İnsanlar yalnızca yaşamın amacının mutluluk olmadığını düşünmeye başlayınca, mutluluğa ulaşabilir. -George Orwell |
|
||||||||||
|
Türkiye’nin gündemi 1961 Anayasası’nın yürürlüğe konması ile geniş bir düşünce yelpazesi ile karşı karşıya kalır. O güne kadar “muhafazakâr” ve “modernist” olarak , iki ana eksen arasında yaşanan polemikler, bir anda daha çok sayıda düşünce ve ideolojilerin sahneye çıkmasıyla tam anlamıyla bir kargaşaya dönüşür. 20 yıl boyunca başta Marksizm olmak üzere,bir çok kavram taraftarlarınca, her hangi bir araştırmaya konu edilmeksizin, slogan boyutunda savunulacak, uğrunda kavgalar hatta savaşlar verilecek ve bu anlamsız macera, ülkeyi bir yıkım aşamasına getirecek ve sonucunda “12 Eylül müdahalesi “ ile noktalanacaktı. O dönemin “sol” cu geçinen , Marksist veya Leninist yahut Maoist’ leri, hem kendi aralarında, hem de karşıtı “milliyetçi” grupları ile fikir düzeyince tartışmaya başlarlar. Daha sonraları kavgaya dönüşecek bu tartışmalarda, bilen de bilmeyen de alabildiğine konuşmaktadır. Ancak “sol” kesim içinde, konuyu enine boyuna araştırıp incelemiş kafaların sayısı oldukça azdır ve bunların söyledikleri de karşılarındaki kitleler tarafından ciddiye alınmamakta ve kendileri “ ihanet”, “ provakasyon”, “ ajan” suçlamalarıyla etiketlenmektedir. Bu isimlerden biri, belki de en önemlisi Kemal Tahir (1910-1973) dir. Nitekim o da, Devlet Ana’ nın yayımlanmasından sonra, “entel” olarak adlandırılabilecek düşünce militanları, büyük bir saldırı kampanyası açarlar. Kemal Tahir belirttiği tezleriyle “dönek” lik yapmıştır. Bu yüzden de o bir “cahil” olduğu kadar, aynı zamanda “ruh hastası “ ve “gerici” bir kişilikti. Ancak kazın ayağı tabii ki böyle değildi, işin doğrusu : “… resmi tarih tasavvurunun dışında (hatta zaman zaman resmi tarihle çatışan) bir görüşü seslendiriyordu ve özgündü. Bu yüzden, yirminci yüzyılın total kavrayışını tevarüs etmiş Cumhuriyet aydınının tepkisini çekiyordu. (Bkz. Devrimler, Köy Enstitüsü ve toprak reformuyla ilgili söyledikleri.) Kendilerini ‘sosyalist’ diye pazarlayan ‘kadro artığı’ entelektüellerin de tepkisini çekiyordu. Bunlar da, Kemal Tahir’i ‘kuruluşu’ (Osmanlı’nın kuruluşunu) ve ‘kerim devlet’ fikriyatını yüceltmekle suçluyorlardı. Çünkü, Kemal Tahir, ‘Devlet Ana’da, tarihi maddeciliğin kavramlarına yüz vermemiş, bir anlamda sosyalizme ihanet etmişti…” (1) Aralarında Ömer Lütfi Barkan, Niyazi Berkes, Halil İnalcık, Şerif Mardin gibi akademisyenlerin de bulunduğu ve bu konularda tezleri olan entellektüellerin görüşlerini derinlemesine inceleyip bir senteze varır. Eleştirilerinde iki ana argüman vardı. Bunlardan biri, Marksizm’ in öngördüğü tesbit ve çözümlerin , Türkiye’ nin sosyal,siyasî ve kültürel yapısı ile bağdaşamayacağı,çünkü tarihi yapısıyla Osmanlı-Türk toplumunun, Marksizmin öngördüğü Batılı üretim şekillerinden farklı bir üretim tarzına sahip olduğunu söylüyordu. Buna ilâve olarak da, ilkel topluluk , kölecilik , feodalite ve kapitalizm evrelerini yaşanmayan Türkiye’de, sosyalist bir devrimin mümkün olamayacağını, diğeri de Cumhuriyetle öngörülen batılılaşmanın, altyapısız Türk toplumuna, soyut ve biçimsel bir üstyapı getirme çabasından başka bir şey olamayacağını vurguluyordu. Ayrıca İttihat ve Terakkî’ den bu yana “ Halka rağmen halkçılık” uygulamalarının çıkmaz sokak olduğunu ısrarla savundu. Bu düşüncelerden yola çıkarak da, köklü bir ekonomik ve toplumsal devrim yapılmadan başlatılan tepeden inme uygulamaların taklitçilikten öteye geçemeyen bir heves olacağına işaret etmişti. Üstad Marksist teorilerden yola çıkarak, bir hüküm tesis edenlere karşı şu cümlesiyle cevap veriyordu : “… bir toplumu, dış görünüşüyle bir başka topluma benzeterek bundan sosyo - ekonomik sonuçlar çıkarmak, kolaya kaçmaktır. Hele bunu, bir iki köksüz benzerlikten yola çıkarak yapmak düpedüz sahteciliktir…” Hatta gerek makaleleri ve gerekse romanlarında, Osmanlı Devlet yapısı,kölecilik ve feodalizmden farklı olarak, insanî temeller üzerine kurulduğunu,bu hasletin ise “özel" bir Türk insanı profilini ortaya çıkardığına ısrarla dikkat çekiyordu. Çünkü, onun ”… Kemal ehli olduğu kesin. Tutukevinde çile çekerek, yazının, fikrin namusunu omuzlayıp taşıyarak, bugünlerde, ruhuna aykırı bir yerde duran ‘ulusalcı’ ların dillerine pelesenk ettiği ‘bu topraklar’ın edebiyatını hakiki biçimde yaparak olgunlaşmış bir adam. Tahir aynı zamanda. Temiz kalmayı başarmış, kalbini ve kafasını satmayarak, başka bir şeye/ yere/ kişiye bırakmayarak taşıyabilmiş bir aydın. Türkiye’de esasen ‘aydın’ın içinin deşilmesinde, sorgulanmasında ve özgürce /dürüstçe tartışılmasında Kemal Tahir aslan payına sahip…” (2) bir adamdı. Romanlarını kahramanlarını hemen hemen sürgünlerden ve cezaevlerinden tanıdığı insan profillerinden seçer.Bunlar,köylerde yaşayan veya şehirlerde çalışmaya gelen gurbetçi köylülerdir.Bunların yaşadıkları zor hayatları, töreleri,çevresindeki kişilerle ilişkileri anlattıktan sonra, sosyalist bir dünya görüşüyle yorumlamıştır. Kendine özgü bir sosyalist taşımasına rağmen, Anadolu insanının taşıdığı millî ve dinî değerler sebebiyle sosyalizmi ala kabul etmeyeceğine dair kesin bir hüküm tesis eder. Özellikle romanlarının her biri işlediği konuların bir manifestosu olarak adlandırılabilir. Romanlarına baktığımızda da : “Rahmet Yolları Kesti” nin yayımlanması aşağı yukarı Yaşar Kemal’ in “ İnce Memed” i ile aynı günlere rastlar. Her iki romanda da işlenen konu aşağı yukarı aynıdır. Ancak her iki romanın baş kahramanları “eşkıya” ya, yazarların bakışları ise oldukça farklıdır. ”İnce Memed” de yazar, devlete başkaldıran eşkiyayı kahramanlaştırırken, “ RahmetYolları Kesti” de ise, devlete baş kaldıran eşkiyanın eninde sonunda yokolacağını işliyordu. Buna rağmen o günün konjonktüründe “ İnce Memed” adeta bir olay olurken, “ Rahmet Yolları Kesti” pek rağbet görmez. Ancak sonraki yıllarda, Türkiye’ de devlete karşı ortaya çıkan başkaldırıların akıbetleri Kemal Tahir’ in savunduğu görüşü haklı çıkarır. Tarihçi İsmet Bozdağ, Kemal Tahir ile nasıl tanıştığını, tanışmasıyla beraber yazarın kendisine imzaladığı kitabı ile ilgili bir anısını şöyle anlatır : "….Rahmet Yolları Kesti" çıkmıştı o zaman. Kitabını bana imzaladı. Ben o akşam ‘Rahmet Yolları Kesti’ yi okudum. Baktım kötü bir eşkıya; hain, adi, aşağılık, bayağı, pis bir herif. İsyan ettim... Ben isyan edince... ‘İnce Memed’ gibi, böyle aslanlar gibi, doğrunun yanında, kötünün karşısında gibi falan filan... Bir hafta sonra biz karşılaştık Kemal Tahir'le. Sordu bana ‘Kitabı nasıl buldun?’ diye. ‘Bulmadım’ dedim. ‘Bulmuşundur da ne buldun’ dedi. ‘Pislik yahu dedim o senin...’ Gülmeye başladı, ‘Haklısın’ dedi. ‘Eşkıya denince 'İnce Memed'i düşünürsün...’ dedi. ‘İnce Memed gibi eşkıya olur mu?’ dedi. ‘Eşkıya dediğin dağlarda gezen bir adam. Nasıl olacak da kışın karda, yazın cehennemi sıcakta tek başına yaşayacak. Mümkün mü, mutlaka onun arkasında çıkar bekleyen birtakım insanlar vardır’ dedi.’Eşkıya denilen adam adi bir uşaktan başka bir şey değildir’ dedi. Düşündüm, haklı...” (3) “ Bir Mülkiyet Kalesi “ nde, romanın baş kahramanı Mahir Efendi, Osmanlı döneminde okuma yazma bilmeyen, kurnaz bir köylü iken, yalakalıkla askeri rütbelere erişmiş birisidir. Ancak,Kuvayı Milliye areketinde birdenbire Mustafa Kemal’in saflarına gittiğinin serüvenini anlatır. Bu serüven Kemal Tahir açısından,dünü bilmek, bugünü anlamak demektir. Kemal Tahir, tek hikaye kitabı “ Göl İnsanları ” nı 1955’te yayımlar. 1939 yılında yazmaya başladığı üç adet hikâye, kitap olarak yayımlanmadan önce ilk olarak 1941 senesinde Tan Gazetesi’ nde “Cemalettin Mahir” müstear ismiyle tefrika edilmişir. Kitap ise,Kemal Tahir’ in sonradan eklediği bir hikâye ile, 4 uzun hikâyeden meydana gelir. Yazarı bu hikâyeleri yazmak için onların arasında uzun yıllar yaşamış ve gözlem yapmıştır. Türk edebiyatı tarihinde köy ve köylülüğe gerçekçi bir gözle yaklaşan ilk örneklerden biri olarak kabul edilir. 1955’ de basılan “Sağırdere”, ve 1957’ de basılan “Körduman” isimli romanlarında, Çorum’un Yamören köyü ahalisinden Kamil’in hayatını eksen alarak, köyün sorunlarını,ahlâk değerlerini, köyün ekonomik yapısı ve sorunlarını olanca genişliği ile anlatır. 1958 tarihli ”Yedi Çınar Yaylası” ,1959 tarihli “Köyün Kamburu” ve 1970 tarihli “Büyük Mal” isimli üçlemesinde, köy hayatının imparatorluktan Cumhuriyet’ e uzanan serüvenini ve “ağa” lık gerçeğini inceler. “Büyük Mal” da özellikle köyün cinsel hayatını enine boyuna araştırır. “Bozkırdaki Çekirdek” te, tek parti rejiminin “halka rağmen; halk için” felsefesiyle, köylünün kendi içinden seçilen çocuklarının “Köy Enstitüsü” adı verilen öğretim kurumlarında okutulduktan sonra, “eğitmen” adı altında yeniden köylerine gönderilip, bir anlamda orada “ rejimin bekçileri” olarak görevlendirildiklerini eleştirel bir şekilde anlatılır. Kemal Tahir için, “Enstitü“ adından da anlaşılacağı gibi, köylü için yabancı bir kurumdur. Köylünün bu kurum eliyle, faşist bir anlayışla güdülenmesine karşı çıkar. Enstitülerin başarısız olmasında en büyük faktörün de,kuruluş amacındaki bu baskıcı anlayışı gösterir. 1956’ da basılan “ Esir Şehrin İnsanları” , mütareke yıllarının İstanbul’ unda geçer. Osmanlı ordusunun Birinci Dünya Savaşı sonucu yenilgiyi kabul edip, silah bıraktıktan sonra, Osmanlı aydınlarının işgal İstanbul’undaki faaliyetlerini anlatır. Romanda ana mekân Üsküdar Bağlarbaşı’ nda bulunan bir köşktür. Bu köşk’ ten Anadolu’ ya yapılan silah ve cephane yardımlarını anlatılırken, o dönemin ahşap ağırlıklı mimarî dokusundan da oldukça söz eder. 1961’de basılan “ Esir Şehrin Mahpusu” , Esir Şehrin İnsanları’ nın devamı olarak yazılmıştır. Romanın kahramanı Kâmil Bey bir düşünce suçlusu olarak Kurtuluş Savaşı yıllarında meşhur Bekirağa Bölüğü’ nde hapistedir. Hapis hayatında hem kendisi,hem de ailesi ve kendisinin de mensubu olduğu Osmanlı aristokrasisiyle derin bir iç hesaplaşma içindedir. Düşman askerlerine kucak açan işbirlikçi kişiler, Anadolu'da gittikçe güçlenen ve taraftar bulan Kuvayı Milliye’ ye karşı bir direniş içindedir. Kâmil Bey kendisiyle yaptığı uzun bir hesaplaşma sonucunda Kuvayı Milli’ ye içinde yer almaya karar verir. Romanda Halide Edip Adıvar’ ın konuşmacı olarak isim yaptığı meşhur Sultanahmet Mitingine de yer verir, o günkü heyecan ve coşku mükemmel bir anlatımla canlandırılır. Esir Şehrin İnsanları ve Esir Şehrin Mahpusu ile birlikte üçlemenin son kitabı olan “ Yol Ayrımı “ nda Kemal Tahir, kazanılan Kurtuluş Savaşı’ ndan sonra Kâmil Efendi’ nin hapisten çıkışını, uzun yıllar ayrı kaldığı kızı Ayşe ile buluşmasını anlatır.Savaş sonrası kurulan yeni devlette, mevcut rejimden rahatsızlıklar başlamıştır. Çıkarcı kesimlerin ortaya çıktığı ve Kuva-yı Millîye’ nin dillere destan mücadelesi bir anlamda anlamını kaybetmiştir. Bu yüzden ülkenin karanlık ve totaliter bir maceraya gidişine işaret eder. “Serbest Fırka” ile başlayan, uzun yıllar sonra kısmen de olsa gerçekleşecek demokrasi girişimlerinden de söz eder. Kitap yayınlandığında, beraberinde büyük tartışmaları da beraberinde getirir.Kemal Tahir’in Atatürk düşmanı olduğu’ na dair itham ve iddialar ayyuka çıkmıştır. Bu haksız ithamlar kendisini oldukça üzmüştür. Yol Ayrımı’nda en dikkat çekici temalardan birisi de “İstanbul Bedestanı”nın anlatıldığı bölümdür. Bedestene düşmüş eski kültürümüzün eşyaları üzerindenden kültür mirasının acımasızca yok edildiğinden yakınır. 1976’ da yayımlanan “Hür Şehrin İnsanları” ile bir üçlemeye ulaşılır. Kemal Tahir’ ce 1949 yılında Çorum Cezaevi'nde yazılııp, sonradan üzerinde yeniden çalışılmakmak üzere bir kenara konulmuşsa da, bir daha üzerinde her hangi bir çalışma yapma zamanı bulunamaz. Ölümünden sonraki günlerde yazarın meşhur “sarı defterleri” arasında bulunur ve o haliyle yayımlanır. Romanda geçen kişiler, aynı zamanda Yol Ayırımı ve Kurt Kanunu’ unda kahramanları arasındadır. Konusu da Kurtuluş Savaşı sonrası Türkiyesi’ nin oldukça gergin ve hareketli bir zaman kesitinini içine alır. ” Yorgun Savaşçı”da , Osmanlı İmparatorluğunun çöküş yılları,Kurtuluş Savaşı öncesindeki yaşananlar ve “Kuva-i Milliye” nin kuruluşunu ele alır. Bu romanda yazarının işlediği ana tema, Devlet’ in sınıfsız Türk insanı için olmazsa olmaz bir kurum olduğu, Devletsiz kaldığında Batı’ daki gibi alternatif kurumları olmadığından, dağılacağını söyledikten sonra, Devleti ayakta tutarken, onun kutsallaştırılmasının da doğru olmadığına dikkat çeker. Hatta bu roman üzerine televizyon için aynı adla bir film çeken Halit Refiğ’ in eseri, 12 Eylül Cuntası’ nca “ Atatürk ilke ve inkılâpları” na aykırılıktan yakılarak imha edilmiştir. Ne acıdır ki o tarihte bu yakılma olayı karşısında ne milliyetçi, ne de sol camia herhangi bir tepki vermez. Yeniden demokrasiye geçildikten sonra, her iki cenahtan yoğun bir şekilde gelen tepkilerin ise herhangi bir değeri olmayacaktır. 1967’ de yazdığı, “ Devlet Ana” da Osmanlı devletinin kuruluş sürecinden başlayarak,toplum yapısı ve yönetim sistemini anlatır. Romanda Selçuklular’ dan bu yana Anadolu’ da kurulmuş olan devletlerin, hiçbir etnik ayrılığa yer verilmeksizin “Türk” kimliği altında oluştuğunu tesbit eder. Tarih boyunca feodal zihniyetli Avrupa’ nın Anadolu üzerindeki yağmacı taleplerine karşı ,Osmanlı’ nın “kerim” yani, koruyucu devlet zihniyeti ile talancı zihniyete karşı bir paratoner görevi yaptığını, Devletin bu tutumu ile bünyesindeki Hristiyan unsurların bile tercihini, işgalci- zorba Haçlı zihniyetinden değil de, eşitlik ve adaletten yana olan devletinden yana yaptığını anlatır. Bu kitabında çok tartışılacak “Asya Tipi Üretim Tarzı” na ilişkin görüş ve düşüncelerini açıklar. Bu kitabı Kemal Tahir’ in en çok konuşulup,tartışılan eseri olur. Kemal Tahir, “… kendi tarih felsefesinin özünü yansıtan özgür, demokratik hoş görülü doğulu bir devlet düşüncesini Devlet Ana ile anıtlaştırmak istemişti…” (4) Devlet Ana’ nın temel felsefesinin ne olduğunu, bu konuda yetkin bir kalem şöyle açıklıyor : “… Kemal Tahir`in `Devlet Ana`sı, işte bu açıdan bakıldığında, tastamam Homeros, Aristoteles ve Aldrovandi`nin içinde yer aldıkları epistemik söylemi yeniden üreten bir olağandışı (evet, olağandışı ve müstesna!) bir metin olarak ele alınmalıdır. `Devlet Ana` da, 13. yüzyıl Anadolu` sunun tarihiyle örtüşmeyen mitolojik, anekdotal (yani, rivayete dayalı) birtakım duyum ve enformasyonların, gerçeğe dayalı tarihsel bilgilerle aynı düzeye konulmasının, Kemal Tahir` i eleştirmek için kullanıldığını hatırlamalı burada. Gerçekten de, `Devlet Ana`da Yunus Emre` nin Latince konuşması, ya da dürbün kullanılmasına ilişkin bölümler, tarihsel gerçeklere aykırı düştükleri gerekçesiyle Kemal Tahir`in `cehaleti` ne (!) kanıt gösterilmişti. Oysa, eleştirenlerin Kemal Tahir` in ne yapmak istediğinden maalesef haberleri yoktu! O, 13. yüzyıl Anadolu` sunda Osmanlı devletinin kuruluşunu, Klasik dönem öncesi Episteme` siyle, yani tastamam o döneme (13. yüzyıla) denk düşen bir epistemik bütünlükle söylemselleştiriyor; romanını, bilerek ve kasden, Tarih` in, Mitoloji` nin, Masal` ın ve Rivayet` in birbirinden ayrılmadığı bir söylemle inşa ediyordu. Kemal Tahir `in, `bize ait` bir roman söylemi kurulmasına ilişkin olarak `Devlet Ana` da gerçekleştirdiği, hiç şüphe yok, büyük bir devrimdir. Nietzsche, nasıl, Yunanlıların Trajik çağındaki Apollon ve Dionysos birlikteliğini (Ölçü ve Denge söylemiyle Coşku ve Vecd söyleminin birlikteliğini), Felsefe`nin ve Şiir`in birbirinden ayrılmadığı o Sokrates–Öncesi Trajik dönemin söylemiyle yeniden inşa etmenin ardına düştüyse, Kemal Tahir de, Tarih`in ve Mitolojinin birbirinden ayrılmadığı o Kuruluş döneminin söylemini yeniden inşa etmenin ardına düşmüştü. Bunu asla unutmamak gerek! Gerçekten `bize ait` olan neyse, onun, Avrupa Modernleşmesinin dönüşümünü imleyen Klasik Dönem Episteme`sini temellük etmemiş olmamızla ilişkilendirilerek aranması gerekir. Osmanlı Medeniyetinin kendine özgülüğü, Modern Batı Medeniyetinin söylemler arasında öngördüğü radikal farklılıklara dayalı çoğulcu yaklaşımı gözardı edildiğinde kavranabilir ancak. Osmanlı Medeniyetinin, tekil ve biricik bir söylemin içinden İnsan`a ve Dünya`ya bakıyor olması, bana göre elbet, İslam`ın Tevhid konsepti ile temellendirilebilinir. Ama bu, bir başka yazının konusudur…” (5) “ Kurt Kanunu” da yeni kurulan Cumhuriyet Türkiye’ sindeki siyasî çekişmeler, iktidar ile muhalefet arasındaki mücadeleler ve Mustafa Kemal’ e karşı girişilen İzmir’ deki suikasti anlatılır. Romanda geçen olayların ana mekânları, İstanbul Nişantaşı ve Aksaray’daki ahşap evler, Belgrat Ormanları’ ndaki bir çiftlik evidir. Ne var ki Kurt Kanunu (1969) İzmir suikastini hazırlayanların hesaplaşmasını yansıtırken, tıpkı Yol Ayrımı’nda olduğunca, siyasal çekişmelerin, amansız rekabetlerin ürkütücü dünyasına korkulu ve umutsuz bir bakış açısıyla yaklaşır. Bütün bu kitaplarında ,Tanzimat’tan başlayıp, Cumhuriye’ tin kuruluşunun sonrasına kadarki tarihimizin hesaplaşmasını yapıp, yorumlarıyla , Türkiye üzerine gerçekçi tezler yazmıştır. Bütün ömrünü Türkiye üzerine düşünmeye hasreden bu özgün insan,ancak ölümünden 30 yıl sonra Kültür Bakanı’ nın himayesinde Atatürk Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilen bir törenle Devletiyle barışacaktır. Son sözü, onun en çok etkilediği, Sinemamızın önemli yönetmeni Halit Refiğ’ e bırakıyorum: “… Kemal Tahir bugün Türk entelektüelinin gündemi dışında kalmış görünmektedir. Neden? Çünki Kemal Tahir, esas itibariyle, bağımsız devlet yandaşı idi. Türkiye"nin tarihe dayanan özelliklerinden ötürü Batılılaşamayacağını düşünmekte, gene tarihi gerçeklerden ötürü geriye dönmesinin, yeniden Osmanlılaşmasının da mümkün olamayacağını söylemekteydi. Kemal Tahir resmi ideolojiyi "bağımsız milli devlet" esasından çıkarıp, "Batı"ya bağımlı toplum" haline getirmeye çalışanlara da karşıydı…” (6) KAYNAKÇA : (1)Ahmet KEKEÇ, “ Kemal Tahir Ergenekon’ a Nanik Yapıyor”, Star Gazetesi, 15 Nisan 2008 (2) Sadık YALSIZUÇANLAR, “ Hem Kemal Ehli,Hem Tahir Bir Adam”, Star Gazetesi, 21 Nisan 2008 (3) İsmet BOZDAĞ, “Kemal Tahir’ in Sohbetleri”, Emre Yayınları, İstanbul/2006, Arka kapak kitap tanıtım yazısı (4) Ali GEVGİLİLİ, Milliyet Gazetesi, 25 Nisan 1973 (5) Hilmi YAVUZ,”Kemal Tahir, Söylemin Biricikliği ve İslâm”,Zaman Gazetesi, 15 Mart 2002 (6)Halit REFİĞ, “ Kemal Tahir’ i Hatırlayan Var mı ? “, StarGazetesi, 21 Nisan 2008
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Salih Zeki Çavdaroğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |