Tarihler 1034’ü gösterdiğinde İslâm âlemi içerisinde düpedüz bir fitne ve küfür oluşturacak ve tarihte adını küfürle sık sık duyuracak olan, cennet vaatçisi, sahte peygamber ve küfür temelli acımasız çetenin ve tarikatın lideri Hasan Sabbâh dünyaya gelmiştir.
Aslında bu söylediklerimizi ona çok görmemek gerekir; zira doğduğu ortam ve inandığı mezhep (Şia) buna oldukça elverişli idi. Şimdi adı geçen şahsa neden bu unvanları yakıştırdığımızı kısaca izah edecek olur isek şunları söyleyebiliriz:
Hasan Sabbah fedaîlerine kendisinin peygamber olduğunu ve cennetin anahtarlarının Tanrı tarafından kendisine verildiğini söyleyerek, verdiği emirleri yerine getirdikleri takdirde onları ebedî cennete göndereceğini söyleyip, onları sapık emellerinde taşeron olarak kullanmıştır. Fedailerine afyon (esrar) içirerek, istediği kişileri öldürtmüş; özellikle Büyük Selçuklu Devleti ve ona tâbi olan Sünnî Müslümanlar için tehdit unsuru oluşturmuştur. Bu mevzuu olmuş bitmiş bir şey değildir, günümüzde varlığını halen devam ettirmekte olan Şia inançlı İran devleti’nin ve onun küçük örneği olan Alevî kitlenin küçük farklılıklarla devam ettirmekte olduğu bir dava durumundadır.
Ele geçirdiği müstahkem kalelerle gücünü arttıran Hasan Sabbâh, pek çok devlet adamı ve âlimi fedailerine katlettirmiştir. Hasan Sabbah’ın batıl fikirlerini fark edip bu fitne ağacını kökten kazımak için harekete geçen Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah, bu küfre Sünni yumruğunu indiren şu etkileyici mektubu Hasan Sabbah’a göndermiştir. İşte o mektup:
“Hasan Sabbah bilsin ki, Sem-i Hümayunumuza vasıl olduğu veçhile ortaya sen, yeni bir din ve millet çıkarmışsın ve insanları aldatıyorsun. Ve zamanın padişahına isyan niyetindesin. Ve cahil dağlıları toplayarak tabiatlarına mülâyim sözler ile onları her istediğin kimseyi bıçaklatmak için hazırlıyorsun. Mülk ve milletinin kuvveti ve din ve devletinin nizamı kendilerine müstahkem olan hülefâ-i İslâm hakkında tân ediyorsun. Bu dalaleti terk ile Müslüman olman lazımdır. Yoksa üzerine gönderilmek üzere büyük bir ordu hazırdır. Cevap vermeye kalkarak zinhar kendini bela vartasına atmayasın. Ve kendi canına ve tâbilerine acıyasın… Elindeki kalenin müstahkemliğine mağrur olmayasın. Ve hakikaten bil ki Alamut Kalesi’nin burçları göğün burçlarından olsa inayet-i ilâhiye ile hâk ile yeksan ederim.”
Sultan Melikşah
Hasan Sabbâh fitnesi ve kurmuş olduğu Bâtınî tarikatı ile en çok mücadele eden devlet, şüphesiz Büyük Selçuklu devleti olmuş; fakat Hasan Sabbâh’ın 1124 yılında meskeni olan Alamut Kalesi’nde ölmesi, atalarımızı bu fitnenin kellesini alma şerefinden mahrum etmiş ise de onun devamı olan “küfür ağacı”nın kökünü kazıma işi de en az onlar kadar inançsız olan vahşi Moğollara nasip olmuştur. Netice itibari ile “Dinsizin Hakkından İmansız Gelmiştir”. Fakat Bâtınî fitnesi farklı isimlerle günümüze kadar gelmiştir ve hâlâ da devam etmektedir.
Bu mektuptan yola çıkarak, şunları söyleyebiliriz ki; atalarımız nasıl geçmişte, küfürle, kanlarının son damlasına kadar mücadele etmişlerse biz de atalarımıza layık olmak ve onların kemiklerini sızlatmamak için günümüzün fitneleri ile mücadele etmeli ve bu mücadeleden asla yılmamalıyız.
Allahın selâmeti üzerine olsun…