Tanrı insanı yarattı, insan da sanat yapıtını. -Oscar Wilde |
|
||||||||||
|
“…Herkes yüzlerce hayat taşır. Ama bunların sadece biri, hatırlanmaya değer. Bu, sizinki olabilir... Sakın harcamayın…” Bu sözleri söyleyen uzak doğuda yaşayan bir Çinliye ait. Sözler, yaşadığımız hayatın içinde uçuşan kelebekler gibi. Bazen birine gözlerimiz takılıyor ve izliyoruz onu. Kendimizi onun yerine koymak istiyoruz çoğu kez. Ama o güzelliğin bir günlük ömrünü düşününce içimize “hüzün” konuk oluyor. Dün yine gönlüme konuk oldu. Hani aşk ve duman asla saklı kalamaz ya, işte hüzün de yüzüme yansımış olmalı ki, bir dostum sebebini sordu. Bir iç çekip ıslak kirpiklerimi elimin tersiyle kuruladım. Hıçkırık boğazıma ilmek ilmek tıkamaktaydı. Yutkundum. Söze nereden başlayacağımı düşünmeden ; -“ Yaşamak güzel ama yaşam seni istemeyince küsersin değil mi?” Dostum hafiften gülümsedi. Kaşlarını kaldırıp; -“Kalbinde yeşil bir dal bulundurursan şakıyan kuşlar gelirmiş.” Dedi. Anlamlı sözleri bir süre hazmetmeye çalıştım. Yeşil dal kuru ise sulamanın bir anlamı var mıydı? Tüm umutların tükenmiş ise yaşama dair her ne varsa görmezlikten gelmez miydik? Sorular üşüşüyordu belleğime. O suskunluğumu fırsat bilerek; -“Yaşamı ciddiye alacaksın…” sözlerini sık sık dudaklarından düşürmeyen sen değil miydin? Şimdi ne oldu da, kara bulutları şemsiye gibi tepende taşıyorsun.” Ağlamaklı sesimi kontrol edememiştim. Bir süre tuttuğum gözyaşlarım ırmağın yatağından taşar gibi akmaya başladı. Hıçkırıklarımın arasında fısıldadım: -“Komşum aç iken ben yemekten zevk almıyorum Aylin. Dün bir umut vardı bugün o umut da yok artık. Üzüntüm o…” -“Ne oldu, ne umudu? Anlatır mısın arkadaşım?” Derin bir soluk aldım. Yanaklarımdan çeneme doğru süzülen ruhumun öz suyunu parmak uçlarımla sildim. -“Yaşama umudu arkadaşım, yaşama umudu kalmadı. Alt komşumun her iki böbreği yok. Her iki günde bir diyalize gidiyor. Kız kardeşinin böbreği uygundu. Ama bugün aldıkları bir haberle oda umutlarını tüketti.” Arkadaşım anlattığım bu “elim” olayı önce sıradan bir haber gibi algıladı. -“Canım, dünyada o kadar fazla hasta var ki, ne zor durumda olanlar var. Her birine üzülecek olursak var ya, aklımızı kaçırırız. Toparla kendini.” -“Canım bu senin bana anlattığın öyküyle örtüşmüyor.” Dedim. -“Hangisiydi o?” -“Deniz yıldızını kurtarmaya çalışan çocukla ilgili olan…” -“Hımm, anladım. Peki bu öykü nasıl?” Komşumun üç sene önce bana anlattıklarını kısa bir süre kafamda evirdim çevirdikten sonra arkadaşıma anlatmaya çalıştım. -“Üç sene önce bir hırsızın kurşunlarıyla tek böbreği parçalanıyor ve o böbrek alınıyor. Diğer böbreğe güvenen doktorlar bakıyorlar ki, o böbrek doğuştan işlevini yapmayan bir böbrek. Tabi şokları yaşayan aile yıllarca “hukuk” savaşı vermekte. Aile reisi sakat ve işsiz. Hiçbir sosyal güvencesi yok. 17-19 ve 9 yaşlarında üç çocuğu var. Eşi de doğuştan kalp hastası. Dün karı-koca balkonda şu konuşmalarına kulak misafiri oldum.” “…Yaşama ümidimi yitirdim. Öyle de ölüm böyle de ölüm. Nasıl olsa yarın öleceğim...Sigara içmemi engelleme.” “…Canım Allah’tan ümit kesilmez. Doktorlar senin kesinlikle sigara içmemeni söyledi. Dur bakalım yarın bize neler gösterecek?..Hem Akdeniz Üniversitesindeki o doktor, hani adı Prof.Alper Demirbaş olan var ya, işte ona gideriz...O dokuları tam uyuşmayan hastalara dahi nakil yapıyormuş...Ne olur, ümidini kırma...” Sustum…Sustuk... Arkadaşım da bu suskunluğuma eşlik etti. Bu hikayeye hazırlıklı değildi. Alt dudağını üzüntüyle ısırdı. Bir eli omzumdaydı. Hıçkırıklarımın arasında; -“ Biliyor musun, su içtiğimde, güzel bir içecek masama konduğunda, leziz bir yemeği tam kaşıklayacağımda, aklıma alt katta oturan komşum geliyor. “ -“ Neden?” -“ Çünkü o yiyemiyor. Çünkü o içemiyor. Eğer yer ve içerse vücudu bunlardan arta kalanı dışarı atacak organlarını taşıyamıyor. Kanında biriken o kimyasal atıklar, onu her gün zehirliyor. Ertesi gün hastaneye zor yetişiyor. Makineye bağlanıyor, kanı damarlarından alınıp, arıtılıyor ve tekrar damarlarına o kan veriliyor. Bu işlem sonrası, komşum bütün gün yatıyor. Yaşayan bir ölü, sanki. Öyle genç ki…” Diye ekledim. Arkadaşım kahvesinden bir yudum alacaktı, vazgeçti. Sustuk…Sustuk... Ertesi gün, komşum için ne yapabilirim, düşüncesiyle bilgisayarımın başına oturdum. Kimden, nereden nasıl maddi destek alabileceğimi ve resmi makamlara ulaşabileceğim adresleri aramaya koyuldum. Hatta; komşumun ameliyat olacağı Akdeniz Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi Prof. Alper Demirbaş’a ulaşabileceğim adresi de aradım. Keşke aramaz olsaydım. Keşke tesadüf etmeseydim…Okuduğum haber beni şok etmişti…Beynimden aşağıya kaynar sular dökülmüştü…Hayır, hayır ondan da farklı bir ruh halindeydim, şimdi…Deep freze bir anda atılmış insan gibiydim… Neden böyle olduğumu, aşağıdaki linki tıkladığınız anda anlayacaksınız… http://www.antalyabugun.com/index.php?page=haber_detay&NID=4874 Emine Pişiren/ Edremit-Akçay/2008
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Emine Pişiren, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |