Sevginin bulunmadığı yerde us da arama. -Dostoyevski |
|
||||||||||
|
Kayseri’ye dönüyordum, yanımda hürriyet gazetesinin muhabiri olduğunu söyleyen bir arkadaş oturuyordu, birlikte seyahat ediyorduk. Gecenin bir vaktinde gözlerimi nispeten dinlendiriyordum, saat 03.45 gösterdiği bir zaman diliminde, araçta bir hareketlilik olduğunu, kulağıma gelen farklı ve ahenk siz seslerden fark ettim. Göz kapaklarımı aralayarak bir baktım ki, ters yönde duran bir araç, yolun ortasına usulsüz durmuş, üstelik uzun farlarını yakmış ve böyle bir vaziyette, el kol hareketleri yapıyordu, telaşlandık, bir şeylerin ters gittiğini anladık. Nihayet otobüs durdu ve biz araçtan aşağıya indik, el ve kol hareketleri yapan adamın, şaşkın bir vaziyette işaret ederek gösterdiği istikamete doğru yöneldik. Aşağıya baktık ki ne görelim, karanlık olmasına rağmen, bir yolcu otobüsü, yolun kayganlığından, takriben 70–80 metre derinliği bulunan ve oldukça keskin olan bu uçurum. Otobüs takla atarak bir çırpıda yuvarlanmış ve sonunda gideceği bir başka yol olmadığından, en dip kısımlarda bulunan sıra selviler dediğimiz, kavak ağaçlarına dayanmış ve böyle bir vaziyette en nihayet durabilmiş. Aşağı kuytu yerden gelen seslere göre, bağıran, ağlayan, aracın altında kalan ve ölen, o kadar çok insan var ki, ne yapacağımızı şaşırdık kaldık. Böyle vahim ve hazin olaylar karşısında, neler yapabileceğimizi öğreten, herhangi bir sivil savunma kursu almamıştık. Bu bakımdan çaresizlik hat boyuna çıktı, aşağıya inenin tekrar yukarı çıkması mümkün görünmüyordu, çünkü aşırı dik ve bir o kadarda kaygan olan toprak yapısı, çamur olduğundan ayaklar, yer tutmuyordu. Karanlıktan pek fark edilmiyordu lakin o kadar hızlı ve dik uçuruma, otobüs yuvarlanırken, şiddet ve sarsıntıdan doğal olarak tüm camlar kırılmış. Dolayısıyla, camın boşalttığı çerçevelerden dışarıya fırlayan insanları, farklı yerlere savrulmuş cesetleri görüyorduk. Ayrıca canı yanan, yaralanan, en yakınını kaybeden insanların feryatları, yüreğimizi dağlıyor, içimizi burkuyordu. Bu dramatik durum karşısında, tereddüt etmeye fırsat dahi bulamadan, yuvarlanarak aracın yanına geldim, fakat durumun aşağıda, çok daha vahim olduğunu, yakinen görerek öğrendim, bu halde ben ne yaparım telaşına düştüm. Yardıma koştuğumuz arkadaşlarla, yaralıları bir taraftan yukarıya gönderiyoruz, diğer yandan cesetleri bir kenarlara çekerek, aracın makaslarının altında sıkışan, bu nedenle de çok acı çektiği için bağıran, yaralının yanına doğru eğildim. Yaralı yan vaziyette yatıyordu, aracın makası kaba etine oturmuş, kıpırdaması mümkün değildi, öylece bağırarak duruyordu, tek bir çözüm gözüküyor, oda aracın kriko marifetiyle kaldırılmasıydı, fakat ne mümkün, nasıl kaldıracağız, kriko aklımıza geliyor, getirtiliyor ve deneniyor fakat son derece yetersiz kalıyor. Dört kişiyi buraya görevlendirdik, yukarıdan kamyon ve araçlarda ne kadar kriko varsa hemen aşağıya getirmelerini bağırarak söyledik. Çok acele ederek, yaralıları yukarıya taşımaya çalışıyorduk, fakat o kadar çok zorlanıyorduk ki, gücümüz ve takatimiz kalmıyordu, ayaklarımız durmadan kayıyordu, ama yinede yılmadan bu işi, hakkıyla başarmaya çalışıyorduk. Hala yukarda şaşkın bir vaziyette bekleyenlere, sesleniyorduk neden hala bakıp duruyorsunuz, niçin yardıma koşmuyorsunuz ve neyi bekliyorsunuz diye kızınca, üç beş kişi dayanamadı aşağıya indi, yardıma muhtaç o kadar insan vardı ki. Saatler geçtiği halde, maalesef ambulans ve kurtarma ekiplerinden, hiç kimseler yoktu, yaralıları diğer küçük araçlarla sevk ediyorduk, tekrar aşağıya indim, ve bir arkadaşla, sekiz civarında cesedi kenara çektik. Aracın makasının altında kalan, yaralının sesi kısılmıştı, lakin iniltisi hala duyuluyordu, fakat bu arada yardıma koşan, elinden geldiğini esirgemeyen insan sayısı, diğer araçların durmasıyla daha çok artmıştı. Belirli yerlere krikolar ve halatlar takılarak, oldukça hassas bir şekilde, dengeli hareketlerle, aracı kaldırarak, yaralı insanı kurtarmayı ve aracın altından çıkarmayı başarmıştık. Bu duruma o kadar sevinmiştik ki, bizlere moral bakımından adeta ilaç oldu, cesetlerin durumunu bir anda unuttuk, anladığım kadarıyla yolcular kıyafetlerinden, genel olarak dar gelirli ailelere benziyordu, öğrendik Kahramanmaraş’a gidiyorlarmış, çoğunun kıyafetleri yöresel izler taşıyordu. Üç saatten fazla bir zaman diliminde orada kalarak, kazazedelerin yardımına koşmaya ve derman olmaya çalışmıştık, biraz faydamız olduysa, ne mutlu bize, en azından vicdanen acı çekmekten kurtulmuştuk. Boşa söylememişler, “iyilik yapmak, vicdanı acı çekmekten kurtarır “ diye; Hürriyet muhabirinin, aşağıya inmeye tenezzül etmeden, sadece bakması ve hiçbir yardımda bulunmaması, çok garibime gitmişti ve beni oldukça düşündürmüştü.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mustafa Cilasun, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |