..E-posta: Þifre:
ÝzEdebiyat'a Üye Ol
Sýkça Sorulanlar
Þifrenizi mi unuttunuz?..
Gerçek sanat, gizlenmesini bilen sanattýr. -Anatole France
þiir
öykü
roman
deneme
eleþtiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katýlýmý
Yazar Kütüphaneleri



Þu Anda Ne Yazýyorsunuz?
Ýnternet ve Yazarlýk
Yazarlýk Kaynaklarý
Yazma Süreci
Ýlk Roman
Kitap Yayýnlatmak
Yeni Bir Dünya Düþlemek
Niçin Yazýyorum?
Yazarlar Hakkýnda Her Þey
Ben Bir Yazarým!
Þu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm baþlýklar  


 


 

 




Arama Motoru

ÝzEdebiyat > Ýnceleme > Toplumbilim > Seval Deniz Karahaliloðlu




29 Temmuz 2006
Bütün Dünya Hýzla Übüleþiyordu, Birinciliði Pop Starlara Verdiler  
Übüleþmenin temelinde, günümüz ekonomik politikalarý yatar.

Seval Deniz Karahaliloðlu


Alfred Jarry, Kral Übü karakteriyle, hýzla übüleþen bireylerin kimliklerine de göndermeler yapar. Kitle psikolojisinden, burjuvaziye, süslü sloganlar altýna saklanan vahþi kapitalizme kadar bir dizi renkli ve bir o kadar çetrefil olgularý, ustalýkla bir birine baðlayarak bize çok renkli bir kolaj sunar. Onda, izleyiciye her þeyi hazýr lop verme alýþkanlýðý yoktur. Okuyucu ya da izleyiciyi öykünün içine davet eder. Anlama, düþünme ve üzerinde kafa patlatmalarý için zorlar. Elinde kamçýsýyla, kürek mahkumlarýnýn tepesine dikilen zebaniler misali kýrbaç yerine kullandýðý kelimelerle zihnimizi kýyasýya dövmekten hiç çekinmez.


:CCIJ:
Bütün Dünya Hýzla Übüleþiyordu, Birinciliði Pop Starlara Verdiler (1)

Seval Deniz Karahaliloðlu

‘Übüleþen bir dünyada yaþýyoruz’ diyordu geçenlerde biri. Sahi, ne demek bu ‘übüleþmek’? Übü kelimesi nereden geliyor derken kendimizi derin bir ‘übü külliyatýnýn’ içinde buluverdik. Ýlk önce iþin musebibi olan adamla, yani übü kelimesini dünyaya hediye edip sonra da terk-i diyar eyleyen Alfred Jarry ile iþe baþlayalým dedik.(2) Übü kelime kökeni tüm zamanlarýn en sýra dýþý oyun yazarlarýndan biri olan Fransýz Alfred Jarry tarafýndan ortaya atýlan Kral Übü (Ubu Roi) oyunundan çýkmýþ. Oyun, yazar 15 yaþýnda Liseye devam ederken, sinir olduðu Fizik Hocasý Mösyö Herbert’i alaya almak için yazdýðý kukla oyunu metinlerinden oluþur. Bu derme çatma kukla oyunu metinleri ilk kez arkadaþlarý arasýnda, hala liseye devam ederken 1888 yýlýnda sergilenir.

Alfred Jarry, gerçek anlamda bir baþ belasýdýr. Yaþadýðý toplumla, dönemle, hayatla ve kendisiyle sorunlarý olan eksantrik bir adamdýr. Sýra dýþýlýðýný, keskin ve acýmasýz bir dille kaleme aldýðý yapýtlarýnda ortaya koyarken, sokaðýn sert ve pis dilini müthiþ bir keskinlikle kullandýðý Kral Übü’de alaycýlýðýn zirvesine çýkar. Aptal, vahþi, aç gözlü, sýð, duyarsýz, korkak, tutarsýz ama ayný zamanda baþarýlý bir demagog. Hepsini yan yana koyduðunuzda ortaya çeliþkiler yumaðý Kral Übü karakteri çýkýyor.

Kral Übü, zengin alt okumalarýyla, sadece yazarýn yaþadýðý döneme deðil, ayný zamanda tüm zamanlarýn toplumlarýndaki çarpýk ekonomik ve politik yapýlanmaya göndermeler yaparken insan doðasýnýn karanlýk tarafýný da tüm çýplaklýðý ile yüzümüze bir ayna gibi tutar. Görmek ve duymak istemediklerimiz, iðrendiklerimiz ve ama en korkuncu hala orada, derinlerde bir yerlerde gizlendiðini ve inatla var olduðunu bildiðimiz karanlýk ve habis dürtülerin gün yüzüne çýkmasýna neden olur. Bununla da kalmaz, tüm acýmasýzlýðýyla, onlarla yüzleþmemizi saðlar.

Alfred Jarry, Kral Übü karakteriyle, hýzla übüleþen bireylerin kimliklerine de göndermeler yapar. Kitle psikolojisinden, burjuvaziye, süslü sloganlar altýna saklanan vahþi kapitalizme kadar bir dizi renkli ve bir o kadar çetrefil olgularý, ustalýkla bir birine baðlayarak bize çok renkli bir kolaj sunar. Onda, izleyiciye her þeyi hazýr lop verme alýþkanlýðý yoktur. Okuyucu ya da izleyiciyi öykünün içine davet eder. Anlama, düþünme ve üzerinde kafa patlatmalarý için zorlar. Elinde kamçýsýyla, kürek mahkumlarýnýn tepesine dikilen zebaniler misali kýrbaç yerine kullandýðý kelimelerle zihnimizi kýyasýya dövmekten hiç çekinmez.

Son derece sert ve belalý bir dili olan yazarýn bazý cümlelerinin analizini yapmak biler yürek ister. Mesela, ‘askerlere söyleyin ilk önce hacetlerini yapsýnlar, sonra milli marþý söylerler’ diye buyurur Übü Baba. Yani, kýyýsýndan köþesinden itidalli yaklaþýlmasý gereken bir cümle. Sadece kaba ve yüzeysel okumalarý bile insanýn yeterince canýný sýkacak analizler içermesine raðmen, cümlenin altýnda yatan zengin anlatýmý açýða koymak bile baþlý baþýna bir cesaret iþidir. Yani, tam Alfred Jarry usulü. Kaba ve tamamýyla yüzeysel bir analiz yapacak olursak, bütün hayatý sindirim ve boþaltým sistemi arasýndaki o kýsa ve küt çizgide seyreden Übü Baba’nýn tek derdi iþkembesini doldurmak ve yan gelip yatmaktan ibarettir. Hayat felsefesini böylesine düz, sýð, derinlikten yoksun ve hayvani bir çizgiye oturtan biri için insani duygular, sorumluluklar, vatan sevgisi gibi derin konular hiçbir þey ifade etmez. O hayattan ne istediðini kýsa ve net olarak özetlemiþtir bile. Et ve altýn. Ýþte o kadar. Daha fazla düþünmeye gerek yoktur. Zaten halka da bunu þartlý olarak verir. Öyle bedavadan deðil. ‘Alýn size et ve altýn. Ama vergilerinizi düzenli olarak ödeyeceðinize söz verir misiniz’ diye sorar. Halk ancak eti ve altýný aldýktan sonra bir aðýzdan ‘söz veririz’ diye yanýtlar Übü Baba’yý. Yani, Jarry o þeytani zekasýyla, olayý alanýn ve satanýn razý olduðu bir çeþit alýþveriþe indirger.

Ýkinci bir yaklaþým ise milli duygular ve vatan sevgisi gibi kavramlarýn iktidar tarafýndan politik çýkarlar doðrultusunda kullanýlarak, halk kitlelerinin belli bir noktaya doðru yönlendirilmesine iþaret eder.

Übüleþmenin temelinde, günümüz ekonomik politikalarý yatar. Çünkü toplumun muhalefetini desteðe dönüþtürmek için bütün iktidarlarýn baþvurduðu bir yol vardýr. Savaþ ve savaþ ekonomisi. Ýktidarlar, içerdeki sorunlarý unutturmak için savaþý öne sürer. Ýnsanlarýn ulusal duygularý ayaða kaldýrýlýr. Böylelikle, insanlar açlýðýný, yoksulluðunu ve o günkü iktidarýn kim olduðunu unutur. Ve düþman gösterilen birilerinin ‘ötekini’ üzerine doðru yürür. Güncel anlamda her þeye gönderebilirsiniz bunu. Alfred Jarry’nin Kral Übü’sü, bugün Amerika’nýn dünya üzerinde uygulamak istediði politikayla neredeyse birebir örtüþüyor. Genel anlamda, yayýlmacý kapitalist ülkelerin uyguladýðý bir politika bu.(3)

‘Karnýný ve cebini doldurduðunuz halk kitlelerini istediðiniz yere sürükleyebilirsiniz’ mantýðýyla yola çýkan yazar, bizlere ‘sürü psikolojisinin’ de kýsa bir özetini sunar. Yukarýdaki cümleden çýkan baþka bir düþün zinciri bizi çok bildik bir yere götürüyor. ‘Alýn size et ve altýn (yani, para). Yiyin, için, hacetinizi giderin ve ne dersek onu yapýn. Ýnsan baþka ne ister ki, düþünmeyi de bize býrakýn. Sizin soru sormanýza, sorgulamanýza, o güzelim kafacýklarýnýzý yormanýza hiç gerek yok. Biz burada neciyiz, biz sizin yerinize düþünür ve kararlar alýrýz. Hem yöneticiler baþka ne iþe yarar ki. Öyle deðil mi? Daha ne olsun. Düþünmek yok, soru sormak, sorgulamak zahmetine girmek yok, kararlar almanýn insanýn o narin omuzlarýný acýtan aðýrlýðýný hissetmek yok. Bunlarýn hepsini ‘Übü Baba’ bizler için gönüllü olarak yapýyor. Daha ne istiyorsunuz? Ýþte böyle, belalý bir adamdýr Alfred Jarry.

Bu noktada ‘et ve altýn’ iþini biraz açmamýz gerekecek. Simgesel olarak, ‘et ve altýn’ iktidarlarýn kendilerini kitlelerin önünde meþrulaþtýrdýklarý zemindir. Alfred Jarry, kitleleri bir sürü gibi algýlýyor. Jarry ’e göre, kitlenin ‘farkýndalýðý’ yoktur. Ýktidarlar, farkýndalýðý olmayan ve sürü esasýna göre hayatlarýný devam ettiren bu kitleler üzerindeki hakimiyetlerini ‘para ve aþ’ esasý üzerine kurarlar. Politikada, yazýlý olmayan ama geçerli olan altýn kuralý bütün partiler bilir. Kitlenin karnýný doyurup, ceplerine de parayý koydun mu istediðini yaparsýn. Kapitalizmin dini olan bu ekonomik politikalarý, borç verdikleri yabancý ülkelerin iktidarlarýna dikte ettirmiyorlar mý? Bakýnýz dünyanýn baþýna musallat olan IMF para politikalarý ve yabancý ülkelerin halklarýna, iþçisine, köylüsüne, memuruna, dar gelirlisine, orta sýnýf vatandaþýna içirmeye bayýldýklarý ‘acý reçeteler’ .

Alfred Jarry, burjuvazinin ‘eþitlik, kardeþlik ve özgürlük’ gibi olumlu sloganlarýn ardýna sýðýnan o kirli yüzüyle de alay eder. Dalgasýný geçerken hýzla übüleþen bir dünyaya da iþaret eder. Daha o dönemde, 18. yüzyýlda kapitalizmin sýrýtan aç gözlü habis yüzünü görmüþtür. ‘Saraylara savaþ, kulübelere barýþ sloganýyla’ yola çýkan 1789 Fransýz Ýhtilalinin aslýnda Kapitalizmi içeri davet eden bir eþik noktasý olduðunu algýlamýþtýr. Kendi dini olan ekonomik politikalarý, halka dikte ettirmeye çalýþan burjuvazinin, kitlelere belletmeye çalýþtýðý bu ezberi bozmuþ, bunu yaparken de sokaðýn kirli dilini kullanmýþtýr.

O sýð zihni, kiþisel çýkarlarý söz konusu olduðunda canavar gibi çalýþan Übü Baba’nýn inanýlmaz bir yaný da vardýr. Ondan beklenmeyecek þekilde iyi bir demagogdur. Birbiri ardýna kendi içinde çeliþen cümleler sarf ederek karþýsýndakini ‘aptallaþtýrýr’. Daha iki cümle arasýndaki saðlýklý sebep sonuç iliþkilerini kuramayan zavallý kurbanlarý daha da aptallaþtýracak bir cümle daha yumurtlayarak akýl ve izan sahibi insanlarýn dimaðlarýnýn durmasýna neden olur. ‘Bir deli kuyuya bir taþ atmýþ, kýrk akýllý çýkaramamýþ’ misali insanlar ne söylediklerini kavrayana kadar o iþlerini yoluna koyar, demagoji sanatýnýn zirvesine çýkar.

‘Yaþasýn Savaþ’ çýðlýklarý atarak, savaþ tellallýðý yapan ‘Übü Baba’, iþ bizzat savaþa gitmeye geldi mi korkudan kaçacak delik arar. Çevrenin de zorlamasýyla istemeye istemeye savaþ alanýna gider. Ýnsanlarý kolaylýkla ölüme gönderirken kýlý kýpýrdamayan Übü Baba, daha atýlan ilk kurþunla, düþman mevzilerine doðru þöyle baðýracaktýr. ‘Saygýdeðer Ruslar, bu taraf doðru ateþ etmeyin. Burada insanlar var’. Eh, çeliþkinin de ancak bu kadarý olur.

Übüleþme sürecinde, belli bir isim ya da olay hedeflenmiyor ama genel anlamda nasýl sakýnmadan vahþi olunduðu, sanki bunun çok doðalmýþ gibi göründüðü vurguluyor. Vahþi kapitalizmin habis yüzünü, bir insaný öldürürken ki rahatlýðý, vahþiliði ve ‘öldürmenin verdiði keyfi’ doðalmýþ gibi gösteriyor. Bunun canlý örneklerini, bugünlerde Irak’ta ve Lübnan’da açýk olarak görüyoruz. Sivil halka uygulanan iþkenceler, öldürme zevkini tatmin etmek için sokaktan geçen sýradan insanlarý, çocuklarý, kadýnlarý ve gençleri sorgusuz sualsiz katleden ABD ve Ýsrail askerleri gibi. Ve bütün dünyanýn gözü önünde tüm dehþetiyle devam eden Lübnan Savaþý’nda yaþanan insanlýk trajedisi ve dünyanýn umursamaz tavrý.

Kral Übü’nün kimliðinde, übüleþen insanlarýn karanlýk, habis tarafý dehþetli bir ironiyle sunulur. (Bakýnýz ABD ve Ýsrail askerleri).Hayal etmesi bile tüyleri diken diken eden iþkenceler, bir þarký eþliðinde, gülerek, neþeli bir þekilde söylenirken, insani yanýný kaybeden karakterlerin nasýl cehennem zebanilerine dönüþtüðünü görürüz. Bir süre önce, TV ekranlarýna yansýyan bir Amerkan askerinin gitarý eþliðinde, yaptýðý iþkenceyi anlatan bir þarkýyý, gülerek çalýp söylemesi, bu olgunun artýk bir önerme olmaktan çýkýp bizzat gerçek hayata geçtiðini gösteriyor. Kulaklara tahta sokulacak lay, lay, lom. Burunlar koparýlacak, lay, lay, lom. Beyinler ezilecek lay, lay, lom. Diller koparýlacak, lay, lay, lom. Gözler oyulacak lay, lay, lom…(Tanrým, çok eðlenceli lay, lay, lom. Kendini kaptýranlar için özel olarak eklenmiþtir, lay, lay, lom ) Eðer kendinizi kaptýrýp koyuverirseniz, bu nakarata katýlmamak elde deðil. Ýnsanýn içindeki karanlýk tarafýn aydýnlýk tarafla olan o ezeli mücadelesi bundan da açýk nasýl anlatýlabilir. Gülerek, þarký tonunda söylenen iþkenceler, olayýn aðýrlýðýný hafifletirken, gerçeklik duygusunu da kýrýyor. Gerçek ve sanal dünya arasýna sýkýþýp kalan ve her iki dünyaya da eþit mesafeden bakan ‘übüler’ için gerçekliði kýrýlmýþ ve hafifletilmiþ bir iþkencenin ne zararý olabilir ki? Ayný hafifletilmiþ gerçekler, Amerikan ve Avrupa Televizyonlarýnda ‘reklam’ arasý görüntüler olarak izleyicilere servis ediliyor.

Übüleþme sürecinin en tehlikeli aþamasý, günümüzde insanlýðýn üzerine ölü topraðý misali inen ‘duyarsýzlýk’, ‘umursamazlýk’ ve ‘kanýksama’ tavrýyla açýklanabilir. Ellerinde uzaktan kumanda aletiyle ekranýn baþýna geçenler, ‘can sýkýcý’ savaþ görüntülerine rastladýklarýnda ya yüzlerini buruþturarak hýzla bir eðlence kanalýna atlýyorlar ya da cips ve kolalarý eþliðinde görüntüleri bir Hollywood filmi tadýnda izliyorlar.

Irak Savaþýný, televizyon ekranlarýndan ellerinde kutu biralarý ve cips eþliðinde seyredenler ‘futbol maçý’ formatýnda gönderilen görüntüleri, ‘mahsusçuktan’ yapýyorlar imgelemi ile algýlar. Yani, atýlan her bomba, imgesel ortamda, anlatýlmaz güzellikteki ýþýk ve dans gösterisine karþýlýk gelir. Bu kodlarla ekrana yansýyanlar, izleyenler için bir ‘havai fiþek’ gösterisi tadýndadýr. Orada, o anda yaþanan gerçek dünyaya ait dehþet, panik, korku ve yaþama isteði gibi insani deðerleri algýlamaktan çok uzak olanlar için her þey, western filmlerinin olay örgüsü içinde cereyan eder. Oynayan filmin yönetmeni ‘stop, mola’ dediðinde, ‘ölü taklidi’ yapan Iraklý çocuklar ve siviller düþtükleri yerden ayaða kalkacak, köþedeki Mc Donalds’a giderek hamburgerlerini yerken bir yandan da Coca Colalarýný yudumlayacaklar ve 1. Lig Maçlarýný konuþacaklardýr. Ayný anda ‘savaþ oyununu’ naklen veren televizyon kanalýnda da reklam kuþaðý girmiþ ve izleyicilere ‘çay ve ihtiyaç molasý’ imkaný tanýnmýþtýr. Reklam kuþaðýndan sonra, kaldýklarý yerden canlý ‘savaþ oyunu’ yayýnýna devam edenler, izleyicilerine ‘sinema kuþaðý’ lezzetinde hoþ bir akþam geçirtmiþ olurlar.
Ýþte, bu formda kodlanan imgelemler eþliðinde, orada yaþananlara dair en küçük fikri bile olmayan sýradan insanlarýn gerçek dünyaya özgü bir tepki vermesini beklemek çok zor. Þu anda yaþananlar kabaca böyle. Yoksa, devam eden Irak Savaþý ve tüm dehþetiyle Ortadoðu’yu bir kan gölüne çeviren Lübnan Savaþý karþýsýnda bütün dünyanýn ‘sessiz kalýþýný’ nasýl açýklayabiliriz? (4)

Ýþte bu übüleþme sürecinin ortaya çýkardýðý ‘übülerin’ ortak yaný, demagojiyi, korkaklýðý, aptallýðý ve budalalýðý bir erdemmiþ gibi lanse etmelerinde yatýyor. Bunu öylesine ürkütücü bir biçimde ortaya koyuyorlar ki, bütün herkesi etkileyebiliyorlar. Kendi içinde bir mantýðý yokmuþ gibi görünen sözler sarf ediyor ama çevresine sýnýrsýz bir korku salýyorlar. Kendilerini çok akýllý, çok zeki zannediyorlar. Bakýnýz Bay Bush.

Ekonomi, kapitalist düzenin temel söylemidir. Her þeyi, ekonomik bazda deðerlendirir. Bu da topluma yerleþtirilmeye çalýþýlýr. Alfred Jarry burada, kapitalizmin ekonomik politiðinin 1789’dan sonra yerleþmeye baþladýðý süreçte, Adam Schmidt’in (5) ‘býrakýnýz yapsýnlar, býrakýnýz geçsinler’ dediði ve ‘her þeyi, bütün olaylarý, iktisatla ekonomiyle açýklamasýný’ eleþtiriyor.

Hýzla ‘übüleþen’ toplumlarda, ‘übüleþme sürecini’ yaratan ve besleyen en önemli kaynaklar yazýlý, sesli ve görüntülü iletiþim araçlarý. Kýsaca biz onlara medya diyoruz. Tabii bir de yazýn dünyasý var. Bir takým yabancý kaynaklý fonlardan yararlandýrýlan ya da Nobel Edebiyat ödülü gibi ‘seçkin’ ödül vaatleriyle kandýrýlan bazý kalemlerin yazdýklarý. Sopanýn ucundaki havuca ne kadar yaklaþýrlarsa, hevesleri ve açlýklarý da ayný oranda artan ‘antiseptik etkili yazarlar’ için hiçbir hudut, sýnýr kalmýyor. Yaþadýklarý toplumun kendi öz deðerlerine tamamen yabancý ve kendi toplumuna sýrtýný dönmüþ bu aydýn tipi için tek geçer akçe vardýr. ‘Havuçla ödüllendirilmek’. Havucun adý ödülden ödüle deðiþebilir ama sonuçta ayný amaca hizmet eder. Özenle toplumun gazýný alýrlar, aðrýyan sancýyan yerlere dilleri döndüðünce merhem olurken, alttan alta geliþtirdikleri özel bir üslupla, fonlarýndan yararlandýklarý patronlarý memnun eden ideolojik dilin toplumda yerleþmesine çalýþýrlar. Kimi zaman yaptýklarý araþtýrmalarla, kimi zaman gazetelere yazdýklarý köþe yazýlarýyla, ama çoðunlukla yabancý organizasyonlarýn finanse ettiði konferans dizileriyle, yetiþtikleri ve beslendikleri topraklarý;
‘kahramanca özeleþtiri yapma kisvesi altýnda’ kültürel, sosyal ve tarihi yapýlanmasýyla kötüleyerek, kendilerine dikte ettirilen ‘ideolojilerin pazarlamacýlýðýna’ soyunurlar.

Bir de ýsrarla toplumun ‘beyaz yakalý’ bölümüne pompalanmaya çalýþýlan ‘baþarý öyküleri’ var. Baþarý kavramýný ‘paranýn’ üzerine inþa edenler, bireyi de serbest piyasa ekonomisi içinde meta üzerinden alýnan ve satýlan bir mal ölçüsüne indirgiyorlar. Bireyin, çalýþtýðý kurum ya da kuruluþta ne kadar süre zarfýnda orada çalýþtýðýnýn pek bir önemi yoktur.( Belki de bir hayat boyu). Uzun yýllar hizmet verdiði gerçeði bir kalemde göz ardý edilen iþçilerin, keyfi olarak iþine nasýl son verildiðinin çarpýcý hikayesi Arthur Miller’ýn, (6) ‘Satýcýnýn Ölümü’ isimli oyununda anlatýlýr. Eser, uzun yýllar çalýþtýðý firma tarafýndan iþten çýkarýlan Willy Loman'ýn yýkýlýþýný konu eder. Kapitalizmin ‘çiðneyip tükürdüðü’ Willy Loman, sýfýrý tüketmiþtir. Geriye dönüþlerle kaçýrdýðý fýrsatlarý düþünür, hayatýnýn bir muhasebesini yapar, oðullarý tarafýndan reddedilir ve tükenmiþ ve sistem tarafýndan tamamýyla tüketilmiþ olan Willy’nin yapacaðý tek þey kalmýþtýr o da hayatýna son vermek.

Bu noktada Willy Loman karakterini, topluma pompalanmaya çalýþýlan ‘baþarý’ imgesi üzerinden bir kez daha hatýrlamakta fayda var. Arthur Miller’ýn ilk defa, 1949’da New York’ta sahnelenen ve ayný yýl Pulitzer Ödülünü alan oyununda, Amerikan rüyasý ve tüketim toplumunun ‘yüzeysel baþarýya’ verdiði önem, kolayca tüketilen insan hayatlarý üzerinden sorgulanýyordu. Amerikan Rüyasýnda boðulan, tüketme çýlgýnlýðýna kendini kaptýrmýþ ve sadece yüzeysel baþarýlarýn yüceltildiði bir toplumda, bir ‘kimliði’ olduðunu hatýrlatmaya çalýþan Willy Loman karakteri üzerinden sýradan vatandaþýn ‘birey’ olma sýkýntýsý anlatýlýyordu. Arthur Miller’ýn kaleme aldýðý eser için ‘trajedi, ancak insanýn iç dünyasý varsa olabilir. Benim amacým toplumu yýkmak deðil, onu ahlak yoluyla yeniden kurmaktýr. Ben, insanýn düþünen ve duyan bir varlýk olduðunu hesaba katarak iki þey arasýnda denge kurmaya çalýþtým. Burada, kurulu düzen ile özgürlük arasýnda bir savaþým söz konusu’ demiþti. Hayatta baþarýlý olmayý, para ve tüketim üzerinden deðerlendiren ve bunu sürekli olarak topluma dikte ettirmeye çalýþan anlayýþýn bir kez daha gözden geçirilmesini öneriyor Arthur Miller.(7)

Pop Star olma özentisinin kökeni 1950’li yýllara kadar uzanýyor. Türk Tiyatrosu’nun büyük ustalarýndan Haldun Taner’in yazdýðý Keþanlý Ali Destaný oyununu sahneye koyan yönetmen Bülent Arýn oyunun geçtiði ve büyük bir kentin varoþu olan Sineklidað’da yaþananlarýn, 1960’lý yýllardan günümüze kadar yaþanan süreçte Türkiye’nin geldiði noktayý iþaret etmesi bakýmýndan da önemli olduðunu vurguluyor.(8)

1950’li yýllar sýnýf atlama çabasýnýn yoðunlaþtýðý ve Türkiye’nin genel olarak bir ‘Küçük Amerika’ olma yolunda özendirildiði yýllar. Bir topluma, ‘iþte Amerika gibi olacaðýz, Ýngiltere gibi olacaðýz’ tarzýnda bir model sunulduðunda, bu sürecin sonunda ‘özendirmenin’ bizi getireceði noktaya iþaret ediliyor. Baþtaki yönetim ve politik yapýlanmanýn halký bu modele doðru özendirmesi, halktan oy saðlama potansiyelini bu modele göre hesaplamasý ve en önemlisi dýþ iliþkilerini kurarken her þeyi bu modele üzerinden ayarlamasý sonucunda ortaya çýkan tablo günümüzü tanýmlar. Bu durumda toplum ne yapsýn? Ýster istemez medyasýyla, moda anlayýþýyla, tüketimiyle farkýnda olmaksýzýn ya da farkýnda olarak o tarafa doðru yavaþ yavaþ kayacaktýr. Durumun farkýnda olanlar, durumu eleþtirerek gitmeyebilir veya eleþtirmeden kabul ederek sunulan o model doðru yönelebilirler. Genel olarak, toplumlar durumun farkýnda olmadan o yöne doðru sürüklenirler. (8)

Sýnýf atlama çabasý içindeki birey, içinde yaþadýðý varoþ kültürü içinde artýk ne köylü, ne de kentlidir. Köylülüðünü kaybetmiþtir ama kentli de olamamýþtýr. Ýki arada bir yerde sýkýþmýþtýr. Dolayýsýyla bulunduðu yerden daha üst düzeyde bir yerlere sýçramak çabalarý, hayalleri olacaktýr. Bir þekilde pop star olma hayaliyle bulunduðu kültürel yapýdan baþka bir kültürel yapýya sýçramayý amaçlayan birey için sýçrama, karþýsýna pop star yarýþmasý olarak yani, ‘altýn bir fýrsat’ olarak çýkacaktýr.

Ayný olguyu, ‘Küçük Amerika’ özlemi içinde olan ve paranýn getirdiði olanaklardan yararlanarak kendilerine bir kültür ‘satýn almaya’ çalýþan übülerde de görüyoruz. Ýstanbul’da birer hilkat garibesi gibi duran ve kendi yetiþtiði toplumdan, topraklardan isteyerek tecrit edilmiþ, halktan uzak steril hayatlar yaþayanlar için de bunu söylemek mümkün. New York’un zengin mahallelerinden esinlenilerek Mashattan Siteleri olarak adlandýrýlan yerlerde, ‘kurtarýlmýþ bölgelerde’ yaþayanlar gibi. Özellikle Ýngilizce isimler konulan sitelerde yaþayan übüler için bu sýnýf atlamanýn bir göstergesidir. Artýk onlar, hakir gördükleri ‘kirli avamla’ ayný havayý solumak zorunda kalmayacaklardýr. Böylesine ‘kendinden menkul elit yaþam’ biçimi varoþlardan gelenler için tabii ki çekici olacaktýr. New York’a duyduklarý derin özlemi, oturduklarý sitenin ismine yansýtanlar için de ayný þey söz konusu. O sitelerde oturarak, ‘Büyük Beyaz’ efendiyle ayný düzeyi yakaladýklarýný zannedenler, sýçradýklarý zaman kaçýnýlmaz olarak tepe üstü düþerler. Çünkü kültür; o kiþiler için yaþanarak, seçilerek, sindirilerek, kazanýlmýþ, hazmedilmiþ bir olgu olmamýþtýr. Birden bire baþka bir yapý içinde onlara özenmeye, onlara benzemeye çalýþan tuhaf, garip bir yapýya dönüþmüþtür. O yapý hem kendi kültürü içinde komiktir hem de eski kültürüne döndüðünde komiktir. Bir türlü toplumsal uzlaþma saðlanamaz. Çünkü onlarýn özendiði bu kültür, kanlarýndan, canlarýndan, yaþamlarýndan üretilmiþ bir kültür deðildir.

Günümüzde kanayan bir yara gibi sýrýtan bu sorunlarýn tohumlarýnýn 1950’li yýllarda, dizginlenemez Amerikan hayranlýðý ile atýldýðýný söylemek mümkün. O döneme ait toplumsal eleþtirilerin bu günkü toplumsal yapýda hala kaybolmadýðýný görüyoruz. Hatta bu sorunlarýn, bir kene gibi kan emerek ve giderek güçlenip toplumun sýrtýna oturmuþ olduðunu ve bu bizim kanýmýzý emen kenelerin de daha o zamanlarda kanlanamaya baþladýðýný anlamýþ oluyoruz.(8)

Çok moda, çok pahalý kýyafetler giyerek, kendilerini farklý bir kültürün insaný olarak tanýmlamaya çalýþan bireylerin unuttuðu gerçek, çok pahalý kýyafetler giymenin insaný o kültürün adamý yapmadýðýdýr. Özenti kültür, iðreti kýyafetler gibi giyen kiþinin üzerinden dökülür, sýrýtýr, sonuçta gülünç olur. Fransýz yazar Moliere’in (9) ‘Gülünç Kibarlarý’, burjuvanýn aristokrasiye özenmesinden kaynaklanan gülünçlüðü konu alýr. Türk toplumunda, gençliðin içine düþtüðü açmazýn ana kaynaðý bu. Özellikle varoþlarda durum daha da vahim. Köyden getirdiði kültürü kente taþýyamamýþ, kentin sýnýrlarý arasýnda sýkýþýp kalan birey, televizyon açtýðýnda, karþýsýnda gördüðü yýldýzlara özenerek ve onlarý taklit etmeye çalýþarak yabancýsý olduðu kültürle komik olmaktadýr. Bireyler, kapitalist sistemin onlara giydirdiði bu komik, gülünç durumdan ancak kendi kimlikleri ile ‘barýþtýklarýnda’ kurtulabiliyorlar. Ýþte bu, übüleþmenin kýrýldýðý andýr.

Gelir daðýlýmýný düþük kesimin zorunlu olarak ikamet ettiði varoþlarda yaþayan gençler için pop star yarýþmalarý, içinde bulunduklarý yokluktan kurtulmak için bir þans niteliðinde. Vahþi kapitalizm tarafýndan acýmasýzca emekleri sömürülenlerin içine düþtükleri durum, TV ekranlarýna hep ‘insan manzaralarý’ olarak yansýr. Özellikle, Ramazan ayýnda ve Bayram öncesinde erzak daðýtýmý sýrasýnda yaþananlar, durup bir kez daha düþünmeyi gerektiriyor. Bertolt Brecht’in Kafkas Tebeþir Dairesi oyununu sahneye koyan yönetmen Barýþ Erdenk, bu trajik sahneleri anýmsatarak, emeðin sömürülmesi esasýna dayanan kapitalist sistemde, ‘patlama noktasýna’ gelen bir toplum portresi çiziyor. ‘Bayramlardan önce, varoþlarda erzak daðýtýyorlar. Ýnsanlar bu erzaklarý almak için birbirlerini eziyorlar, anneler çocuklarýný kaybediyorlar, kavgalar çýkýyor. Bu gün gazeteyi okuduðumda 2.5 milyon iþsiz var. ‘Bu insanlara ne oldu?’ diye soruyorum. Olanlar aslýnda çok açýk. Artýk sokaklarda dolaþamýyoruz. Soyuluyoruz. Her eve birkaç kere hýrsýz giriyor. Çok ciddi bir toplumsal kabarma var. Bu kabarma, Gürcistan'da olduðu gibi, çok çeþitli zamanlarda, çeþitli ülkelerde, çeþitli coðrafyalarda gerçekleþiyor. Bu toplumsal kabarma, bir an geliyor ve patlýyor. Oradan bir cerahat akýtýlýyor. Yara yeniden kapatýlýyor, yeniden bir yerden cerahat oluþmaya baþlýyor.’ (10)

Bir baþka yol ise kýsa yoldan köþeyi dönme politikalarý. Topçu ya da popçu olmayý ‘özendirme’ çalýþmalarý kapsamýnda, gençlerin beynini yýkama yoluna dönüþen ‘pop star’ yarýþmalarý bunun en güzel örneði. Pop Star yarýþmasýna katýl, ‘hayatýn kurtulsun’ mesajýný gençlere ýsrarla vermeye çalýþýlan bu tip yarýþmalarýn ortak özelliði, katýlanlarý olduðu kadar izleyenleri de ‘aptallaþtýrmasý’ esasýna dayanmasý. Beyinleri uyuþturan, düþünme merkezini etkisiz hale getiren ‘Pop Star’ programlarýnda neden, niçin sorularýna pek yer verilmez. Tüketim çarkýnýn içine dahil olanlar için yapýlacak tek þey, havuçtan daha fazla nasiplenebilmektir. Yeni bir ev, son model bir araba, çok para ve paranýn getireceði þan þöhret ve tatlý hayat beklentisi tek geçer akçe olarak sunulur ve program öncesi yapýlan tanýtýmlarla açýkça vaat edilir. Bir ‘übü’ daha baþka ne isteyebilir ki?

Ýnsanlarýn bir gece içinde yýldýz tozuna bulandýðý ertesi sabah güne ünlü bir yýldýz olarak uyandýðý ve günün sonunda da ayný hýzda unutulduðu bu ‘insancýklarý’ kim umursar ki? Üstelik, ‘varoþlarda yaþayan insanlara bir fýrsat vermek istiyoruz’ sloganý ile yola çýkanlar, programýn sürekliliðini, geleceðe ait hemen hemen hiç ‘umutlarý’ olmayan bu insanlarýn ‘cýlýz’ umutlarý üzerine kurarlar.

Bol yaldýzlý ve pýrýltýlý bir düþ dünyasý olarak sunulan hikayenin arkasýndaki gerçek dünyadan ise pek bahsedilmez. Hikaye, ‘onlar erdi muradýna bizler çýkalým kerevetine’ tadýnda romantik bir sonla izleyiciye sunulurken, yarýþmaya bin bir umutla katýlmýþ ve kýsa bir süre için de olsa yýldýz olmanýn zevkini tadan ‘aday übülere’ sonrasýnda ne olduðu nedense pek merak edilmez. Üstelik, ‘merak’ unsurun sürekli körüklendiði ve her daim taze tutulmaya çalýþýldýðý bir programda. Hayal dünyasýndan gerçek hayata sert bir iniþ yapan bu insanlarýn içine yuvarlandýklarý ‘hayal kýrýklýðý’, ‘kullanýlmýþlýk’ hissi, ‘kendini deðersiz hissetme’ duygusu ve kendi çevrelerine geri döndükten sonra hissettikleri ‘kaybetmiþlik ve tüketilmiþlik’ duygusu hiç kimseyi ilgilendirmez. Çünkü ‘gösteri dünyasýnda ‘kaybedenler’’ eðlenceli deðildir ve bu durum, can sýkýcý bazý sorularýn yanýtlanmasýný gerektirir.

Gerçek hayatýn acýtan yüzü, sýradan insanlarýn karþýlaþtýklarý gündelik sorunlar, geçim kavgasý, ‘kursaklara girecek bir lokma ekmeðin kaygýsýna düþmüþ ve yarýnlarý göremeyen insanlarýn ayakta kalma mücadelesi’ yaldýzlý masal kurdelesine pek uymaz. Çünkü soru sormaya baþladýðýnýzda iþ, uygulanan yanlýþ ekonomik politikalara, karþýlýðý alýnamayan emeðe, yeni istihdam alanlarý açýlamadýðý için iþ bulamayan boþta gezer gençlere, eðitim gibi hayati önem taþýyan hizmetlerden yararlanamayan bireylerin içine düþtüðü açmaza ve oradan da vahþi kapitalizmin halk kitlelerini tüketim zinciri üzerinden ‘sömürüsüne’ kadar varýr. Amacý, insanlarý gündelik dertlerinden uzaklaþtýrmak ve sorunlarýný ‘unutturmak’ esasýna dayanan programda istenen en son þey, böylesine ‘can sýkýcý bir düþün zinciri’ oluþturmaktýr. Ýçine düþtüðü bu karmaþadan, pop star olarak kurtulmayý ya da kurtarýlmayý bekleyen insanlarýn da ortak arzusu, içine düþtüðü fasit daireyi kýrarak ‘köþeyi dönmek ve unutmak’ deðil mi zaten?

Köþe dönmeci politikalarla beslenen toplumlarda, erozyona uðrayan deðerlerle birlikte, sistematik olarak bir ‘toplumun kimliði’ yok edilir. Emek harcamadan ‘kolay yoldan para kazanma’ hayatýn tek amacý haline gelir. Hayata, ‘kýzým olursa popçu, oðlum olursa topçu olsun’ özlemiyle bakan ailelerin hýzla çoðalmasý, bireylerin önceliklerini ve geleceðe bakýþlarýný daha iþin baþýnda belirliyor. Topçu ya da popçu olmaya özendirilen çocuk yaþtaki gençler, dahasý bunu isteyen ve destekleyen ailelerin sayýsý arttýkça, ciddi biçimde, erozyona uðrayan toplumsal deðerleri bir kez daha gözden geçirmeye ve silinmeye çalýþýlan kültürel yapýlanmaya bir kez daha bakmakta fayda var.

Toplumdaki bireyleri ‘tek tipleþtirmenin’ cilalý yüzü gibi duran pop star üretme yarýþmalarý, kimliksizleþtirme politikalarýnýn önemli bir parçasý olarak boy gösteriyor. Bir toplumu yönetmenin en kolay yolu, ‘kimliksizleþtirilmiþ’ ve ‘tek tipleþtirilmiþ’ bireylerden oluþan bir ‘sürüye’ dönüþtürmektir. Burada sorulacak soru þu anda ‘dönüþtürmenin hangi aþamasýnda’ olduðumuzdur. Ve böylece Alfred Jarry’nin en baþta söylediði, farkýndalýðý olmayan kitleleri yönetme biçimi olan ‘sürü politikasýna’ geliyoruz. Ýyi de biz bunu zaten biliyoruz diyen okura, Alfred Jarry’nin iþte tam da bu nedenden dolayý gerçek bir ‘baþ belasý’ olduðunu, bir kez daha hatýrlatmak istiyoruz.

Birey ve toplum eleþtirisinde; bu insanlar böyle bir toplumsal yapýda, böyle olmaya zorlanmaktadýrlar sonucuna varýyoruz. Dolayýsýyla insan kendi deðerlerine, kültürüne, tarihine, diline ve sosyolojik yapýlanmasýna yabancýlaþmýþsa; onun bu yabancýlaþmasýný içinde bulunduðu sosyolojik yapýda aramak lazým. Yani, toplumun sosyo - politik örgütlenmesini besleyen ve destekleyen kaynaklarýn bir kez daha gözden geçirilmesi zorunluluðu doðuyor.

Ýnsanlýk, burjuvazinin evrensel budalalýðýna övgü anýtý gibi yükselen ve günümüz toplumunda çýð gibi büyüyen ‘übüleþme’ hastalýðýndan muzdarip. Giderek çevremizi saran bu kaotik übüleþme süreci ve bu süreçte übüleþme girdabýna çekilen çaresiz kurbanlar, kimin eli kimin cebinde belli olmayan seri üretimin parçalarý gibi dönüþtürülmüþ ‘übüler’. Ardý ardýna sýralanan bir önceki übünün cebine elini sokan sonsuz übü zincirinin önemsiz halkasý olmaktan mesut übülere doðru uzanýp gidiyor. Bir de bu übüleþmeye karþýn var güçleriyle direnen son insanlar var. Madalyonun diðer yüzünde ise bu kaotik übü cennetinde, her daim übü kalanlar. Ben, sen, onlar, ötekiler. Ya siz? Yoksa siz hala ‘übüleþtiremediklerimizden’ misiniz?


Dipnotlar

(1) ‘Bütün dünya hýzla ‘übüleþiyordu’, birinciliði ‘pop starlara’ verdiler’ isimli baþlýk oluþturulurken, Türk Þiirinin büyük ustasý Özdemir Asaf’ýn ‘bütün renkler ayný hýzla kirleniyordu, birinciliði beyaza verdiler’ isimli þiirinden esinlenilmiþtir. Özdemir Asaf, (1923 – 1981 ) kýsa, özlü söyleyiþlerin yer aldýðý, zeka ve espriyi harmanlayarak düþündüren özgün þiirleriyle tanýndý. Baþlýca eserleri; Dünya Kaçtý Gözüme (1955), Sen Sen Sen (1956), Bir Kapý Önünde (1957), Yuvarlaðýn Köþeleri (1961), Yumuþaklýklar Deðil (1962), Nasýlsýn (1970), Çiçekleri Yemeyin (1975), Yalnýzlýk Paylaþýlmaz (1978), Bir Kapý Önünde (1982),
Yalnýzlýk Paylaþýlmaz (1982), Benden Sonra Mutluluk (1983)

(2) Alfred Jarry, absürd tiyatronun öncüsü sayýlan ünlü Fransýz oyun yazarý. (1873-1907)
Alfred Jarry, Kral Übü (Ubu Roi) oyununu, 15 yaþýnda lisede okurken, fizik öðretmeni Mösyö Herbert’i alaya almak amacýyla kukla oyunu metni olarak yaratýr ve Herbert’in ismini dönüþtürerek Übü’ye uyarlar. ‘Kral Übü’, 1888 yýlýnda gayri resmi olarak Jarry ve arkadaþlarý tarafýndan sahnelense de oyunun bilinen ilk resmi gösterimi,1896 yýlýnda Theatre de L’Oeuvre tarafýndan gerçekleþtirilir. En çok bilinen eserleri; Kral Übü (Ubu Roi) Mitos Boyut Yayýnlarý, Mart 2004 ve Patafizikçi Dr. Faustroll’un Davranýþ ve Görüþleri, Dost Kitabevi Yayýnlarý, Ocak 2003 olarak sayýlabilir

(3) Günay Toprak, Oyun Yönetmeni. Ýzmir Makine Mühendisleri Odasý, ‘Kentin Oyuncularý’nýn sahneye koyduðu ‘Kral Übü’ oyunun yönetmeni. Günay Toprak ile yapýlan ‘Kral Übü’ söyleþisine, www.izedebiyat.com ve www.tiyatronline.com sitelerinden ulaþýlabilir.

(4) Mahallenin Delisinden Modern Zamanlara Dair Haberler. Bakýnýz www.izedebiyat.com

(5) Adam Schmidt, Ýskoçyalý ekonomist ve filozof (1723 – 1790) Glasgow Üniversitesi’nde ahlak felsefesi profesörü olmuþtur. 1776 yýlýnda yayýnladýðý "Inquiry into the Nature and Causes of the Wealth of Nations", Hartford, O.D. Cooke , 1811 adlý kitabý, üretim ve gelir daðýlýmý teorisini içermekte ve ekonomik büyüme anlatýlmaktadýr. Klasik iktisat okulu'nun baþlangýcý olarak kabul edilen Adam Smith, toprak yerine insan emeðini servetin kaynaðý olarak gördü. Ýþbölümünün saðladýðý teknik olanaklar emeðin üretimini, dolayýsýyla da milli gelirin artacaðýný savundu. Devletin ekonomiye müdahalesine karþý çýktý. Serbest ticareti ve vergide adaleti savundu. Adam Smith’in Deðer Fiyat Teorisi'ne göre, üretimin maliyetinin emek tarafýndan belirlenir. Malýn maliyet ve piyasada oluþan iki deðeri vardýr. Fiyat piyasada belirlenir. Gelir Teorisi'ne göre de emek (ücret), sermaye (kapital) ve topraktan (rant) oluþur ve ekonomi içinde bölüþümü kendiliðinden olur.

(6) Arthur Miller, çaðýnýn önemli toplumsal, siyasi ve ahlaki sorunlarýna eðilen eserler veren Amerikalý oyun yazarý. (1915 – 2005) Yüzyýlýmýzýn en önemli Amerikalý dram yazarlarýndan biri olarak kabul edilmektedir. En çok bilinen eserleri; Savaþ ve savaþ ekonomisinden yararlanarak zengin olmaya çalýþan bir sanayicinin vicdaný ve çýkarlarý arasýnda kalýþýnýn öyküsünü konu alan All My Sons (Bütün Oðullarým) 1947 yýlýnda Miller’ýn ilk önemli çýkýþý olarak kabul edilir. Amerikan toplumunun yüzeysel baþarýya verdiði önemi sýradan bir satýcýnýn kimliðinde iþlediði ve 1949’da sahnelenen Death of a Salesman (Satýcýnýn Ölümü) ile ayný yýl Pulitzer ödülüne layýk görüldü. 1953’de Antoinette Perry Ödülününü kazandýðý The Crucible (Cadý Kazaný) oyununu sahneledi. Salem'de 1692 yýlýnda cadý olmakla ve þeytanla iþbirliði yapmakla suçlanan insanlarýn idam edilmeleri dramýný anlatan oyun, 1950 McCarthy dönemini eleþtirir. Bu dönemde, Senatör McCarthy çok sayýda sanatçýyý komünist olmakla suçlamýþtý. 1964’de, eski eþi Marilyn Monroe’nun intihar etmesinden sonra, 50'li yýllardaki özel sorunlarýný ve eþinin intiharýný iþlediði After the Fall (Düþüþten Sonra) isimli oyunu yazdý. Diðer eserleri ise; 30'lu yýllarýn baþýnda çalýþtýðý bir araba yedek parçasý deposundaki deneyimlerini anlattýðý ve 1955’de yazdýðý A Memory of Two Mondays (Ýki Pazartesinin Anýsý) ve yine ayný yýl kaleme aldýðý New York'ta yaþayan Sicilyalý göçmenlerin dünyasýnda geçen bir kýskançlýk dramý ve toplumsal suçlamayý konu ettiði A View from the Bridge (Köprüden Bakýþ) (1955) ve 1968’de yazdýðý Ýki erkek kardeþin geriye bakarak hayatlarýndaki suçlarla ve sorumluluklarla hesaplaþmasý anlattýðý The Price (Bedel) sayýlabilir. Arthur Miller, eserlerinde sosyal düzen, ezen ezilen çeliþkisi, egemen güçler, sömürü, özgür düþünce, baský mekanizmalarý gibi konularý büyük bir ustalýkla iþlemiþtir.

(7) Anthon Çehov’dan Arthur Miller’a Modern Zamanlarda Düþlerin Ölümü. Bakýnýz www.izedebiyat.com

(8) Bülent Arýn, Ýzmir Devlet Tiyatrosu yönetmenlerinden. Polonyalý yazar Slawomir Mrozek’in ‘Terzi’, Rus oyun yazarý Grigory Gorin’in ‘Bir Efes Masalý’ ve Haldun Taner’in Keþanlý Ali Destaný gibi seçkin eserleri sahneye koydu. Keþanlý Ali Destaný’nda, büyük bir kentin varoþu olan Sinelklidað’da yaþananlar üzerinden Türk toplumunun içinde bulunduðu durum irdelenir. Bülent Arýn ile yapýlan söyleþiye, ‘Sineklidað’ýn Efsanesi Keþanlý Ali’nin Ýbretlik Öyküsü’ isimli yazýdan www.izedebiyat.com, www.tiyatronline.com’dan ulaþýlabilir.

(9) Moliere Fransýz oyun yazarý (1622-1673), toplumu hicveden, komedileriyle tanýndý ve sevildi. Oyunlarýnda, yapmacýk konuþma meraklýlarý, hekimler, þiþinenler, sahte dindarlar gibi çeþitli kesimlerden gelen insanlarý alaya alan oyunlar yazdý. Kralýn beðenisini kazandý ve onun himayesine girerek, 30’a yakýn tiyatro oyununa imzasýný attý. Kralýn Kardeþliðinin Topluluðu (Troupe de Monsieur) adýný alan tiyatro topluluðunun hem yöneticiliðini hem de oyunculuðunu yaptý. Moliere’in baþlýca eserleri, (1659) Gülünç Kibarlar (Les Precieuses Ridicules) Kibarlýk düþkünlüðünün alaya alýnarak maskara edildiði bu fars, gerçek kiþilerin ve güncel bir gerçeðin yergisi olarak kendi türünün ilk örneði oldu. (1664) Tartuffe, isimli eserinde dinsel iki yüzlülüðün bir aileye verdiði zararý konu eder. Eser, din adamlarý tarafýndan öfkeyle karþýlandý. (1666) Zoraki Hekim (Le Medecin Malgre Lui), Hekimlik mesleðini suistimal edenleri eleþtirdiði bu eseri yüzünden bütün hekimlerin þimþeklerini üstüne çekti. (1668) Cimri (L’Avare) Hastalýk derecesinde pinti bir adamýn, paraya olan tutkusunu iþler. (1670) Kibarlýk Budalasý ( Le Bourgeois Gentilhomme), (1671) Scapin’in Dolaplarý ( Les Fourberies de Scapin), (1673) Hastalýk Hastasý (Le Malade Ýmaginaire) oyunlarýný yazdý, yönetti ve oynadý. Hastalýk Hastasýný oynarken sahnede öldü. Hastalýðý sýrasýnda alaya alýndýklarýný düþündükleri için ona hiç bir hekimin bakmak istemediði söylenir. Ayný þekilde, din adamlarýnýn þimþeklerini üzerine çektiði için ölümünden sonra, ancak Kralýn emriyle, gece gömülmesi þartýyla, din adamlarý Saint Joseph mezarlýðýna gömülmesine razý oldular.

(10) Barýþ Erdenk, Oyun Yönetmeni ve Akademisyen Dokuz Eylül Üniversitesi, Güzel sanatlar Fakültesi, Sahne Sanatlarý Bölümü, ‘Kafkas Tebeþir Dairesi’ oyununun yönetmeni.



Söyleyeceklerim var!

Bu yazýda yazanlara katýlýyor musunuz? Eklemek istediðiniz bir þey var mý? Katýlmadýðýnýz, beðenmediðiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düþündüðünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazýlarý yorumlayabilmek için üye olmalýsýnýz. Neden mi? Ýnanýyoruz ki, yüreklerini ve düþüncelerini çekinmeden okurlarýna açan yazarlarýmýz, yazýlarý hakkýnda fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloða geçebilmeliler.

Daha önceden kayýt olduysanýz, burayý týklayýn.


 


ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.

Yazarýn toplumbilim kümesinde bulunan diðer yazýlarý...
Ermiþler Ya da Günahkarlar, Ýyilik Ya da Kötülüðün Dayanýlmaz Lezzeti…
Tanrýlarýn Takýlarý

Yazarýn Ýnceleme ana kümesinde bulunan diðer yazýlarý...
'Kafkas Tebeþir Dairesi'nin Sebeb-i Hikmeti... ''
Bir Varmýþ Hiç Yokmuþ
"Beni Ben mi Delirttim?" : Ferhan Þensoy
Uluslarararasý Ýzmir Festivali 20. Yaþýný Kutluyor.
Sineklidað"ýn Efsanesi : Keþanlý Ali"nin Ýbretlik Öyküsü
Anton Çehov'dan Arthur Miller'a, Modern Zamanlarda Düþlerin
Ahmet Adnan Saygun"un Mirasýný Taþýyan Onurlu Bir Sanatçý : Rengim Gökmen
Sahibinden Az Kullanýlmýþ "Ýkinci El" Stratejiler
Tek Kiþilik Oyunlarýn Efsane Ýsmi : Müþfik Kenter
Ýlhan Berk"in Þiirleri ve Sait Faik"in Öykülerini Gravürde Eriten Adam: Fatih Mika

Yazarýn diðer ana kümelerde yazmýþ olduðu yazýlar...
Ýbneler ve Çocuk Cesetleri [Þiir]
Komþu Çocuðu [Þiir]
Bir Bardak Soðuk Suyun Hatýrýna… [Þiir]
Ýhtiyaçtan [Þiir]
Deli mi Ne? [Þiir]
Sakýz Reçeli Seven Yare Mektuplar [Þiir]
Bir Nefes Alýp Verme Uzunluðunda… [Þiir]
Lord'umun Suskunluðunun Sebeb-i Hikmeti... [Þiir]
Pimpirikli Hanýmýn, Pimpiriklenmesinin Nedeni… [Þiir]
Yere Göðe Sýðamýyorum… [Þiir]


Seval Deniz Karahaliloðlu kimdir?

Bazý insanlar için yazmak, yemek yemek, su içmek kadar doðal bir ihtiyaçtýr. Yani benimki ihtiyaçtan. Bir vakit, hayatýmla, ne yapmak istiyorum diye sordum kendime? Cevap : Yazmak. Ýþte bu kadar basit.

Etkilendiði Yazarlar:
Etkilenmek ne derecede doðru bilemem ama beyinsel olarak beslendiðim isimler, Roland Barthes, Jorge Luis Borges, Braudel, Anais Nin, Oscar Wilde, Bernard Shaw, Umberto Eco, Atilla Ýlhan, Ýlber Ortaylý, Ünsal Oskay, Murathan Mungan,..


yazardan son gelenler

 




| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk

| Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim Yapým, 2024 | © Seval Deniz Karahaliloðlu, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr.
Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz.