..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
640K bellek herkese yetmelidir. -Bill Gates, 1981
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Deneme > Toplum > Taki Akkuş




8 Ağustos 2006
Etnik ve Kültürel Kimlikler/çağdaş Eleştiri  
Taki Akkuş
" İliklerimize kadar sinmiş özgüvensizlikten kurtulmamız, tarihimizden kopmaktan kaynaklanan edilgen tavrı terk etmemiz şarttır. Dünyada ve bölgemizde, insan haklarının, demokrasinin ve barışın egemen olması için üzerimize düşen görevin tarihi bilinciyle davranmak zorundayız.


:DDFI:
Taki Akkuş

          ETNİK VE KÜLTÜREL KİMLİKLER

Dünya büyük bir değişim içinde son hızla ilerliyor. Türkiye, bu değişime “ tabi olan değil” “değişimin kendisine sunduğu fırsatları değerlendiren” bir ülke olmak zorundadır. Türkiye, Dünyada hak ettiğini alabilmek için artık konuşmalıdır.

Artık büyük düşünmemiz ve büyük düşünmeye alışmamız gerekir.

“ İliklerimize kadar sinmiş özgüvensizlikten kurtulmamız, tarihimizden kopmaktan kaynaklanan edilgen tavrı terk etmemiz şarttır. Dünyada ve bölgemizde, insan haklarının, demokrasinin ve barışın egemen olması için üzerimize düşen görevin tarihi bilinciyle davranmak zorundayız.

Ülkemizde demokrasinin sağlıklı temeller üzerine oturması için; etnik-kültür-din kümelerinin barış içinde birlikte, beraber yaşamasını sağlamaya uğraş vermeliyiz. Türkiye’ de şu anda, etnik - kültür - din kümelerinin birbirleri ile olan ilişkilerini anlatırken kullandığımız, “çözülme, ayrışma, farklıkların siyasallaşması” gibi kavramlarla dile getirdiğimiz, istemediğimiz, arzu etmediğimiz bir durumun tespitidir.

Eğer ortada bazı sorunlar varsa, bu sorunları dillendir menin, üzerine konuşmanın, sorunu daha da derinleştireceği ileri sürülür. Oysa bu düşünceye katılmak doğru bir davranış değildir. Aksine, var olan sorunlar, konuşulmazsa, tartışılmazsa, ele alınıp dillendirilmezse sorunlar büyür, kronikleşir ve çözümlerinde şiddet devreye girer. Etnik-kültür- din kümeleri arasında özlediğimiz toplumsal barışın ancak konuşmakla, sorumlu olarak tartışmakla sağlanacağı olasıdır.

Bir şeyi konuşmaya başlamak, tartışmaya açmak, sorunları olanca çıplaklığıyla masaya yatırmak, “çözülme” ve “ayrışmanın önüne geçmek için atılan ilk adımdır. Bir sorunu konuşmaya başlamak, ötekini tanımaya, dünyasını anlamaya bir ilkin başlangıcıdır. Birlikte, bir arada yaşamanın ilk şartı olan hoşgörüye ilk adımdır. Bu davranış aynı zamanda toplumsal şiddetin de karşıtıdır. Türkiye’de şiddet istemeyen, şiddeti reddeden herkes, önce konuşmasını öğrenmek ve karşısındakine saygılı olmak zorundadır. Toplum olarak konuşmasını, birey olarak da karşılıklı tartışmasını öğrenmek ilk hedefimiz olmalı. Şiddeti ortadan kaldıracak, bizleri bir araya getirerek, toplumun içinde barışı egemen kılacak davranış budur sanırım.

Anadolu toprakları etnik, kültürel ve dinsel yapısı itibarı ile bir çiçek bahçesidir. Ama içinde bulunduğumuz süreçte, benzeştirmeyi, hatta tek tipleştirmeyi esas alan politikalar nedeniyle bu zenginlik yok olma tehlikesiyle karşı karşıya- dır.
Biz toplum olarak, fikri köklerimizi kendi tarihimiz- den alıyoruz.

Binlerce yıldan beri çeşitli dinlerin ve medeniyetlerin beşi ği olmuş, Anadolu’ nun hümanist kültürü, insanlığın ortak değerlerine büyük katkılar yapacak güce sahiptir.

Biz, tarihimizdeki hümanist geleneği, çok kültürlülüğü ve bu doğrultuda yaşanmış siyasi tecrübeleri abartıdan uzak, objektif ve eleştirel bir temelde bugüne taşımanın, bugünkü evrensel değerlerle birleştirmenin zamanı geldi de geçmekte...

Günümüze dek izlenen politikalar nedeniyle, Anadolu da var olan etnik- dinsel- kültürel toplulukları ortak bir üst kimlikte bir arada tutacak siyasi örgütlenme tam anlamıyla başarılamadı. Zamanla ulus kavramı etnik açıdan Türk soyuna; dinsel açıdan ise tüm laik iddialarına rağmen, Sünnilik akidesine dayandırıldı. Bu böyle olunca, Türk soyunda olmayanlarla, Sünni mezhebinden gelmeyenler, dış landılar en azından kendilerini dışlanmış olarak gördüler.

Devletin halk ile olan ilişkisi; tarihsel geleneğimizin de bir sonucu olarak, bugün yaşadığımız çoğu sorunun da kaynağıdır. İzlerini bugün bile gördüğümüz bu gelenek, otoriter, keyfi, kural tanımazdır. Kuralı aba altında sopa göstermek amacıyla kullanır. Vatandaşını, tebaa sayar ve canı üzerinde mutlak bir hakka sahip olduğuna inanır. Korkutma ve sindirmeyi kendisinin varlık nedeni olarak görür. Halkın haklarını değil, yükümlülüklerini öne çıkarır.

Halka hizmeti bir görev değil, bir lütuf kabul eden yasakçı ve otoriter devlet anlayışı, bu günde egemenliğini sürdürmektedir.

Bugün, gerek ulusal devlet kurulurken, çoğulculuk yerine tekleştirmeyi, benzeştirmeyi temel alan anlayış, yanlış politikaların, gerekse modernleşme sürecinin doğal bir sonucu olarak, Anadolu’ da var olan farklı kimlikler arasında yeni bir ayrışma ortamı doğmaktadır. Artık Müslüman olmak bu toplulukları bir arada tutmaya yetmemektedir.Taraflar Müslüman olmanın ötesinde var olan kimliklerine sarılmakta dırlar. Kürtler, Müslüman ortak kimlik dışında, etnik ve kültürel özelliklerine yönelerek, kendilerini yeniden tanımlıyorlar. Aleviler genel olarak Müslüman kimliği altında kal maya özen gösterirken, Sünni gelenekle aralarındaki mesafeye dikkat çekiyorlar.

“Sınıfsız ve imtiyazsız” bir toplum yaratmak iddiasıyla, sos yal sınıflar; laik bir toplum yaratmak iddiasıyla din ve kültür farklılıkları: tek bir etnik kökenden geldiğimiz iddiasıyla fark lı soy kümeleri yok sayıldı. Toplumda tabular ve yasak alanlar ilan edildi. Bunlara karşı gelenler cezai yaptırıma uğradı. Sonunda devlet öyle bir yapıya geldi ki, Türklüğü ve Sünniliği vatandaş olmakla eş sayan bir anlayışın üzerine oturdu. Tüm laiklik iddialarına rağmen , Diyanet İşleri Başkanlığı eliyle, Sünni- Hanefi mezhebi resmi olarak örgütlendi. Okullara zorunlu din dersleri sokuldu. Bütün bunlara karşın, türdeş bir toplum ve tek tip birey yaratma arzusu tutmadı. Ülkenin siyasal birliğini, farklılıkları yok sayarak, tek bir etnik kültürel kimliği dayatarak sağlamak çabası başarılı olamadı. Bugün devletin, toplumu bir arada tutacak bir üst kimlik sağlama yeteneği azalmış; devlet ve toplum, sürekli bir kimlik bunalımıyla boğuşur hale gelmiştir. Türk-Kürt, Alevi Sünni, Laik-anti laik ekseninde oluşan kimlik bunalımı, toplumsal bağları zayıflatmış, çözülme ve ayrışma eğilimlerini açığa çıkarmıştır. Sonuçta, devlet ile din, etnik ve kültür kümeleri arasında onarılması giderek zorlaşan bir güven bunalımı ortaya çıkmıştır.

Ülkemizde yaşayan her yurttaşın, bu güven bunalımını aşmayı, toplumu devletle, dinsel, etnik ve kültür kümelerini birbirleriyle, hukuksal eşitlik, demokrasi ve barış temelinde buluşturmayı, Türkiye’yi güven, istikrar ve huzur içinde yaşanır bir ülke yapmayı birincil görev olarak görmelidirler.

Türkler arasında laik/şeriatçı ekseninde yaşanan ayrışma da, Türk kimliğini birinci kimlik olarak benimseyip benimsememe konusunda süren bir çatışmanın ifadesi olarak orta ya çıkıyor. Bu sürecin bir sonucu olarak, İslam dini, artık toplumda bağlayıcı bir üst kimlik olma özelliğini yitiriyor ve Müslümanlık dışında başka bir üst kimliği benimsemek istemeyen bir kesimin siyasal kimliği haline geliyor.

Sürecin böyle devam etmesinin sonuçlarından biri “ etnikleşme “ diğeri ise ona bağlı olarak yaşanan “homojenleşmedir.” Tüm bu yapılanmalar göz önüne alınarak, Türkiye için yeni bir toplumsal proje oluşmaz ve Türkiyelilik temelinde, gönüllü buluşma yaratılmazsa, etnik ve kültürel kimlikler giderek öne çıkabilir. Buna paralel olarak da ayrışma giderek hızlanır. Ayrışmanın tehlikeli sonucu, her kimliğin kendisini siyasal olarak örgütlemesi ile birlikte zıtlaşmanın ve siyasal şiddetin artmasını arttırır.

Oysa bir arada ve birlikte yaşamayı esas almak, farklı etnik-kültür kümelerinin, kendi özelliklerini korudukları, özgürce geliştirebildikleri siyasal seçeneklerini rahatlıkla yapabildikleri bir ortamın oluşması gerekir. Farklılıklarımızı sorun değil, zenginlik kaynağımız olarak değerlendirmeliyiz. Ereğimiz etnik-kültürel farklılıkları, birey hak ve özgürlükleri çerçevesinde hukuksal güvenceye kavuşturmak olmalı dır. Bizler, resmi kimliğimizin, bağlı olduğumuz devletin vatandaşlığı ile belirlendiği ilkesini yaşama geçirme sevdasındayız. Bu kimlik hepimizin için ortak ve vazgeçilmez niteliktir, tektir, tekildir.

Devlet tüm etnik-kültür-din kümelerine eşit uzaklıkta ol malıdır. Her birey, hukuk devletinin sunduğu ve koruduğu haklar ve sorumluluklarla donatılan bir yurttaş olduğunu bilmelidir. Yurttaş olduğu içinde, sayıldığının, korunduğu nun bilincinde ve güvencesinde olmalıdır. Hiç bir küme, kendisini dışlanmış, ikinci sınıf ve haksızlığa uğramış hisset memelidir.

Türkiye insanının en büyük özleminin birlik ve beraberlik içinde yaşamak olduğunun bilincini sezinlemektedir. Bu nedenle tarihte yaşanmış veya günümüzde yaşamakta olan haksızlıkların, bir arada yaşama düşüncesini yok etmek amacıyla kullanılmasına karşıdır. Her kümenin haklı veya haksız olduğu tarafları vardır. Önerdiğimiz, her etnik-kültür küme sinin, diğerini suçlamaktan vazgeçen bir anlayışla soruna yaklaşmasıdır. Öncelikle kendi yanlışı ve hatası üzerine düşünen, kendi kendini sorgulayan, diğerini anlamaya çalı şan bir bakışı yaşamda etkili kılmaya çalışmamız gerekiyor. Birlikte bir arada yaşamanın ön koşulu, diğerini anlamaktan, yaşanmış ve yaşanan acıların hepimizin ortak acısı olduğunu kabullenmemizden geçer.

Ayrıca dünümüz ve bugünümüz yalnızca acılar ve haksızlıklar tarihi değildir. Asırlar sürmüş ciddi bir mirasımız oluşmuş, birlikte yaşam kültürümüz var olmuştur. Eğer devletin içinde bulunduğu kimi zaaflardan kurtulmak isti yorsak; kendi kendimizi sorgulamalıyız. Çünkü çok kültürlü bu yaşam mirasımızın, yarınları kuracak güçte olduğunun ayrımına varmalıyız.

Etnik-kültür kümelerine ilişkin sorunlar, genellikle, “şikayet eden” toplulukların sorunları olarak ele alınır. Ülkemizde bu anlayışa uygun olarak Kürt, Alevi. gayrimüslim sorunlarından bahsedilir. Oysa bu bakışın eksik ve yanlış olduğu bir gerçek. Eğer bugün Kürtler, Aleviler, Gayrimüslimler “ sorunlarımız var “diyorlarsa, Türk- Sünni çoğunluğun da bunda belli sorumlulukları vardır.

Bu konularda tavır almak, Türk-Sünni topluluklar için bir demokrasi ve insan hakları sınavıdır. Oysa bu topluluklara, eğer etnik-kültür kümelerinin gündeme getirdikleri sorunları; sadece sınır ve toprak sorunu olarak kavramak anlayışı yanlıştır. Bu yanlış anlayış, bu hoşgörüsüzlük demokratik kültürün yerleşmesini engellemiş, bir arada yaşamanın hukuksal ve duygusal temellerinin kurulmasını geciktirmiştir.

Güzelim ülkemizde tüm yaşayanlarla birlikte yaşamamız için, ilk önce bu parçalanma ürküntüsünden kurtulmamız gerekiyor. Parçalanma korkusunun, diğer kümelere kuşkuyla bakmak ve onlara baskı yapmak için bir mazeret olarak kullanılmasına karşı net tavır alınmalıdır. Türkiye, hepimizin ortak ülkesidir. Bu ülkede yaşayan her kümenin, en az Türk Sünni topluluk kadar bu ülkenin birliği ve beraberliği konusunda duyarlı olduğuna inanmalıyız. Birlik ve dayanışma, insanlar arasında, ancak güven ve saygı esasına dayalı olarak kurulur. Bu ülkeyi sevme hakkı yalnızca çoğunluk topluluğa ait değildir.

Unutulmamalıdır ki demokrasi kısa anlamıyla “karşılıklı haklara saygıdır.”

Türk-Sünni çoğunluk; diğer kümeler ve gruplar, bazı demokratik istemler ileri sürdüğünde, kendi haklarının unutulduğu, bir kenara atıldığı veya kendisine saldırıldığı gibi bir komplekse kapılmamalıdır. Türk-Sünni topluluk tüm küme ve grupları bir arada tutacak, Türkiyelilik üst kimliğine en büyük katkıyı yapacak sosyal bir kümedir. Tarihin de, diğer din ve kültür gruplarıyla, barış içinde yan yana yüz yıllar boyu yaşamayı başaran Türk ve Sünni topluluk, bu tarihi mirasın üzerinde yükselerek, ülkemizin içinde bulunduğu bu karmaşık ortamda, ortak bir Türkiyelilik bilincinin yaratılmasının taşıyıcısı olabilir ve olmalıdır.

Artık ülkemizde her şey açıkça konuşulmalı ve masaya yatırılmalıdır.

Alevi topluluklar, tarih boyunca çeşitli nedenlerden dola yı boy hedefi oldular. Yoğun baskılara uğradılar. Cumhuriyet yönetimi, aleviler açısından, yaşamlarını güvence altına aldıkları bir dönemin başlangıcı olarak kabul edilebilir. Ama bununla birlikte, ibadet özgürlüklerine bu dönemde de kavuştukları pek söylenemez. Çünkü, devletin tüm din gruplarına eşit uzaklıkta olması ilkesi, hiçbir zaman tam olarak hayata geçmedi. Alevi inançlarına yönelik, yalana dayalı, karalayıcı, küçük düşürücü ve aşağılayıcı propagandalar yapıldı. Alevilerin kendilerini topluma tanıtmaları, maddi ve manevi alanda eşdeğer yurttaşlar olmaları engellendi. Ayrıca zaman zaman aleviler saldırılara uğradılar. Çeşitli nedenlerde de bazı siyasal partiler tarafından hedef kitle haline ge tirildiler.

Bugünlerde de aynı oyunlar oynanmak istenmekte. Bu gün, Aleviler yeniden hedef kitle haline getirilmek isteniyor. Yaşadığımız “etkinleşme“süreci, bireyleri ve toplulukları enik kimlikler ekseninde tavır almaya zorluyor. Aleviler bu noktada önemli bir açmaza sokulmak istenmektedir. Kül türel ve inançsal kimliklerinin ötesinde, Türk veya Kürt kimliği etrafında kendilerini tanımaları istenmektedir. Alevi topluluğa yönelik baskıların arkasında önemli ölçüde, farklı çevrelerin dayattıkları bu “etkinleştirme “ politikaları yatmakta dır.

Unutulmamalı ki çağdaş düşünen her birey, uluslar arası literatürde olduğu gibi, ülkemizde de, tüm din ve kültür kümelerinin olduğu gibi, Alevilerin de inançlarını özgürce yaşamaları hakkını savunur ve bunun önündeki her türlü kültürel ve siyasi engeli ortadan kaldırmaya çalışmaktalar. Acaba bu doğrultuda, Aleviler ve diğer inanç grupları hak kında, bilinçli veya bilinçsiz propagandalarla yayılmış ön yargıların kaldırılması için gerekli önlemler alınacak mıdır. Öncelikle ders kitapları bu doğrultudan gözden geçirilerek, Alevi inancı ve kültürü hakkında doğru bilgilerin aktarılması olası mıdır?

Ülkemizde dışlanan önemli bir etnik- din kümesi de gayrimüslim topluluklardır. Son yıllarda meydana gelen bazı dış politik olaylar nedeniyle, Ermeni ve Rum azınlıklara karşı bilinçli veya bilinçsiz düşmanlıklar geliştirilmiştir. Musevi vatandaşlarımızı hedef alan Yahudi düşmanlığı, Radikal İslam’ i hareketin gelişmesiyle birlikte yaygınlık kazanmıştır. Süryaniler Güneydoğu’da süren çatışmada sıkışmışlar, bölgeyi tümüyle terke zorlanmışlardır.

Bugün gayrimüslim toplulukların, Türkiye Cumhuriyet vatandaşları oldukları, tüm birey ve etnik-kültürel kümelerle aynı haklara sahip bulundukları, toplumun bilincinden yeterince yer etmemiştir. Gerek yarı-resmi söylemde, gerekse basın-yayında Türk ve Sünni kökenli olmayan yurttaşlarımıza karşı güvensizlik yayan, hakaret ve saldırıya varan bir dil kullanılmaktadır.

Ülkemizdeki gayrimüslim toplulukların, yurttaşlık temelinde, eşit ve eş değer koşullarda yaşamaları için her türlü önlemi devletin sağlaması gerekir. Kazanılmış hakları olan, ibadet özgürlüklerinin, eğitim olanaklarının, gayrimüslim topluluklar hakkında yalana dayanan ve onları aşağılayan tüm bilgilerden, milliyetçi ve saldırgan dilden arındırılması gerekmektedir. Türkiye’de yaşayan herkes, bu ülkenin eşit ve eşdeğer yurttaşıdır.

Türkiye’deki etnik-din ve kültür kümelerine yönelik ayırımı, aşağılayıcı, suçlayıcı ifadelerin kullanılmasını yasaklayacak hukuki önlemlerin alınmasını savunma aydınların görevidir. Ülkemizdeki yeniden yapılanmadaki kastımız, farklı din ve inanç kümelerinin ancak karşılıklı saygı ve an ayış temelinde bir arada yaşayabileceklerine olan inancıyla, farklı din ve inanç grupları hakkında, aşağılayıcı ve hakaret edici ifade ve propagandaların cezai yaptırıma uğramaları gerekmektedir. Bu doğrultuda her türlü ayrımcılığa karşı toplum karşısında tartışma açmayı ve soruları masaya yatırmayı uygun görmek gerekir.

Doğu ve Kürt sorunu olarak, Anadolu topraklarına tek tip bir kimliğin dayatılmasının ve tek kimliğe dayanan ulusal devletin, iktisadi ve sosyal alanlarda da başarısız kalmasının sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bölgeler arası dengesizlik, kültürlerin ağırlıklı olarak yaşadığı bölgelerdeki iktisadi ve sosyal geriliğin kronikleşmesiyle doğurduğu sosyal adalet sizlik, aşiret ilişkilerinin egemenliği sorunun derinleşmesine yol açmıştır.

Bölgede, Kürtlerin dışında farklı toplulukların da yaşadığı bilinmektedir. İktisadi geri kalmışlık. İşsizlik. İhmal edilmişlik. Eğitimsizlik, aşiret ilişkilerinin özgür bireyi yok eden otoriter baskıcı karakteri, bölgenin devlet tarafından adeta “ sürgün yeri “ olarak görülmesi, doğuda yaşayan tüm vatandaşlarımızın haksızlığa uğraması sonucunu doğurmuştur. Bu nedenle Kürt sorunu yanı sıra özel olarak bir de doğu sorunundan söz etmek gerekmektedir.

Doğu ve Kürt sorunun çözümünde iki önemli eksen orta ya çıkmıştır. Biricisi demokratikleşme ve devlet-toplum iliş kisinin, hukuksal alanda yeniden düzenlenmesi ihtiyacıdır. İkincisi, açığa çıkmış bölgesel dengesizlikleri ortadan kaldıracak, aşiret yapılarını çözecek, iktisadi, sosyal ve kültürel önlemlerin ivedilikle alınmasıdır. Bu aynı zamanda doğuda yaşayan insanların ortak sorunudur.

Türkiye’de bugün, Kürt nüfusunun önemli bir bölümü, Batı Anadolu’da yaşamaktadır. Bu nedenle, Kürt sorununun, coğrafi bir sorun olarak ele alınması olanaksızdır. Sunulan çözüm önerileri, başta büyük metropoller olmak üzere, Batı Anadolu’da yaşayan Kürtleri de kapsayacak biçimde tüm Türkiye’ye özgü olmak zorundadır.

Kürt gerçeğini karmaşıklaştıran bir konu da, onun bir Ortadoğu sorunu olmasıdır. Kürtler, bölgede esas olarak dört ayrı ulusal devletin sınırları içinde yaşamaktadırlar. Bu ülkelerin hiç birisinde, Kürtlerin kültürel ve demokratik hakları güvence altına alınmış değildir. Farklı ulusal devletlerin milliyetçi politikalarına alet edilen Kürtler, bu devletlerin birbirleri ile olan sorunlarına bağlı olarak, her devletin diğerine karşı kullandığı bir “araç” durumuna sokulmuşlardır.

Bölge ülkeleri , kendi Kürtlerini ezerken ve sıkı bir disiplin altında tutarken, diğer devletlerin sınırları içinde yaşayan Kürtlere, sırf “düşman” komşunun zayıflatılması amacıyla gizli veya açık destek vermekten çekinmemişlerdir. Bu oyu nun yönetmenleri değişmek koşuluyla 1806 dan beri Orta doğu sahnesinde sergilenmektedir. Bu nedenle konuya, ülkemizin bir demokrasi ve kalkınma sorunu olduğu kadar, bir bölge sorunu olarak da yaklaşmak gerek. Artık, bölge devletlerinin izlediği, kendi Kürtlerini ezen, ama komşu devletlerin Kürtlerini kışkırtan anlayışları ret etmenin zamanı gelmiştir.

Diğer devlet sınırları içerisinde yaşayan Kürtleri, o devletleri güçsüzleştirmenin aracı olarak kullanmak anlayışı esas tan ret edilmelidir. Öteki ülke sınırları içinde yaşayan Kürtlere olduğu kadar, bölgedeki tüm kültürel, etnik ve inançsal kümeleri ilgilendiren konulara Birleşmiş Milletlerin temel ilkeleri doğrultusunda ve insan hakları çerçevesinde yaklaşmayı esas almalıyız.

Dün olduğu gibi, bugün veya yarın da bölgede bir silahlı çatışma sürecektedir. Bu çatışmaları durdurmak, atılması gereken ilk adımdır. Sorunun çözümünde bize ışık tutacak tek ilke vardır. İnsan hakları ihlallerine son vermek ve insan haklarını egemen kılmak. Eğer toplumsal barış istiyorsak, son yıllarda çekilmiş ve çektirilmiş olan acıları, ideolojik kategorilere göre sınıflandırmamalıyız. Onları bu toplumun ortak aklından ve vicdanından açılmış bir yaranın ortak acısı olarak kavramalıyız. Eğer bu kayıp ve acıların ortak olduğunu hissetmezsek, bulunduğumuz tarafın aşırılıklarının başkalarına verdiği acıyı anlamaz, hatta olumlu bulursak toplumsal barışı hiçbir zaman sağlayamayız.

Sorunun çözülmesine ilişkin tüm öneriler kamu oyunda serbestçe tartışılabilmelidir. Tartışma üzerindeki tüm baskılar, yasaklar kalkmalıdır. Uygulanacak öneriler, insanları mızı memnun edecek bir toplumsal uzlaşmanın üzerine otur malıdır. Bu tartışma ve değerlendirmelerde haksızlığa uğradığını iddia eden tarafların, iddialarını dayandırdıkları deliller ciddiyetle incelenmelidir. Acılarımız ortaklaştırılmadan, hepimizin ortak acısı yapılmadan, çatışmaların duygusal boyutları anlaşılamaz. Anlaşılmadıkça da düzeltmeler ve düzenlemeler yapılamaz.

Köy boşaltma ve yakma eylemleri bir daha tekrarlanma malıdır. Köyleri boşaltılan ve zorla göçe zorlanan vatandaşlara, eğer göçtükleri yerlerde kalmak istiyorlarsa, konut ve iş koruma desteği sağlanarak yeni bir yaşama başlama olanağı sağlanmalıdır. Geri dönmek isteyenlere , yerleşmeleri ve yeniden üretim yapabilmeleri için gerekli yardım ve destek sağlanmalıdır.

Olağanüstü Hal, Koruculuk ve Özel Tim uygulamaları na ve oluşumlarına son verilmelidir. Olağanüstü Hal uygu lamaları 1982 anayasasına dahi aykırıdır ve ciddi adalet sizliklere neden olmaktadır. Silahlı mücadelenin sürmesinde yarar sağlayan ve bu nedenle de barış girişimlerini resmi kadrolar dışında da engellemek isteyen güçlerin oluşturduğu “ terör sektörü” dağıtılmadıkça, bölgede silahların susması kolayca sağlanamaz. Ayrıca yıllardır çatışma içinde yer alan tüm insanların “ normal yaşam koşullarına uyum sağ lamalarını “ kolaylaştıracak bir dizi önlemler alınmalıdır.

Sivil yönetimin üstünlüğü ilkesi, herkesçe kabul görmeli ve alınacak tüm önlemler, sivil idare ve idareciler eliyle uygulanmalıdır. Ancak, bu ilkenin bir anlam ve önem taşıması için, Doğuya ve tüm sorunlu yörelere atanacak bütün mülki idari amirler gibi güvenlik gücü mensuplarının ve amirlerinin de özenle seçilmesi gerekir. Bu personel, (özenle seçilmesi gerekir) demokratik yönetime, insan haklarına ve hukukun üstünlüğüne gönülden inanan insanlar olmalıdırlar. Soyut bir devlet idealine değil, halka hizmet etmekle yükümlü oldukları bilincini taşımalıdırlar.

Çok kültürlülüğün, Türkiye için tarihsel, sosyal bir ger çeklik olduğunu kabul etmemizin zamanı gelmiştir. Yapılması gereken, tüm farklı fikirleri yasal ve kurumsal güven ceye kavuşturmak ve tüm kümeleri kapsayan ortak bir Türkiyelilik duygusu yaratabilmektir. Bu da ancak çoğulcu demokrasi içinde, Anayasal yurtseverlik anlayışının yerleşmesi ile mümkündür. Etnik ve dinsel kimlikler, siyasal olarak bir arada yaşamanın veya yaşamamanın şartı olmaktan çıkartılmak zorundadır. Sadece vatandaş olmak buna yetmelidir.

Bu bağlamda Kürtlerin ve başka kültürel-etnik topluluk ların kendi dillerini günlük yaşama konuşmaları, yazmaları, istedikleri taktirde yayımlamaları önünde duran tüm engeller kaldırılmalıdır. Ayrıca, ilke olarak, özgün kültürlerini geliştirme ve genç kuşaklara aktarma işlevini, kültür kümeleri bizzat üstlenebilmelidirler.

Demokrasilerde eğitim alanının özel bir önemi vardır. Devlet farklı topluluklar arasında fırsat eşitsizliğini gidermek ve bu alandaki çabalara destek vermek zorundadır. Ortak dil Türkçe’dir. Fakat Türkçe’nin yanında, ana dilde eğitim, uluslar arası insan hakları metinlerinde yer aldığı gibi, tüm kültür kümelerine tanınan bir haktır. Eğitim ve öğretim esas olarak sivil toplum alanına terk edilmelidir. Ayrıca Üniversitelerimizde veya bağımsız olarak, ülkemizdeki etnik, kültürel zenginlikleri, bu temeldeki tarihimizi araştıran kürsülerin, enstitülerin kurulması teşvik edilmelidir.

Bölgede temel iktisadi, sosyal ve kültürel sorunları çözme ye yönelik, GAP benzeri, özel entegre kalkınma projeleri devreye sokulmalıdır. Bu projeler için sorumlu bir bakanlık ve alt idareler yaratılmalıdır. Söz konusu idareler, bürokratlardan değil, uzmanlardan ve yerel sorumlulardan oluşan kadrolara sahip olmalıdır.

Merkezine bölge insanının küskünlüğünü hedef alan; iş sizlik, yoksulluk ve eğitimsizlikten kaynaklanan sosyal adaletsizliği gidermeye yönelik, sosyal yaşamın tüm alanlarını kapsayan geniş bir “ yeniden toplumsallaşma “ plan ve projeleri uygulanmaya konmadan, sorunun kalıcı çözümü sağlanamaz.

Türkiye‘de barış ve huzurun sağlanması, ancak çatışan tarafların dışında gelişirse hayat bulur. Barış ve huzur istemi, savaşanların siyasi manevra olarak kullanmalarına olanak verilmezse yeşerir. Biz barış ve güven ortamını, ne dış güçler, ne bölge devletleri, ne de çatışan taraflar istiyor diye savunmuyoruz.

Tüm siyasi çıkarların ötesinde, Türkiye insanının özlemi ve istemi olarak gündeme getiriyoruz. Özlenen barışın, istikrarın ve huzurun sağlanması, Türkiye’deki tüm aydın ların , toplumunun, tüm birey ve kümelerinin birbirleri ile barışmasını esas almalılar.


Taki Akkuş









.Eleştiriler & Yorumlar

:: çiçek bahçesi
Gönderen: Ahmet Zekai Yıldız / Bursa/Türkiye
10 Eylül 2006
1)Anadolu hümanizması doğru algılandıkça sizin de söz ettiğiniz gibi bu coğrafya çiçek bahçesidir gerçekten.Aksi halde diken tarlası olacağını zaman zaman yaşayarak görüyoruz. 2)Barış, pastadan alınan payın hakça üleşilmesiyle tesis edilebiliyor.Hele alınıp satılabilen ve kendine aydın süsü vermiş birileri ise barış ortamının bozulmasında işin tuzu biberi oluyorlar diye düşünüyorum. 3)Sindirilmiş ve ürkütülmüş gerçek aydınların bu ülkenin sorunlarını, kollarını sıvayıp kendilerine görev edinmelerinin zamanı geçmektedir. 4)Sn. Taki bey, yalın ve etkili vurgularla bir solukta okuduğum sürükleyici yazınızı kutlarım. Sağlıkla kalınız.




Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın toplum kümesinde bulunan diğer yazıları...
Toplumsal Barış - Eleştiri -

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Umut Yalan [Öykü]
Küçük Nur Ali [Öykü]
Ekoloji ve Çevre - Eleştiri - [Eleştiri]
Öykü Türü - Eleştiri - [Eleştiri]
Yaşamdan Öyküye [Eleştiri]
Sarissa Ortak Kitap 2 [İnceleme]
Kültür ve Sanat Projemiz [İnceleme]


Taki Akkuş kimdir?

1947 Sivas zara doğumlu, Sivas İlk öğretmen okulu mezunu. 1985 yılında 4 Eylül yayınlarını kurdu. Eylül sanat edebiyat dergisi çıkardı, yönetti (1985-1986. 12 sayı) 4 Eylül ortak kitap çıkardı( kitabın içeriği Dil, Sanat, Edebiyat, Felsefe, Toblumbilim, Halkbilim. ( birinci kitap 1985'te 170 S. İkinci kitap 1986'da 275 S. Yine 1986'da Impetus (Toplumsal Bilimler ve Felsefe için) adlı ingilizce Türkce kitabın yayınını yönetti. Edebiyata 1972 başladı. sırayla Ilgaz, Öykü,Varlık ,Oluşum,Karşı edebiyat, Edebiyat 81, Öğretmen dünyası, çevrem, temmuz, Dönemeç, Eylül sanat ve edebiyat , Yaba dergilerinde öyküleri yayınlandı. Cennetlik, dul ilk öykü kitabı 1985'te yayınlandı. Edebiyatta en çok uğraştığı alan, roman, öykü ve çocuk edebiyatı ile ilgili on beş dosyası var. Sarissa ortak kitap 1 çıktı. Ederi 10 Ytl 320 sayfa isteyene ödemeli gönderilir. Yapıtları Koçgiri Roman 382 sayfa sarissa yay. Umut Yalan Öyküler 152 " " Gençlik kitapları Kırçiçekleri mas-öy 80 " " Altın Kuş " " 80 " " Zümrüd-ü anka " 80 " " Uğursuz Köşk " 80 " " Köyüm roman 80 " " Renkli resimli çocuk kitapları 16 sayfalık 1-Kanaatsız Leylek 2-Kelo ile Selo 3-Topal Karınca 4-Yürek Ana 5-Kınalı Kuzu ile Zıp Zıp Kurbağa 6-Terminatör Kırmızı Karınca 7-Bilge Kaplumbağa 8-Minik Karınca ile serçe 9-Kızak 10-Kedicik ile Martı Baskıda olan 16 sayfalık renkli resimli çocuk kitipları -Havhavcık ile Miyavcık -İhtiyar Musa'nın İnadı -Yılan ile Tilki -Mahalleyi Cinler Bastı -Keloğlan ile Kuyudaki Dev -Keskin Nişancı -Sığırcıklar -Ana Kadınla Tilki -Horoz Gıygıdi Gooo -Çilli Tavuk

Etkilendiği Yazarlar:
Elbetteki bende dünya edebiyatında ve Türk edebiyatında etkilenmişimdir. Sevdiğim yazarlar Gorki, tolstoy, Sabahattin Ali banzeri yazarlardan


yazardan son gelenler

bu yazının yer aldığı
kütüphaneler


yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Taki Akkuş, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.