyi sağlanmış bir yapıydı. Ne kadar müzik çalışılırsa çalışılsın, bağırılırsa bağırılsın dışarıdan ses duyulmazdı. Sabah saat 3’de kapılar açılır. Bu nedenle 3’den önce kalkar kuyruğa girerdik. Kapılar açılınca, bir koşu kendimize bir oda kapar sabah 7.30’a kadar aralıksız çalışırdık. O dönemde, sabah kalkıp oda tutmak için koşanların hepsi bugün bir yerlere geldiler.


:FAIE:
Tek Kişilik Oyunların Efsane İsmi : Müşfik Kenter

Seval Deniz Karahaliloğlu

Sahnede geçen yarım yüzyıldan fazla zaman, oyuncu, yönetmen, konservatuarda hoca, seslendirdiği karakterlerle harikalar yaratan bir efsane. Bu arada, kendisi pek hoşlanmasa da hep ‘Tek Kişilik’ oyunları ile gündeme gelen bir sanatçı. ‘Bana neden hep tek kişilik oyunlar diye soruyorlar. Sanki ben sürekli tek kişilik oyunlar oynamışım gibi. Aslında, benim çok kişilik oyunlarım daha fazladır.’diye söze başlıyor yılların sanatçısı Müşfik Kenter. Yeni sezon sahneleyeceği oyunu üzerine konuşacaktık aslında ama sohbet öylesine güzel ki. Tek kişilik oyunlarından başladık oradan, ilk tiyatroya başladığı delişmen gençlik yıllarına, haftada bir disiplin kuruluna giden ‘yaramaz Müşfiğe’, ilk tiyatro yıllarına derken bir hoca gözüyle Türk Tiyatrosu’nda yaşanan değişimlere ve oradan da günümüze kadar uzandık. Ve sonunda, Müşfik Kenter’in ağzından önümüzdeki sezonda sahneleyeceği yeni oyununa ilişkin birkaç ipucu yakaladık

SDK - Madem hep aynı soruyu soruyorlar o zaman biz de kuralı bozmayalım. Sohbete şu meşhur ‘tek kişilik’ oyunlar konusu ile girelim. Sahi, ‘tek kişilik’ oyunları sahnelerken neler hissediyorsunuz?

Müşfik Kenter -Bir maratoncuya sormuşlar, ‘koşarken ne hissediyorsun diye, kendimi çok yalnız hissediyorum’ demiş. Tek kişilik oyun çalışanları da aynı şekilde kendilerini çok yalnız hisseder. Örnek olarak, ben tek kişilik oyunları çıkarmaya çalışırken, ancak iş bitiminde, gece 12’den sonra tiyatroya giderek sabaha kadar süren bir çalışma ile bunu yapıyorum. Sabah saat 6’ya kadar orada çalıştıktan sonra derse gidiyorum. Bir de, niçin tek kişilik oyunlar oynuyorsunuz, diyorlar. Ama ben 100’lerce çok kişilik oyun oynadım fakat nasılsa, sanki hep tek kişilik oyun oynamışım gibi bir şey çıkıyor ortaya. ‘Hayır’ diyorum ben, daha çok ‘çok kişilik’ oyunlar oynuyorum. (Gülerek ekliyor) Tek kişilik oyunların özel tiyatrolara birçok faydası oluyor. Bir kere turneye çıktığınızda, otel masrafı daha azalıyor, personele ödenecek ücret daha düşük oluyor. Bazı şeyler de ekonomik açıdan diğer oyunlara nazaran daha tasarruflu. Ayrıca, organizatörler de tek kişilik oyunlardan memnun oluyorlar. Tabii ki, oyunların çok tutulması şartıyla. Oyun biraz ağır oldu mu, pek rağbet görmüyor ve organizatörler de pek memnun kalmıyor. Mesela, Van Gouh; ‘Savunma’, ‘Bir Garip Orhan Veli’ ve ‘Huysuz İhtiyar’ kadar rağbet görmedi. Fakat oyunları tek kişilik, çok kişilik diye ayırmak bence çok yanlış. Ben bütün oyunlarımı çok severek oynadım. Zaten sevmeden hiç bir şey yapılmaz. Biz, ‘canımızı dişimize takarak’ oynarız. Başka türlü olmaz.

SDK- ‘Canımızı dişimize takarak’ oynarız dediniz, nereden geldi bu tiyatro sevdası size?

Müşfik Kenter – Aslında, oyuncu olmak hiç aklımda yoktu. Yıldız benden çok önce konservatuara girmişti. Ağabeyimle, konservatuardayken Yıldız’ın oyunlarına gider, oyunu seyrederken arka sıraların altına girerdik gülmekten. Bu oyunculuk, benim çok komiğime giderdi. O zamanlar Agah Hün vardı. Bizim Ankara’da, Cebeci’de oturduğumuz apartmanda oturuyordu. Devlet tiyatrosundaydı ve beni çocuk tiyatrosuna almıştı fakat ben oyunculuğu ciddi olarak hiç düşünmemiştim. Aslında, ben çocukken bir şey olacağım diye hiç düşünmedim. Hani çocuklara sorarlar ya , büyüyünce ne olacaksın diye? Doktor, pilot, mühendis olacağım derler. Bu, ben de hiç olmadı. Şu anda Amerika’da doktor olan ağabeyim, bir gün bana, ‘herkes konservatuar sınavlarına giriyor, sen de girsene’ dedi. ‘Git bakalım sınav ne zamanmış’ deyince, gittim baktım sınava bir hafta kalmış. O sıralar, Lise1’e devam ediyordum. Gittim bir kitap buldum, bir hafta çalıştım. Sınava girdim ve kazandım. O zamanlar, yeni nesil bilmez, iyi hal kağıdı isterlerdi okuldan. Ben Ankara’da Atatürk Lisesinde okudum. Her Perşembe günü disiplin kuruluna çıkardım. Aslında, ben bir şey yapmazdım sadece her şeye gülerdim. Sınıfta başka arkadaşlar yaramazlık yaparlardı, ben de gülerdim. Tabii öğretmen de beni hep gülerken yakalardı. Dolayısıyla hep disiplin kuruluna ben giderdim. Sonra, rahmetli fonetik hocamız Nurettin Selim Bey vardı. Müthiş bir insandı. Hala, benim için çok önemlidir ve özel bir yeri vardır. Ben, nasıl çalışılması gerektiğini ondan öğrendim. Sınav sonrasında, Nurettin Hocam bana, ‘Sınav kağıdınız iyiydi ama sürekli disiplin kuruluna çıkmanız nedeniyle, sizi almayacaklardı, ben kefil oldum size ’ dedi. Yani anlayacağınız bugün tiyatro oyuncusu olmamı Nurettin Selim hocamın bana kefil olmasına borçluyum. Ama konservatuara girdikten sonra gerçekten çok çalıştım. Sonradan dedim ki, ben tiyatroyu, oyunculuğu için için istiyormuşum demek ki. O dönemlerde, çok çalışan herkes bugün bir yerlere geldi. Biz çok şanslıydık. Çünkü Ankara’da çok güzel bir konservatuar binamız vardı. Bugün Mamak Belediyesi olarak kullanılan bu bina, çelik kapı ve pencerelerle ses yalıtımı çok iyi sağlanmış bir yapıydı. Ne kadar müzik çalışılırsa çalışılsın, bağırılırsa bağırılsın dışarıdan ses duyulmazdı. Sabah saat 3’de kapılar açılır. Bu nedenle 3’den önce kalkar kuyruğa girerdik. Kapılar açılınca, bir koşu kendimize bir oda kapar sabah 7.30’a kadar aralıksız çalışırdık. O dönemde, sabah kalkıp oda tutmak için koşanların hepsi bugün bir yerlere geldiler.

SDK- Tiyatro’ya ilişkin ilginç gözlemleriniz var. Mesela İngiltere’de yaşadığınız ilginç tiyatro anılarınız olduğunu duymuştum.

Müşfik Kenter – 50’li yıllarda, Shakespeare’in doğduğu şehir olan Stradford’da her yıl geleneksel olarak yapılan Shakespeare Tiyatro Festivali’ne davetli olarak gitmiştim. Yaz mevsimiydi ve hava çok güzeldi. Neyse, oyundan çıktım. Baktım dışarıda upuzun bir kuyruk. İnsanlar ellerinde, şezlonglar, termoslar filan kuyrukta bekliyorlar. Birine sordum. Ne kuyruğu bu dedim. ‘Yarın akşam oyun var, ayakta seyretmek için bilet alacaklar, şimdiden sıraya girmişler’ dedi. Yani dünyada böyle şeyler de oluyor. İnsanlar tiyatro seyretmek için bir gece önceden kuyruğa giriyorlar. İngiltere’de hala öyledir. Biz de futbol için böyle şeylere şahit olmuşuzdur ama tiyatro için ilk defa görüyordum. Sonra Türkiye’de bırakın tiyatro bileti almak için bir gün önceden kuyruğa girmeyi, seyirci kar yağar gelmez, taş yağar gelmez, harp çıkar gelmez, bahar gelir hiç gelmez, gelmezoğlu gelmez. Ne zaman gelecek bu seyirci? Çünkü alışmamış, daha tiyatro bilinci gelişmemiş. İngiltere’de taş yağsa seyirci yine gelir. Bugün İngiltere’de oyunların başlama saatleri 19.00’da erken bir saattedir. Bu savaş zamanından kalma bir alışkanlık. Savaş sırasında bombardıman gece olduğu için tiyatrolarda oyunlar 17.00 ile- 19.00 arasında oynanır ve sonra dağılırdı. Almanya’da savaş sonrasında ilk tamir edilen bina Opera Binasıydı. Almanlar ilk önce, konser salonları ve tiyatro binalarını tamir ettiler. Bu nedenle, Avrupalılar tiyatroya çok düşkün.

SDK - Dile kolay sahnede geçen neredeyse yarım yüzyıllık bir zamana tanıklık ettiniz, peki o günlerdeki tiyatro anlayışı ile günümüz tiyatro anlayışı arasında ne gibi farklılıklar var?

Müşfik Kenter – Türkiye tiyatro kavramına çok yabancı, hala alışamadı. Bunda medyanın da etkisi var. Televizyon ve gazeteler artık başka şeylerle uğraşmaya başladılar. Eskiden yeni oyun başlıyor diye gazetelere fotoğraf gönderirdik birinci sayfaya basarlardı. Şimdi başka şeyler basıyorlar. Bir zamanlar Beyoğlu’nda Ses tiyatrosunda Dormenlerle çalışırken bayramlarda 4 matine koyardık. 4 gün bayram, 8 oyun oynardık. Tıklım tıklım dolardı. Yılbaşında bütün tiyatrolar, dolar taşar, biletler karaborsaya düşerdi. Şimdi bakıyorsunuz yılbaşından 15 gün önce bütün tiyatrolar boşalıyor, yılbaşından 10 gün sonra ancak toparlanabiliyor. Bayramlarda ise herkes bir yerler gidiyor. Toplum da değişti. Her şey, resim altı okumakla başladı. İnsanlar resmin altındaki yazıyı okuyup, gazeteyi atıyor. Herkese bir şeyler oldu. Seyircinin tiyatroya anlayışı gelişmedi. Adam, ‘Ben bütün gün yoruluyorum, bir de gece git, orada otur, oyun izle, zaten çok yorgunum’ diyor. İnsanlarda, o keyif gelişmemiş, halbuki o yorgunluktan sonra, bir oyun seyretse başka bir ortama geçse, o yorgunluktan eser kalmayacak.

SDK- Sadece, seyirciler mi? Peki oyuncu gözüyle, tiyatro oyuncuları cephesinde neler değişti?

Müşfik Kenter - Devlet tiyatrosuna girdiğimiz yıllarda, Eylül ayı geldi mi, yüreğimizi çarparak giderdik tiyatroya, ‘bize ne oyun verdiler, yeni oyun var mı’ diye. Bir heyecanla, yüreğimiz titreyerek rol almayı beklerdik. Aradan 40 yıl geçti, bakıyorum genç arkadaşlara; ‘Yaaa, gene rol vermişler, kardeşim yaaa!’ Şikayet ediyorlar. Kaç tane rol oynadın da bu hale geldin kardeşim? Diye soruyorum ben bu genç arkadaşlara. Bir elinde çağrı cihazı, diğer elinde cep telefonu, dizi filmlerden, seslendirmeden teklif bekliyor. Aman, beni çağırsınlar diye. Tiyatro umurlarında değil. Oralardan, seni devlet tiyatrosunda çalışıyorsun diye çağırıyorlar, kardeşim. Hep söylüyorum, birinci derecede senin için tiyatro gelmeli. İlk önce devlet tiyatrosuna gelin zamanınız kalırsa oralara gidersiniz diye, ilk önce tiyatro gelmeli. Tiyatro onun için üçüncü sıraya düşmüş. Ben bunu tiyatroya ihanet olarak görüyorum.
Mesela konservatuara yeni gelen öğrenciler, hiç birinden lokomotif diyebileceğimiz nitelikte öğrenci çıkmıyor. Çocuğa soruyorum, ‘neden Ankara’da değil de İstanbul’da sınava girdin’ diye. Burası piyasaya daha yakın hocam diyor. Yani aklı fikri, şimdiden televizyonda bir diziye kapağı atabilmek. Kimse artık ben oyuncu olacağım diye gelmiyor. Bir gün üniversite öğrencilerine ders vermeye gittim. Çocuklara Shakespeare dedim. Yüzüme boş boş bakıyorlar. Adını hiç duymamışlar, hayatlarında ilk defa duyuyorlar. Neredeyse bana, ‘ben de senin’ diyecekler. Zengin ailelerin çocukları, hepsinin altında son model araba var ama maalesef tiyatro olgusu hiç oluşmamış. Tiyatronun t’sinden haberleri yok. Yani üniversitelerde de durum pek parlak değil.

SDK- Biraz da Kenter Tiyatrosundan konuşabilir miyiz?

Müşfik Kenter – Bizim işimiz iğne ile kuyu kazmak gibi. Özellikle, özel tiyatrolar için. Ekonomik koşullar girince işin içine, çok zor oluyor. Biz nefesimizle bir tiyatro binası yaptık ama kimsenin umurunda bile değil. Kenter tiyatrosunu biz tırnağımızla kazıyarak yaptık. Gişe endişesi duymadan hep nitelikli oyunlar oynamaya çalıştık. En çok yerli oyunlar oynayan özel tiyatrolardan biriyiz. Daima yeni yazarlar ortaya çıkarmak için yeni oyunlar oynadık. Dışarıda böyle bir şey yapsanız, el üzerinde tutulursunuz, sizi koyacak yer bulamazlar. Ben özel bir şey istemiyorum ama hiç olmazsa devletin özel tiyatrolara destek vermesi gerektiğini düşünüyorum.



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın söyleşi kümesinde bulunan diğer yazıları...
Bir Varmış Hiç Yokmuş
"Beni Ben mi Delirttim?" : Ferhan Şensoy
Sineklidağ"ın Efsanesi : Keşanlı Ali"nin İbretlik Öyküsü
Yağmur Yağıyor, Seller Akıyor, Kral Übü Camdan Bakıyor
Rüzgara Bırakılan Şiirler: "İpek Yarası" ve Ahmet Günbaş
Yazıyla, Resimle ve Fotoğrafla Geçen 60 Yıl: Fikret Otyam
Caz Fotoğraflarına Aşık Bir Usta : Aykut Uslutekin
Mustafa Kemal'in Latif'i
Ruhi Su İle Birlikte 40 Yıl : Sıdıka Su
Dekor Tasarımcısı "Bezemeci" Değildir : Tayfun Çebi

Yazarın İnceleme ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
'Kafkas Tebeşir Dairesi'nin Sebeb-i Hikmeti... ''
Ermişler Ya da Günahkarlar, İyilik Ya da Kötülüğün Dayanılmaz Lezzeti…
Uluslarararası İzmir Festivali 20. Yaşını Kutluyor.
Anton Çehov'dan Arthur Miller'a, Modern Zamanlarda Düşlerin
Ahmet Adnan Saygun"un Mirasını Taşıyan Onurlu Bir Sanatçı : Rengim Gökmen
Sahibinden Az Kullanılmış "İkinci El" Stratejiler
İlhan Berk"in Şiirleri ve Sait Faik"in Öykülerini Gravürde Eriten Adam: Fatih Mika
Efes'li Herostratus ve 'Hukukun Üstünlüğü İlkesi'
Tanrıların Takıları
Ruhi Su"nun İzinde : Köy Enstitüleri

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
İbneler ve Çocuk Cesetleri [Şiir]
Komşu Çocuğu [Şiir]
Bir Bardak Soğuk Suyun Hatırına… [Şiir]
İhtiyaçtan [Şiir]
Deli mi Ne? [Şiir]
Sakız Reçeli Seven Yare Mektuplar [Şiir]
Bir Nefes Alıp Verme Uzunluğunda… [Şiir]
Lord'umun Suskunluğunun Sebeb-i Hikmeti... [Şiir]
Pimpirikli Hanımın, Pimpiriklenmesinin Nedeni… [Şiir]
Yere Göğe Sığamıyorum… [Şiir]


Seval Deniz Karahaliloğlu kimdir?

Bazı insanlar için yazmak, yemek yemek, su içmek kadar doğal bir ihtiyaçtır. Yani benimki ihtiyaçtan. Bir vakit, hayatımla, ne yapmak istiyorum diye sordum kendime? Cevap : Yazmak. İşte bu kadar basit.

Etkilendiği Yazarlar:
Etkilenmek ne derecede doğru bilemem ama beyinsel olarak beslendiğim isimler, Roland Barthes, Jorge Luis Borges, Braudel, Anais Nin, Oscar Wilde, Bernard Shaw, Umberto Eco, Atilla İlhan, İlber Ortaylı, Ünsal Oskay, Murathan Mungan,..


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Seval Deniz Karahaliloğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.