"Yumuşak olma ezilirsin, sert olma kırılırsın." -Victor Hugo |
|
||||||||||
|
-Merhaba hoş geldin. Geçen zaman seni oldukça değiştirmiş. Zayıflamışsın, gençleşmişsin. Sakal mı bıraktın? -Evet, çünkü artık biraz entel takılıyorum. Değişmem normal, zira görüşmeyeli neredeyse onüç-ondört ay oldu. -Evet hatırlıyorum. Depremden birkaç gün sonra idi. -Burayı hayvan leşleri ile doldurmuştun, kabahati de depreme atmıştın. -Kabahat filan atmadım, sadece hayvanların neden öldüklerini bilmediğimi söylemiştim. Zaman uzayınca artık buraya gelmekten vaz geçtiğini bile düşündüm. -Seni bırakacağımı sanıyorsan yanılıyorsun kambur. Şunu sakın unutma: Sana benden kurtuluş yok. -Karın iyileşti mi? En son hastanede olduğunu hatırlıyorum. -Ne gezeeer! Ne iyileşmesi? Ha,ha,ha… -Neden güldün? -Güldüm çünkü çok neşeliyim bu günlerde. Neden neşeli olduğumu sormayacak mısın? İstersen sorma! Ama ben, söyleyeyim: Karım sizlere ömür… -Ne? Yani öldü mü? -“Sizlere ömürün” ne anlama geldiğini bilmiyor musun? Bu inde yaşamak sana bazı şeyleri unutturdu mu? -Oldukça keyiflisin. Yoksa karını sen mi öldürdün? -Maalesef ben öldüremedim. O zevki ben değil de bir tren tattı. Bir başka şekilde söylersem: İntihar etti. -Olayı düzgün bir şekilde anlatır mısın? Karın hastanede gözetim altındaydı. Nasıl olur da trenin altında kalarak intihar eder? Hastaneden mi kaçmış? -Hayır kaçmadı. Hastaneye yatırdıktan sonra ben onu ziyarete hiç gitmedim. Aradan on ay geçti sanıyorum, beni uygulanan tedavi hakkında bilgi vermek amacıyla hastane yetkilileri çağırdılar. Gittim. Tıbbi kavramlarla dolu bir konuşma yaptılar. Doğrusu konuşmalarından pek bir şey anlamadım; buna rağmen bir şeyler söylemek için onlara güvendiğimi ifade ettim. -Oraya kadar gitmişken karını ziyaret de etmişsindir. -Benim böyle bir niyetim yoktu, fakat doktorlardan birisi beni görmesinin iyi olacağını anlatarak, karımın yanına götürdü. Sonra da, bizi başbaşa bırakıp odadan ayrıldı. Karımın oldukça iyileşmiş olduğunu fark ettim. “Nasılsın?” diye sorunca, artık iyileştiğini ve eve dönmek istediğini söyledi. Hatta bir ara onu hastaneden çıkarmam için elime ayağıma sarılıp yalvarmaya başladı. Doktorların buna izin vermeyeceklerini belirtip görüşmeyi kısa tuttum ve oradan ayrıldım. -Bu konuyu doktorlarla görüşebilirdin. -O sırada onu eve götürmek gibi bir niyetim olmadığı için bu konuyu doktorlarla görüşmedim. Ancak, eve gelince düşündüm ki, karımın hastanede geçirdiği her gün onu biraz daha iyileştirecekti. Halbuki bu benim arzu ettiğim bir sonuç değildi. Kararımı verdim: Karımı eve getirecektim. Bir hafta sonra tekrar doktorların karşısındaydım. Önce itiraz ettiler. Israr edince gönülsüz bir şekilde kabul ettiler. Karımı aldım ve eve döndüm. -Annelerinin dönmesine çocuklar nasıl bir tepki verdi? -Çocuklar, üzerinden neredeyse birbuçuk sene geçmiş olan o kötü anıyı unutamamış gibiydiler. Annelerine korkarak yaklaştılar. Oysa karımın o sıradaki hareketleri, konuşmaları normal gibiydi. Eve geldiği için de oldukça mutluydu. -Ailece oturup uzun uzadıya konuşabiliyor muydunuz? -Çocuklar suskun kalıyorlardı. Ben de havadan sudan bazı şeylerden bahsediyordum; o kadar. Esas karımla konuşmayı çocuklar evde yokken yapıyordum. Bir keresinde karım bana, hastaneye yatmadan önce gözlerinden kan, ağzından da salyalar akıtan bir hortlağın kendisini devamlı rahatsız ettiğini, şimdi ise artık görünmediğini söyledi. Nedir bu hortlak denen şey kambur? Bu konuları en iyi sen bilirsin. -Hortlak, bir ölünün dirilmişidir. -Yani ölü mezardan çıkıp, hortlak mı oluyor? -Evet. Hortlaklar sağ iken kötü olan insanlardır. Kızdıkları kişiye musallat olurlar ve onu rahatsız ederler. Kefenle dolaştıkları için de oldukça korkutucu bir görüntüleri vardır. Çoğunlukla ıssız, tenha, izbe yerlerde ya da mezarlıklarda görülürler. Nadiren de olsa karına olduğu gibi evlerde de görünübilirler. -Hayalet gibi bir şey mi? -Her hortlak aynı zamanda bir hayalettir, fakat her hayalet hortlak değildir. Bunlar paranormal hadiselerdir. -Parapisikoloji denilen bir daldan bahsedildiğini duymuştum. Bu konularla uğraşırmış. Çok saçma bir iş olarak gelmişti bana. Hayalet ya da hortlaklar herkese görünmüyorlar da bazı kişilere neden görünüyorlar? -Göründükleri kişilerle bir sorunları, bir ilişkileri olabilir. Tabii bunda kişinin hastalıklı ruh halinin rolünü de unutmamak gerekir. -Her taraf kapalı bir odada bulunan kişinin yanına nasıl gelebiliyor hayaletler? -Hayaletler kapalı kapılardan, duvarlardan kısacası her yerden geçebilirler. Maddi şeyler onların geçişini engelleyemez. Hayalet kişiyi gölge gibi izleyen tinsel bir varlıktır. -Ben bu tür şeylere pek inanmam; aslında senin cinlerine de inanmamıştım. İnanmam da eğlenceli bulurum. O nedenle bazı sorular soruyorum. Peki bu hayaletler ölülere mi aittir? -Ölülerin hayaletleri olduğu gibi diri insanların da olabilir. Mesela bazı insanlar sağ iken astral seyahatler yaparlar. Yani bulundukları yerden bir başka yere anında gidiverirler ve o gittikleri yerde olanları görebilirler ya da diğer insanlara görünebilirler. İşin esası hayalet bir enerjidir. Ruhun bedenden ayrılmasıyla ortaya çıkan bir enerji. -Cinlerin bunlardan farkı ne? -Cinlerin varlığı kutsal kitaplarda da kabul edilmiştir. Onlar ateşten yaratılmış ruhani yaratıklardır. Görünmezler, ama insan gibi ruhları olan fiziksel varlıklardır. İnsandan daha çok yaşamalarına rağmen, fanidirler. Her fani gibi beslenirler, evlenirler, çoğalırlar ve tabii ki ölürler. Cinler bir çok şeyi bilmelerine rağmen geleceği ve gaybı bilmezler. İyileri de vardır, kötüleri de. -Sen galiba son zamanlarda iyi cinlerle daha fazla görüşmeye başladın. -Bu kanaate nası vardın? -İlk görüşmemizde “kötülükler kralı” olmaktan bahsederken, şimdilerde iyilik meleği kesildin de… -Hiç bir insan ne tamamen iyidir ne de tamamen kötü. Cennetle cehennem bile yan yanadır. Dedem Küçük Sahib, bana iyi cinlerle de irtibat halinde olmamı öğütlemişti. -Bir yerde okumuştum: Büyücüler hayalete dönüşebiliyorlarmış. Bu doğru mu? Doğru ise sen nasıl hayalete dönüştüğünü bana göstersene! -Buraya büyücü gösterisi izlemeye gelmedin herhalde. İstersen kaldığın yerden devam et. -Tamam. Karım hortlaklardan bahsedince ben de bu konuyu onu daha da çok korkutacak bir şekilde iyice işledim. Kötü ruhlardan bahsettim. Onların bazı insanları devamlı izlediklerini, yanlış işler yaptırdıklarını ve yaşamlarını zindan ettiklerini anlattım. -Maksadını anlar gibi oldum!.. -Günaydın! Ben onu iyileşsin diye eve getirecek kadar aptal mıyım? Onu yönlendirmeye çalıştım tabii ki. -Nasıl bir yönlendirme veye neye yönlendirme? -İntihar. Kötü ruhlardan kurtulmanın bir yolu olup olmadığını bana sordu. “Kötü ruhlar insanı öldükten sonra bile rahat bırakmazlar. Kötü ruhlardan kurtulmanın tek yolu, onlardan daha kötü olduğunu kanıtlamaktır. Ancak o zaman seni rahat bırakırlar.”, dedim. “Bu yolu bana anlatır mısın?”, diye sordu. Anlattım: En büyük kötülük, kişinin kendine yaptığıdır. Kişi intihar ederse kötü ruhlar, “bu kişi bizim kötülüklerimizden daha fazlasını yaptı” diye düşünerek bir daha onu asla rahatsız etmezler. -Bir de karımı ben öldürmedim diyorsun. Bu yaptığın ne? -Ben ona sadece bazı telkinlerde bulundum. O da benim söylediklerime kanıp intihar etmeseydi. -İntihar ettiğini duyduğunda neler hissettin? -Beni cep telefonumdan aradılar. Sanırım karımın telefonundan numarama ulaşmışlar. Karımın bir kaza geçirdiğini ve durumunun ciddi olduğunu söylediler. Götürdükleri hastanenin adresini verdiler. Benim işyerime çok yakındı. Önce gidip gitmeme konusunda tereddüt ettim. Sonra her şeyi kendi gözlerimle görmek için gitmeye karar verdim. Hastanenin acil servisindeydi, henüz ameliyata almamışlardı. Durumu ağırdı, fakat şuuru yerindeydi. Beni tanıdı ve ancak çok kısık bir sesle “Artık rahatsız etmezler, değil mi?” diyebildi. Sonra da ameliyata aldılar zaten ve ameliyatdan sağ çıkamadı. Yetkililerden öğrendiğime göre istasyona girmekte olan bir banliyö treni tarafından çiğnenmişti. Yetkililer ayağı kaydığı için mi trenin önüne düştüğünü yoksa intihar mı ettiğini bilemediklerini de söylediler. -Karının ölümü seni memnun etmişe benziyor. Gerçekten hiç üzülmedin mi? -Üzüldüm, ama daha önce de söylediğim gibi ölümünün benim elimden olmayışına üzüldüm. -Bu olay yaşantında çok değişikliğe yol açmış olmalı. -Evet çocuklarımla başbaşa kaldım. Bir-iki ay sonra kayınpederler geldiler, çocuklarla benim yeterince ilgilenemeyeceğimi söyleyip onları sürekli yanlarında kalmak üzere alıp götürdüler. Çocuklar gidince beraber oturmak için O’nu çağırdım. Ölü çıkan bir evde oturamayacağını ve o kadının eşyalarını kullanmak istemediğini söylediği için zaten kira olan yerden çıkıp yeni bir villa satın aldım. Eşyaları yeniledim. O da kendisine daha önce aldığım evin kapısını kilitleyip yanıma geldi. -O’nun ihanet ettiğini düşünüyor, hatta elinde somut deliller olduğunu söylüyordun. -Evet, düşüncem değişmiş değil. Bir kere karım ölmeden önce kendisiyle evlenmem için beni durmadan sıkıştıran bu kadın, şimdi evlilikten hiç bahsetmez oldu. Bu dikkat çekici değil mi? Sonra, seninle en son görüşmemizden bir hafta önce yağmurlu bir günde O’nu bir adamla bir alışveriş merkezinin otoparkında gördüm. O da beni gördü, tanınmamak için şemsiyesini yüzüne doğru indirdi. Ben ne orada ne de daha sonra O’nu bir başkasıyla gördüğümden O’na bahsetmedim. Bahsetsem bundan sonra daha tedbirli davranırdı. -Doğru. -Özel bir dedektiflik bürosu ile O’nu takip ettirmek için anlaştım. Takip için fotoğraflarını, adını soyadını, benimle oturduğu evin ve kendi evinin adresini büroya verdim. Uzun bir süredir devam eden çalışmanın sonucunda bazı bilgiler elde edildi. -Ne gibi bilgiler? -İlişki kurduğu adam, otuzbeş yaşlarında; evli ve bir çocuğu var. Oto kiralama firması sahibi. Kaldıkları oteller tesbit edildiği gibi, arada sırada O’nun evinde de buluşuyorlarmış. Son günlerde kendi evine toz alma ve kontrol bahanesiyle çok sık gitmesinin nedenini de böylece anlamış oldum. -Çok sayıda delil elde etmişsin. Daha ne bulmaya çalışıyorsun? Dedektiflik bürosunun çalışması hâlâ devam ediyor mu? -Evet ediyor. Büro çok önemli bir delil peşinde. Yani görüntülerle de bu ilişki kanıtlanacak. O’nun evinin anahtarı bende de olduğu için büronun talimatları doğrultusunda evinin yatak odasına gizli bir kamera yerleştirdim. Sanırım sonucu yakında alırız. -Banka müdüresi ile olan ilişkiden ne haber? -Ara uzayınca, tabii anlatacak konu da çoğalıyor ve her şeyi konuşamıyoruz. O ilişki tam bir aşka dönüştü. Gerçek aşk işte bu kanbur. Çok seviyorum ve çok seviliyorum. Şiirlerdeki, romanlardaki gibi bir aşk… -Şiirlerdeki, öykülerdeki, romanlardaki aşkı bulup da yaşayan gerçekten var mı? Sanmıyorum. Hem, bırak bu lafları. Çünkü O’nunla olan ilişkinde de aynı şeyleri söylemiştin. Şunu da unutma dostum: Başın ne göğe değsin, ne de toprağın altına girsin. -Gene bir şeyler saçmalıyorsun. Seni ikna etmek oldukça zor. İnatçılığın tuttu gene ihtiyar bunak! -Bağırmadan konuş! Sesini yükseltmen seni haklı çıkarıyor zannetme. Hadi sana güle güle. -Hoşça kal. ***
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Ömer Faruk Hüsmüllü, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |