"...Ve hepimiz az ya da çok rüyacı değil miyiz!" -Dostoyevski |
|
||||||||||
|
Yaşamımı bir roman sayfası gibi çeviremiyorum. O kadar kolay değil takılı kaldığım paragraflardan kurtulmam. Kendime isyanımı çözemeden, aklımın alıp başını gitmesini beklemek en iyisi. Kırık bir cam kenarında kanıyor acılarım, uykum fakir bir şarapçının şişe mantarında kalmış. Kapatamam gözlerimi, bir daha açılmaz diye sana! Sen yaş dök kızıla dem vurmuş saklı durduğun retinama. Anlamaya çalışma, konuşma, anlatma ve elini uzat ama dokunma. Okşa sen olan nefesimi. Sök al sol yanımdan günahkarlığımın leşini!! Umutlarımı bir çocuğun bakışlarına gömdüm. Baktım ve ağladım sonra. Ağladım uçurtmanın özgürlüğüne. Avuçlarımda solan yedi karanfile can verme aşkına, ağladım! öyle içime içime. Bir yarım silgi iz bırakır beyaz sayfalara, her şeyi lekeleyen utangaç yanım asi bir nehrin kollarına düşer, sürüklenir giderim belki, giderim silindiğim yere. Etme tek kelam, yüzüne sürdüğüm parmaklarımı keserim, kulağına fısıldadığım o kelimeyi söker atarım alfabeden. Her harfini hançer diye saplarım bağrıma. Boşalır gidersin canımdan, kırmızı bir masumluk olur adın, emer mevsim beyazı sütünü, yine kızıla dönersin gözlerimde. Anlarım kimi vakitlerin neden geç kaldığını, anlarımda! anlatamam. Sensiz tuhaf bir üşüme eser durur tenimde. Solgun yapraklara musallat olan rüzgâr dolanıverir sarmaşıklarına, gövdem çıplak kalır, sende düşersin bu cılız ağacın kollarından, bütün günahlarım dibimde. Anlamaya çalışma, anlatma, her gün yarındır unutma!! Dolu bir su bardağının tepesinden bakıyorum kendime. Su kadar pak bir yüz var karşımda. Şöyle eğiliyorum sonra, nefesimle seni üflüyorum durgunluğuna. Acayip bir kargaşaya dönüşüyor yüzüm, telaşın gölgesi düşüyor suya. Korkuyorum kendimden, suya çaparak geri dönen nefesimden. Su seni anlatamaz bana, ne yağmur, ne kar, nede paçalarıma bulaşmış vebal rengi çamur, anlatamaz. Öyle bir sevda ki bu yaşarken yaşanamaz! Kedilerle dost olmam belki bundandır, bundandır belki de karanlığı sevmem. Sokak lambalarını taşlamam, polislerle saklambaç oynamam, kaldırım taşlarını söküp altına bakmam, belki de bundandır. Bildiğim adresinde oturmanı istememem, hep yanlış trene koşmam, hiç bilmediğin yerlerde dolanmam, gelip geçene diklenmem belki, belki de yarını yanlış bildiğimdendir. Güneş doğacak yarın, seni hatırlayacağım yarın, bir çingeneye fal baktıracağım yarın, doğum günüm yarın, umut var ama yarın. Peki, dün yarınsa bugün hangi yarın? Bir gün parmak izlerimi ararsan yüzüme bak. Hep avuçlarıma mahkûm edilmiş yüzüme, meşakkatli çizgilerin en derin yerine. Ellerine dokunmuş ellerimi ararsan bir gün, yüzüme bak, kendini ararsan bende, yine yüzüme. Yırtık gömlek yakama dokunma asla, bir feryadın ayrıntısıdır hissedeceğin. Yıkama bende ki seni, kendi kirliliğimdir göreceğin. Üzerime döktüğün bu yedi kat beton, bedenimin şeklini alır. İçine gömdüğün basit bir iskelettir, çürüyen etimdir beyninde. Ruhum gülüm söyle, o hangi yüreğinde. Akıp gitmiş bir geçmişi sınamam, yargılamam yeminleri, silip geçerim küçük hesapların sevdama düşürdüğü lekeleri. Kalırsam muamma kavşağında, güneşe yönelir yüzüm. Belli belirsiz hatıralardan peydahlanmış kocaman dağlar minik fareler doğuruyor, şahit olur gibiyim kimsesiz bir kadının bodrum katı doğumuna. Sancısı dişlerime vurur, kanar dudaklarım. Bütün küfürleri çöp kovalarına gömer, bakar kör bir yosmanın bakışlarından geçerim. Sarı saçlı, kırmızı ojeli tırnaklarıyla tırmalar şehveti, karın tokluğuna elli lira ya da daha ucuzunu beklerim. Her şeye kalender yüreğim bir bunu kaldıramaz ama yine de daralırım dar sokaklarda. Sabahın olmadığı köşe başı çömelmelerinde uzaktan gelen siren sesleri böler düşümü. Hoyrat soğuğa aldırmadan herhangi bir yüzde görürüm seni. Herhangi bir pazarlığın tam ortasında, ince topuk seslerinde, kahkahalarda, perişanlığın en belirgin şeklinde, açlıkta!! Yaklaşan zaman vuslat habercisi değildir. Rotasız bir geminin limana yanaşması ne kadar zorsa işte o kadar zordur kaldırıp kirpiklerimi, bakışlarına gömülmek. Anlamaya çalışma, bu basiretsiz yokluğunda yarın herhangi bir gündür aslında. Ne zaman bir başka dağ ardından görürüm güneşi, ne zaman yağar bozkırına bereketli yağmurlar ve ne zaman asileşirse kardelen, buz yanım ne zaman düşerse hasret kadehine, işte o zaman sor kendine trenlerin neden ıslık çalarak istasyona girdiğini. O zaman sor kendine avuçlarını okşayan herhangi bir bank da bekleyişlerin sebebini. Balkon tırabzanlarına devrilmiş yorgun kolların boşluğuna o zaman sor, dudaklarında asılı kalmış öpüşmelerin günahını. Papatyaları leşe çeviren incir yaprağı altında saklı utancını hangi tene satabilirsin ki!
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Levent Saral, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |