..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Hiçbir şey insan kadar yükselemez ve alçalamaz. -Hölderlin
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Bilim Kurgu > Levent Ölçer




11 Aralık 2009
Ufuklar: Kırmızı Bölge - 18  
Yeni hayat.

Levent Ölçer


Kimi yerleri biraz erotikli bir Ufuklar bölümü oldu. Hikaye kendini yazdı, ben sadece kalemi tuttum. Sürçü lisan eylediysek bu defalık mazur görün..


:DJFJ:
Canan çalar saatin yumuşak uyandırma sesiyle yeni bir güne gözlerini açtı.

Hala bazı sabahlar eskinin alışkanlığı ile güne lanetler ederek ve zarif bir hanımın ağzına yakışmayacak küfürlerle yatağından kalksa da bu o sabahlardan değildi. Güzel bir gecenin ardından gelen güzel bir sabahtı. Bir pazartesi sabahı olması da umurunda değildi çünkü yeni hayatını seviyordu..

Yeni hayat..

Eski hayatını düşünmek bile istemiyordu. Yeni hayatından fazlasıyla memnundu ve çok bencilce olsa da bugünlere gelebilmek için dünyanın ödediği bedeli hiç de pahalı bulmuyordu. Mutsuz ve en berbatı da umutsuz bir hayatı yaşarken şimdi bu yeni dünyada ve yeni hayatında çok mutluydu. Bunun için 9 milyar insanın ölmüş olmasını düşündüğünde üzülüyordu ama kötümserlik hayatta kalanların becerilerinden değildi. İyimserlik öyleydi. 9 milyar insanın ölümü dünyaya yeni bir yaşam tarzı hediye etmişti.

Yeni yapılan gökdelen bloklarından birindeki güzel bir İstanbul manzarasına sahip dairesinde, Meteor öncesi dönemde lüks sayılabilecek konforlu bir evde yaşıyordu. Bugünün dünyasında bu daha ilk kuruluş günlerinde bile insana verilen değerin işaretleri her yerde göze hücum ediyordu doğrusu. Yeniden inşa döneminin bu zor zamanlarında bile Federasyon'un vatandaşlarına sağladığı imkanlar geleceğe dair en çılgın rüyaların bile gerçekleşeceğine dair umutları perçinliyordu.

Molozlar kalkıyor ve süratle inşaatlar birbirini izliyordu. Şehirlerin yaraları iyileştiriliyor, yeni şehirler kuruluyordu. Halkın yaşadığı dehşetli günlerin etkisinden bir an evvel çıkması için yönetimdekiler durmaksızın çalışıyor ve yeni dünyayı inşa ediyordu.

Barınak, yiyecek, içecek, giyecek, temizlik, iş, sağlık, adalet hep Federasyon'un her vatandaşına ücretsiz ve kayıtsız şartsız sağladığı temel haklar idi. Seçme ve ifade özgürlüğü hiç olmadığı kadar geniş sınırlara sahipti.. Halk bu yeni dönemde sokaklarda ve meydanlarda isteklerini haykırıp kendi geleceğine nasıl bir yön çizilmesini istediğini seslendiriyordu! Bu sesler belki yüksek ve heyecanlıydı ama Buhran Yıllarındaki gibi şiddet yoktu sokaklarda.. Sokaklar bütün bu heyecanıyla bir anarşi değil karnaval alanı gibiydi. Çünkü bu defa liderler dinliyordu ve bu defa liderler bu seslerdeki isteklere cevap verebilmek için gecesini gündüzüne katıyordu. Bu defa halk liderine güveniyordu..

Canan bol buharlı sıcak ve uzun bir duştan sonra, balkonundan Boğaz'ın ışıldayan sabah manzarasını izlerken, bir yudum portakal suyu ile dudaklarını ıslattı. Tadı nefisti. Canan bu yeni hayatı seviyordu. Tatlı tatlı gülümsedi.

Başarı odaklı bir sistemin hakim olduğu bir zamanda doğmuş, büyümüş ve bu sistemin çöküşünü yaşamıştı.. Hem de ne çöküş.. Hepsi hep beraberce bu sistemin yıkıntılarının altında kalmıştı. İnsanları açgözlü ve kibirli yapan canavarca bir kapitalizmin ardından dünya Büyük Bunalım yıllarında kendini parçalamıştı.

“Teşekkürler Ruth. Teşekkürler Kovan,” diye rahatsızca, asık suratla mırıldandı ve martı sesleri arasında bir yudum daha portakal suyu çekti. “En çok da sana teşekkürler Elmo,” derken gülümsedi Canan. Yüzü aydınlandı. Neşelendi.

Başarıya odaklı bir sistemden insana odaklı bir sisteme geçilmesinde çok az kişi Başkan Elmo Romano kadar pay sahibiydi. Elmo gün geçtikçe sayıları artan koca bir hayran-takipçi kitlesine sahipti ve heykellerinin dikilmesi için öneriler bile dile getiriliyordu..

Canan insan odaklı sistemin can verdiklerinden biriydi ve bu yeni dünyadaki yeni hayatından fazlasıyla memnundu. Asla başarılı bir öğrenci olamamıştı. Ablası gibi çalışkan değildi. Abisi gibi uslu ve iyi huylu da değildi. Aslında ailesi için hep bir başbelası ve utanç kaynağı olagelmişti.

Nasıl olmasındı. Canan okulda kendisi ile şişman ve çirkin olduğu için alay eden kız ve erkeklerle kavga ederek ilkokulu güçlükle bitirmişti. Ortaokul senelerinde öğretmenleri onu hiç sevememişti ve o da onları sevmemişti açıkçası. Lise yılları da ortaokul ve ilkokul yıllarından farklı değildi. Tembel ve başarısız, kavgacı, saygısız bir öğrenci.. Çirkin ve şişman, sivilceli, dört gözlü bir kız..

“Günaydın Canan!” diye seslenen karşı dairenin balkonundaki yakışıklı inşaat mühendisi komşusuydu. Şehri yeniden inşa eden ekipteki bu zeki ve terbiyeli adam gökdelendeki bekar hanımlar için bir yarışma gibiydi.

Bu komşuya bayılıyordu Canan. Sabahları balkonda karşılaşmalarına da bayılıyordu. Sabahları balkona çıkışının sebeblerinden en önemlisi zaten onunla karşılaşmaktı.

“Günaydın Cemil. Bu sabah erkencisin,” derken gülümsüyordu Canan. Aslında 5 dakika geç kalmıştı ama olsundu..

“Aslında biraz geç kaldım.Uyanmakta zorlandım. Bu yeni sosyal tesislerin inşası için çok sıkı çalışıyoruz. Bütün ekip işini çok hevesle yapıyor ama çok da yoruluyoruz.”

“Biraz eğlenceye de vakit ayır Cemil. Yeni bir dünyada yaşıyoruz, tadını çıkart.” Canan bunu nasıl söyleyebildiğine şaşırdı. Bu adamı hem istiyordu hem de üzerinde bir çekingenlik vardı. Şimdi her nasılsa hiç planlamadan ağzından çok doğal biçimde dökülmüştü bu sözler. Biraz davetkar mı kaçmıştı yoksa..

“Evet, galiba haklısın. Bir yerden başlamam gerek sanırım. Bana yardımcı olmaya ne dersin? Bu gece beraberce birşeyler yapalım mı? Mesela bir yemek, belki Boğaz'da bir tekne turu?”
Canan biraz davetkar kaçtığına emin oldu ama fazla önemsemedi. Karşıdan gelen tepki de fırsatçıdan ziyade acemice ve çekingendi. Bu ne hoş bir sabahtı böyle!

Canan'ın kalbi küt küt atıyordu. Aldığı eğitime rağmen bazen duygularını kontrolde cidden zorlanıyordı. Aldığı eğitim ona işaretleri okumayı öğretmişti ve Cemil'in kalbinin de küt küt attığını görmek onu biraz olsun rahatlatıyordu.

“Şey, neden olmasın. Bu gece için önemli bir planım yok. Harika olur.” Harika mı olur! Bu MÜTHİŞ olurdu! Evet kızlar avucunuzu yalayın dedi Canan. Bu raund benimdir diye içinden zafer naraları atıyordu genç kadın.

“Harika akşam yedi gibi seni alırım. Senin için uygun mu?”

Nezaketin beni tatlı tatlı öldürüyor diye içi giderken sakince cevap verdi Canan, “Yedi iyi. Biraz gecikebilirim ama öyle olursa haber vermeye çalışırım. Biliyorsun, iş durumu,” diye konuştu.

“Evet biliyorum,” dedi Cemil. Canan gibi bir genç kadının bu işte olması, onun gibi genç kadınların bu işlerde olması hala genç adamın pek alışamadığı birşeydi.

“Giyinmeliyim. Bu sabah bir toplantı olacak. Biraz erken gidip ön hazırlıklarımı yapayım. İyi günler Canan. Unutma yedide,” diye gülümseyerek hatırlattı Cemil.
“Unutmam, iyi günler,” diyerek Cemil'in arksında şöyle alıcı gözlerle süzerek baktı genç kadın. Omuzları geniş ve güçlüydü. Poposu sıkıydı. Üstelikte iyi eğitimli ve nazikti. Konuşmasını da biliyordu! Bundan iyisi şamda kayısıydı.

Canan içeri geçti ve giyinmeden önce üzerindeki sabahlıkları ayna önünde şöyle bir soyundu.

Kendini, yeni Canan'ı seyretmeyi seviyordu Canan. Eski Canan ile aralarında dağlar kadar fark vardı. Aslında bu büyük ölçüde yanlıştı ve aslında bu büyük ölçüde doğruydu. Fiziksel olarak değişmişti ve hayata karşı takındığı bu yeni duruş da onu eskiden beri tanıyanların gözünde tamamen bambaşka biri olmuş gibi gösteriyordu. Ama biliyordu ki asıl olan insanın içindekiydi. Yıllar boyunca hiç değişmemişti. O hala aynı Canan'dı. Değişen sadece dünya ve onun insanlara bakışı-insanları değerlendirme yöntemiydi.

Fiziksel değişim mi? Elbette büyük bir değişim yaşamıştı. Artık dört gözlü değildi. Basit bir müdahale ile 10 saniyede gözleri kartal gözü halini almıştı. Sivilce sorunu mu? Bir seans ve 5 dakika içinde geri gelmemek üzere kesin çözüm. Şişmanlık? Yeni tıbbi teknikler ve ilaçlar-teşhisler ile nedenleri ortaya dökülünce şişmanlık gerek fiziksel gerek psikolojik olarak tedavi edilebilir ve kontrol altında tutulabilir bir durumdu; Canan da 90-60-90 şeklinde onu çok iyi kontrol edebiliyordu.

Ayna karşısında kendisine böyle hayran ve memnun gözlerle bakarken her defasında aklı geçmişe de gitmiyor da değildi hani.. Sıradan bir santral görevlisi olarak geçen düşük maaşlı ve bol stresli ilk gençlik yıllarından geriye acıların tortusu ve zor kazanılmış kıymetli hayat tecrübeleri kalmıştı. Yıllar ona insanlığın rezilliğini ve dünyanın kötülüğünü öğretmişti. Umutsuz, mutsuz ve bezgin, bıkkın bir dünyada yalnız ve öfkeli bir hayatı olmuştu. Sonra booom! Önce Buhran ve ardından da Meteor gelmişti. Kovan ile savaş ve uzaylılar derken hayatın yönü bir anda doksan derece değişmişti.

Ayna önünde güzel, uzun, dalgalı siyah saçlarını okşadı. Elleri pürüzsüz bronz cildinde dolanıp dolgun, yay kıvrımlı dudaklarından boynuna aktı. Elleri vücudunun güzel yuvarlaklarından süzülen su damlaları gibi süzülüp göbeğinden aşağıya taa en kıymetli mücevherine kadar indi.. Heyacan ve telaşla inledi..

Canan 29 yaşındaydı ve hala bakireydi. Bu uzun zamandır kurtulmayı istediği bir yüktü ama lanet olasıca doğru kişiyi bir türlü bulamamıştı.

Okul yıllarında bu çirkin ve şişman kızın da iyi erkek arkadaşları olmuştu ama onlar “arkadaş” kalmaktan öteye geçmemişti. Canan o zamanlar pek bir çekici olmadığını kendisi de kabul ediyordu ama bu ayrı bir konuydu. Sonraki yıllarda kendine daha bir çeki düzen vermişti ama hala “sıfır beden sıska kaltaklar” ile boy ölçüşmeyi hayal bile edemezdi. Erkekler ile çalıştığı iş ortamı nedeniyle tanışabiliyordu ama ona yaklaşanların tek isteklerinin skor yapmak olduğu ya çok açıktı ya da hiçbir çekicilikleri yoktu-hatta iticiydiler.. Canan şiddetle yaşadığı bu sorunu tanıdığı başka iş arkadaşlarının da yaşadığına tanık olmuştu. Bu kızlar çevrelerindeki erkeklerden daha ince ruhlu ve daha bir okumuş-görmüş tiplerdi. Sadece skor peşinde koşan, sadece sekse odaklanmış mağara devrinden kalma erkeklerin koca sürüler halinde gezdiği bir şehirde, bu hanımlar et restoranında yemeye mahkum vejeteryanlara benziyordu. Sonuç, 40 yaşına gelip hala bakire olan okumuş koca kızlardı..

“Ben öyle olmak istemiyorum,” diye endişe ile mırıldandı Canan. Bir çocuk gibi savunmasız hissetmişti şimdi. Bir çocuk gibi bir köşeye sinip çöktü ve gözlerinden süzülen iki damla yaş ile dizlerini ellerini kavuşturup çırılçıplak oturdu kaldı..


İstanbul'daki Boğaz Üssü-MZ38'de görevli Sinan Yüzbaşı güne erken başlamıştı. Üssün kafeteryasında kahvaltıyla beraber sabah gazetelerini okuyup mesajlarını ve görev emirlerini inceliyordu. Görünüşe bakılırsa yine güzel bir günde yine yerin birkaç yüz metre altındaki Kovan artığı tünellerde iz sürecektiler. Yine birkaç öcü ve birkaç düzine köpekçek hatta bir iki tünelsolucanı ile kapışacaktılar. Sıradan bir gün olacaktı..

Sıradan demişken, aslında bu sıradan bir güne pek benzemiyordu. Canan Teğmen hala gelmemişti. Sabahları ilk gelenlerden biri olurdu Pilot Teğmen Canan. Genelde kahve faslı esnasında günlük haberlerden laflar ve görev planı üzerinden geçip günlük olaylardan, yeni dünyadan söz ederlerdi.

“Yüzbaşım silah yükü için hangi kitleri alalım? O bölgeden gelen raporlar çok karışık. Neyle karşılaşabileceğimizi pek bilmiyorum,” diye sordu Hasan Çavuş.
AVİ hattının ucundaki silah arkadaşının görüntüsüne bakıp biran düşündü Sinan. Bu kararları genelde Canan verirdi. Sinan hareket adamıydı. Pilot mevzuları onu sıkıyordu. Ağzını açıp birşey söyleyecekti ki arkadan gelen bir ses onun yerine cevap verdi.
“Cuma günkü kitlerin aynısını yükleyin Hasan. Çok amaçlı düşük güçlü roketler ve destek mühimmatından bir eşit karışık kit,” diye konuşan Canan'dı.
“Hanımı duydun Çavuş,” diye gülümsedi Sinan.
Hasan Çavuş gülümseyerek ama ciddice cevapladı.
“Emredersiniz Komutanım.”

“Geçiktin yahu. Herşey yolunda mı?”
“Ben hanım değilim, bir Teğmenim, subayım,” diye ciddi ciddi dayılandı Canan.

Sinan bir an öyle durdu kaldı ve sonra gülmeye başladı. Canan'ın omuzuna kahkahalarla dostça vurdu.
“Bir an cidden yedim yahu..”
Canan da gülüyordu.
“Tamamen şaka sayılmazdı.”

Sinan yine bir kahkaha ile gülmeye başladı. Sinan kahkahalarla gülmeye bayılırdı ve her fırsatta kahkahalarını koyverirdi. Hatta bazen fırsat olmasa bile koyverirdi ki bu bazen zamansız olduğunda çevredekilerin yüreği ağzına gelir ve bir dolu küfüre-ters bakışa da hedef olurdu. Sinan umursamazlık ve beceri ile güvenilir dostuğun şeytan tüyü ile birleşmiş haliydi. Bu sinir bozucu anlar bu yüzden arada kaynar giderdi.

“Sen ne tarafından kalktın bu sabah be yaa,” diye cidden merakla ve gülümseyerek sordu Sinan.
Canan ile ve diğerleri ile arası hep iyi olagelmişti. Sinan sevilen bir komutan ve subaydı. Astları kadar üstleri ile de arası ÇOK iyiydi. Saygı ile samimiyet kokteylini çok kendine özgü ve çok tatlı bir biçimde yapardı Sinan-hata yapmazdı. “Bir kadın üniforma giyse bile benim gözümde hala ilk önce bir kadındır. Yanlış anlama cinsiyet ayrımcısı değilim ama üniforma orada bile olsa bir hanım benim gözümde zarafet ve nezaketi, güzelliği temsil eder,” bunu söylerken bir an durakladı ve etrafına bakındı, Demir Leydi olarak anılan üs komutanları Nazlı Yarbay'ı hatırlamıştı. “İstisnalar kaideyi bozmaz.”

Canan da anlamıştı kimi kastettiğini. Güldü. Sonra şöyle bir aklını toparladı. Sinan ile muhabbet etmeyi severdi ve bir kız arkadaşıymış gibi onunla pek çok şeyi rahatça konuşabilirdi. Sinan rütbece üstü ve komutanıydı ama aynı zamanda sıkı bir sırdaş ve çok geyik bir iş-silah arkadaşıydı.

“Cemil bana akşam yemeğine çıkmayı teklif etti. Bu sabah,” diye sanki biraz acemice utanarak söylemişti. Güzel yüzü gülümseme ile aydınlanmıştı. Bu kıza çirkin diyenler ördeğin dönüştüğü bu kuğuyu ve şu gülümsemeyi bir de şimdi görse kendilerini lanetlerdi..
“Ahh, seni şanslı şıllık,” diye takılarak cidden sevindi Sinan. Canan'ı severdi ve onun bu mühendisten hoşlandığını da biliyordu. Arkadaşlarının mutlu olması onu da mutlu ediyordu. Ama işin burada bitmediğini sezmişti. Birşeyler vardı ve bu Canan'ı rahatsız ediyordu.
“Sorun ne? Niye tereddüt ediyosun?”

Canan muhabbetlerinde Sinan'a erkek arkadaşlarından söz ederken ayrıntılara pek girmemişti ve şimdi de o kadar derin ayrıntıya inmeye niyeti yoktu. Bazı şeyler en yakın arkadaşına bile söylenmezdi. En azından o böyle düşünüyordu. Hele ki bir erkeğe bunu söylemeyi düşünmek karnına ağrılar veriyordu..

“Bak Canan, erkekler hakkında düşüncelerini biliyorum, ilişkilerinde pek şanslı değilmişsin..”

Sinan konuşurken Canan içinden, “ne ilişkisi, hepsi sadece vuruş yapmak isteyen bir düzine hayvan ile harcanmış birkaç gün. Daha doğru dürüst bir öpüşmeye bile dudağım değmedi. Tenime yıllardır erkek eli değmedi.. Sen ne ilişkisinden bahsediyosun bu mağara adamları ile Sinan!!” diye bağırıyordu ama dışarıdan çok sakindi. Sadece sustu.

“..Bu hep böyle olmayacak Canan. Bak yeni bir dünya ve yeni bir hayat var artık. Dışarda koca bir Galaksi hatta Galaksiler olduğunu öğrendik. Daha macera yeni başlıyor. Kurtar kendini bu karamsarlıktan. Karamsarlık yaşamın asla sahip olmaması gereken bir niteliktir, Canan. Yaşamalısın. Çok hoş bir hanımsın ve dışarda senin gibi güzel, zarif bir hanımın arkadaşlığına gerçek değerini verecek efendi adamlar da var. Kurtul karamsarlığından, kurtul ondan.”

Canan içinden haykırıyordu, “Yıllardır ondan kurtulmaya çalışıyorum! Verecek doğru adamı bulamadım! Sinan! Lanet olsun nasıl anlatacam derdimi! Kimlere gidecem! Ben ne yapcam şimdi! Cemil'in yanına bakire gidemem! Utanıyorum! Öyle olsun istemiyorum! Böyle olsun istemiyorum! Allahım ben napcam!”

“Ben gidip kalkış hazırlıkları yapayım Sinan. Yarım saat içinde piste çıkmış olurum.”
Sinan gülümsedi.
“Peki Canan. Ben de takımın hazırlıklarını kontrol edeyim. Kafana takma buluruz bir çaresini. Hele şu görevi bi devirelim,”

Canan bazen Sinan'ın da bir psişik olup olmadığını merak ediyordu. Ama yok canım. Olamazdı.

Federasyon yasaları ve uygulamaları bu konuda çok netti. Uzun ve sorunlu dönemler sonunda evrendeki pek çok uygarlığın geliştirdiği bir yöntemden söz etmişti Tüccarlar. Tüccarlar diyordu ki çoğu medeniyette psişikler bu yeteneklerini diğerlerinin ve kendilerinin yanlış anlamalara maruz kalmaması için “gyph” taşları ile açıkça gösteriyordu. Farklı renklerdeki farklı özelliklerdeki psişik güçlü gyph taşları telepatik güçlerin gizlice kullanımına karşı en önemli tedbirdi. Federasyonun bütün telepatları bu gyph taşlarından bir nişanı görülebilecek şekilde bir yüzük, bilezik, madalyon, küpe şeklinde taşımak zorundaydı ki bu hem onlar hem de çevrelerindeki telepat olmayanlar için huzuru muhafaza eden bir önlemdi. Bu nişanları taşımamanın ağır cezaları ve yaptırımları vardı.

Sinan 12 kişilik takımının donanımını kendisi bizzat kotrol etti. Hem elle hem bilgisayar ile bütün kontrolleri iki kez yaptıktan sonra Canan'a kalkış onayını verdi.

Federasyon uzayda olduğu kadar dünya yüzeyinde de durmadan çalışıyordu. Bu dönemde boş geçen an yoktu. Dünya yeniden ve yeni bir anlayışla inşa ediliyordu. Yeni dünya üzerindeki yaklaşık 1 milyarlık nüfus yaklaşık 300 Şehir Bölgesinde ve daha küçük binlerce Yerleşim Bölgesinde hala inşa edilmekte olan yeni bir çağın yeni yaşam alanlarında yaşıyordu. Bu yaşam alanlarından başka dünya üzerinde Doğal Yaşam Bölgeleri de çok büyük bir alana yayılmış parklar gibiydi. Askeri Bölgeler ve Tarımsal Bölgeler yanında Bilimsel ve Endüstriyel Bölgeler de belirlenmiş ve inşaatlar, düzenlemeler son sürat yol alıyordu.

Dünya üzerinde bir de Kırmızı Bölgeler vardı. Dünya üzerinde hala Kovan vardı..

İşte bu Kırmızı Bölgeler, Kovan tehlikesi olan bölgelerdi. Kovan belki yeryüzünde çok büyük bir tehlike değildi ama hala kirli ve tehlikeli bölgeler vardı. Kovan ciddi anlamda ve her anlamda yeraltına inmişti. Kalan küçük guruplar halindeki Kovan güçleri sinsilik evrimi ile saklanmaya dönük özellikler geliştirmişti ve Grekul gözleri bile tam anlamı ile hatasız bir yer tespiti yapmaktan uzaktı. Kovan sadece hareket halindeyken ve sinir bozacak kadar büyük bir sapma payı ile tespit edilebiliyordu. Orada olduğu biliniyordu ama harekete geçtiğinde bile tam yer tespiti ancak sıcak temasla mümkündü.

MX-6 Foxtail tipi çok rollü muharebe aracı görüntü olarak bir melezdi. Bir Apache, bir Backhawk ve bir Chinook'u hatırlatan hatlara sahipti. 2 Pilot ve 12 askeri tam teçhizatları ile rahatça taşyabilen bu uçucu sınırlı uzay kabiliyetine bile sahipti. Bu tür görevler için iyi bir vurucu ve destek ateş gücü vardı. Şimdi süratle hedef bölgeye yol alan araç ve içindekiler muharebeye hazırdı.

Dünyanın çeşitli yerlerindeki Kovan'ın devasa yeraltı dehlizlerinde, tüneller sisteminde Foxtail çok iyi iş görüyordu. Kovan tünelcileri olan solucanlar cidden büyük ama cüssesine göre düşük tehlike arzeden işçi sınıfı ünitelerdi. Bu tünelciler hareket halindeyken güçlü sismograf sistemlerce kolayca algılandığından öncelikli hedef değildi. Hatta pek çok temizlenmiş bölgede bu tünel bölgeleri madencilik için faydalı altyapıyı oluşturduğu için bu solucanların bazı şartlarda kontrollü olarak dolaşımına izin verilen bir ortam vardı.

Sinan ikinci takım komutanı olan Ali Teğmen'le klasik geyiklerinden birine dalmış hararetli hararetli “Star Wars'ın İmparatorluk mu döver yoksa Stargate'in Kadimleri mi” konusunda atıp tutuyordu.
“.bir kere Star Wars aşmış Ali. Kadimler barışçı be olum. Herifler yükselmenin derdine düşmüş. Ascension babam Ascension.. İmparatorluk öyle mi? Adamların Ölüm yıldızı var. Göçertme derdindeler..”
“Abi iyi diyon da İmparatorluk bir Galaksiye tıkılıp kalmış. Kadimler Galaksiler arasında rahat rahat fink atıyo.. Enerji güçtür abi.. Kadimlerin güneşleri hasatlaması bir yana ZPM'leri var, herifler hiperuzaydan güç sifonluyo..”
“Yav aliciğim bak ne güzel dedin, enerji güçtür dedin.. İmparatorluk Ölüm yıldızı yapmış bir vuruşta kalkanlı gezegenleri bile patlatıyor.. O kalkanlar ki yüzlerce gemilik filoların kuşatmasına dayanır, bir atışta göçüyor.. Babacığım İmparatorluk savaşçı bir defa yahu.. Herifler dört günde bir Yıldız Destroyeri üretebiliyor. Kadimlerde var mı öyle bir endüstriyel kapasite?”
Bu konuşmaların arasına limon olan hep çıkardı. Bu defaki Merve Onbaşıydı.
“Star Trek ikisini de döver. Gezegen yoketmek iş değil. Yıldız Federasyonu gezegen yaratan GENESIS Silahına sahip.”
Ali hemen atıldı.
“O bi kere varolan bir gezegeni değiştiren bir silah. Üstelik dengesiz. Yarattığı gezegen süratle yaşlanıp ölüyor.. Hem mesele yaratmak ise Kadimler koca bir galakside istedikleri nitelikte ekosistemler ve yaşam yaratacak ya da yok edecek Dakara Süper Silahına sahip..”
Sinan da ekliyordu,
“Ne yaratması arkadaşlar, biz burda savaşıp yok etmekten söz ediyoruz yahu.. Hem Merve afedersin ama Federasyon Borglar ile zor başa çıkıyor, onlar kim İmparatorluğa bulaşmak kim..”
“Kadimlere hiç bulaşamazlar..” diye de hızlıca ekledi Ali. Sinan, Ali'ye “hadi len” dercesine bi bakış attı.
Merve kolay pes etmezdi. Sağdan olmazsa soldan vururdu.
“Sizin Kadimleriniz kibirli ve beceriksiz ağlak bebeler. Oh oldu da Wraithler defterlerini dürdü. İmparatorluk da zalim ve zorba. Galaksiyi sömürüp suyunu çıkardı, sonunda belasını buldu..”
İşler kızışıyodu.. Ali söyleyecek laf ararken Sinan çatık kaşlarla füzeyi yolladı.
“Senin Federasyonun çok mu iyi? Kominist ülen Federasyon,”
Ali “yok deve” der gibi baktı Sinan'a. Diğerleri de güldüler, kahkahalar ve gülüşmeler oldu. Hatta Canan bile derin düşünceler içinden farkında olmadan dinlediği bu konuşmaya gülümsedi.
“Sinan, öyle bir attın ki..” dedi Merve gülerken.
“Yahu ne atması. Siz o kadar Star Trek filminde Yıldız Filosu ve Federasyon dışında özel sektöre ait ürün gördünüz mü? Şahsa ait tek bir gemi var mıydı? Bir şirket ya da marka adıyla karşılaştınız mı? Ticaret yok, para yok, mülkiyet yok.. Eee? Bu komünizm değil mi? Herşeyde Federasyon ve Yıldız filosu tekeli var. Ne farkı var bunun komünizmden? Özel sektörün Star Trek evreninde olmayışı bütün Federasyon vatandaşlarının Federasyonun köleleri olduğunun göstergesidir. Bu mu senin çok gelişmiş özgür Federasyonun? Sen İmparatorluğu öp de başının üstüne koy yahu,” diye gülerek bitirdi Sinan.

Merve bu defa bir şey söylemek istiyordu ama söz bulamıyordu. Cidden de şöyle bir düşünüyordu da.. Federasyon komünistti yaaa, vay anasını.. Hainler.. Özgürlük, demokrasi, kaliteli yüksek yaşam standardı diye ne güzel yutturmuştu köleliği halkına.. Vay hainler vay..

“Eee?” dedi Canan. “Kim kimi dövüyor sonuçta?”
“Kadimler, şüphesiz,” diye atıldı Ali.
Aynı anda Sinan da cevaplıyordu.
“İmparatorluk.., yav bi dakka, nasıl ya, hem de “şüphesiz”.. olum siciline not düşüreceksin bana. İyi subaydır ama uyuzun tekidir diye..”

Kahkaha ve neşe ile yolaldılar görev bölgesine kadar.

Kırmızı Bölge-18 olarak adlandırılmış bölge Ukrayna'nın önemli tersane şehirlerinden biri olan Mykolayiv şehri ve çevresi idi. Daha ilk meteorlar yeryüzüne düşmeye başladığında bu bölge sıkı bir bombardımana maruz kalmıştı ve Kovan'ın en geniş yayılımlarından birinin merkezi olmuştu. Yüz binlerce sivil ve binlerce askere mezar olmuştu bu bölge. Burada öyle geniş ve köklü bir yayılım söz konusuydu ki aradan geçen bunca zamanda Federasyon hala bu bölgede temizliği bitiremiyordu.

Elbette bu bölgenin kraliçesi ve prensesleri yok edilmiş ve telepatik kontrol merkezleri ortadan kaldırılmıştı ama hala yosun ve beslenme koruları mevcuttu. Yosun ve beslenme koruları çok arsız bir yabani ot-sarmaşık gibi süratle yayılan pasif bir tehlike olduğundan tehdit seviyesi ilk başlarda yanlış değerlendirilmişti. Sadece yosun ekosistemi yayan ve alt kasttan işçi-savaşçılar için besin sentezleyen bu korular-koloniler şu aralar Federasyonun öncelikli hedeflerindendi. Bu bölgeler yeryüzündeki alt kasttan Kovan askerlerinin yeraltında hala ciddi sayılarda bulunduğunun işareti olarak görülüyordu. Geçen günlerde bu bölgelerden Yerleşim Bölgelerine ve Askeri Bölgelere terörist tabir edilebilecek akınlar olmuştu. Saldırılarda can kayıplarının ve yüksek hasarın olması dikkatleri yeniden uzaydan yerküreye çevirmişti.

KB-18 ve çevresindeki yosun yayılımı neredeyse 250 km çapa ulaşıyordu. Arada birkaç kilometre çapında kurtarılmış bölgelerden delikler olsa da bu koca bölge yukarıdan bakılınca çok korkutucu görünüyordu. Bu bölgenin kenarlarındaki izleme istasyonları ile daha geniş alanlara yayılımı kontrol altına alınmıştı ve dron birlikler durmaksızın bu sınırlardan içeriye akınlar yapıyordu. Yine de Kovan süratle toparlanıyor ve daha ne olduğu anlaşılamadan temizlemiş bölgeleri yine yosunla kaplıyordu.

Son bir haftadır bu bölgeye bütün civar bölgelerden destek akıyordu. KB-18'in defterinin dürülmesi için sıkı bir çalışma vardı.

Sinan eldeki son verileri inceliyor ve ekibine haftasonu ekiplerinin yaptığı işi özetliyor-kendi yapacaklarını son kez anlatıyordu. Sinan iş ruhunu giydiğinde bunu çok ciddiye alırdı ve sonuna kadar hakkını verirdi.

Tavşan dronları yerden bölgeyi akınları ile karıştırıyor ve zayıf köpekcek temaslarında hep kazanan taraf oluyordu. Yüksek irtifada insansız hava araçları olan Akbaba dronları ve insansız Zeplinler; Zeps hava gemisi gurupları yere destek ateşi-istihbarat akışı sağlıyordu. Alçak irtifada uçucu Yengeç dronları şehir sokaklarına kadar inmişti. Bu dronlar şehrin bazı bölgelerinde Kromix ve Brutorian androidlerinden oluşan yer birlikleri ile beraber direnç noktaları kurmuştu. Bu iç kesimlerde öcülerin vurkaç akınları oldukça sertti ve süratle vurup yer değiştirerek ciddi kayıplardan kaçınarak başa bela oluyordular.

Hedef bu noktada artık şehri almaktı. Yayılımın odağının şehir ve şehrin derinlerde biryerde gizli olan Kovan Sinir Merkezi olduğu bilgisi alınmıştı. Istihbarat eğer bu merkez yokedilirse otomaton yayılım sergileyen Kovan mekanizmasının beyinsiz kalacağını ve duracağını söylüyordu.

Yine de bunu başarmak kolay değildi. Cırcır çok etkiliydi. Cırcır, Kovan ECM yayınına verilen isim idi. Bu cırcır yayınları yerin özellikle 50-100 metresinden derinlere ve geniş tüneller sistemine inildiğinde çok büyük bela oluyordu. Yeraltında Kovan ile saklanbaç oynama fikri kimsenin hoşuna gitmiyordu doğrusu.

Genelde bu tünel harekatları bir tünel ağzının toprak canavarları ve asimilatör zıpkıncılardan arındırılıp emniyete alınması ardından bu bölgeden içeriye Foxtail ve Yengeç guruplarının girişi ile başlardı. Tünellerde şimdiye kadar derinlere gidildikçe ciddi ölçüde köpekcek ve yarasa direnişi görülmüştü. Toplu bir direniş olmasa da bu yayılmış direniş hala zaman tüketiciydi. Tünel savaşçıları olan havada süzülen “balina” ünitelerin saldırıları ve daha küçük yan tünellerden saldıran öcü pusuları da çok bunaltıcı olabiliyordu.

İstihbarat Kovan'ın yeryüzünde üreme gücünün yok edildiğinden emin görünse de savaşan askerler bazen yeraltında biryerlerde bir Kraliçe hala yumurtlamaya devam mı ediyor diye düşünmeden edemiyordu. Istihbarat ve Bilim Subayları bu bitmeyen direnişi Sinir Merkezi adı verilen Kovan Kök Oluşumununa bağlıyordu. Bu oluşumun çok gelişmiş olduğu bölgelerde, belli alt kasttan üniteleri basit larva havuzları yaratarak üretebilme kabiliyeti vardı. Yine de askerler arasında korku hikayeleri yayılıp duruyordu.

Ortak harekatta görevli timlerden biri olan Sinan'ın timi diğer birliklerin de yerini alması ile harekete geçmeye hazırdı. Askerler LiamC zırhları giyiyordu, iki pilot ile iki subay da Sema2 tipi biyolojik zırhların içindeydi. Hepsi görünmezlik kiti ve ilave olarak da kısıtlı uçuş yeteneği veren bir sırt çantası sistemi olan Firefly-2(Ateşböceği) ile donanmıştı. Ellerinde manyetik silahlar, lazer silahları ve enerji silahlarında bir cephanelik vardı. El bombası ve yardımcı mühimmatların yanında hepsi yakın kavga için moleküler hafızalı bir Vib-kılıcını da standart biçimde taşıyordu. Tepeden tırnağa silahlı ve amansızdılar.

Mykolayiv şehri açıklarındaki bir Rus uçakgemisi olan operasyon Komuta Merkezi ; Mykolayiv-1 yeşil ışığı verdiğinde bütün harekat birlikleri bildirilmiş görev bölgelerine hedef bilgileri ile harekete geçti.

“Mykolayiv-1 bildiriyor. Operasyon başlasın. Tekrar ediyorum Operasyon başlasın. Hepinize iyi şanşlar silah arkadaşlarım. Tek parça geri dönün. Votkalar benden.”

“Anlaşıldı, Mykolayiv-1, Hava gurubu yolda.”
“Kara gurubu yolda. Teşekkürler Mykolayiv-1”
“Mykolayiv-1, Destek Gurubu pozisyonunu aldı. Tamam.”
“Dron Komuta Merkezinde bütün ışıklar yeşil. İlerliyoruz Mykolayiv-1. Tamam.”

“Gidelim Canan,” diyerek oyunun kendi paylarına düşen bölümünü de başlattı Sinan.
“Gidiyoruz, sıkı durun hanımlar,”

Foxtail süratle yükseklerden dalşa geçmişti. Mykolayiv-1'in bilgisayarları ortak istihbarat verilerini birleştirerek en güncel hedef listelerini oluşturmuş ve bunları operasyonda görevli vurucu unsurlara uygun biçimde paylaştırmıştı. Canan kendi payına düşen hedeflere dönmüş nokta atışlarına başlamıştı.

Canan pilot bilgisayarı ile kendi zırh bilgisayarı aracılığı ile birleşmişti. Vücudundaki implantlar ve nanorobotlar gelişmiş SEMA zırhının da desteği ile Pilotlara üstün yetenekler kazandırıyordu. Artık bu yeni nesil pilotlar Kovan öncesi dönemde bir pilotun yapmayı hayal bile edemeyeceği şeylerin hepsini kolaylıkla ve akıl almaz bir hızla yapabiliyordu.

Foxtail Kovan artığı binaların ve şehirden arta kalanların enkazlarından oluşan bir sahnede kendine ait görev bölgesinde kol geziyordu. Canan, tarayıcılarda kısa süreli görülen bütün izleri okumak ve tecrübeleri ile değerlendirmek konusunda çok iyiydi. Kısa sürede çok usta bir pilot olmuş ve üstlerinin güvenini kazanmıştı. Burada bu güvenin boş yere olmadığını ispatlıyordu.

Öcüler ile çok sayıdaki köpekcek sürüleri enkazlardan ve moloz yığınlarının arasında gizlenmiş tünel ağızlarından dışarı çıkıp vurkaç taktiği ile saldırıyordu. Vurabiliyordular ama her seferinde daha azı kaçabiliyordu. Foxtail sürüleri havadan destek verirken yerden androidler ve zırhlı birlikler adım adım içerilere giriyordu.

Bir saatin sonunda topçu ateşi ile hem sahilden hem de iç kesimlerdeki bir direnç noktasından şehir içine iki koridor açılmıştı. Koridorlar süratle güvenlik altına alınırken hedef bölgeye daha çok asker ve portatif tabya üniteleri indiriliyordu.

Köpekcek sürüleri kalabalık geziyordu ve kuyruklarının ucundaki zayıf bir “plazma tabancası” dengi silahları ile artık daha bir sinir bozucuydular. Bu silahı hareket ederken çok isabetli kullanamadıklarından genelde durarak ateş eden dalgalar halinde ilerliyordular-yavaşlıyordular. Ama hala belaydılar ve çok dikkatli olunmaz ise kısa sürede saflarda ciddi kayıp yaşanabilirdi. Neyse ki dronlara ve android birliklerine komuta eden Dron Komutanlığı'ndakiler işinin ustasıydı. Bu genç subayların komuta ettiği robot birlikler askerlerin üzerine binen düşman yükünü çok ciddi ölçüde azaltıyordu.

Canan bir tur daha attı. Kendi bölgesindeki köpekcek gurupları üzerine yağmur gibi yağdırdığı amansız pulse saldırından sonra şimdi burası sessizleşmişti.

Sokak aralarından birinde tünele doğru koşan iki öcü gördü. Bunlar sırtlarında kocaman uçakavar silahları olan mormızrak taşıyıcılarıydı. Pilot daha bakarken hedef bilgisayarı ikisini de hedef almıştı ve “Ateş”emri düşünce ile verildiği anda Spear tareti ateş etti. İki pulse vuruşuyla, nokta atışı ile yarım saniyede iki öcü de parçalanmıştı. Canan uyarıya döndü! Arkasından enerji parlamaları geliyordu. Bunlar mormızraktan çok daha güçlüydü!!

Aynı anda bütün Foxtail birlikleri üzerine bu saldırı başlamıştı. Şehir içindeki çeşitli noktalardan bir anda bir ayaklanma olmuştu ve uyku durumundaki yüze yakın topçu böceği saklandıkları deliklerden çıkmıştı. Gökyüzü mor ışıltılı koca yıkım mızrakları ile dolmuştu.

Canan “Ağır Çekim Sistemi” sayesinde ilk şaşkınlığını kısa sürede atlatmıştı. Ağır Çekim, hızlandırılmış-desteklenmiş bilgisayarlı duyu ve muhakeme yeteneğinin insana yaşattığı bir olaydı. Acil durumlarda ve pilot istediğinde bu sistem devreye girerdi. Bu sistem pilot için adeta zamanı ağır çekime yavaşlatır ve karar-tepki verme aşamasında avantaj sağlardı.

Foxtail'in kalkanı bu vuruşlardan birkaç düzinesini kolayca durduracak güçte bile olsa "Vurulmamak" Federasyon savaş doktrininin önemli bir maddesiydi. Foxtail süratle pilotuna itaat etti ve Kovan enkaz tepelerinden birinin arkasına doğru hızlı bir yayla kaçtı. Burada daha fazla topçu vardı.

Canan az önce kendisine saldıran topçu üzerine hala kilitliydi. Bir füzeyi ona salladı. Füze önce ileri fırladı sonra süratle döndü, enkaz tepeciğinin üzerinden aşıp hedefini tepesinden vurdu. Canan aynı anda sekiz başka hedef üzerinde daha kilide sahipti. Bunlardan ona en yakın dört tanesine atış yaparken diğer dört tanesine başka bir Foxtail'den atış yapıldığından emir ertelenmişti. Sekiz topçu da füzelerle buluşmak üzereydi..

Öcülerden kalabalık bir gurup da sahaya çıkmıştı ve asıl şimdi kavga başlamıştı. Öcülerle beraber sahaya az sayıda “balina” da çıkmıştı. Bunlar Foxtailden biraz daha büyük Kovan saldırı destek ve muhafız gücüydü. Asıl görevlerinin tünellerin içinde devriye gezmek olduğu biliniyordu ama burada olduğu gibi nadiren de olsa dışarıya çıktıkları oluyordu. Bu balinalar havada hiç de hantal ya da yavaş sayılmazdı ve vuruşları da can yakıcı olabiliyordu. Bu yüzden ilk öncelik bir anda balinalara kaydı.

Balinalar süratle ve hantal görünüşlerinen beklenmeyecek çabuk-akıcı manevralarla Foxtailler ile kapışıyordu. Havadaki kavga mor ve mavi ışıltılarla bir renk cümbüşü, bir dans gösterisi gibiydi.. Daha birkaç dakika geçmişti ki hem öcü hem de balina gurupları süratle ayrılıyor yan tünellerin iyi gizlenmiş sinsi girişlerine doğru kaçıyordu!

Yarım saat sonra iyice sağlamlaştırılmış bir direnç noktası hem yüzeyden hem de yeraltından gelecek ciddi bir saldırıyı durduracak bir kuvvete çıkartılmıştı. Şimdi sıra içeriye girip deliğin içini temizlemekteydi.

“Mykolayiv-1, Temizlikçiler için yeşil ışık. Yeşil ışık. Gidin, gidin, gidin!”
“Anlaşıldı Mykoyaviv-1. Temizlikçiler içeri giriyor.”

Foxtail takımları şimdi av görevi ile içeri giriyordu.

Canan, kendi AVİ sistemleri ile operasyonun gidişini belli ölçüde izleyebilen kendi yolcularına seslendi.
“Sıranız geliyor hanımlar. Sıkı durun.”
“Biz hazırız. Haydi, bitirelim şu işi. Akşama bir tiyatro biletim var. Yanmasını istemiyorum. Geç kalmayalım.”
“Sen tiyatroya mı gidiyon?! Anaaa! Sen baya bi entelsin be Komutanım.”
Sinan sadece gülümsedi Ali'nin tepkisine.
“Hangi oyuna gidiyorsun merak ettim Komutanım?” diye soran Merve'ydi. Yüzünde hain bir gülümseme vardı. Bir tahmini vardı doğrusu..
Sinan gayet ciddice ve bozuntuya vermeden cevapladı.
“Bir Sarışının Seks Anıları. Eleştiriler çok iyi. Kapalı gişe oynuyormuş. Sağlam bir komedi olduğunu söylüyorlar.”
“Aynı zamanda başrol oyuncusunun taşbebek gibi bir vücudu olduğunu da söylüyorlar..” diye ekledi Merve.
“Sanat için soyunmak yanlış birşey değildir Merve, bu.. sanat.” diye hala bozuntuya vermeden ve hala ciddice konuşuyordu Sinan.

Bir an kısa bir sessizlik olmuştu sonra Ali sordu.
“Bana da bi bilet buluruz dimi komutanım?”

Ciddiyet buraya kadardı. Koca bir kahkaha ile hepsi katıla katıla gülüyordu..

Canan diğer Foxtail'lerin peşinde ilerliyordu ve kahkahasını dindirmeye çalışıyordu. İyi ki bilgisayar bu mereti kendi başına uçurup savaştırabilecek kadar yetenekliydi yoksa bu kahkahalarla bu tünele bindirmesi işten değildi.

Foxtail sürüsü yumuşak bir eğime sahip iniş ve bir iki dönüşün sonunda yaklaşık 70 metre yeraltındaydı ve bir şaft bölgesine çıkmıştı. Yaklaşık 100 metre çapa ulaşan ve dibi de 300 metre civarında okunan koca bir kuyuydu burası!

Şaftlar belirsiz sayıda katlardaki değişik yönlere açılan tünelleri birbirine bağlayan koca baca boşluklar idi ve duvarlarda tırmanma yolları ile yer yer karşıdan karşıya köprüler de uzuyordu. Bütün Kovan üsleri gibi burası da yeşil yeşil uğursuzca ışıldyor ve ürkütücü gölgelerle örtünüyordu. Duvarlar ve herşeyin üzeri bir bitkinin mikroskop altındaki damarlı-duvarlı yapısını hatırlatır bir dokuya sahipti ve büyük bölümü de canlıydı. Burası yaşayan bir yeraltı havzasıydı.

Foxtail'ler lider Tilkinin bilgisayarının paylaştırıdığı yönlere doğru dönüşe başlayacağı sırada ilk dalga saldırı da üzerlerine biniyordu. Bunlar yine topçulardı.

Tilkiler ağır çekimin de desteği ile süratle ayrılmış ve manevralarını yaparken nokta atışları ile bu saldırya karşılık vermeye başlamıştı. Koca kuyunun içinde ışıklar oradan oraya uçuşup renk ve moloz patlamaları saçılırken görüntü ateş böceklerinin kavanoz içindeki dansını andırıyordu. Pilotların tepkileri süratli ve yerindeydi, atışları da hiç ıskalamamıştı. Baskın bir dakika bile sürmeden dağıtılmıştı ve şimdi bütün tilkiler asıl görevlerinin peşinde derinlere ilerliyordu.

Tilkilerin kalkanları hala çok iyi durumdaydı ve kendini de iyi bir hızla şarj ediyordu.

On dakikanın sonunda cırcır etkisine karşı iki hatta üçüncü aktarma şamandıraları atılmıştı ve arayış sürüyordu. Derinlik, eğimli tünellerin ve tünellerin uçlarındaki yeni şaftların sonunda kimi guruplar için 1500 metreye ve hatta daha derinlere inmişti.

Canan yanındaki diğer yedi Tilki ile ilk şafttan sonra iki şaft ile daha karşılaşmıştı ve derinlere inip yayılan arayışları sonunda şimdi gurup ayrılmıştı. Şimdi hepsi yalnızdı. Burası ürkütücüydü.

İlk kez bir Kovan tüneline inmiyordu; bu ayın ilk haftasında bile en azından 6 tünele girmişti. Bazen bir günde üç bölgeye gönderiliyordular. Şu aralar dünya yeraltına ağırlık veriyordu. Buna da alışmıştılar. Ama hala alışamamıştılar. Canan, Meteor'u ve ilk Kovan Savaşlarını gören nesiller vaktini doldurup ahirete intikal etmeden dünyanın bu yeni çağa gerçekten ayak uydurabileceğine hala inanmıyordu. Bu bir devrimdi. Dünya bir devrimi yaşamıştı. Eski insanlar devrim yapıp yeni bir dünya kuramazdı. Gençler devrim yapabilirdi. Zorla yaşadıkları bu dünya hoşlarına gitse ve hep hayal ettikleri pek çok şeye sahip olsalar da hala buraya yabancılık duyuyordular. Hatıralar güçlüydü..

Ürkütücü tünellerin karanlığı bir sürü kederli ve acılı düşünceyi belki de hepsinin aklına geri getirmişti. Bu tünellerin insan ruhu üzerinde can sıkıcı etkileri bitmek bilmiyordu.
“Sıcaklık bu bölgede artıyor. 70 derece, ilk okumalar. Bu derinlik için fazla yüksek,” diyerek herkesin aklına serin bir rüzgar gibi ferahlık getirdi Sinan.

Sinan gülümsüyordu gizlice. Miğferi savaş konumunda gözlüklerini karartmıştı ve sesi de onu ele vermiyordu. Bu takım yetenekliydi ve iyi eğitilmişti. Gerek Meteor döneminde gerekse Kovan ile ilk çatışmalarda savaşmış kişilerden oluşuyordu. Sivil kökenlilerin bile ciddi bir çatışma tecrübesi vardı. Yine de her askerin Kovan ile çarpışırken üzerine binen o karanlık ağırlığı onlar da hissediyordu. Sinan gülümsüyordu çünkü bu anlamadığı birşeydi. Şaşırtıcı biçimde Kovan onu ürkütmüyordu. Elbette korkunç yanları vardı, silahları ve öldürme biçimleri çok kirliydi.. Ama bir mermi yarasının da insanı saatlerce acı içinde inletip, kan revan içinde pis biçimde öldürdüğüne şahit olmuştu. Kovan'dan bir mermiden korktuğundan fazla korkmuyordu ve ona karşı Buhran yıllarında mermi sıktığı pisliklere beslediğinden daha fazla nefret beslemiyordu. Birliğin psikolog danışmanı bunu çok ilginç bulmuştu ve uzun saatlerce bu konuda konuşmuştular. Sonunda çok güzel ve çekici bir hanım olan psikolog, Sinan'ın sağlıklı, cesur ve iyi bir asker olduğuna dair inancını raporunda yazmıştı. Rapora imzasını atarken hala Sinan'ın bornozu üzerindeydi..

Foxtail'in tarayıcıları yakın bölgelerdeki ısı akıntılarını haritalamaya başlamıştı ve az sonra Tilki bu akıntıların kaynağına yönelmişti.

“Misafirler var. Tünelbalinası ve yarasalar. Savunma önlemleri çalışıyor,” diyerek bilgilendirdi yardımcı Pilot olan Yekta Teğmen.
“Atış yuvalarına,” diyerek timine emri verdi Sinan. Timdeki 12 askerin hepsi koltuklarından kalktı ve Tilkinin yan tarafındaki atış oluklarını açıp silahlarının namlularını aracın dışına doğru uzattı. Oluklar silahlara göre yeniden şekillenip esnek ama sızdırmaz biçimde yeniden kapandı. Silahların ucundaki ve araç üzerindeki sensörler her askere silahını hedefleyebilmesi için gerekli olan bilgiyi aktarıyordu. Askerler ilk yarasanın menzile girmesi ile ateşe başlamıştı!

Tünel sisteminin bu standart tünelleri yaklaşık 25-30 metre çapında mükemmele yakın tüplerdi. Tilki hedef noktaya ilerlerken sensörlerin çizdiği rotada bir yılan gibi kıvrılıyor, yükseliyor, dalıyor ve dönüyordu. Peşindeki gurup da onu aynen izliyordu. Her dönüş ve kıvrımda daha fazla yarasa peşine takılıyordu. İki balinayı vurmuştular ama şimdi üç tanesi daha peşlerindeydi.

“Octopuss füzelerinin sonuna geliyorum. Bunları pulse silahlarıyla bitirelim Yekta.”
“Anlaşıldı Canan. Top komutasını alıyorum.”
“Zakir, Hasan! Sizin EP2'leri balinalara hedefleyin!”
“Anlaşıldı Komutanım.”
“Oldu bil Komutanım.”

İki askerin ağır destek silahları sert vuruş ayarına getirilmişti ve şimdi hedefleri balinalardı. Balinalar 30 saniye kadar debelenir gibi oldular. Manevra yapmaya ya da geriye kayıp sıyrılmaya çalıştılar ama bir türlü olmadı. Üzerlerine yağan isabetli atışların sonunda balinalar düşüyor ve yarasalar da süratle tükeniyordu.

Ürkütcü yeşil ışıltılarla gölgelenen dipsiz tünel labirentinde hedef bölge olan koca bir şafta geldiklerinde peşlerinde takipçi kalmamıştı.

Bu koca şaft çok derinlere iniyordu ve burada ısı daha da yüksekti. Ama asıl ısı kaynağı şaftın dibinden değil ortalarda bir yerdeki iç kesimlerdeydi. Tilki şaftın içinde o derinliğe yavaş yavaş ve parmaklar tetikte alçalırken adeta nefesler tutuluyordu.

Taramalar bu yüksek ısılı bölgeye giden küçük tünelleri gösteriyordu ki bu tüneller ancak iki üç metre çapındaydı. Tilki için bu çok dar bir delikti.

“Sizin sıranız. Dikkatli olun hanmlar,” diye konuştu Canan.
“Oluruz. Hadi millet dışarı çıkıyoruz.”

Sinan açılan arka kapaktan dışarıya, karşıdaki tünel ağzına 5 metrelik bir sıçrama yaptı. Bütün zırhların güç emniyet kilitleri açılmıştı. Araç içinde ve zırhsız insanların bulunduğu bölgelerde bütün askeri zırh sistemlerinin güçleri kısıtlanırdı. Muharebe alanında komutanların asker zırhları üzerindeki yetkileri ile bu kilitler duruma göre farklı seviyelere ayarlanırdı. Sinan burada bütün zırhları tam güç seviyesine çıkarmıştı.
“Zırhlar tam güçte. Bilginiz olsun. Şakalaşacaksanız dikkatli olun,”derken gülüyordu Sinan.
“Anlaşıldı.”
“Tamam patron.”

On ikisi birden tünelin içlerine doğru ilerlerken Canan aracın hayalet sistemini çalıştırdı ve tünel ağzı olmayan bir aralığa çekilip sinirli bir bekleyişe başladı. Bu işin en zor yanı çocukları indirdikten sonra hepsinin sağ salim dönüşünü beklemekti.

15 dakika kadar sonra Sinan ve ekibi sinsi ilerlemelerinin sonunda kaynağa epey yaklaşmıştı. Hala arada iyi bir mesafe ve kalın görüş engelleri vardı ama çok yaklaştıklarını bütün tarayıcılarda okuyabiliyordular.

“Tilki 21, bütün Tilkiler ciddi direniş ile karşılaştı. Başımızı kaşıyacak durumumuz yok. Durumunuz nedir?” diye soran Tilki lideriydi.

“Yüzbaşı Sinan konuşuyor. Yeşil-10 direniş. Yol açık. Tim yerde. Kuş pelerinle bekliyor. Zayıf direnişli bir küçük tüneldeyiz ama bu aldatıcı olmalı. Onu bulduk. Tarayıcılar çok yoğun cırcır ve psi partikül kaynağı gösteriyor.”
“Dikkatli olun Tilki 21. Mümkün olduğunca çabuk o yana geleceğiz. Beladan uzak durun.”

Tam da bela lafı geçmişken bela geliyordu. Tilki 21'in şamandıralarından en azından ikisi yokedilmişti. Bağlantı kopmuştu.

Bu iyiye işaret değildi. Sinan bela kokusunu çoktan almıştı ve adamları ile Foxtail'e dönmek üzere koşuyordu.

Derken kıyamet koptu!

“Yakın durun! Siper alın!” diye bağırıyordu Sinan'ın sesi. Gurup tünellerde yürüdüğü bütün yolu geriye koşmaya çalışıyordu ama hem önden hem arkadan hem de yanlardan bir sürü köpekcek ve öcü karşılarına çıkıyordu!

Timin lazer tüfekleri ve manyetik silahları seri atışta ıskalamadan ölüm kusuyordu. Pulse silahları kalabalık düşman bloklarını kırıp dağıtıyordu ama bir saniye geçmeden o boşluk yeniden dolduruluyordu.

“Gelirken sinsice geçtiğimiz o küçük boş havzaya ulaşmalıyız Ali! Tünel orada dar ve yan yollar yok. Yüz metre daha dayanalım! Bastır.”
“O havzanın boş olduğuna emin miyiz patron!?”
“Ağzını hayra aç be olum!”
Ali kendine koca bir küfür savurdu ve arkalarıda kalan tünele bir terragren el bombası fırlattı. El bombası patlamadı. Bu bombalar arazi şeklini değiştirmeye programlı kristal tabanlı bir silah teknolojisiydi. Tünel ağzı bir anda granitten sert bir kaya bloğu ile kapanmıştı. Bu bombalardan birkaç tane daha arkalarına atıldı ve sonunda uzun tünele ulaştılar.

“Yavaşlatmak için birkaç bariyer daha kurun.”
“Anlaşıldı.”

Arkalarından gelenlere karşı zaman kazanmıştılar belki ama bu havzanın diğer girişinden; Foxtail ile aralarındaki yoldan gelenler de arkalarındaki güruhtan az değildi!

Bunlar olurken Canan da boş oturmuyordu. Bağlantı koptuktan sonra haberleşme için üç pinpoeen dronunu sinsi modda geri göndermişti. Daha bir dakika dolmadan Canan'ın tepesinde yirmiye yakın balina vardı ve bu şaftın içi bir ölüm dansıyla yıkılıyordu!

Tilki ve pilotları üzerlerine yağan plazma ve şimşek saldırılarına topçu böceklerin mızraklarının da katılması ile boğulma noktasına yaklaşıyordu. Foxtail kalkanı ciddi bir sopa yiyordu. Burada çok sert bir direniş vardı ve ıskalamadan indirdikleri her bir böcek için yenisi geliyordu. Canan tünel ağızlarını öncelikle hedef almaya başladığında buradaki gidiş dramatik biçimde değişmeye başladı. Koca kuyunun içindeki düşman sayısı şimdi süratle düşüyordu.

Canan timin de başının belada olduğunu biliyordu ama önceliği kendi kavgasına verip onların konuşmalarını büyük ölçüde kulak arkası ediyordu. Buradan sağ çıkamazsa time faydası olmazdı ve kalkanın güç seviyesinin düşme hızı onu cidden endişelendirmişti. O lanet Öcülerden bir gurubun sırtlarından taşıdıkları kova bir dikiti andıran misil cidden çok sert vuruyordu. İlk iki isabetten sonra Canan bütün diğer saldırıları bırakıp sadece bu guruptan kaçmaya-bunları vurmaya vermişti kendini.

Timin üzerine yağan öcü ve köpekcek yağmurunun sonu yoktu. Köpekcekler dalga dalga ilerliyordu ve kuyruklarından sağanak halinde plazma yağıyordu. Öcülerin havza içindeki Kovan yapılanmasını siper alarak yayılmış ilerleyişi de bu guruplara iyi bir koruma ateşi veriyordu..

Timin kalkanları bu saldırı karşısında süratle düşüyordu. Teke tekte bu kalkanlar öcü ve köpekçeklerden bir düzinesine kahkahalarla gülerdi ama burada Kovan sayı üstünlüğü tek kelimeyle eziciydi.

Sayı üstünlüğüne az sonra tepedeki bir koca geçitten gelen silahlı iki nakliye böceğinin de katılması ile işin rengi tamamen kararmıştı.

Canan elindeki işi bitirdiğinde koca bir küfür savurdu. Haritaları kontrol etti ama timine ulaşabileceği bir yol yoktu. Önündeki minicik tünele bu araçla giremezse oraya yaya gitmesi çok şeyi değiştirmezdi. Sandodrome ünitesini kullanmayı aklına getirdiğinde buna zamanları olup olmadığını gerçekten bilemedi ama hemen harekete geçti.

Sandodrome tünel açıcı bir üniteydi. Küre şeklindeki bu alet Grekul teknolojisi ve Tüccar malzemeleri ile yapılmıştı. Çok değişik boyutlarda üretimine başlanmış bu ünite mükemmel bir tünel kazıcıydı. Burada Tilki'deki ünite aslında insan boyutlarında tünel açmak için tasarlanmış yuvarlak, yarım metre çağında bir teknoloji harikasıydı.. Bu harika yeterli olmalıydı!

Sandodrome havada süratle süzülerek tünel ağzına yöneldi ve istenen boyutta bi tünel oluşturmak için mevcut tüneli genişletmeye başladı. Parlak beyaz ve yedi renkte yanar döner ışıldayan ışınlarla duvarları şekillendirmeye başlayan sandodrome, Canan'ın tahmininden daha hızlı yol alıyordu ama hala dakikalar saatler gibi geliyordu!

Sinan, Merve'nin sağlık bilgisayarının “panik” alarmını turuncuya çıkardığını görüyordu. Kırmızı sınırına yaklaşıyordu! Timin yarısından çoğunda da panik seviyesi sarının üstüne doğru kayıyordu. Sinan kendisi hala çok rahat bir yeşil seviyesindeydi. Hemen gerekli önlemleri aldı ve adamları paniğe kapılacak olursa zırhlarına el koymasına imkan verecek komuta prosedürüne emirlerini yükledi. DEF-3 numaralı emir panik durumunda bütün zırhların bilgisayarı tarafından işleme konacaktı. Askerler normalde bu emri kendi güvenlik kodları ile geçersiz kılabilirdi ama bu emri geçersiz kılabilecek kadar panikten çıkmış birisi zaten zırhını kullanmaya muktedir demekti..

Nakliyeciler belki süratli ve silahlıydı ama hala manevrada yetersizdiler, üstelik hedefleme sistemleri de o kadar iyi değildi. Diğer ünitelerden ve Kovan ağır kara ünitelerinden yoksun olan bu havzada hareket üstünlüğü hala Tilki timindeydi.
Sinan havzanın içlerindeki karadan ulaşım için kısıtlı yaklaşma istikametine sahip bir bölgeyi işaret etti. Tim uçuş çantalarının kabiliyetini kullanarak dans eden serçeler misali-hedeflenmelerini zorlaştıran bir uçuşla hedef bölgeye uçtu-kondu.

Kovan'dan kaçış yoktu artık. EP2'ler silahlı nakliyelerin üzerine tam güç saldırıyordu ama onların enerjileri de sınıra dayanıyordu. Öte yandan üzerlerine binen saldırı yükü de her an artıyordu. Merve öfke ile kudurmuş bir panik hali ile mevzisinden fırlayıp ortaya çıktığında panik ikazı kırmızıydı ve aynı saniye içinde süratle zırh komutası Sinan'ın emirlerini uygulayan bilgisayara geçmişti.

Timin direnişi artık son dayanma noktasındaydı.

Bir ışık koca havza mağaranın yeşil gölgeli öte ucunda parladığında çok azı buna dikkat edebildi.

Foxtail'in sakladığı son füzelerinden ikisi iki nakliyeciyi havada parçaladığında yerde coşkulu sevinç nidaları haykırılıyordu. Yine de kavga daha bitmemişti.
Aynı anlarda mağaraya beş kadar balina ve on kadar öcü gurubu daha giriyordu. Bu öcülerin sırtında koca dikitler vardı..

Canan, ikaz lambalarını görür görmez ağır çekimde saldırılarını gönderdi. Öcü guruplarına son 3 füzesini attı ve sonra pulse toplarının atışı başladı. Ağır çekime rağmen bu gurupları, attıkları misilleri ve balinaları hep birden vuramazdı. Vuramadı da. Öcülerin tamamına yakını ve misillerin bir kısmını, üç balinayı durdurabildi. Ama o kadar. Misiller cidden sert vuruyordu.

Foxtail aldığı bir düzineye yakın misil darbesi ile kontrolden çıkmıştı ve mavi plazma alevleri kaplanmış bir halde gurubun hemen önünde, havzanın ortalarına doğru bir yere çakılıyordu.

Sinan'ın içi acıdı bu manzara karşısında.

Sinan ve diğerleri süratle yeniden hareketlendiler. Hala hayatta olduklarını bilgisayardan gördükleri arkadaşlarına ulaşmak için önlerindeki köpekcek duvarını parçalayıp bir koridor açtılar. Düşmüş Foxtail'in yanına ulaştıklarında Sinan hala kabini ve ön kısmı sağlam olan enkazın kurtarma kapaklarını açtı. İçeriye dalıp Yekta ve Canan'ı kontrol etti. Pilot koltuklarının arkasındaki bölmeden güçlü nanoserumu aldı. İki pilotun zırhlarına nanoserumu enjekte ederek iyileşme sürecini hızlandırdı. İkisinin de hafif yaralı olması iyiydi. Zırhlara, içindekiler bilinç kazanana kadar DEF-3 uygulama emri vererek dışarı çıktı. İki pilotun zırhı komutayı kullanıcılarından alıp, Sinan'ın arkasından dron modunda savaşa katılıyordu.

Çarpışma sertten de öteydi. Havzadaki düşman sayısı iyice artmıştı. Hem tepedeki koca geçitten hem de iki yandaki iki tünelden içeriye çok sayıda köpekcek akıyordu. Öcülerin sayısı iki elin parmakları kadar kalmıştı ve sahnede büyük çoğunlukla köpekcekler vardı. Sinan bunun iyi mi kötü mü olduğuna karar veremedi. Birkaç terragren daha savurarak önündeki yaklaşma istikametini daha da daralttı. Köpekcekler basit bir düşmandı. Karmaşık değildi. Sorun hep sayıları olagelmişti. Burada da sorun sayılarıydı. Bunlar bitmek bilmiyordu. Öte yandan Sinan'ın Foxtail'den aldığı ve dağıttığı yedek cephane kitleri bile üç dakikanın sonunda tükeniyordu.

Askerlerin kalkanları tükenmişti ve zırhlar sıkı darbeler karşısında yara almaya başlıyordu. Saklanacak yer azalıyordu. Cephane azalıyordu. Tamir kitleri ve tedavi kitleri dibe vurmuştu.

Sinan bunu çok can sıkıcı bulmuştu doğrusu. O oyunu görmeyi çok istemişti oysa.. Kimbilir belki sadece FL-5 ile paçayı sıyırdı ve bir hafta içinde sapa sağlam olabilirdi.. Ama hayır, olamazdı. Bu adi köpekceklerin eline düşenler genelde FL-6 olurdu. Geri dönüşsüz yolculuk. Tam emeklilik. Yolun sonu. Ölüm. Hem de %100 ölüm, saf ve katıksız. Şakasız ölüm.

İşte başlamıştı bile.. Plazma vuruşları saflarını delmeye başlamıştı. Zakir, FL-3. Hasan ve Sema, FL-2. Cem, Jale, Asım, FL-4.. Vakitleri dolmuştu anlaşılan.. İyi çarpışmıştılar hani.. Kimse aksini söyleyemezdi.

O böyle düşüncelerle nokta atışlarını yaparken birşeyler tersine döndü.

Zırh bilgisayarı bir iletişim kanalını açıyordu. Sinan hem ateş ediyor hem de görüntüdeki Tilki lider ile konuşuyordu.

Canan'ın yolladığı pinpoeen dronları iletişim zincirini yeniden kurabilmişti.

Sinan fazla zamanı olmadığını biliyordu. Lidere fırsat vermeden konuşmaya başladı.

“Kırık Kılıç! Kırık Kılıç!”

Başka söze gerek yoktu. Kırık Kılıç kodu bir birliğin bütün savunmalarının son noktaya kadar yarıldığını ve düşman tarafından tamamen bastırıldığını, düşmanın insafına kaldığını söylüyordu!

Mykolayiv-1 bu durumu bağlantı yeniden kurulduğundan beri özellikle izliyordu. Sinir Merkezinin bu noktada olması bir yana bunun bir Türk birliği olmasının Operasyon komutanı için ayrı bir önermi vardı. Komutan, Kovan Savaşlarının ilk başlarında Türk F16'larının Yanançember Tepesi adını alan yerden kurtardığı subaylardan biriydi. Yarbay Sasha Gritschuk için bu takımın oradan sağ çıkartılması görevin de ötesinde böyle şahsi bir mesele, bir yürek borcuydu.

Yarbay hemen yetkisini kullanarak yörüngedeki Savunma Filosuyla temasa geçti. Unity sınıfı bir gemi olan Picasso'nun kaptanı ile merhabası vardı ve sağlam bir adam olarak biliyordu onu.

“Kaptan Labvin! Acil Destek taleb ediyorum! Kordinatlar şu anda elinize ulaşıyor! Bir timim Kırık Kılıç bildiriyor! Acilen Delgi Operasyonu taleb ediyorum!”

Kaptan Labvin Kırık Kılıcı duyar duymaz 2. Kaptanına işareti vermişti.

“Derhal! Sergei, hemen başlat!

Delgi Operasyonu şu anda sadece birkaç Unity sınıfı geminin yapabildiği bir harekattı. Delici özel bir ışın silahı ile nokta vuruşlar yapılması anlamına geliyordu bu operasyon. Sonunda, açılan bu kanallar sıkı korunan derin üslerin kritik bölgelerine Gladyatör Üniteleri ile indirme yapmaya imkan veriyordu.

Foxtail takımından alınan son veriler timin pozisyonunu ve bulundukları havzanın çok ayrıntılı bir üç boyutlu planını Picasso'ya aktarmıştı. Delici ışın sistemi devreye girdiğinde Pilotlar da acil görev emirleri ile mechlerinin pilot kabinlerine teleport ediliyordu! Altı gladyatör geminin As Mech Pilotlarının elindeydi.

“Kırık Kılıç bildirildi. Delgi ile iniyoruz çocuklar. Kurtar ve Yok Et görevi için kalkan donanımı alıyoruz.”
“Anlaşıldı, yükleniyoruz.”
“Yörüngeden alçak irtifaya teleport edileceksiniz. 6WINGS kitiyle yüklendiniz.”
“Kalkan donanımı yüklendi ve hazır.”
“Anlaşıldı Kontrol. Minatör Takımı hazır.”
“Kurtarın onları Minatörler.”
“Bizimkileri geri getireceğiz, tamam.”
“Delgi tamamlandı! Teleport için sayıyorum. 3, 2, 1. Teleport şimdi!”

İletişimin yeniden sağlanması ile Sinan'ın umutları tazelenmişti ama üzerlerindeki baskı da yere düşen her bir ekip üyesi ile adeta katlanıyordu. Mine, Cem, Mehmet ve şimdi de Hüseyin yere düşüyordu. Tek tesellisi şimdiye kadar FL-6 olmamasıydı.

Sinan'ın terra-bloklarla yavaşlattığı taraftan akan güruhlar artık silahla vurulmak için fazla yakına gelmişti. Köpekcekler Sinan ve diğerlerinin üzerine sıçramaya, imha edici korkuç pençe kollarını savurmaya başlamıştı. Yüzbaşı silahını kayışıyla sırtına savurup kelepçele emriyle sabitlerken belindeki kısa palayı çekti. Pala eline geldiğinde moleküler hafızalı Vib-kılıcına dönüştü. Yüz elli santimlik namluya sahip bu kılıcın küçük bir vuruşu kocaman endüstriyel tomruk kesicilerden çok daha güçlüydü. Bir anda yeşil kan rüzgarları esmeye başlamıştı Sinan'ın olduğu köşeden. Az sonra benzer manzara diğer köşelerde de vardı. Bu son direnişti. Bir deniz gibi dalga dalga üzerlerine kapanıyordu köpekcek güruhu.

Derken uğursuz yeşil tavandan bir ışık çaktı ve tavan delindi! Tavandan içeriye gün ışığı hücum etti. Kısa bir kararsızlık dalgası hissedercesine köpekcek güruhları durulur gibi oldu. Sonra bu ışık sütununun içinden canavar Minatörler çıktı!

“Maksimum ECCM beyler. Drake, Lana, önceliğiniz timin burdan çıkartılması.”
“Anlaşıldı. Çekici ışınlar kilitleniyor.”
“Bende sekiz tane var Lana.”
“Anlaşıldı, diğer altısına kilitlendim.”
“Çıkartıyorum.”
“Ben de.”

Gladyatörlerin çekici ışınlarının büyük bölümü sol ellerindeki kalkanda yerleşik yansıtıcılardan kaynaklanıyordu. Normalde bir Gladyatör en fazla dört çekici ışına sahipken bu Kurtarma Ekipmanları ile sayı ona kadar çıkıyordu.

Sinan kendini kaptırmış, kendi tarafındaki köpekceklerle boğuşurken “dikkat, çekici ışın geliyor,” sesiyle biraz kendine gelmişti. Epeydir böyle sert bir kavga vermediğini düşünüyordu. Gergin yüzü gülümsemeye başlamıştı. Zırhının bilgisayarı bütün adamlarının kaldırıldığını ve FL-6 olmadığını söylüyordu. Daha ne olsundu yahu!!

Gladyatörlerin çevrelerine 360 derece yağdırdığı anti personel lazerleri timin çıkartılması ile bomba yağmurundan da destek almaya başlamıştı. Buradaki çok kanlı bir kıyım sahnesiydi bunlan sonra.. Gladyatör için bu köpekcek güruhu atış talimi olacak niteliğe bile sahip değildi. Bunlar sadece ezilecek böcekti.

Nitekim bu saldırı çok uzun sürmedi ve bütün havza temizlendi. Yörüngeden teleport edilen büyük bir sandodrome ünitesi Minatör takımı için yolu açarken rotaları Timin yerini tespit ettiği sinir merkeziydi..

Bir saat sonra görevin başarı ile tamamlandığı duyuruluyor ve dronların bundan sonrasını ele alarak kalan temizliği bitireceği emri yayınlanıyordu. Kırmızı Bölge 18 belasından kurtulmuştu Federasyon.

Boğaz'daki üsse geri döndüklerinde akşam saatlerini bulmuştular. Sinan ilk önceliği ölümden döndürülen yaralılara vermiş ve hepsinin durumunun sorunsuzca iyiye gittiğinden emin olmuştu. Yaralılar nakliye mekiğinden revire taşınırken bir köşede Canan'ın karanlık ve dalgınca yaralıları izlemesi dikkatini çekmişti. Yaralar sadece bedende açılmıyordu. Yürek de yaralanıyordu savaşta. Sinan tam Canan'a doğru yürümeye başlıyordu ki araya ilk elden bilgi almak isteyen üstler ve ilk raporlar girdi..

Sonunda bir saat içinde bütün bunlar bittiğinde Sinan yaralı arkadaşlarının tedavisinin durumunu bir kez daha kontrol etti. Memnuniyetle gülümsedi. Bu tıp teknolojileri ne muhteşem şeydi böyle. Bu gidişle insan kolay kolay ölmeyecekti, belki yeni nesiller bir 300 yıl yaşayacaktı?

Duştan sonra saatine baktı Sinan. Hala eve gidip biraz kafa dinleyecek ve dışarda bir iki tur atacak vakti vardı. Tiyatro bileti de yanmaycaktı.. Islık çalarak ve neşe ile gülümseyerek erkek subayların soyunma odasından çıktığında koridorun ıssız öte ucundaki pencerede Canan'ı gördü. Hala burada olmasına şaşırdı. Diğerleri çoktan birlikten ayrılıp şehirdeki evlerine varmıştı.

Canan'ın duruşu ruhunu ele verir gibiydi. Adeta boynu bükük ve kalbi paramparça bir hali vardı. Sinan kendini gözüyaşlı bir genç hanım görmeye hazırlayarak Canan'a yaklaştı.

“Hala burda mısın,” diye yumuşakça ilk lafı attı Sinan. Yavaşça yaklaşıyordu Canan'a.
Canan dönmeden cevap verdi. Sesi epey bi ağladığının işaretleriyle yüklüydü. Yorgun ve bitkin bir sesti bu. Fazla karanlıktı. Sinan bundan hoşlanmadı. Onu bu halde görmek Sinan'ın da içini karartmıştı. Ruhlardaki zehir hiç iyi birşey değildi. Bu zehri tedavinin yolu dost bir kulaktan geçerdi.

“Sert bi çarpışmaydı, hem de epey sert. Orada ölüme çok yaklaştık,” diye konuştu Sinan. Canan'ın yanında o da pencereden dışarıya bakıyordu. Üçüncü katın güzel orman ve boğaz manzarası sarıdan turuncuya yanan güneş ışıklarıyla ne kadar da güzeldi. Çok yumuşak ve çok şefkatli bir renkti bu.

Canan, Sinan'a doğru döndü.
“Orada ölecektim Sinan,” diye konuştu. Sesi şimdi sert ve kararlı çıkmıştı. Gözlerinde yaşların izleri vardı. Şimdi ağlamıyordu ama yüzü gözyaşlarının izleriyle bezeliydi. Gözleri kızarmıştı. Burnunu çekip duruyordu. Sinan da erkeklerin büyük bölümü gibi gözü yaşlı hanımlara dayanamayan bir yapıya sahipti. En çok nefret ettiği ve bir türlü gideremediği bir zaafıydı bu.
Sinan dostça yaklaşıp Canan'a sarıldı. Canan da ona sarıldı ve yavaş hıçkırıklarla sessizce iki damla gözyaşını da koyverdi..
“..Az.. daha ölcektim Sinan.. Bakire ölecektim..”
Sinan biraz şaşırmış hem de Canan'ın böyle özel bir anı onunla paylaştığı için mutlu olmuştu. Canan'ı daha bir sevgi ile sardı. Elleri farkında olmadan teselli eden ve rahatlatmaya çalışan bir edayla genç kadının saçlarını okşamaya başlamıştı.
“Ah, Canan,” diye onun ruhunu hafifletmeye çalışarak konuştu Sinan.
“Cemil ile buluştuğumda bakire olmak istemiyorum Sinan,” diye kararlılıkla ve yine sertçe konuşmuştu Canan. Genç kadının ruhu şimdi Sinan'dan güç alarak ayağa kalkmaya başlamıştı. Kendini toparlıyor ve aklını başına alıyordu. Yeniden hayatta kalmayı başaran o inatçı, mücadeleci yanı kontrolü ele alıyordu.
“Saçmalama Canan, bu kötü birşey değilki..” diye dostça genç kadını yatıştırmaya çalışıyordu Sinan. Canan'ın kendine geldiğini hissedebiliyordu. Ellerini genç kadının saçlarından çekti ve pencereye dönerek batan güneşin son ışıklarını izlerken konuştu, “Zamanı geldiğinde olur bu işler. Ne erkeni vardır bunun ne de geçi..” diye anlatmaya çalışıyordu Sinan ama Canan dinlemeye niyetli değildi. Genç kadın kararını vermişti.
Canan elini Sinan'ın omuzuna atıp sözünü kesti ve onu kendine çevirdi.
Bir eliyle saçını düzeltirken duruşunu dikleştirmişti. Yüzünde rahat ve az önceki Canan'la ilgisi olmayan dingin, kararlı bir Canan ifadesi vardı. Yüzünde gülümseme vardı. Hem de çok tatlı, çok iç ısıtan bir gülümsemeydi bu.
“Ben güzel miyim Sinan? Beni güzel buluyor musun?”
Daha Canan'ı ona o gözlerle bakıp o şekilde saçını düzeltirken gördüğü anda içinden “eeeeyyvah..” demişti Sinan. Bir erkek ile bir kadın “arkadaş” olduğunda işler bazen “bu noktaya” geliverirdi. Ne olduğunu, ne zaman olduğunu bile anlayamazdın.
“Sen güzelsin Canan, hem de çok güzelsin,” diye samimice cevap verdi Sinan. Sesi sevdiği bir dostu ile samimi bir sohbette, karşısındaki kişiye onun hakkındaki iyi izlenimlerini söyleyen birinin adil tonundaydı.
Canan gerçekten çok güzel bir hanımdı bu arada.. Şu anda üzerindeki kırmızı beyaz elbisesi içinde de çok yürek yakıcıydı. Diz boyunda pileli etekli, kolsuz elbisenin en üst iki düğmesi açıktı. Saçları omuzlarından aşağıya dalgalar halinde dökülüyordu. Mavi gözleri ışıl ışıl yanıyordu. Beyaz teninde kırmızı dudakları ateş gibi parlıyordu. Canan güzel miydi? Canan bir ilahe kadar güzeldi.
“Beni fazla kilolu bulmuyorsun değil mi?” diye afacanca ve biraz da bu rahatsız edici düşüncenin hala kısmen gölgesinde olarak sordu Canan.
Sinan gülümsedi. Canan'ın kokusunu hep sevmişti. Özellikle şimdi, duştan sonra da kokusu çok baş döndürücüydü. Sinan bu konuşmanın gidişini izleyebiliyordu. Bu yoldan ilk defa geçmiyordu. Sinan üç kızkardeşi, annesi ve babaannesi ile büyümüştü. Babası hep görevde olan bir askerdi. Hanımlarla, bütün yaşadığı yıllar boyunca erkeklerle anlaştığından daha iyi anlaşmıştı ve hanım arkadaşlarının sayısı erkeklerden çok fazlaydı. Bu işin gidişinden rahatsız değildi ama işler bazen beklenmedik şekilde umulmayan yönlere giderdi.. Bu da o ummadığı yönlerdendi.. Canan beğenilmeyecek gibi değildi ama Sinan arada bir gözleriyle onun bu saf güzelliğini izlemeye dalsa da bunu hiç ummamıştı. Canan'a olan ilgisi güzel bir tabloyu, bir sanat eserini takdir ile izleme boyutunda kalmıştı.

Hem zaten Sinan şu ana kadar da hiç boş kalmamıştı..

Sinan Canan'a bir adım yaklaşıp derin bir nefes çekerek lafa girdi.

Canan gülümseyen dudaklarını ıslattı. Cevabı sabırsızlık beklerken Sinan'ın ağzının içine bakıyordu.

“Hayır, hiç de kilolu değilsin. Tam bir Akdeniz kadınısın,” derken artık Sinan karşısındaki genç kadının hareketlerini, duruşunu, gözlerini, nefesini, bedeninin ona bakışını okuyabiliyordu. Bu işin şakası kalmamıştı..

“Henüz bir kadın değilim,” diye iyice kısık sesle ve başı döner gibi, derin derin soluyarak konuştu Canan. Genç kadının göğsü aldığı her nefesle şişip iniyordu. Vücudunun güzel kıvrımları adeta elbisesini yırtıp dışarı çıkmak için çılgınca çabalıyordu. Bu o, damdan düşer gibi işlerin bir anda bambaşka bir hal aldığı durumlardan biriydi.. Aralarındaki çekim süratle büyüyordu, karşı konulmaz biçimde birbirlerine çekiliyordular. İkisinin de karşı koymaya niyeti de yoktu..

“Bu konuda yardımcı olabilirim,” diye Canan'a yavaşça, daha da sokularak ve artık kendi nefesi de iyice hızlanmış bir halde konuştu Sinan. Canan'ın kokusu, gördüğü teninin yumuşaklığı başını döndürüyordu.
“Hiç teklif etmeyeceksin sanmıştım..” diye biraz rahatlamış biçimde ve dudaklarını ısırarak, utangaç ve yaramazca gülümseyerek konuştu Canan.
Sinan gülümsedi ve dudakları ile Canan'ın dudaklarına uzandı. Dudakları birbirine temas ettiğinde kolları da çoktan birbirini bir yılanın avını sarmalaması gibi sarmalamıştı..

Sinan'ın arabası güneşlik modunda camlarını karartıp otomatik sürücü özelliği ile yol alırken arabanın içinde iki beden birbirine dolanıp diğerini keşfediyordu.
“Acele yok. Yavaş yavaş..” demişti Sinan.
Canan tatlı tatlı gülerek cevap vermişti.
“Cemil ile buluşmamı kaçırmak istemiyorum. Sabahtan beri neler çektim,”
Sinan, Canan'ın burnunu yaramazca sıkarken güldü.
“Ben de tiyatroya geç kalmak istemiyorum. Ama ilk defa olacaksa hakkını vermelisin.”
“Uzman gibi konuşuyorsun, peki o zaman öyle olsun,” diye güldü Canan. Basit bir merakla afacanca sordu. “Daha önce hiç bir kızın bekaretini aldın mı?”
Sinan güldü. Elleri Canan'ın bedeninde danseder gibi geziniyordu ve görülen-duyulan o ki genç kadın bundan çok memnundu.
“Bir beyefendi bu konuları kimse ile konuşmamalı.. Ama şu anda içinde bulunduğumuz koşullar göz önüne alnırsa..” derken elleri Canan'ın eteğinin altındaydı ve genç kadının iç çamaşırını usulca çekip çıkarmakla meşguldü.. Canan bu yumuşak ve kısa süreli temasla bile deprem yaşamış gibi sarsılıp inlemişti.. Bütün vücudu bir an için kasılıp gevşemişti. Dudakları titriyor ve heyecanla gülümserken derin derin soluyordu..
“Evet, bu özel anını benimle paylaşan başka hanımlar da oldu..”
“Adi herif, kısaca senin gibi bir sürü kız götürdüm de diyebilirdin..” diye şaka yaparak güldü Canan..
“İşte o zaman gerçekten bir adi olurdum.. Hem de herif merif değil.. Sadece adi..”
Cana içinden “cidden bu işi biliyor..” diye neşeyle gülerke engellenemez biçimde yattığı koltuktan doğrulup Sinan'ın dudaklarına uzandı. Öpüşmeleri araba yeraltı garajına parkeden kadar, sonra asansörde, ve en sonunda Sinan kucağında Canan ile asansörden evinin kapısına yürürken de sürdü.
Sinan'ın komşularından biri olan atmışlarındaki bir yaşlı hanım onları gülümseyerek izledi “gençlik işte,” dercesine ah etti arkalarından.

Sinan eve girince Canan'ı yavaşça yere bıraktı.

Genç kadın etrafına bakınarak ve sanki dans edercesine adımlarla salonda şöyle bir gezindi. İlk kez geliyordu buraya. Zevkli döşenmiş bir evdi. Fazla eşya yoktu ama sadeliğine rağmen çok sıcaktı ve ev sahibine dair pek çok ipucu veren ayrıntılarla döşenmişti.

Yatak odası batan güneşin ışıklarıyla koyu turuncu bir renge bulanmıştı. Gökte ay parlıyor ve yıldızlar beliriyordu. Beyaz bulutlar orada burada adeta gecenin içinde parlıyordu. Gece gökyüzü güzel bir mor renge bulanmıştı.. Herşey çok mükemmel görünüyordu. Yatak odasında bir şömine ve şöminenin önünde kalın tüylü bir kaplan postu vardı. Işıklandırma mum gibi görünen ve mum gibi ışık veren lambalardan saçılan yumuşak, romantik bir tondaydı..
Canan heyecanla, yanan şöminenin önüne doğru yürüdü ve yerdeki kaplan postunun üzerine oturdu, elleriye yumuşaklığını hissetti.. Sinan yaklaşırken postun üzerine doğru uzandı..
“Bu postu iyi akıl etmişsin..” diye güldü Canan. Yumuşaklığı ve tenine verdiği his çok hoşuna gitmişti.. Herşey öyle mükemmeldi ki..
“Bir arkadaşımın tavsiyesiydi. Bana piliçlerin buna dayanamadığını söylemişti. Dişileri yatar vaziyete getirmenin daha kolay bir yolu yok derdi hep. Hergele şimdiye kadar hep çok haklıydı.”
Sinan da Canan da gülüyordu.
Az sonra ikisi yine dudak dudağa ve sarmaş dolaş olmuştu. Elbiseler soyulmaya ve çıplaklığın güzel kıyafetine bürünülmeye başlanmıştı.. Tenlerinde yıldızlar parlıyordu, terleri terlerine akıyor, nefesleri nefeslerine karışıyordu. Kokuları tek koku olmuştu. Bedenleri tamamen birleşmeye çok yaklaşmıştı. Ikisinin nefesleri de derin ve hızlıydı, çok tutkulu ve arzuluydular. Aralarındaki çekim çok kuvvetlenmişti.

Canan çırılçplak kalmıştı ve Sinan onu yatağa taşıyıp sırtını koca yastıkların üzerine yatırdıktan sonra kendisi de tamamen soyunmuştu. Canan gördüğü manzara karşısında iyice heyecanlanmış ve yatakta yılan gibi kıvranır olmuştu. Sabırsızlık, arzu, heyecan ve biraz da korkuyu duyuyordu. Bu baş döndürücü, sarhoş edici bir kokteyldi.

Canan yatağa rahatça uzanmıştı, sırtını koca yasıklara rahatça yaslamıştı. Heyecanla soluyor ve gülümserken dudaklarını ısırıyordu.. Sinan onu rahat ettirdikten sonra yavaşça yaklaşmaya başlamıştı. Ayaklarından yukarıya elleri yavaşça genç kadının teninde dolanarak yol alıyordu. Sinan heyecanına rağmen hiç acele etmiyordu, Canan sabırsızlıkla inliyor, derin derin soluyordu.. İkisi için de burası çok ısınmıştı, tenleri alev gibi yanıyordu, Canan'ın beyaz teni yüzünde göğüslerinde kızarmış, kanı deli gibi akar olmuştu. Her bir dokunuşta genç kadın inliyordu.
Sinan yavaş yolculuğun sonunda Canan'ın dudaklarına ulaştı. Canan'ın arzuları kontrol edilmez bir hal almıştı. Genç kadın kontrolünü gönüllü olarak bırakmışça sıkılı dişlerinin arasından şehvetle sayıklıyordu..,

“Hadi.. Hadi.. Şimdi.. Yeter artık!.. Hadi .. Şimdi.. Al beni.. Al beni... Al beni.. Şimdi... Şimdi.. Şimdi.. Al beni. .Al , al , al.. Hadi..”

Sinan zamanın geldiğini biliyordu.

Genç kadının yanağına bir öpücük kondurdu. Sonra da dudaklarına bir öpücük.. Bir dizi öpücük bunu izledi..
“İşte, şimdi.. Eğer yavaşlamamı ya da durmamı istersen sadece söyle. Dur de..”

Canan birşey söylemedi.. Evet dercesine başını salladı. Gözleri Sinan'ın gözlerinde kesik ama derin nefeslerle heyecanla soluyordu.. Bedeni sabırsızlıkla kıvranıyordu..
Sinan yavaşça vücudunu Canan'ın bacakları arasında uygun pozisyona getirdi. Canan bacaklarını hafifçe kırıp Sinan'ın vücuduna doladı..
Sinan yavaşça Canan'ı hazırlayarak bedenine dokundu.. Yavaşça daha ve daha çok dokundu. Canan artık arzunun doruğuna varmıştı. Sinan ile aynı anda harekete geçti ve Sinan'ın bedenini kendine, içine doğru çekti..

Derin bir nefesle ve biraz da acıyla inledi Canan.. Sinan biraz şaşırmıştı ama Canan'ın yüzündeki ifadeyi görüp bacaklarıyla ona yön vermeye başlamasının ardında rahatladı. Önce yavaştı.. Derken hızlanmaya başladı.. Sonraki dakikalarda nefeslerinin hızı iyice arttı ve bedenlerin dansı çok hareketlendi.. Daha hızlı ve daha hızlı..
İlk başlarda Sinan bu aşk dansını yönetiyordu ama kısa süre içinde dansın yönetimi Canan'a geçti. Dans neredeyse iki saat boyunca yatak odasında, sonra mutfakta, derken salonda ve en sonunda banyoda sürdü..

Saatler 8'e gelirken Canan duşunu almış ve giyinmişti. Elinde minik telefonuyla Cemil ile konuşuyor ve geç kaldığı için özür diliyordu. Konuşmanın tonuna bakılırsa Cemil bunu sorun etmemişti ki bu harika bişeydi. Canan apar topar kapıya doğru yürürken bornozunun içinde onu uğurlayan Sinan'ın boynuna sarıldı. Yanağına bir öpücük kondurdu. Bir tane de dudağına.

Canan'ın teması az önce yataktaki Canan'ın temasıyla aynı temas değildi. Belki iki arkadaşın arkadaşlıkları eskisi gibi olmayacaktı artık, ama o dokunuşta hala dostluk vardı üstelik de eskisinden bile sıcak ve kıymetli bir dokunuştu.

“Bunu hiç unutmayacağım Sinan,” diye kırılgan bir minnetle konuştu Canan. Sinan onu aklındaki koca bir canavardan, içinde onu hapis tutan koca bir engelden kurtarmıştı..
Sinan kasıtlı olarak karikatürize biçimde, aşırı abartıyla havalıca güldü. Çok kendini beğenmiş bi gülüştü.
“Saçmalama lütfen. Elbette unutamayacaksın. Nasıl unutabilirsin ki?”
Karşılıklı gülerlerken Canan şakayla karışık, dostça söylendi..
“Domuz..”
Yine de Sinan kısmen çok haklıydı. Bunu nasıl unutabilirdi ki..

Sinan kapıdan Canan'ı uğurladı. Asansör kapısı kapanmadan önce, tam Sinan kapıyı kapatıp içeri girerken afacanca, çapkınca bir sesle seslendi Canan. Yüzünde tatlı bir gülümseme vardı.
“Bunu bir ara yine yapalım.”
Sinan da gülümeyerek cevap verdi.
“Elbette, arkadaşlar ne içindir..”


*******************************************

Kovan Savaşları-Ufuklar evreni ile ilgili notları alırken ve hikayeleri yazarken çiziktirdiğim karalamalara bu linkten ( http://picasaweb.google.com/buzsakal/GriMaden?authkey=Gv1sRgCKTDiYrc_KarlgE&feat=directlink ) ve Bilim kurgu ile ilgili bazı yazı-notlarıma linkteki Blog adresimden ulaşabilirsiniz. Kovan Savaşlarını okuduysanız bir göz atmayı ihmal etmeyin. ( http://grimaden.blogspot.com/ )



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın bilim kurgu kümesinde bulunan diğer yazıları...
Kovan Savaşları (1. Bölüm)
Kovan Savaşları (2. Bölüm)
Yaz 2011
Ufuklar: Diversity Antalya
Ufuklar: Bronz'un Mesajı

Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Tatlı Sert
Zeytin Karası
1996 Yılı
2012: Ölülerin İntikamı
Althar'ın Akıncıları: Altıngöl ve Ejderha (9. Bölüm - Son - )
2012: Ölülerin İntikamı (3)
Yeşilgözlü Şeytan'ın Gecesi
Güneş ve Ölüm (Giriş)
Yaşam Hasatlayan Smir
Güneş ve Ölüm (3. Bölüm)

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Barbar Conan'ın Ölüm Şarkısı [Şiir]
Her İnsan Öldürür Sevdiğini [Şiir]
Kovan Savaşları Öyküleri [Roman]
Uzun Yol (1. - 100. Sayfalar) [Roman]
Sevgi, Mutluluk, Özgürlük ve Hayat Üzerine Felsefe [Deneme]
Tanklamak Ne Demek? [Deneme]
Ya İstiklal Ya Ölüm [Deneme]
Uyanıklık [Deneme]
Ölüm / Kalım [Deneme]
Uzayda Hayat Var mı? [Deneme]


Levent Ölçer kimdir?

Fantazyada büyü, teknoloji ve aksiyon İldar'da buluşuyor. 07/10/2017 tarihinde şimdi diyebilirim ki neredeyse 2 senedir tek kelime yazmadım. . . 2 senedir yazar tarafım ölü. oysa oldugum şeyler içinde olmayı en sevdiğim şey yazar olmaktı :) Toprağı bol olsun.

Etkilendiği Yazarlar:
Süpermen, Robert E. Howard, Tolkien, Salvatore, Jules Verne, Battalgazi, David Eddings, Michael Moorcock.


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Levent Ölçer, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.