Hiçbir kış sonsuza dek sürmüyor, hiçbir ilkbahar uğramadan geçmiyor. -Hal Borland |
|
||||||||||
|
Hastanın durumu nedir? Hastalığın belirtileri nelerdir? Hasta genç bir Cumhuriyet. Savaş meydanlarında ağır bir istiklal mücadelesi verdikten sonra kurulmuş. Osmanlının mirasçısı olarak yaşamına başlamış ve onun gölgesini bu zamana kadar hep üzerinde taşımış. İyi ve kötü yanları ile beraber.. Ülkemizin yeraltı kaynakları yönünden zengin olduğunu anlatmaya ihtiyacımız yok. Bunu bilmeyen varsa ayıp. (Kıymeti bilinmiyor, değerlendiremiyoruz, DEĞERLENDİRTİLMİYO o ayrı..) Coğrafi güzellikler, tarihi ve kültürel zenginlikler pek az ülkeye nasip olmuş cinsten. İklimine kimsenin lafı yok. Toprağı bereketli. Kendi topraklarından doğan kuvvetli su kaynakları var, üç tarafı denizlerle çevrili. Aynı şekilde bunlardan da yetersiz, beceriksiz ve daha da vahimi kötü niyetli kişiler yüzünden yeterince sağlıklı faydalanamıyoruz.(Aşırı nazik söylediğimi takdir edersiniz. Kimseye hain, satılmış, hırsız, odun, kalas demedim) Nüfusumuzun dörtte üçü genç nüfus. Çalışmaya, üretmeye yatkın, kabiliyetli bir nüfus. İnsanlarımızın kıymeti pek çok alanda uluslararası çapta takdir edilmekte; tıp mühendislik, sanayi, edebiyat, mimari, spor, ve daha nicelerinde.. İstersek, imkan tanınırsa neleri başarabileceğimiz açıkça görülmekte.. (Bu nüfusu kıyma makinesinin ete yaptığı muamelenin daha beteri ile yiyip bitiren ya da korkutup bezdirenlerin yatacak yeri yok. Bu dünyanın öbür tarafı da var beyler hanımlar. Mezarlıktan hiç mi geçmediniz? Yetmiş milyonun hayatına yapılan haksızlığın bedelini ödeyeceksiniz.) Bununla beraber ülkemizde sürekli olarak çok geniş bir yoksul kesim acılar ve zorluklar içinde yaşayıp dünyaya çocuklarını getirmekte ve acılar içinde, yoksul olarak ölüp çocuklarına, torunlarına acıyı ve yoksulluğu miras bırakmaktadır. Kişi başına düşen milli geliri nasıl hesaplıyorlar bilmiyorum ama ben şimdiye kadar dedikleri meblağları hiç cüzdanımda görmedim, çoğumuz da görmedi. Yani devlet vatandaşından aldığı vergiyle suni kar yaratıyor, elinde ne varsa satıyor, zenginlerin zenginliği artıyor, bunu da bize “yahu çok geliştik, şöyle büyüdük, böyle başardık” diye yutturuyorlar. Bunu o kadar iyi başarıyosak yoksulluk sınırı 1000 Liraya dayandığı halde asgari ücret neden 500 lira. Çok başarılı sanayicin, o gurur duyduğun patronlar neden deliler gibi çalıştırıp maksimum üzeri-üzeri kaymaklıbolfıstıklı performans beklediği işçisine-memuruna-çalışanına hala 500 lirayı ödüyor. Demek ki daha o kadar zenginleşmemiz öyle mi. Patronlar daha çalışanlarına, o çok YAKALADIĞIMIZ Avrupa’nın yakınlarına bile gelemeyen bir maaş ödüyor. Yarını nasıl getirecem derdindeki aklı artık çıkmazlarda kaybolmuş vatandaş da olmakla olamamak arasında gidip geliyor-iki dünyada ruh gibi yaşıyor. Gelir dağılımındaki eşitsizlik; bu doğru bir kavram değildir. Ben eşitlikten yana değilim. Eşitlik her zaman adalet değildir. Eşitliğin adalet olduğu yer de vardır eşitliğin adaletsizlik olduğun yer de vardır. Ben gelir dağılımında adaletten söz ediyorum. İnsanların yaptıkları işin karşılığında aldıkları maaşın temel yeme, içme, barınma, eğitim, sağlık hizmetlerine imkan verecek ölçüde olmasından söz ediyorum. İnsanın emeği karşılığında insanca yaşamasından söz ediyorum. Eğri oturup doğru konuşalım; Bu ülkenin insanlarına bunu sağlamaya gücü var, eğer yönetenler başlarını kavga ve gürültünde çevirip işlerine bakacak olursa.. Eğer birileri işini yapacak olursa.. Birlerinin zenginleşmesine kimse karşı olamaz, ama birisi ben açken benim hakkım olan lokmayla lüks yaşıyorsa ben böyle düzenin adaletine laf ederim. Devlet buna göz yumuyorsa ben o devletin başındakilerin niyetini, tarafını sorgularım. Zenginlikle İktidarın her ülkede yakın teması vardır. Bir ülkenin politikaları kendi ulusunun sermaye yöneticilerini elbette desteklemeli ama bu patronların halkın desteğiyle değil de halkın tepsine basıp onu ezme pahasına yükselişine yol vermek adil bir devlet politikası değildir. Aşırı yüksek vergiler, verginin vergisini almak, geçici diye yutturulan vergilerin kalıcı hale getirilmesi (yahu vatandaş nasıl güvensin kendi devletine. Sonuçta “Burası Türkiye” deyip teslim olduk artık..).. Vatandaşın, memurun, işçinin, askerin, bir evi ya da bir dükkanı olanın, çikolata çalan çocuğun, ekmek çalan evsizin vergiden-devletten kaçışı yoktur. Banka batıranların, büyük sermayenin vergiden KAÇINMA yolu yöntemi çoktur. Bunu kimse inkar etmesin, çok komik oluyor. Kargalar bile bi tarafıyla gülüyo. İhaleler de eşdostdiyetborcu diye usulsüzlükler, hiç kapatılmayan kapalı zarf ihaleler.. Şeffaf olmayan özelleştirmeler.. Adaletsiz yaşam şartlarının, uzun yıllardır, Türkiye Cumhuriyeti nüfusunun büyük bölümü üzerine bindirdiği yük o kadar ağırdır ki, bunun sonuçları da elbette olacaktır. Örneğin çok ağır fiziksel işlerde çalışanların vücutlarında zaman içinde bunu izleri belirginleşir. İlk aklıma gelen seyrettiğim bir belgeselden aklımda kalan bir örnek; 1500’lü yılların savaş gemilerinde topçu olarak görevli mürettebatın omurgalarında, zaman içinde ağır kaldırıp indirmeye bağlı onarılmaz bozulmalar oluşuyor. Yüksek enflasyon, Dünya çapında ekonomik krizler, kuruşundan bu yana tam olarak hiç düzene girememiş bir ekonomi, borçuborçluborçlu bir ülke.. Zaman içinde iyice yavaşlayıp kendi devletine ve halkına düşmanlaşmış bürokrasi.. Yavaş yasalar, yaşamın gereklerine-zamanın gerçeklerine yetişemeyen yasalar.. Halkına güven vermeyen devlet kurumları.. Sürekli kavga ve gürültü üreten; asıp kesmekten-esip gürlemekten iş yapmaya, halka çözüm ve refah üretmeye fırsat bulamayan, bir erken seçimden diğerine, darbeden krizlere fırtınası dinmeyen kısır bir siyaset tirübünü.. Bütün bunların sonucunda ortaya çıkan hakim halk kültürü; halkın genel karakteri??? Halkın büyük bölümü yarın ne yiyecem, çocuklarıma ne yedirecem endişesiyle karartmış ruhunu. Yemek, içmek, giyinmek, barınmak, üremek.. Basitleşmişiz ister istemez. Bundan ötesine ne zamanımız ne imkanımız var. Hayat kavgasında sertleşmişiz, dişlerimiz daha çok gösterir olmuşuz, ruhumuz kaba hatlarla kuşanmış ki daha az yara alalım, o kadar çok acı ve darbe hissetmeyelim. Yokluklarını hissetmek acı verdiği için pek çok güzel şeyi silmişiz, unutmuşuz, tu kaka etmişiz, aşağılamışız. Kedi uzanamadığı ciğere mundar dermiş hesabı, düşman olmuşuz pek çok güzelliğe ve neşeye. Bir Bethofen’den tat almayı Harran’daki çoban İbrahim de bilirdi, eğer İbrahim’in ilkokulu, ortaokulu, lisesi, üniversitesi olsaydı. Okuyabilseydi İbrahim, babasının onu okutmaya imkanı olsaydı, devlet İbrahim’in babasına çocuğunu okula gönderebilme imkanı verseydi başka türlü olacaktı hayatı.. Ne demek istediğimi anlayan az çok anladı, anlamayanlar da hiç anlamayacak. Bir gün bir arkadaşımla konuşuyoruz.. Laf lafı devirdi, bu ülke nasıl kurtulura geldik. Bana herkes işini en iyi şekilde yapsa bu ülkede sorun kalmaz demişti. Gerçekten de bu ülkede sorumluluk sahibi mevkilerde bulunan insanlar başta olmak üzere hepimiz işimizi yapsak, gücümüz yettiğince etrafımıza iyilik ve güzellik dağıtsak pek çok şeyi değiştirebilmek, hem de çok kısa zamanda değiştirmek mümkün. Bu ülke bunu başarabilecek insanlara, güce ve imkanlara sahip. Sadece uyuyoruz, uyutuluyoruz. Bir kez daha söylüyorum; Sorumlu mevkilerdeki kişiler bulundukları mevkie bir kez dışarıdan bakmalı ve “ben burada ne yapıyorum, ne yapmalıyım, benim vazifem ne” diye kendilerine sormalı. Materyalistseler hukuk kanunlarına saygı duymalı ve işlerini hakkıyla hukukuyla yapmalılar, ilahiyatçıysalar dinden, kitaptan; Türkçesi, Allah’tan korkmalılar. Bu dünyada da öbür dünyada da ülkemin bu durumundan sorumlu olanların hepsinden davacıyım. Cehennem iflas edip kapısına kepenk vurana dek davacıyım. Allah’tan af dilesinler, Allah affeder. Ama ben hiçbirini affetmeyeceğim. Yanın i…ler! Fazıl Say gidecem dedi olay oldu. Gitmek çözüm diil dediler. İyi de kalmak da diil. Bir Fazıl Say kalsa neyi değiştirecek. Asıl bir şeyleri değiştirmesi gerekenler oldukları yerde göbeklerini kaşıyor, yan gelip yatıyor, kısır laf dalaşlarında kendilerini uyutuyor ya da en kötüsü para destelerini sayıyor. Ben şahsen bunalan, kaçmak isteyenlere anlayış gösteriyorum. Bazen hayatta kalmak-güç toplamak için, bir gün geri dönüp yeniden savaşabilmek için kaçmak gerekebilir. Benim imkanım olsa samimi söylüyorum belki ben de giderim. Bir iki kez yurtdışı görmüş birisiyseniz, ya da iş icabı yurtdışına sık sık gidip geliyorsanız; Türkiye’deki ekonomik ve sosyal şartların AVRUPA’nın %10’u(!) olamadığını biliyorsunuz demektir. Nüfusun çok paralı çok küçük kesimi için bütün kapılar açıldığı, yollarına kırmızı halılar serildiği için sorun yok. Ama nüfusun %95’i için durum çok farklı. Benim buraya kadar ettiğim lafları özetleyen bir iki alıntı ile yazıma son veriyorum(Gene içim karardı. Söyleyecek çok şey var, kıracak çok kafa var. Ama futboldan, sigaradan, alkolden, hovardalıktan başka çözüm yok. Dünyayı sen mi kurtaracaksın, acılara sen mi ilaç olacaksın. Yok fayda başka vah vah demekten. Oyna da oyna ne gelir elden.). Namık Kemal.. “Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini, yok imiş kurtaracak bahtı kara maderini” (mader; anne) Mustafa Kemal’in bu dizelere cevabı meşhurdur.. “Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini, bulunur kurtaracak bahtı kara maderini” İki karşı cepheden iki şair, aslında hedefleri aynı noktaya ulaşmak. Yolları farklı; Arif Nihat Asya.. İçimizden biri köprü olmaya razı olmazsa, biz kıyamete kadar bu suyun kenarında bekleriz ve Nazım Hikmet.. Sen yanmazsan, ben yanmazsam, biz yanmasak, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa? Sonumuz hayrola..
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Levent, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |